24 Aralık 2025 Çarşamba

Dünyada ortalama ücret

 

“Asgari ücreti reel olarak artıramadık ama biraz sabır üst gelirli ülkeler grubuna girmek üzereyiz” (!)

Mustafa Durmuş

25 Aralık 2025


Siyasal iktidarın, 10 milyona yakın (kayıtlı ve kayıtsız) asgari ücretli işçi ve bakmakla yükümlü oldukları aileleri açlık sınırının altında bir asgari ücrete mahkûm ettiği yeni asgari ücreti ibretle öğrendik.

Aynı iktidar sözcüleri bugünlerde, Türkiye ekonomisinin dünyanın en büyük 11. ekonomisi olma yolunda hızla ilerlediğini, hatta kişi başı 17 bin doları aşan bir gelirle “üst gelirli ülkeler” grubuna girmekte olduğunu açıkladı.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Açıkça birbiriyle çelişen iki durum söz konusu. Öyle ki ülke giderek zenginleşiyor ama işçilerimize ancak açlık sınırının altında bir asgari ücret verebiliyoruz.  

Ülke tıpkı Avrupa’nın gelişkin ekonomileri gibi “üst gelirli ülkeler grubuna” girmeye hazırlanıyor ama ülke nüfusunun yüzde 80’inden fazlası yoksulluk sınırının altında gelir elde ediyor.

Olgu ve algı farkı

Sizce de bir tuhaflık yok mu bu iki açıklama da? Aslında yok. Açlık sınırının dahi altında bir asgari ücreti işçilere layık görenler, gelir dağılımını iyice bozanlar, yoksulluğu derin bir yoksulluğa dönüştürenler, ülke ekonomisinin muhteşem bir biçimde büyümekte ve gelişmekte olduğu algısı yaratarak asıl gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyorlar.

Acaba gerçekten üst gelirli ülkeleri yakalayıp, bu ülkeler gibi gelir seviyemizi artırmakta mıyız? Bunun cevabı görselde var.

Bu görselde 2025 yılında dünya çapında 69 büyük kentteki ortalama aylık ücretler karşılaştırılıyor. Ayrıca Deutsche Bank aracılığıyla Numbeo'dan alınan veriler kullanılarak 2020'den bu yana 5 yıllık kümülatif değişiklikler haritalandırılıyor. (1)

En yüksek ve en düşük ortalama ücret gelirine sahip olan kentler

2025 yılında İsviçre en yüksek ortalama ücrete sahip ülke: Cenevre’de çalışan bir emekçi ayda ortalama 7.984 dolar ve Zürih’te çalışan bir emekçi 7.788 dolar ücret elde ediyor. Bunu 7.092 dolar ile San Francisco (ABD) takip ediyor. Sıralama Lüksemburg (6.156 dolar), Boston (5.940 dolar), Chicago (5.203 dolar) ve New York (5.128 dolar) ile devam ediyor. Bu kentler en yüksek ücret sunan ilk 10 kentin ilk sıralarında yer alıyor.

Yelpazenin diğer ucunda, beklendiği gibi, en düşük ortalama aylık sunan ülkeler sıralanıyor: Kahire (165 dolar), Bogotá (375 dolar) ve Rio de Janeiro (439 dolar). Bunların hepsi uzunca bir süre daha dolar cinsinden aylık 1.000 doların altında kalmaya mahkûm kentler olarak nitelendiriliyor.

İstanbul’da ortalama ücret 934 dolar

İkinci gruptaki bu kentlerin arasında aylık ortalama 934 dolar ile İstanbul da yer alıyor. Ancak ilk bakışta olumlu gibi görünen İstanbul’a ait önemli bir detay var: İstanbul 2020-2025 arasında ortalama ücretin yüzde 94,5 ile en çok arttığı ikinci kent.

Bunun nedeni öncelikle baz etkisi. Yani 2020’de kentte ortalama ücret çok düşük olduğundan, her yıl yapılan ücret düzenlemeleri böyle bir yüksek artışın ortaya çıkmasına neden oldu.

Ancak bu bizi yanıltmasın zira bu yüksek artış 2025’e gelindiğinde İstanbul’da ortalama ücretin diğer ülkeleri yakaladığı anlamına gelmiyor.

Avrupa kentleri en yüksek mutlak artışa sahip

Bu 5 yıllık zaman zarfında dolar cinsinden en büyük mutlak artışlar, zaten hali hazırda yüksek maaşların ödendiği Avrupa merkezlerinde görülüyor: Lüksemburg bu dönemde 1.721 dolar artışla (4.435 dolardan 6.156 dolara) ve Cenevre 1.608 dolar artışla (6.376 dolardan 7.984 dolara) çıkıyor.

O halde İstanbul’da bu 5 yılda dolar cinsinden yüzde 95’e yakın bir ortalama ücret artışı olmasına rağmen düzey mutlak olarak neden hala çok düşük? (1,000 doların altında).

Döviz kurundaki süper artış

Bunun ilk nedeninin baz etkisi olduğunu söyledik. İkinci bir neden daha var: Doların bu 5 yıl boyunca TL karşısındaki önlenemeyen değer artışı. Öyle ki 2020 yılında 1 dolar 5,9 TL iken, 2025 yılında 43 TL’ye fırladı.

Kısaca TL, ABD doları karşısında 7 kat ya da yüzde 700 oranında değer kaybetti. Dolayısıyla da TL cinsinden ortalama ücret ne kadar artarsa artsın döviz kurundaki süper artışın çok gerisinde kaldı.

Sonuç olarak

Bu eğilimler, öncelikle iki farklı hızda ilerleyen bir dünyaya işaret ediyor: halihazırda yüksek olan ücretlerin yükselmeye devam ettiği zengin küresel merkezler ve yüzde artışlar büyük olsa da d,ğerlerini yakalamaları imkânsız olan İstanbul gibi kentler.

İkinci olarak, bu veriler siyasal iktidarın “üst gelirli ülkeler grubuna yükselmekte olduğumuz iddiasını” çürütüyor ve 22 yıldır ülkeyi yönetenlerin iddia ettikleri gibi bir refah artışının ve zenginleşmenin söz konusu olmadığı, dahası toplumsal çürümeye ilave olarak, ciddi bir ekonomik yıkım yaşamakta olduğumuz gerçeğini yüzümüze çarpıyor.

Dip notlar:

(1) https://www.visualcapitalist.com/visualized-average-monthly-salary-in-major-global-cities (12 Aralık 2025).

 

 

 

Asgari Ücret 2026

 

Kimse kendini kandırmasın: asgari ücrete gerçekte zam yapılmadı!

Mustafa Durmuş

24 Aralık 2025


2026 yılında geçerli olacak asgari ücret; Hükümet ve işveren sendikası tarafından tek taraflı olarak 28,075 TL olarak belirlenerek 10 milyona yakın asgari ücretli ve ailesine dayatıldı.

Böylece Hükümet asgari ücrete %27’lik bir zam yaptığını ileri sürüyor. Muhalefet, HAK-İŞ dışındaki işçi sendikaları ve bazı iktisatçılar bu oranın Kasım ayı enflasyon oranı olan %31,7’in altında kaldığını ileri sürerek eleştiriyorlar. Haklılar. Üstelik bu yeni rakam açlık sınırının da altında kalıyor.

Gerçekte durum daha da vahim: asgari ücrete zam yapılmadı!

Grafiğe baktığımızda durum kolayca anlaşılıyor. Çünkü dün yapılan ve %27’lik zam olarak tanıtılan düzenlemeyle verilen fark: 5,971TL. (28,075 TL-22,104 TL).

Bu zammış gibi sunulan şey aslında 2025 yılında 11 ayda enflasyon nedeniyle ortaya çıkan kaybı karşılamaya ancak yetiyor. Çünkü bu yılın ilk 11 ayında asgari ücretteki erime 5,196 TL’yi aşıyor. Geriye sadece 775 TL kalıyor. 

Yani asgari ücrete reel anlamda sadece 775 TL’lik bir zam yapıldı. Bu yapılan zam sadece %3,5 demek oluyor. Yani %27’lik bir zam söz konusu değil.

Üstelik bu hesaba 2025’in son ayı olan aralık ayındaki enflasyon nedeniyle ücretteki erime dahil değil. Çünkü henüz aralık ayı enflasyonu açıklanmadı. Aralık ayındaki enflasyon da hesaba katıldığında gerçek zam miktarı daha da azalacak.

Dahası, asgari ücretli işçiler yeni ücretlerini ocak ayı sonunda veya şubat ayı ortasında alabilecekleri için ocak ve şubat ayı enflasyonu ile birlikte bu fark tamamen ortadan kalkacak, muhtemelen eksiye düşülecek.

Özetle, kimse kendini kandırmasın: asgari ücrete gerçekte zam filan yapılmadı.

 

21 Aralık 2025 Pazar

2026 Bütçesi ve İnsan Hakları

 

İnsan Hakları Perspektifinden Devlet Bütçesi ve Genel Değerlendirme

2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin Analizi (7)

Mustafa Durmuş

21 Aralık 2025

İnsan hakları, uzunca bir zamandır bir dizi uluslararası anlaşmayla evrensel ve devredilemez olarak tanımlanmış ve daha sonra dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğu tarafından onaylanarak iç hukuka dönüştürülmüş olan haklardır.

Bunlar: (i) yaşam hakkı, kanun önünde eşitlik ve ifade özgürlüğü gibi medeni ve siyasi haklar (ii) çalışma, sosyal güvenlik ve eğitim hakkı gibi ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ve (iii) toplumsal gelişme ve toplumların kendi kaderlerini tayin hakkı gibi müşterek haklardır.

İnsan hakları: Adalet ve demokrasinin omurgası

İnsan hakları anlaşmaları (ve bu anlaşmaların onları onaylayan hükümetlere getirdiği yükümlülükler) hem adalet hem de demokrasi talepleri için bir omurga sağlar. Keza bu anlaşmalar bütçe politikalarına ve bütçe süreçlerine faydalı bir şekilde uygulanabilir. Ayrıca insan hakları ile devlet bütçeleri arasındaki bağlantıları ve bütçe perspektifinden insan hakları taahhütlerini yerine getirme konusunda hükümetlerin yükümlülüklerinin neler olduğunu açıklamak için dünyada yapılmış birçok çalışma mevcuttur. (1)

İnsan hakları ile ilgili olarak, ‘Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin (ICESCR) 2. maddesi, devletlerin bu hakları garanti altına almak için mevcut kaynaklarını azami ölçüde kullanmaları gerektiğini belirtir.

Ancak “mevcut kaynakların azami ölçüde kullanılması” kavramı yoruma açıktır ve pratikte çoğu kez ihlal edilmektedir. Bu durum özellikle ekonomik kriz dönemlerinde, kaynakların daha sınırlı olduğu ve hükümetlerin kamu harcamalarında kesintiye gittiği zamanlarda yaşanır.

İnsan hakları iktisat ilişkisi

İnsan hakları ve ekonomi, doğaları gereği birbiriyle ilişkili iki kavramdır. Ekonomik kaynakların bu hakların yerine getirilmesinde nasıl kullanılacağı çok önemlidir. Ayrıca insan hakları iktisadi sistem açısından çok önemli bir normatif parametre oluşturur.

Buna karşılık bu ikili arasındaki zorunlu bağ genelde ihmal edilir. Bu ihmalin özellikle de ekonomik istikrarsızlıklar ve kemer sıkma uygulamaları söz konusu olduğunda ciddi negatif sonuçları ortaya çıkar. Egemen iktisat ideolojisi pozitivist bir bakışla iktisadi etkinliğe takıntılı olduğundan, eşitlik ve adalet gibi konuları temel alan insan hakları normlarını dikkate almaz. Bu iktisat anlayışını esas alarak hazırlanan devlet bütçeleri de insan haklarını görmezden gelir.

İktisat ve insan hakları entegrasyonunun iki yolu mevcuttur. İlki, hakları bir kısıtlama olarak kabul etmek, ikincisi ve çok daha tavsiye edilebilir olanı ise hakları oyunun kurallarının bir parçası, hatta daha da ötesi, seçimler ve kararlar almak için doğal bir ortam olarak kabul etmektir.

“Uyum içinde ve anlayışlı bir toplum hem iktisat hem de insan hakları için mahkemeler ve piyasalar kadar önemlidir. Bu nedenle, insan haklarını entegre etme amacıyla, iktisadı belli bireyleri tatmin etme hedefinden, her bireyi tatmin etme gibi daha kapsayıcı bir hedefe odaklanmalıdır”. (2)

İnsan hakları bütçe politikası ilişkisi

Daha önce de sözü edilmiş olan alternatif ‘Temel İlişki Yaklaşımı’ altında bütçenin en önemli aracı olan bütçe politikası ile insan hakları arasında iki zorunlu ilişki kurulur: bütçe politikalarını tasarlarken, uygularken, izlerken ve değerlendirirken bir çatı olarak insan hakları ilkeleri esas alınmalıdır. İnsan hakları ile bütçe politikası arasında hiyerarşik bir ilişki olmalıdır. Bu ilişki amaç ve araç arasındaki hiyerarşidir. Bu nedenle de bütçe politikaları insan hakları gerekliliklerine uyarlanmalıdır, tersi değil.

Diğer tüm kamu politikaları gibi bütçe politikaları da uluslararası insan hakları yasasının ilke ve yükümlülüklerine tabi olmalıdır. Özgün bütçe politikaları oluşturmanın ötesinde, insan hakları yükümlülükleri ve sözleşmeleri, devletlerin böyle politikalar oluşturma faaliyetlerine belli sınırlar koyar. Böyle yükümlülükler bütçe politikalarına uygulanan bir dizi parametre ve rehberliği bütünleştirir. Bunların içinde; temel özün korunması, hakların ilerletilebilmesi için maksimum kaynağın kullanılması, elde edilmiş haklardan geriye gidilmesinin önlenmesi, ayrımcılık yapılmaması, şeffaflık, sosyal katılımcılık ve hesap verilebilirlik yer alır. (3)

Bütçeler hakların güçlendirilmesi için kullanılmalı

Ulusal düzlemde bu bağlantı anayasa ve vergi ve bütçe kurumları arasında kurulmak durumundadır. Bütçeler hakların önlenmesi ya da sınırlandırılması için değil, gerçekleştirilmesi için kullanılan araçlar olarak görülmelidir. İlave olarak, bütçe yönetim ve yasama organlarınca alınan kararların anayasaya uygunluğu açısından toplumsal çıkarlar arasında bir çatışma alanı olarak yargıda karşı çıkılabilmeye uygun olmalıdır.

Temel insan haklarının korunmasını sağlamanın, hükümetler açısından maliyetleri söz konusudur. (4) Çünkü ekonomik, sosyal ve kültürel hakları gerçekleştirmenin kamu harcamaları üzerinde doğrudan etkileri var. Sorumluluk sahibi olarak, uluslararası insan hakları hukukuna göre hükümetler, mümkün olan azami kaynakları tahsis ederek ve ayrımcılık yapmadan herkes için insan haklarının aşamalı olarak gerçekleştirilmesini teşvik etmelidir.

‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ ve diğer iki uluslararası sözleşme (medeni ve siyasi haklar ile ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin) devletlerin temel insan haklarına saygı duyması, bunları koruması ve yerine getirmesi için yeterli yaşam standardı, yurttaşların sağlık ve eğitim, insana yakışır iş vb. hakkı da dâhil olmak üzere bir dizi yükümlülüğün temelini oluşturur.

Bunların hepsinin hem bütçe politikaları hem de süreçler için çok açık sonuçları vardır. Bu yükümlülükler, müteakip insan hakları içtihatlarında, tüm imzacı devletlerin uyması gereken aşağıda sıralanan bazı açık adımları ortaya koymak için kullanılmaktadır (5):

Aşamalı gerçekleştirme: Devletler, makul kısıtlamalar dahilinde, bilinçli, somut ve hedefe yönelik politikalar yoluyla herkesin insan haklarının yerine getirilmesini zaman içinde sürekli olarak iyileştirmeye çalışmalıdır.

Azami kullanılabilir kaynaklar: Devletler, insan hakları yükümlülüklerini yerine getirmek için mümkün olduğu kadar çok kaynağı seferber etmelidir. Bu, yalnızca vergilendirme ve kaynak tahsisiyle değil, aynı zamanda tahsis edilen kaynakların harcanmadan kalmamasını sağlamakla ve bütçe açıkları ve finansmanla ilgili seçeneklerle de bağlantılıdır.

Ayrımcılık yapmama ve eşitlik: Devletler insan hakları yükümlülüklerini yerine getirirken ırk, etnisite, renk, cinsiyet, dil, din vb. temelinde ayrımcılık yapmamalıdır. Irk körü olarak nitelendirebilecek bütçe politikaları, statükoyu ve geçmiş ve devam eden ırkçılığı güçlendirir. Pratikte ana akım kamu maliyesi ve bütçe anlayışı onlarca yıldır kimliklerle ilgili ayrımcılığa duyarsız biçimde ilerler. Buna rağmen, kamu maliyesi disiplinin, ırkçılığın yarattığı sorunları ele almanın yollarını yapıcı bir şekilde analiz eden ve faydalı anlayışlar sağlayabilecek araçlara ve çerçevelere de sahip olduğu da bilinmelidir. (6)

2026 bütçesinde insan hakları için ayrılan kaynağın 932,6 milyon TL ile sınırlı olması (toplam bütçenin yüzde 00005’i) iktidarın insan haklarına nasıl baktığının bir göstergesidir.

Engelli hakları

Türkiye’de milyonlarca engelli yurttaşın temel yurttaşlık hakları sistematik biçimde kısıt altındadır. 12 milyonu aşkın temel yurttaşlık hakları daraltılmış engelli yurttaş, evlerine hapsedilmiş olma ve toplumdan izole edilmiş bir hayatla baş başa bırakılma gerçeğiyle yaşıyor. Türkiye 2009 yılında imzaladığı BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmediği gibi 2005 yılında yürürlüğe giren 5378 Sayılı Engelliler Hakkında Kanun çerçevesinde öngörülen erişilebilirlik yükümlülüklerini tam 20 yıldır erteliyor.

Bu erişimsizlik, yalnızca mekânsal değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal yaşamda da derin bir dışlanmayı beraberinde getirmektedir. TÜİK ve İŞKUR verilerine göre, engellilerin yaklaşık yüzde 80’i işgücü piyasasının dışında kaldı. Kamu kurumları dahi kanunen zorunlu olan yüzde 3 engelli istihdam kotasını tam olarak uygulamazken, kamuda işe alınanların özlük hakları büyük çoğunlukla “yardımcı hizmetler sınıfından” hesaplanıyor. Bu tablo, iktidarın engellileri “yardım nesnesi” olarak gören sağlamcı anlayışının” doğrudan sonucudur.

Diğer yandan sağlamcı politikalardan vazgeçilmeden, hiçbir bütçenin sosyal devlet niteliğini taşıyamayacağı açıktır. Bu nedenle    öncelikle, Türkiye’deki engelli nüfusun yaş, cinsiyet, eğitim, gelir ve il dağılımına göre güncel veriler mutlaka açıklanmalı; politikalar bu veriler ışığında planlanmalı, 20 yıldır ertelenen Erişilebilirlik Mevzuatının gerekleri yerine getirilmeli; yollar, binalar, parklar, kurum siteleri ve e-devlet uygulamaları erişilebilir hale getirilmelidir. Engelli istihdam kotası yüzde 10’a yükseltilmeli ve tüm işyerlerinde uygulanmalıdır. Kişi geliri asgari ücretin altında kalan tüm engellilere asgari ücret düzeyinde temel gelir güvencesi sağlanmalıdır. Engelli ödenekleri enflasyona karşı korunmalıdır. Kamuda işaret dili tercümanlar, diğer materyaller ve erişilebilir iletişim araçları zorunlu hale getirilmelidir.

Tüm bunların yerine getirilebilmesi için bütçeden yeterince kaynak ayrılmalıdır. Oysa 2026 bütçesinde engellilerin toplumsal hayata katılımı ve özel eğitim programı için sadece 250 milyar TL’lik bir kaynak ayrılmış bulunuyor. Bu toplam bütçenin sadece yüzde 1,3’ünü oluşturuyor.

Göçmenler ve mülteciler

Uluslararası göçlerin bütçeleme (vergileme) ile ilişkisi son derece önemlidir. Buna rağmen göçlerin ahlakı tartışılırken bunun altında yatan mali yapı nadiren hesaba katılır. Oysa vergi hukuku, neredeyse diğer tüm sistemlerden daha fazla, kimin hayatta kalma imkânına sahip olduğunu belirlemektedir.

Çünkü gelir toplama hakkı ve yönetme hakkı bir gelecek hayal etme hakkıdır. Sömürgecilik dönemi sonrası devletlerin bu hakkını reddetmek, onların bağımsızlığını reddetmenin bir yoluydu. Bu koşullardan kaçan insanlara sığınma hakkı vermemekse bizlerin suç ortaklığını reddetmenin bir yoludur. Göçün ırksal politikasıyla dürüstçe yüzleşmek gerekirse, vergilendirmenin ırksal politikasıyla da yüzleşmek lazımdır. (7) (Türkiye’de 2026 yılında Göç Yönetimi Programı için 25,8 milyar TL kaynak ayrılmış durumda).

İnsan hakları perspektifinin zorlukları

• Öncelikle, insan hakları ilkeleri ve kriterleri, politika seçimleri ve değiş tokuş konusunda net rehberlik sağlamaz. İnsan hakları yaklaşımlarında bölünmezlik ve evrensellik üzerine odaklanma, örneğin önce hangi ihtiyaçların ele alınması gerektiğine veya mübadelenin nasıl değerlendirileceğine ve kaynakların kıt olduğu ortamlarda önceliklerin nasıl tanımlanacağına karar vermeyi zorlaştırır (örneğin anne sağlığına veya yol altyapısına yatırım yapmak arasında seçim).

Bu anlamda, bütçelemeye yönelik insan hakları yaklaşımı, bütçe kararlarının alınma sürecini daha demokratik ve katılımcı hale getirme tartışmalarından ayrı tutulamaz çünkü bu yönler seçimlerin nasıl tartışıldığını ve yapıldığını ve farklı insan hakları yükümlülüklerinin ne ölçüde karşılanıp karşılanmadığını belirler.

• İkinci olarak, insan hakları yükümlülüklerinin kuralcı doğası, politika seçimleri üzerinde verimli diyalog ve müzakereleri önleyebilir. Demokratik çoğunluk, örneğin daha fazla otoyolu finanse etmek için sağlık bütçesini kesmeyi tercih edebilir, hatta sağlık bütçesinin kesilmesinin ilerici gerçekleştirmeye aykırı olduğu ve temel insan haklarının yerine getirilmesiyle daha doğrudan çelişki içinde olduğu iddia edilebilir.

İnsan hakları çerçevesinin nesiller arası eşitlik konularının ele alınmasına nasıl yardımcı olacağı net olmadığı için, bütçe açıkları ve borçla ilgili kararlar konusunda da benzer bir zorluk ortaya çıkabilir. Karmaşık kararlarla karşı karşıya kalındığında, insan hakları standartlarının görünüşte doğrudan uygulanması, müzakere süreçlerini sınırlayabilir, hatta baltalayabilir.

• Son olarak, insan hakları yaklaşımını kullanmak hükümetlerle diyaloğu daha da zorlaştırabilir. İnsan haklarının yükümlülük sahibi olarak devletler için oluşturduğu yasal yükümlülükler göz önüne alındığında, hükümetler, tüm insan hakları yükümlülüklerini yerine getirmenin politika esnekliklerini büyük ölçüde azaltacağını ve mali kısıtlamalar göz önüne alındığında muhtemelen gerçekçi olmayacağını bilerek, genellikle insan hakları grupları ve aktivistleriyle diyaloga girme konusunda isteksiz davranırlar.

Genel Değerlendirme

2026 yılı merkezi yönetim bütçesi önceki bütçelerden farklı değildir. Öz itibariyle İktidar Blokunun siyasal tercihlerini yansıtan ve onun sırtını dayadığı sosyal sınıflar ve diğer sosyal kesimlerin ve kimliklerin çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi hedefleyen bir bütçedir.

Özellikle de 2019 yılından itibaren bu bütçe, devlet planlama örgütü gibi parlamenter rejimin bürokrasisinden ziyade Cumhurbaşkanlığı’ndaki bir ofis tarafından hazırlandığı için bütçe hakkını tamamen ortadan kaldırmış bir siyasal-ekonomik belge görünümündedir.

Bu bütçe ekonomik krizin bedelini başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun en geniş emekçi kesimlerine, emeklilere ve yoksullara ödettirmeyi öngören, bu bağlamda da sağlık ve eğitimde yaşanan sorunlara da işsizlik, enflasyon-hayat pahalılığı, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği gibi diğer ekonomik ve sosyal sorunlara da herhangi bir gerçekçi çözüm sunmuyor.

Çünkü bu bütçenin ideolojik arka planında, makroekonomik istikrar ve ekonomik büyümeye odaklanmış olan bir neo-liberal neo-otoriter kamu maliyesi ve bütçe ideolojisi mevcuttur. Böyle bir ideoloji yurttaşların ihtiyaçlarına cevap vermede de herkese fayda sağlayan sosyoekonomik kalkınmayı teşvik etmede de yetersiz kalıyor.

Örneğin Türkiye’de bütçe açığının yüzde 3,5 gibi düşük bir düzeyde ve kamu borçlanmasının tolere edilebilir bir düşüklükte olmasına rağmen, siyasi iktidar mali disiplini korumak gerekçesiyle bu alanı kullanmıyor ve iş alemine asgari ücreti daha yüksek tutabilecek mali teşvikleri sağlamıyor. Bu da (aşırı kâr hırsının yanı sıra) asgari ücretin açlık sınırının dahi altında belirlenmesine neden oluyor.

Bu bütçe işçilerin, emekçilerin, emeklilerin, yoksul köylülerin, kadınların, gençlerin, engellilerin, ötekileştirilen kimliklerin ve inanç gruplarının ezilmişliklerini de reddediyor, bu nedenle de bu kesimler için de yeterince kaynak ayırmıyor.

Ayrıca, bütçede yeterince kaynak ayrılmadığı için kronik derin yoksulluk ve artan gelir eşitsizlikleri gibi sorunlarla başa çıkamayan iktidar, toplumda güvensizlik ve kaosun artmasına, bu da (gelişmiş olarak kabul edilen birçok ülkede bile görüldüğü gibi) aşırı sağcı hareketlerin ve partilerin güçlenmesine neden oluyor.

Yeni paradigma ihtiyacı

Böylece, devlet bütçeleriyle ilgili olarak artık yeni bir paradigmaya ihtiyacın olduğu açıktır. Bu paradigma, Neo-liberal Bütçe Yaklaşımının alternatifi olan Demokratik Kamu Maliyesi ve Bütçe Yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda bütçe politikalarının temel amacı (örneğin artan oranlı vergilendirme, evrensel temel hizmetlerin sağlanması ve yoksul, savunmasız ve dezavantajlı gruplara hedefli gelir transferleri ve/veya “Temel Gelir Güvencesi” uygulaması yoluyla); eşitlik ve adaleti sağlamaktır.

Demokratik bütçe katılımcı-çoğulcu yerinden demokrasiye ve demokratik ekonomiye uygun bir bütçedir. Bu bütçe hegemonik bir biçimde yukarıdan aşağıya doğru değil, katılımcı bir biçimde aşağıdan yukarıya hazırlanır.

Bu yaklaşım altında ilke olarak, mali disipline duyulan ihtiyaç kabul edilirken, hükümetlerin öncelikli harcamaları finanse edebilmesi için yeterli “mali alan” sağlanır, kamu maliyesinin uzun vadeli sürdürülebilirliği gözetilir.

Keza, kamu harcamalarının temel ihtiyaçların karşılanması ve eşitliğin teşvik edilmesi gibi kilit sonuçlara ulaşmasını sağlayabilmek için, verimliliğe ve hizmet sunumundaki etkinliğe de odaklanılır. Bütçeye ilişkin kararların alındığı süreçler ve kurumlar, daha bilgili diyalog ve müzakereyi kolaylaştırmak için daha kapsayıcı, demokratik ve katılımcı olacak şekilde yeniden tasarlanır. Diğer bir deyişle, eşitlik, sürdürülebilirlik, etkinlik ve kapsayıcılıktan oluşan dört sütun, kamu maliyesi ve hükümet bütçeleri ile ilgili kararların nasıl alınması gerektiğine dair bir önerinin temelini oluşturur. (8)

İlke olarak böyle bir bütçe ile sermaye kesiminin, zengin seçkinlerin ya da egemen kimliklerin çıkarları gözetilmez. Aksine bütçenin kaynakları asıl olarak, demokratik yöntemlerle belirlenen işçi sınıfının, emekçi halkın ve diğer ezilen kimliklerin toplumsal ihtiyaçlarının karşılanması için kullanılır.

Bütçe konularının düzenlenmesinde böylesine radikal bir değişimi teşvik etmek için gerekli bazı değişikliklere doğru ilerlemeyi başlatabilmek amacıyla öncelikle, hem neo-liberal kamu maliyesi ve devlet bütçesine yönelik mevcut yaklaşımların defolarını vurgulamak hem de farklı aktörlerin etrafında birleşip birlikte çalışabileceği ‘kamu’yu (9) kamu maliyesinin ve devlet bütçelerinin merkezine koymak” gerekir.

Bir başka anlatımla, böyle bir bütçenin halkçılığı ve katılımcılığı, toplumun her kesiminin bu sürece doğrudan ve/veya demokratik kitle örgütleri, meslek örgütleri ve işçi sendikalarının aktif katılımının sağlanması, bu kesimlerin sözlerinin dinlenmesi ve bütçe uygulamalarının bu kesimlerce denetlenmesiyle gerçekleşebilir.

Dip Notlar:

(1)  Örnek olarak bak: A. Nolan et al. (eds), Human Rights and Public Finance: Budgets and the Promotion of Economic and Social Rights,  2014; OHCHR and IBP, Realizing Human Rights Through Government Budgets, United Nations, 2017.

(2)  Branco, Manuel Couret, Economics Against Human Rights: The Conflicting Languages of Economics and Human Rights, Capitalism Nature Socialism, 20(1), (2009), pp.88-102.

(3)  Grazielle David, Pedro Rossi, Sergio Chaparro, “Human rights and fiscal policy: a necessary link”, https://www.worldeconomicsassociation.org (8 Eylül 2020).

(4)  S. Holmes and C. R. Sunstein, The Cost of Rights: Why Liberty Depends on Taxes, W. W. Norton & Company, 1999.

(5)  https://www.ohchr.org/en/professionalinterest/pages/cescr.aspx (15 Aralık 2025).

(6)  https://www.brookings.edu/blog/how-we-rise/its-long-overdue-for-public-finance-scholars-to-study-racism-in-the-tax-code (4 Kasım 2021).

(7)  https://www.truthdig.com/articles/sovereignty-for-some-racism-immigration-and-the-global-tax-order (4 Kasım 2025).

(8)  https://www.internationalbudget.org/2019/02/fiscal-futures-putting-the-public-back-into-public-finance (Şubat 2019).

(9)  Burada ‘kamu’dan kastedilen verili ülkede yaşayan ‘halk’tır.

 

 

 


Demokrasi ve Barış Perspektifinden 2026 Bütçesi

 

Demokrasi ve Barış Perspektifinden 2026 Bütçesi

2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin Analizi (6)

Mustafa Durmuş

21 Aralık 2025


Demokrasi, özgür ve adil seçimlerin yapılabildiği ve insanların sandıktan seçtikleri tarafından yönetildikleri bir rejim olarak tanımlanıyor. Bu tanım, seçme ve seçilme hakkı dışında, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, özgür medya, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve sendikal hakların varlığı gibi unsurları da içeriyor.

Böylece demokrasi seçimleri aşan bir olgu olduğundan, günümüzde artık temsili parlamenter demokrasi de tartışılıyor ve yerine “müzakereci demokrasi” ve “yerinden-katılımcı demokrasi” gibi alternatifler kullanılıyor.

Bu tür kavramlar, daha fazla bütçe şeffaflığı gerektirir ancak aynı zamanda sadece temsilcilerinin değil, toplumun daha geniş kesimlerinin de doğrudan katılabileceği müzakereler için alanların varlığını da gerekli kılar.

Temsili demokrasi, sağcı popülist ve otoriter güçlerin önünü açmak yerine yeniden canlandırılabilir mi? Herkesin yararına çalışan temsili demokratik hükümetlerle ilgili olan sosyal sözleşme hayata geçirilebilir mi? Bir toplum, birinin kazancı bir başkasının kaybı anlamına gelen “sıfır toplamlı” bir dünya görüşüyle parçalanmaktan kaçınabilir mi?

Teorik olarak bunları gerçekleştirebilmek mümkün. Yani kamu maliyesini ve hükümet bütçelerini yeniden tasarlamak, bu tür bir demokratik yenilenmenin anahtarı olabilir. (1)

Bütçe sürecinin demokratikleşmesi

Bütçe politikalarının adaletçi olmasını gerektiren bir yaklaşım, bütçe süreçlerinin demokratikleştirilmesini gerektirir. Bu konuda üç şey yapılmalıdır:

İlk olarak, temsili demokrasi ve hesap verebilirlik kurumlarını içeren liberal demokrasi kurumları güçlendirilmelidir. İkinci olarak, bütçelerdeki değiş tokuşlar hakkında müzakere için daha iyi koşullar yaratılmalıdır (daha fazla şeffaflık, daha iyi muhakeme vb.). Üçüncü olarak, kapsayıcı olan ve halkın politika ve bütçeleri şu anda olduğundan daha sık ve doğrudan etkilemesine olanak tanıyan “temsil siyaseti ötesi” ve katılım ve müzakere alanları oluşturulmalıdır.

Temsili demokrasi ve hesap verebilirlik kurumlarını içeren liberal demokrasi kurumlarının güçlendirilmesi

Mali hesap verebilirliğin temelini oluşturan siyasal çerçeve olan liberal demokrasi tehdit altında olduğunda, mali hesap verebilirliğin geleceği de tehlikededir. Nitekim günümüzde halkın çıkarlarını temsil etmesi ve yürütmeyi dengelemesi gereken temel kurumlar Türkiye’de yetersizdir. Örneğin, bazı durumlarda yasama organları bütçeleri etkin bir şekilde değiştiremez veya yürütmenin uygulama sırasında onaylanmış bütçeye sadık kalmasını sağlayamıyor.

Ayrıca, Meclis’teki yasa yapıcılar seçmenlerinin çıkarlarını temsil etmekten ziyade kendi çıkarlarını, ait oldukları siyasal partilerin taleplerini gözetiyor ve/veya belli sermaye kesimlerinin çıkarlarını koruyor. Bütçe denetimi yapma yetkisine sahip bir kuruluş olan Sayıştay denetim raporları üretiyor ancak bunların bazıları niteliksiz. Nitelikli olanları çoğu ise göz ardı ediliyor. Kısaca, yöneticiler kanunları çiğneyebiliyor ve mali düzenlemeleri görmezden gelebiliyorlar.

Devlet bütçesinin demokratikleştirilmesine odaklanan bir gündem, öncelikle bu temel kurumların görevlerini yerine getirebilmeleri için iyileştirmeler yapmalıdır. Ayrıca demokratik kurumların güçlendirilmesi düşünüldüğünde, siyasi partiler gibi diğer liberal demokrasi kurumlarının da demokratikleştirilmesi gerekir. Çünkü nihayetinde tüm çağdaş demokrasiler, yurttaş temsili amacıyla siyasi partilere dayalıdır. Bu partilerin bütçe politikaları üzerinde etkiye sahip olduklarına inanılır.

Bütçelerdeki değiş tokuşlar konusundaki müzakereler için daha iyi koşulların yaratılması

Liberal temsili demokrasi, şeffaflık ve kamu kurumlarının yanı sıra daha geniş halk yığınları tarafından anlamlı müzakereyi teşvik eden bir kültür veya uygulamalar dizisi olmadan sağlıklı işleyemez.

Bu nedenle kamu maliyesinin demokratikleştirilmesi, şeffaflığın derinleştirilmesine ve özellikle bütçedeki en zor değiş tokuşlar (mübadele) üzerinde müzakerelerin teşvik edilmesine sürekli vurgu yapılmasını gerektirir.

Bu müzakerelerin anlamlı olabilmesi için yurttaşların erişilebilir ve kullanıcı dostu bütçe verilerine ihtiyacı vardır ama aynı zamanda hükümetin almak istediği (veya bütçe uygulamasında ortaya çıkan zorlukların üstesinden gelmek için almış olduğu) kararlar için nitelikli anlatım bilgilerine ve kamusal gerekçelere ihtiyaç duyulur. (2)

Hem devlet kurumlarını hem de halkı kamusal gerekçeleri sunmaya, savunmaya ve tartışmaya teşvik etmek, yurttaşlar arasında ve yurttaşlar ile devlet arasında demokrasiyi tanımlaması gereken güven ve karşılıklı saygının merkezinde yer alır. Dolayısıyla bu gündem, bütçe belgelerinin ve bilgilerinin kalitesinin iyileştirilmesi ve bu belgelerin ve bunların içerdiği kararların nasıl tartışıldığı ile ilgilidir.

Kapsayıcı nitelikte halk bütçeleri

Birçok yurttaş en azından kendilerini özel olarak ilgilendiren alanlarda, günlük yönetsel işlere daha anlamlı bir şekilde katılmak ister.  Karar vermeyi kamu kurumlarına veya seçilmiş temsilcilere bırakmakla yetinmez.

Bütçelerin demokratikleştirilmesi, halkın uygulamayı izleyebilmesinin yanı sıra, öncelik (tercih) belirleme üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olabileceği yeni alanlar yaratma ihtiyacına da işaret eder.

Yerel meclislere olan ihtiyaç

Uygulamada katılımcı bütçeleme, yurttaş meclisleri ve kitlesel kaynak kullanımı gibi yollar aracılığıyla, kamuoyunu karar alma alanlarına çekmek için geniş çapta çeşitli girişimlerde bulunulur. (3) Bu mekanizmalar karar alma süreçlerine yeni sesler getirebilir.

Demokrasi güçlü kamu kurumlarının varlığını gerektirir ancak güçlü bir kamu sektörü yeterli ve adil vergilendirme ile var olur: eğitimin, ulaşımın, sağlık hizmetlerinin ve diğer temel ihtiyaçların fonlanması gerekir.

İktidarlar genelde sermaye kesiminden daha az vergi aldığından, toplumu nitelikli eğitimden, altyapıdan mahrum ederler ve yurttaşları diğer birçok ülke ile kıyaslandığında daha zayıf bir sosyal sözleşmeyle baş başa bırakırlar.

Bu durum her sosyal sınıftan ve her gelir grubundan aileler için bir sorun teşkil etmekle birlikte, kentsel, kırsal ve banliyölerdeki yoksul topluluklar (özellikle de göreli olarak daha yoksul etnik kesimler ve kimlikler) için bilhassa zehirleyici bir nitelik taşır. Zenginler ise sadece kendilerinin erişebildiği ayrıştırılmış sistemler oluştururlar.

Demokrasi perspektifinden bütçelemenin zorlukları

• Kararların gerçekten demokratik olması halinde, her zaman nesnel olarak iyi ve adil kararlar olacağına inanmak istense de durum her zaman böyle olmayabilir.

Örneğin çoğunluk, savunmasız kesimler için sosyal faydaları azaltan politikaları seçerek, demokrasinin değeri ile eşitliğin değeri arasında bir çatışma yaratabilir. Daha büyük bütçelerde demokratik katılımın kapsamını ve niteliğini belirlemek, özellikle kararların teknik karmaşıklığı arttıkça, daha da zorlaşabilir.

• Halkın doğrudan katılımını teşvik etmek, yurttaş odaklı süreçler ile yasama organı gibi temsili kurumlar tarafından yönetilen süreçler arasında yetki çatışmasına yol açabilir.

Geleneksel seçim kurumlarının yanı sıra alternatif müzakere alanları oluşturulduktan sonra, yurttaş çıkarlarını temsil etmek için kimin daha meşru yetkiye sahip olduğu her zaman açık değildir. Katılımcı alanlar yeni sesler getirebilir ancak başkalarını dışlayabilir veya sorumsuz davranışları teşvik edebilir.

Barış Perspektifinden Devlet Bütçesi

Dünyanın çok çalkantılı bir dönemden geçtiği bilinen bir gerçek.  Öyle ki bugün, 1980'lerden bu yana hiç olmadığı kadar çok insan silahlı çatışmalarda hayatını kaybediyor. Aktif savaşların sayısı tarihsel olarak çok yüksek seviyede.

Bu savaşların etkileri askeri alanın çok ötesine uzanıyor: ölümlerin yanı sıra, milyonlarca insan yerinden ediliyor, gıda ve enerji üretimi sekteye uğruyor, doğa tahrip ediliyor, iklim değişikliği ile mücadele programları ve kalkınmaya yönelik sosyoekonomik çabalar bir kenara itiliyor. Öncelik, başta ABD ve Avrupa’da olmak üzere, silah sanayine ve askeri harcamalara veriliyor.

Diğer yandan son 75 yılda 145 ülkede yaşanan 115 çatışmaya ait verileri kullanan bir makale savaşların ekonomilerde derin ve kalıcı izler bıraktığını, savaşların başlamasının ardından üretim, yatırım ve ticaretteki büyük ve kalıcı düşüşlerin olduğunu belgeliyor ve 10 yıl sonra bile toparlanma belirtisi görülmediğini ortaya koyuyor. Devlet gelirleri dibe vururken, harcamalar sabit kalıyor ve bu da iktidarları enflasyonist finansmana ve kısa vadeli borçlara bağımlılığa zorluyor. Bulgular, savaşın gerçek maliyetinin savaş alanının çok ötesine uzandığını ve gelecek yıllar için mali ve parasal istikrarı yeniden şekillendirdiğini gösteriyor. (4)

Barış güçlü bir sosyal alt yapıdır

Oysa barış, tıpkı demokrasi gibi, sadece bir hedef değil, diğer tüm hedeflerin temeli ve bunların alt yapısı olarak işlev görür. Kuşkusuz iyi tasarlanmış içermeci, ekolojik kalkınma müdahaleleri de barışı güçlendirir. Bu yüzden de barış olmadan, kalıcı ve kapsayıcı bir sosyoekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi imkansızdır.

Keza barışın olmadığı yerlerde sürdürülebilirlik her alanda tehlikeye girer. Çatışmalar başta yatırımlar olmak üzere, ekonomik faaliyetleri aksatır, sağlık sistemlerini tahrip eder ve eğitime büyük darbe vurur. Toplumsal güveni ve demokratik kurumları zayıflatır.

Bu nedenle de Türkiye’de bir yılı aşkın bir süredir ağır aksak yürütülmekte olan “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasıyla, hızlandırılmalı ve bu süreç 2026 yılı bütçesi dahil olmak üzere bundan sonraki bütçelerde gerektiği gibi yer almalı, barışı güçlendirmeye, militarizmi ve savaşları önlemeye dönük ödeneklerde ciddi artışlar sağlanmalıdır.

Oysa 2026 yılı bütçesinde barışın izlerine rastlamak mümkün değil. Çünkü kaynakların önemli bir kısmı iç ve dış güvenliği sağlamak adı altında otoriterleşmeye ve savaşa ayrılmış durumda.

Bu tür harcamalar, toplam bütçe ödenekleri içindeki yüzde 12,32’lik bir pay ile en yüksek üçüncü harcamayı oluşturuyor. Yani seneye toplanacak olan her 100 TL’lik vergi gelirinin 16 TL’den fazlası güvenlik harcamaları için harcanacaktır. Eğitim, sağlık, alt yapı, yoksullukla mücadele ve kalkınma gibi alanlardaki kaynak yetersizliği düşünüldüğünde güvenlik harcamalarının nasıl bir sosyal maliyete neden olduğu ortadadır.

Devam edecek…

Dip notlar:

(1)               https://internationalbudget.org/fiscal-futures-putting-the-public-back-into-public-finance (6 Şubat 2019).

(2)               https://internationalbudget.org/wp-content/uploads/assessing-the-quality-of-reasons-in-government-budget-documents-ibp-2018.pdf (Ekim 2018).

(3)               Bak: F. Peonidis Democracy as Popular Sovereignty. Lanham, Md.: Rowman & Littlefield, 2013; H. Landemore, “Inclusive Constitution-Making: The Icelandic Experiment,” Journal of Political Philosophy, 23(2): 166-91. (2015).

(4)               https://www.nakedcapitalism.com/2025/11/the-lasting-economic-scars-of-war.html (4 Kasım 2025).

 

 

19 Aralık 2025 Cuma

2026 Bütçesi ve adalet (b)

 

Adalet Perspektifinden 2026 Bütçesi (b)

2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin Analizi (5)

Mustafa Durmuş

Bir önceki bölümde, adil bir bütçe politikasına ilişkin konuların dört başlıkta ele alınabileceğini belirtmiş ve bu konuda ilk olarak mali reformlar ve vergi adaletini ele almıştık. Bugünkü yazımızda geri kalan üç konu başlığını inceleyeceğiz:  Kaynak tahsisi ve harcama etkinliği, kamusal hizmet sunumu ve performansı, bütçe açığı, borç ve finansman. Ancak öncesinde bütçe ve maliye politikaları konusunda yeni bir yaklaşımdan söz etmekte yarar var.

‘Araçsal İlişki Yaklaşımı’

Bu yaklaşıma göre, bütçe politikalarının başında gelen maliye politikası hak ve özgürlüklerin hayata geçirilebilmesinde kilit bir araçtır. Bu bağlamda bu politikaların klasik işlevleri, insan haklarının tam olarak gerçekleştirilmesine erişmek olarak yeniden yorumlanmalıdır.

Böylece maliye politikalarının “yeniden bölüşüm” işlevine göre örneğin vergiler mükelleflerin ödeme gücüne göre alınmalıdır. Vergi sistemi yeterli kaynağı sosyal ihtiyaçlar için harekete geçirirken, eşitsizlikleri azaltmaya yardımcı olmalıdır. Diğer yandan kamusal harcamalar herkes için iyi bir yaşamın temel araçlarını sunmalıdır. “Tahsis fonksiyonu” açısından, kamusal kaynakların nereye tahsis edileceği insan haklarının garanti edilmesi üzerinde etkili olacaktır. Bu nedenle de maliye politikası hakları güvence altına almak için yeterince teşvik edici olmalı ve kamusal hizmet sunmalıdır. “İstikrar sağlama” işlevi ile ilgili olarak maliye politikası ise insan haklarının hayata geçirilmesi üzerinde olumsuz etkiye neden olan iktisadi döngüleri yumuşatabilir, krizleri önleyebilir. (1)

Böylece bir bütçe politikası aracı olarak maliye politikası insan haklarının yerine getirilmesinde önemlidir. Öyle ki insan hakları konusundaki anayasal taahhütler adil vergi sistemleri ve adil bütçelerde yeterince yer bulmalıdır. Çünkü bir hükümet yasal ve demokratik olarak karar verilen (sadece bütçenin uygulanmasıyla sınırlı değil) hakları uygulamadığında, bu durum insan haklarının yerine getirilmesi için gerekli olan kamusal politikaların meşruiyetini de zayıflatır.

Bu bağlamda örneğin toplumsal cinsiyet eşitlikçi bir bütçe politikası, herkes için iş ve aile arasında daha fazla dengeyi vurgular ve kadınlar ile erkekler arasında ücretli faaliyetlerin ve bakım hizmetlerinin yeniden dağıtılmasını ve ayrıca bakım sorumluluklarının kamusal ve özel alanlar arasında dağıtılmasını gerektirir.

Eşitlikçi bir tutum kadınların işgücüne katılımını teşvik eden bir dizi politika ve hizmet için ayrılan ödenekleri yansıtır. Bu siyasi tutum, devletin çocuk, yaşlı ve engelli bakımı konusunda daha fazla sorumluluk üstlendiği ve bakım hizmetlerini sağlamak ve ücretlendirmek için uygun kaynakları ayırdığı kolektif bir yaklaşımı benimser.

İklim adaleti

Adil vergileme ve iklim krizi birçok yönden birbiriyle bağlantılı olduğundan, bütçenin kendisinin iklim adaletini nasıl etkilediği önemli bir husustur. Ancak bütçenin daha yeşil bir gelecek yaratabileceği konusunda yeterince değer verilmeyen bir alan ise vergilerdir. Oysa dünyayı kirletenlerin neden oldukları zararı ödemeleri iklim adaletinin bir gereğidir. Küresel ölçekte bu, tarihsel olarak daha fazla kirlilik yaratan ülkelerin, aşırı hava koşullarından en çok etkilenen ülkelerin kayıp ve hasar fonlarına katkıda bulunması anlamına da gelir.

Örneğin devletler yüksek karbonlu faaliyetleri “günah” vergilerine tabi tutabilirler. Bu vergiler, kamu gelirlerini artırmanın yanı sıra zararlı davranışları caydırma gibi ikili etkiye sahiptir. Bu vergiler arasında özel jetlere, sık uçan yolculara ve süper yatlara uygulanan ÖTV gibi vergiler yer alabilir. Bu tür vergiler, düşük gelirli sürücüler için regresif olabilen temel karbon fiyatlandırmasının aksine yalnızca en zenginleri etkileyeceğinden göreli olarak adil vergilerdir.

Keza artan oranlı bir servet vergisi de iklim dostu bir vergidir. Çünkü dünyanın en zengin yüzde 0,1'lik kesiminden bir birey, faaliyetleri ve yatırımları yoluyla bir günde kabaca en yoksul yüzde 50'lik kesimin bir yıl boyunca toplu olarak yaydığı karbon kirliliğinden daha fazlasını üretebiliyor. (2) Yani serveti vergilendirmek, zenginleri cezalandırmak veya sırf vergi almakla ilgili olmaktan ziyade, daha eşitlikçi, daha temiz ve daha yeşil bir geleceğe sahip bir ülke inşa etmek için atılan bir adım olarak düşünülebilir.

Kaynak tahsisi ve harcamalar

Kaynak tahsisi ve harcama ile ilgili konular, bütçe adaletiyle ilgili olarak en çok araştırılan konuların başında gelir. Nitekim kaynakların belirli (genellikle yoksullara ve engelliler gibi dezavantajlı kesimlere) ne kadar tahsis edildiğine odaklanan, toplumsal cinsiyete dayalı bütçeleme ve çocuklar için bütçeleme üzerine yapılan yaygın çalışmalar söz konusudur.

‘Eşitlik Beyanı’ ve ‘Maliye Politikası İnsan Hakları İlkeleri İnisiyatifi’

Örneğin İskoçya, eşitlik üzerindeki etkileri açısından bütçe kararlarını değerlendirmek için sistematik bir yaklaşım geliştirdi. Buna göre, her yıl bütçe kanun teklifinin yanı sıra sektör ve nüfus grupları bazında eşitsizliği gidermek için atılan adımları detaylandıran bir “Eşitlik Beyanı” yayınlıyor. (3)

Latin Amerika’daki ‘Maliye Politikası İnsan Hakları İlkeleri İnisiyatifi’ ise hükümetler ve finansal kurumlarca uygulanan bütçe politikalarına uygulanabilecek insan hakkı standartlarını sentezleyen bir özet, ilke ve rehber geliştirmeyi amaçlıyor. Bu çalışmanın amacının insan hakları ilkelerini politika yapıcıları ve uygulayıcıları için daha somut bir rehbere dönüştürmek olduğu ileri sürülüyor. (4)

Kaynakların bölgesel dağılımında adalet

Kaynak tahsisinde eşitlik konuları, kaynakların coğrafi dağılımı veya sektörler arası ve sektör içinde kaynak tahsisi söz konusu olduğunda da çok önemlidir. Bazı ülkelerde yapılan araştırmalar, örneğin kamu harcamalarının genellikle bölgesel eşitsizlikleri ele almadığını, kaynakları alt-ulusal bölgesel birimler arasında var olan sosyoekonomik eşitsizlikleri hesaba katmadan dağıttığını gösteriyor. Nitekim Türkiye bu konuda somut bir örnektir.

Keza bütçe uygulamaları (bütçelerin genellikle “uygulandığından daha iyi yapıldığı” görüldüğünden), giderek artan bir ilgi gören bir başka alandır. Çünkü bütçe uygulamaları sırasında, kamu kaynakları genellikle şeffaf olmayan yeniden tahsis uygulamaları yoluyla asıl amaçlarından saptırılıyor, bu da yılsonu uygulama raporlarının orijinal olarak onaylanmış bütçelerden oldukça farklı görünmesine neden oluyor. (5) Nitekim Türkiye’deki Sayıştay raporları bu tür farklılıkları gözler önüne seriyor.

Kamusal hizmet sunumu ve performansı

Adalet perspektifinden kamusal hizmet sunumunun üç kilit yönü mevcut: Hizmete erişim, hizmet kalitesi ve ortaya çıkan etki.

Öncelikle temel hizmetlere evrensel ve adil erişimin sağlanması, ihtiyaçlar ve eşitlik kaygılarıyla ilgili kamu politikasının çok önemli bir yönüdür. Bu nedenle de erişimle ilgili konular, fiziksel erişilebilirliğin çok ötesine geçer. Tüm bu yönlerin net bütçe etkileri vardır. Ancak erişim, hükümetlerin sağladığı hizmetlerin kalitesinde bağlantılı iyileştirmeler olmaksızın sınırlı bir amaca hizmet eder. Ücretsiz evrensel ilköğretim, eğitimin kalitesi düşükse pek bir şey ifade etmeyebilir (örneğin okul altyapısı zayıf, öğretmenler yeterli eğitimden yoksun iseler).

Kısaca, kamu harcamalarının kalıcı kalkınma etkisini garanti edebilecek olan şey sadece erişim ve kalitenin bir birleşimidir. Kamu hizmetlerine erişim, kalite ve etkisine odaklanmak, kaynak tahsisine yönelik basit odaklanmaya faydalı bir alternatif sağlayabilir ve odağı kalkınma sonuçlarına ulaşmada kamu harcamalarının etkinliğine kaydırabilir. Bununla birlikte, analiz kapsamının temel bütçe politikaları ve süreçlerinin ötesinde planlama, insan kaynakları yönetimi ve performans yönetimi gibi diğer kamu yönetimi alanlarına genişletilmesini gerektirir.

Bütçe açığı, borç ve finansman

Son olarak, bütçe açıklarının boyutu ve finansmanı ve dolayısıyla devlet borcunun boyutu ve bileşimi ile ilgili kararların adalet açısından önemli sonuçları vardır. İlk olarak, açığın boyutu genellikle “mali alan” veya hükümetlerin kamu maliyesinin yönetiminde aradığı manevra alanı için kilit bir belirleyicidir. Büyük bir açığı hedefi daha fazla harcamaya ve dolayısıyla daha fazla hizmetin sunulmasına izin verebilir.

Bu nedenle bu tartışmanın önemli bir yönü, hükümetlerin kabul edilebilir açık düzeyinin ne olduğunu, ek kaynakların hangi amaçla kullanılacağını ve bunun ne ölçüde hükümetin gelecekteki borçlarına ödeme yapmasına izin verecek gelirler yaratabileceğini belirlemek için ne tür kriterler kullandığıdır.

İkinci olarak, bugünün mali açıkları, gelecekte bir noktada geri ödenmesi gerekecek olan yarının borçlarıdır. Bu, gelecek nesiller için potansiyel bir yüktür. Yani bütçe politikalarının uzun vadeli sürdürülebilirliği ile ilgili daha kapsamlı konuların yanı sıra, bütçe politikası seçimlerini tartışırken nesiller arası eşitlik konuları basitçe bir kenara atılamaz.

Adalet perspektifinden bütçelemenin zorlukları

Adaletin sağlanması bütçeler için temel bir öneme sahip olsa da bu perspektiften bütçeleme yapmanın (özellikle de) pratikte karşılaşılan çok sayıda zorluk söz konusudur.

●” İhtiyaç ve eşitliğe” odaklanan bütçe tartışmaları çoğu zaman akademisyenlerin ve aktivistlerin katkılarıyla sınırlıdır, hükümetlerin katılımı ise ya hiç yoktur ya da çok yetersizdir. Bu özellikle de kriz zamanlarında uygulanan kemer sıkma uygulamaları söz konusu olduğunda kendisini gösterir.

●Adaletin çeşitli tanımları çözülmesi zor tartışmalar ve anlaşmazlıklar yaratabilir. Bazıları devlet bütçesinde geliştirilmesi gereken adaletin en önemli ve ihmal edilen tanımlarının “ihtiyaç ve eşitlikle” ilgili olduğunu düşünürken, diğerleri “çaba ve verimliliğin” daha önemli olduğunu savunabilir.

●Aynı anda birden fazla adalet hedefini takip etmek ve ortaya çıkan uzlaşmaları bir adalet çerçevesi kullanarak değerlendirmek politik olarak zor olabilir. Politik olarak uygulanabilir politikalar (örneğin eşitsizliğin artmasına izin verirken), ihtiyaçları karşılayabilir. Örnek olarak, koşullu nakit transferleri yoksulların ihtiyaçlarını karşılayabilir ama artan eşitsizliği karşılamayabilir. Tersinden, bazı politikalar eşitsizliği azaltabilir ancak verimsiz olabilir veya ihtiyaçları karşılamada başarısız olabilir.

●Bütçe politikası tercihlerine adalet kriterlerini uygulamak için gerekli kanıtları oluşturmak, genellikle mevcut olmayan veri ve bilgileri gerektirir. İnsanların ihtiyaçlarını ve bunların en iyi nasıl karşılanabileceğini anlamak ve farklı vergilendirme ve harcama seçeneklerinin bölüşümsel etkisini değerlendirmek kolay bir iş değildir. Zira genellikle ayrıntılı veriler ve karmaşık analitik kapasiteleri gerektirir.

Kapitalist sistem en büyük engel

●Bunların da üzerinde, sosyal sınıflara bölünmüş, dolayısıyla emek sömürüsüne dayalı, bunun dışında kimlikler üzerinden de ezme ve ezilme ilişkilerinin yaşandığı bir toplumda bütçeler aracılığıyla eşitlik ve adaleti sağlayabilmek çok gerekli olsa da bunu gerçekleştirmek zordur. Çünkü bütçeler yeniden bölüşüm aracıdırlar ve kapitalist bir toplumda örneğin vergilemenin yeniden bölüşüm amacı için kullanılmasının önünde ciddi engeller söz konusudur.

Öncelikle, yeniden bölüşüm mekanizmaları uzun ömürlü olmaz. Kapitalizmin son 40 yıllık tarihinde sosyal devletlerin yok oluşu bunun en güzel örneğidir. Keza vergilerin yeniden bölüşüm amaçlı olarak kullanılmasına başta büyük sermayedarlardan olmak üzere ciddi tepkiler söz konusu olabilir. Ekonomik koşullar kötüleştiğinde işler tersine de dönebilir ve dar gelirli emekçiler tembel asalaklar olarak yaftalanabilir. Emek düşmanlığı, ırkçılık, şovenizm ve göçmen düşmanlığı artar. Ayrıca yeniden bölüşüm de maliyetli bir iştir, büyük bir bürokrasiye neden olur.

Son olarak, ulusal ekonomileri kuşatan emperyalist kapitalist bir sistem var ve bu sistem uluslararası finans kapitalin emrinde hareket ediyor. Bu da ulusal ekonomileri yeni krizler, eşitsizlikler ve sosyal çöküşlerle karşı karşıya bırakabiliyor. Böyle durumlarda (şu an Türkiye’de yaşandığı gibi), egemenler emekten yana yeniden bölüşüm politikalarına değil, kemer sıkma politikalarına başvurarak krizleri aşmaya çalışırlar.

Bu yüzden sorunu asıl kaynağında çözmek ve birincil bölüşümün adil ve eşitlikçi olmasını sağlamak daha doğru bir stratejidir. Böyle yapıldığında yeniden bölüşüme olan ihtiyaç da azalır.

Eşitsizlik ve adaletsizliklerin neden değil, sonuç olduğu unutulmamalıdır. Asıl neden bunları üreten kapitalizmin kendisidir, son tahlilde kapitalizme son vermeden adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri ortadan kaldırabilmek mümkün değildir.

Devam edecek…

Dip notlar:

(1)      Grazielle David, Pedro Rossi, Sergio Chaparro, “Human rights and fiscal policy: a necessary link”, https://www.worldeconomicsassociation.org (8 Eylül 2020).

(2)      https://oxfam.org.ph/richest0-1-percent-produce-more-carbon-daily-than-poorest-50-percent-annually (3 Kasım 2025).

(3)      https://beta.gov.scot/policies/equality/mainstreaming-equality (20 Kasım 2025).

(4)      Grazielle et al. Agm.

(5)      https://www.internationalbudget.org/analysis-insights/budget-credibility (15 Aralık 2025).