4 Ocak 2025 Cumartesi

Aralık ayı enflasyonu

 

TÜİK ‘küçük’ sürprizler yapmayı sever!

Mustafa Durmuş

4 Ocak 2025

Evet TÜİK bizi şaşırtmaya devam ediyor.

Geçen hafta yayınladığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması (2024)’nda Gini Katsayısını düşürerek gelir bölüşümünün artık iyileşmeye başladığını açıkladı.

Oysa gelir gruplarının gelirlerindeki nispi artış yerine mutlak artışları esas alsaydı sonuç farklı çıkacaktı.  Çünkü son bir yılda (2024) işveren (sermaye) kesiminin gelirindeki ortalama artış 396,708 TL iken ücretli, maaşlı ve yevmiyelilerin gelirlerindeki bir yıllık ortalama artış sadece 79,661 TL oldu. İki gelir grubu arasındaki fark böylece daha da açılmış oldu, gelir adaletsizliği daha da arttı.

Veriler arasında 2 kat fark var!

TÜİK 3 Ocak’ta açıkladığı aralık ayı enflasyon verisini (TÜFE) kendisi dışındaki tüm enflasyon tahmincilerinin açıkladıklarından çok daha düşük gösterdi. Aylık enflasyon yüzde 1,03 ve yıllık yüzde 43,58 olarak açıklandı.

Diğer yandan enflasyon araştırması yapan diğer önde gelen iki kuruluştan ENAG aylık enflasyonu yüzde 2,34 ve yıllık enflasyonu yüzde 83,40 olarak açıkladı. Böylece iki kuruluş arasındaki fark aylıkta 2,3 kat ve yıllıkta neredeyse 2 kat oldu.

İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) verileri de TÜİK verilerinin çok üstünde. Aylık enflasyon yüzde 1,74 ve yıllık yüzde 55,27. Yani iki kuruluşun enflasyon verileri arasındaki fark aylıkta yüzde 70 ve yıllıkta yüzde 27 oldu.

Üretici Fiyat Endeksinin (ÜFE), TÜFE’nin çok altında çıkarak aylık yüzde 0,40 ve yıllık yüzde 28,52 olarak açıklanması ise enflasyonun asıl kaynağını gösteriyor: Yüksek kâr marjlarını içeren aşırı fiyatlar.

Düşük gösterilen enflasyon asıl iktidar ve sermaye için iyi

Aralık ayı enflasyonun bu denli düşük tutulmasının iktidar bloku lehine pratik iki sonucu olabilir. Enflasyon verisine buradan da bakmakta fayda var.

İlki, aralık ayı enflasyonu ne kadar düşük çıkarsa SSK ve Bağkur emeklilerine, memur ve memur emeklilerine verilecek olan enflasyon farkı da o denli düşük belirleniyor. Nitekim daha önce ilk iki gruba verilecek fark yüzde 16,50 olarak tahmin edilirken şimdi bu oran yüzde 15,75’e geriledi. Benzer bir biçimde memur ve emeklilerin enflasyon farkı da yüzde 11,54 ile sınırlı tutulacak. Yani memurlara ve memur emeklilerine resmi enflasyon kadar bile fark verilmeyecek.

Enflasyonla mücadelenin bedelini 70 milyon ödüyor!

Böylece iktidar bloku asgari ücretlilerden sonra diğer emekçi ve emekli kesimlere de düşük ücret zammı uygulayarak enflasyonla mücadelenin bedelini bu kesimlere ödettirecek gibi görünüyor. Maalesef 40 milyon asgari ücretli işçi ve ailesi ve 30 milyonu aşan emekli ve ailesi ile birlikte en az 70 milyonluk bir nüfus açlık ücretine bir yıl daha mahkûm ediliyor.

Enflasyon her ne kadar asıl olarak emekçiyi vursa da finansal kârlar (banka kârları) ve borsadan elde edilen gelirlerden oluşan finansal servetler yüksek enflasyon altında eridiğinden, büyük servet zenginleri yüksek enflasyondan hoşnut değiller.

İkinci olarak, düşük enflasyon geçen ay başlatılan faiz indirimi politikasının sürdürülmesini, böylece gevşek para politikasının hayata geçirilmesini mümkün kılacak.

Adeta takıntı haline getirilmiş olan “düşük faiz- düşük enflasyon” masalı tekrar piyasaya sürülürken, aynı zamanda faiz indirimleriyle mütedeyyin seçmen tekrar kazanılmaya çalışılacak.  Ayrıca düşük faizlerle birlikte başta inşaat, emlak, bankacılık olmak üzere 22 yıllık iktidarın göz bebeği konumundaki sektörlerde ekonomik canlılık yaratılacak. Böylece eldeki konut stoklarının düşük faizli konut kredileri ile eritilmesi de sağlanacak. Hem müteahhitler hem de bankalar kazanacak.

Son olarak, bir gelişme daha söz konusu olabilir. Eğer, kimine göre “Kürt Meselesi”, kimine göre “terör meselesi” olarak tanımlanan mesele iktidarın istediği gibi çözülürse, ya da taraflar arasında bir şekilde bir uzlaşı sağlanırsa, iktidar bloku “kadim bir sorunu çözmüş iktidar” olarak anılacak.

Aynı zamanda “Suriye fatihi” olarak da tanımlanmak isteyen iktidarın, düşük enflasyon ve düşük faizlerle kısmen de olsa rahatlayabilecek olan ekonomik koşullar altında, Anayasayı değiştirerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kez daha aday olabilmesinin önünü açması ve erken bir seçime gitmesi olasılığı mevcuttur.

 

 

 

28 Aralık 2024 Cumartesi

Faiz indirimi

 

Madem yüksek enflasyonda faizi indirebiliyorsunuz, o halde neden asgari ücreti baskılıyorsunuz?

Mustafa Durmuş

28 Aralık 2024

Malum, perşembe günü TCMB’nin faiz konusunda ne yapacağı merak ediliyordu.

TCMB yayınladığı duyuru ile politika faizini 2,5 puan indirerek yüzde 47,5’e düşürdü. Böylece Cumhurbaşkanının “yıl sonundan itibaren faizlerin indirilebileceğine ilişkin” öngörüsü de gerçekleşmiş oldu.

Duyuruda bu faiz indiriminin gerekçesi özetle,” toplam talep ve enflasyondaki iyileşme” olarak şöyle ifade ediliyor:

“Enflasyonun ana eğilimi kasım ayında yataya yakın seyretmiştir. Öncü veriler aralık ayında ana eğilimde düşüşe işaret etmektedir.  Son çeyreğe ilişkin göstergeler yurt içi talebin yavaşlamayı sürdürerek enflasyondaki düşüşü destekleyici seviyelerde bulunduğunu göstermektedir. Temel mal enflasyonu düşük seyretmeye devam ederken, hizmet enflasyonundaki iyileşme belirginleşmektedir. İşlenmemiş gıda enflasyonu önceki iki aydaki yüksek seyrin ardından aralık ayında ılımlı görünmektedir… Para politikasındaki kararlı duruş; yurt içi talepte dengelenme, Türk lirasında reel değerlenme ve enflasyon beklentilerinde düzelme vasıtası ile aylık enflasyonun ana eğilimini düşürmekte ve dezenflasyon sürecini güçlendirmektedir. Maliye politikasının artan eşgüdümü de bu sürece önemli katkı sağlayacaktır”.

Nitekim birçok ana akım iktisatçı ve TOBB gibi sermaye örgütü faiz indirimini yerinde bulurken, basın açıklamasında yer alan toplam talep ve enflasyondaki düşüş eğilimine vurgu yaptılar.

Para-Maliye-Gelir Politikası Üçlüsü

Biraz iktisat kitaplarına dönüş yapalım. Kitaplar piyasa ekonomilerinde iktidarların enflasyonu düşürme konusunda kullanabileceği para, maliye ve gelir politikası gibi üç önemli politika aracı olduğunu yazarlar. Ayrıca bu kitaplarda bu üç aracın birbiriyle uyumlu kullanılması gerektiği de ileri sürülür.

Örnek olarak, eğer enflasyonla mücadele söz konusuysa ve enflasyonun nedeni olarak da toplam talebin toplam arzdan çok yüksek olma hali gösteriliyorsa (ki Türkiye’de ağırlıklı resmi görüş bu yönde), bu üç politika aracının da sıkı olması gerekir. Yani sıkı para, sıkı maliye ve sıkı gelir politikası üçlüsünün uyumlu olması, biri “beyaz” derken diğerlerinin “siyah” dememesi gerekir.

İktidar kurala ne kadar uyuyor?

Maliye politikası bir süredir sıkılaştırılıyor. 2025 yılında çok daha sıkı bir maliye politikası uygulanacağı Orta Vadeli Program ile daha önce açıklanmıştı.

Örnek olarak, mevcut yüzde17,4’lük toplam vergi yükünün (vergi/GSYH) seneye yaklaşık 1 puan yükseltilerek yüzde18,3’ün üzerine çıkarılması maliye politikasında sıkılaşmayı gösteriyor. Yani seneye daha fazla vergi salınacak.

Siyasal iktidar genelde sermayeden vergi almayı tercih etmediği için bu vergileri ağırlıklı olarak emekçilerden, halktan toplayacak. Son zamanlarda gerek elektrik ve doğal gaz fiyatlarına, gerekse de benzin, motorin, LPG ve alkollü içkiden alınan vergilere yapılan zamlar bunun bir kanıtı. Bu yüzden de bir maliye politikası aracı olarak 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi gelecekte halktan yana değil, halka daha fazla kemer sıktıran bir bütçe olarak anılacaktır.

Harcamalar tarafında da özellikle de personele dönük harcamalarda ve halka dönük sosyal harcamalarda ve yatırım harcamalarında ciddi bir kesinti yani kemer sıkmaya gidileceği Bütçede açıklandı.

Kısaca, Bütçe önümüzdeki yıl kamu emekçilerinin ücret ve maaşlarına bu kesimleri rahatlatacak bir zam yapılmasının mümkün olmayacağını ifade ediyor. Zira personel harcamaları 2023’ten 2024’e yaklaşık yüzde102 oranında artırılmışken, 2025’te bu artışın sadece yüzde 30 olması hedefleniyor. Hali hazırda 11 aylık sermaye transferlerinin sadece yüzde %10 oranında gerçekleşmesi ise (eğer aralık ayında bu açık kapatılmazsa), izlenen maliye politikasının yeni yatırımların yapılmasını amaçlamadığını gösteriyor.

Yüzde 44 yeniden değerleme oranı

İlave olarak, yüzde 43,93 olarak belirlenen yeniden değerleme oranını düşürme yetkisi varken Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanmadı.

Böylece devlet, gelir vergisi dilimleri, motorlu taşıtlar vergisi tutarları, çevre temizlik vergisi tutarları, usulsüzlük, özel usulsüzlük cezaları gibi çeşitli had ve miktarlar, maktu damga vergileri ve damga vergisine ilişkin üst sınır, yurt dışı çıkış harcı, pasaport harçları ve trafik cezaları da dahil olmak üzere, alacakları konusunda hedeflenen enflasyon oranının (yüzde 21) en az iki katı bir oran uygulayacak.

Son üç yılın en düşük asgari ücret zammı

Gelirler politikası alanında son yılların en düşük asgari ücret zammının yapılması (yüzde 30) iktidarın sıkı gelir politikası uygulamaya kararlı olduğunu gösteriyor.

Çünkü 2023 yılında asgari ücrete yüzde 34’ü; 2024 Ocak ayında yüzde 49’u aşan oranda zam yapılmıştı. Bu yıl bunun yüzde 30’a düşürülmesi enflasyonla mücadelenin faturasının asıl olarak toplumun en yoksullarına, en korumasızlarına, en örgütsüzlerine ödettirileceğinin bir kanıtı.

Son olarak, para politikası kapsamında politika faizinin düşürülmesi ve bu düşüşün muhtemelen sürecek olması bundan böyle sıkı para politikasından adım adım vaz geçileceği yani bu politikanın gevşetileceği anlamına geliyor.

Bu, artık “bir erken seçim hamlesi midir yoksa sermayenin özellikle de durgunluk ve ağır borç yükü içindeki kesimlerinin rahatlatılarak gazlarının alınma operasyonu mudur”, ilerde anlaşılacak.

2 sıkı 1 gevşek

O halde biz emekçiler adına şu soruları soralım iktidara:

Eğer politika faizini “enflasyonda durum iyiye gidiyor” diye düşürdüyseniz, aynı gerekçeyle asgari ücretliye daha fazla zam yapabilirdiniz, neden yapmadınız?

Toplam talebi düşürmek için asgari ücret zammını daha yüksek tutamadığınızı söylüyorsunuz. Peki faiz indirimleri toplam talebi (para kullanma ve kredi maliyetlerinin düşmesinden dolayı) artırmayacak mı?

Neden patronlar söz konusu olduğunda vidayı gevşetiyor, işçiler söz konusu olduğunda vidayı daha da sıkıyorsunuz?

Sanayicisinden, inşaatçısına, büyük tüccarından bankacısına kadar sermaye sınıfının kârlarını daha da artırarak onları mutlu ederken, asgari ücreti açlık ücretine dönüştürerek işçi sınıfını, emekçileri perişan ettiğinizin farkında değil misiniz?


 


26 Aralık 2024 Perşembe

Asgari ücret

 

Asgari ücret yetmiyorsa Halep burması ya da Şam tatlısı verelim!

Mustafa Durmuş

27 Aralık 2024


                                                  Çizgi: Ercan Akyol

Beklenen oldu ve siyasal iktidar patronların ve IMF’nin taleplerine uygun biçimde asgari ücret artışını yüzde 30 ile sınırladı. Böylece yeni yıldan geçerli olmak üzere asgari ücret 22 bin 104 lira oldu.

Açlık ücreti!

Mevcut resmi enflasyon oranının dahi altında kalan bu artış, aileleriyle birlikte 40 milyona yakın işçiyi, emekçiyi en az 1 yıl daha açlık ücretiyle yaşamaya mahkûm edecek.

Oysa 2025 yılının 2024’ten çok daha kötü olacağını en iyi, bir gece ansızın toplanıp asgari ücret zammının ne olacağına karar veren siyasal iktidarın ve patronların sözcüleri biliyorlar.

2025 çok daha kötü olacak!

2025 yılı, özellikle de emeği ile geçimini sağlayanlar, yoksul köylüler, gençler, ev kadınları ve çocuklar için kaynakların daha da kısıtlandığı, buna karşılık ağır yaşam maliyetlerinin yükünün daha da artacağı bir yıl olacak.

Çünkü her şeyden evvel, seneye ekonomi çok daha yavaşlayacak. Öyle ki OECD’nin son raporuna göre, Türkiye ekonomisi uzun zaman sonrasında ilk kez dünya ekonomisinin ortalamasının altında büyüyecek. Söyle ki seneye dünyada ekonomik büyüme ortalamasının yüzde 3,3; buna karşılık Türkiye ekonomisinin büyümesinin yüzde 2,6 olması bekleniyor. (1)


Hatırlatalım, dünya ekonomisi küçülürken, Covid-19 Pandemisi koşullarında bile, Türkiye ekonomisi, Çin ile birlikte büyüyebilen nadir ekonomiler arasındaydı. Ancak kötü haber: Önümüzdeki yıl bu pozitif ayrışma tamamen tersine dönecek.

Hayat pahalılığı ve işsizlik sürecek!

Dahası, enflasyon gelişmiş ve yükselen piyasa ekonomilerinin çoğunda merkez bankası hedeflerine geri dönerken (2), Türkiye’de hala resmi olarak yüzde 50’ye yakın seyrediyor. Gıda ve enerji enflasyonu ise manşet enflasyondan daha yüksek. Üstelik yoksulun, emekçinin enflasyonu zenginin enflasyonunun neredeyse iki katı kadar ağır hissediliyor.

Yeni bir savaş enflasyonu körükler!

Seneye enflasyonda ciddi bir düşüş beklenmemeli. Hele bir de Suriye’nin kuzeyinde patlayacak bir savaş Türkiye’deki enflasyonu azdıracak ve yoksullaşmayı artıracaktır.

Keza, birçok ülkede işsizlik oranları tarihsel olarak düşük seviyelerde seyrederken, Türkiye’de özellikle de geniş tanımlı işsizlik yüzde 27,6’ya yükseldi ve gerçek işsiz sayısı 11 milyonu buldu. (3)

Dışarıda, düşen enflasyonla birlikte güçlü reel ücret artışı sürerken, Türkiye’de ücretler yüksek enflasyon ve adaletsiz gelir vergisi tarifesi nedeniyle erimeye devam ediyor.

Sosyal çürüme hızlanacak!

Türkiye ekonomisi yüksek hızda büyürken de işsizlik daha düşük seyrederken de işçi sınıfının ekonomik büyümeden aldığı payın (milli gelirin içindeki payı) üçte biri geçmediğini biliyoruz. Ancak ekonomi yavaşladığında ya da fiilen küçüldüğünde bunun emekçiler üzerindeki olumsuz etkileri çok daha fazla olacaktır.

İşsizlik ve yoksulluk artacak, bireysel borçlanma ve şirketlerin borçlanması zorlaşırken, birikmiş borçların ödenmesi daha da zorlaşacaktır. Bu durum mevcut sosyal çürümeyi daha da hızlandıracak ve ülkedeki mafyatik organize suç örgütleri, uyuşturucu satışları, iş ve kadın cinayetleri, finansal usulsüzlükler, yolsuzluklar ve suç oranları artmaya devam edecektir. Bunu da bildiği için siyasal iktidar onlarca yeni cezaevi inşa etme peşindedir.

Bu durum ortada iken “enflasyonu düşürmeye çalışıyoruz, bir yıl daha dişimizi sıkalım” diyerek, asgari ücrete sadece yüzde 30 artış yapan siyasal iktidar, muhalefetin üzerinde uyguladığı siyasal baskılarla ve Suriye üzerinden yükselttiği milliyetçilik duygusunun arkasına alarak, ülke nüfusunun yüzde 50’sini açlık ve yüzde 80’ini yoksulluk sınırının altında ücretlerle yaşamaya mahkûm etmeyi hedefliyor.

Diğer taraftan bu suçlardaki artışların temel nedeninin işsizlik, açlık, gelir bölüşüm adaletsizliği, cezasızlık ve hukuksuzluk olduğu çok iyi biliniyor. Bu gerçeğe rağmen insanlar açlık sınırının altında ücretlerle çalışmak zorunda bırakılıyor.

“Sorunu yaratan sorunu çözemez!”

Oysa emekten yana bir iktidar söz konusu olsaydı, sosyal devlet göreve çağrılır ve emekten yana gelir politikaları, sosyal politikalar ve yeniden bölüştürücü bütçe ve vergi politikalarını hayata geçirilirdi.

Ancak militarizm ve siyasal İslam ile karmalanmış milliyetçiliği arkasına alan oligarşik yapıdan emekten, insandan ve doğadan yana ekonomi politikaları ve sosyal adalet uygulaması beklenemez, beklenmemeli.

Emek, doğa ve kadın sömürüsünden ve kutuplaştırma ve ötekileştirmeden kaynaklı gerginliklerden beslenenlerin kendilerine ne kadar daha şans verilirse verilsin bu sorunları çözmeleri mümkün değil.

Niyetleri de yok. Tam tersine siyasal iktidar, başta asgari ücret zammının yarattığı hayal kırıklığı ve 2025’te karşılaşacağımız yeni kemer sıkma önlemleri olmak üzere, çok sayıda ciddi sorunu yeni “fetih” hikayeleriyle unutturmaya çalışıyor.

Ne yapmalı?

Öncelikle mevcut durumu teşhir etmek, bu yapılanların işçi sınıfına karşı sermaye sınıfının açmış olduğu yeni bir savaş olduğunu emekçilere ve tüm topluma anlatmak gerekiyor.

Sadece teşhir etmez yetmez, mücadele de gerekiyor. İşçi sınıfı, öz örgütleri olan sendikalarını harekete geçirmeli, sendika yönetimlerini sermayeye karşı harekete geçmeye zorlamalıdır. İşçiler, sendikalar ve tüm emek örgütleri ekmeklerinin ellerinden alındığı açlığa mahkûm edildikleri böyle zamanlarda ayağa kalkmayacak da ne zaman kalkacaklar?

İşçi sendikaları, başta iktidar bloku ve sermaye tarafından tek taraflı olarak dayatılan açlık ücreti düzeyindeki asgari ücreti ve her türden kemer sıkmayı reddetmeliler ve insan onuruna yaraşır bir asgari ücret talep etmeliler.

Keza devlet bütçesinden emekçilere, emeklilere ve yoksullara dönük sosyal harcamaların artırılmasını ve bu giderlerin finansmanı için sermayedarların ve zenginlerin daha fazla vergi ödemesini talep etmeliler.

Sonuç olarak

Muhalefet partileri, demokratik kitle örgütleri ve meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri işçilerin, emekçilerin haklı taleplerini desteklemeliler. Bu desteklerini sadece Meclis’te değil, meydanlarda, sokaklarda, mahallelerde ve işyerlerinde düzenleyecekleri kitlesel gösterilerle ortaya koymalılar.

İktidarın yeni “fetih” hikayesine karşı, ayakları yere basan, insandan, emekten, doğadan, sosyal adaletten ve eşit bölüşümden yana yeni bir sosyal hikayeyi zor durumdaki kitlelere en basit dille ve en etkili araçlarla anlatmalı ve onları ikna etmeliler.

Dip notlar:

(1)  https://oecdecoscope.blog/resilience-in-uncertain-times (17 December 2024).

(2)  Agr.

(3)  TÜİK İşgücü İstatistikleri, Ekim 2024, https://data.tuik.gov.tr (10 Aralık 2024).

 

 

20 Aralık 2024 Cuma

Yerel yönetimler

 

Patronlara SGK primi indirimi yerel yönetimlere haciz!

Mustafa Durmuş

21 Aralık 2024


İktidar 5’i büyükşehir olmak üzere, Muhalefetin yönetiminde olduğu toplam 6 belediyeye ve bunların bünyesindeki şirketlere 20 milyar TL civarındaki gecikmiş Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) prim borçlarından ötürü haciz gönderdi. Üstelik bu borçların, azımsanamayacak bir kısmı (en az üçte biri) eski AKP’li belediye yönetimlerinden kalma borç.

Bu belediyeler Ankara (bağlı şirketler), İstanbul, İzmir, Adana ve Mersin Büyükşehir Belediyeleri ile İstanbul’daki Şişli Belediyesi.

Haciz yetmedi maaşlara bloke kondu!

Sadece haciz gönderilmekle kalınmadı, aynı zamanda Ankara BŞB’nin şirketlerindeki çalışanların maaşlarına da bloke koyduruldu. İşçiler bu ay sonunda maaşlarını alamamak gibi bir riskle karşı karşıya.

Ülkedeki tüm belediyelerin SGK prim borçlarının tutarının 96 milyar TL olduğu daha önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan tarafından açıklanmıştı.

Özel hastanelere yapılan ödemelere ne demeli?

Işıkhan keşke, Bakanlığına bağlı bir kurum olan SGK’nın, “Yeni Doğan Çetesi” örneğinde olduğu gibi, “adları bebek cinayetlerine karışanlar da dahil olmak üzere, özel hastanelere sadece geçen yıl 35 milyar TL ve bu yıl şu ana kadar 50 milyar TL ödediğini de söyleseydi.

Bir başka deyişle, kamu hastanelerinin verebileceği hizmetler, yapılan özelleştirmelerle, sağlıkta çete kurmuş bir kesimin kurduğu merdiven altı tabir edilen sözde hastanelerden alınıyor, böylece oralara SGK’dan milyarlarca lira aktarılıyor. Bu durum onların iştahını daha da kabartıyor ve yeni usulsüzlükleri, yolsuzlukları, kötüye kullanımları teşvik ediyor.

Diğer taraftan, halka hizmet götüren ve üstelik de gelirleri mevcut düzenlemelerle budanmış olan, bu yüzden kendi yağlarıyla kavrulmaya çalışan iktidarın kayyumlarla ele geçirmeye çalıştığı belediyelerle ilgili olarak terörle iltisaklı, israfçı, müflis algısı yaratılıyor.

Sermayeye prim desteğine devam!

Dahası, iktidarın bu yıl, sermaye kesiminden “5 puanlık SGK prim indirimi” adı altında verilen teşvik kapsamında 242 milyar 811 milyon TL’lik prim alacağından vaz geçtiği de ortaya çıktı. Halka kemerlerin sıktırıldığı bu dönemde bu destek sadece bazı bazı sektörlerde 1 puan indirilerek yüzde 4 olarak verilmeye devam edilecek.

“Sosyal Güvenlik Kurumu’nun almaktan vazgeçtiği bu primleri kim karşılıyor” dersiniz? Hazine ve Maliye Bakanlığı elbette. Bakanlık bu yıl şu ana kadar bu tutardaki parayı SGK’ya aktardı.

306 milyar liralık “görev zararı”

Ancak en büyük bütçe ödeneğine sahip bulunana Hazine ve Maliye Bakanlığının transferleri SGK ile sınırlı değil.

Kasım ayı bütçe gerçekleşmelerine göre, Hazine ilk 11 ayda Elektrik Üretim AŞ’ye (EÜAŞ) 198 milyar TL, Ziraat Bankası’na 75 milyar TL ve Halk Bankası’na 33 milyar TL olmak üzere toplam 306 milyar TL “görev zararı” adı altında para aktardı.

Neden transfer yapıyorsunuz?

Şimdi, Sosyal Güvenlik Kurulu’na yapılan transferle ilgili olarak ilgili Bakanlara “bu transferin nedeni nedir” diye sorsanız, muhtemelen, “kayıt dışılıkla mücadele etmek” ya da “mükelleflerin vergiye uyumunu sağlamak için” diye yanıt vereceklerdir.  Bankaların görev zararlarını sorsanız “döviz kurunun ve ekonominin istikrarını sağlamak için” diyeceklerdir.

Oysa sırasıyla; kayıt dışılık üzerindeki etkisi konusunda vergi oranları ve SGK primleri, patronların aşırı kâr hırsı gibi hedeflerinden ve ödememe alışkanlıklardan ve denetimsizlikten çok daha küçük bir öneme sahip.

Yani bazı sermaye çevreleri vergi ve prim ödememeyi kârını artırmak için ve devlete ödeme yapmamayı alışkanlık haline getirdiklerinden sürdürüyorlar. Nitekim kurumsallığını tam olarak sağlamış diğer şirketlerin vergilerini ve primlerini düzenli ödemeleri bunun bir kanıtı.

Vergilemede çifte standart!

Mükellef uyumu ise vergi mükellefine bir tür rüşvet vermenin kibarca adlandırılmasından başka bir şey değil. Ücretlinin gelir vergisini kaynağından keserek daha eline geçmeden tahsil eden Maliye, sermaye gelirleri ve sermaye kesimi söz konusu olduğunda bu kesimlerin yıllık beyanname vermelerini yeterli buluyor.

Beyannamelerde eksik matrah beyan etmesinler ya da kayıt dışı işçi çalıştırmasınlar diye de “vergiye mükellef uyumu” adı altında bu kesimlerden alacağı hem verginin hem de sigorta primlerinin bir kısmından vazgeçiyor.

Yani işçisine, memuruna güvenmeyen Maliye, sermayedara, rantçıya, faizciye fazlasıyla güvenebiliyor!

Yandaşa destek “görev zararı” olarak mı sunuluyor?

Bu üç kurumun özellikle de banka niteliğindeki ikisinin neden zarar ettiği ise ortada: Yandaş şirketlere sunulan düşük faizli krediler, düşük kurdan döviz satışları ve tahsil edilemeyen kredi borçları.

Kısaca sorunun kaynağı iktidarın yapmış olduğu sermaye yanlısı, emek karşıtı siyasal tercihler.

Belediyeler kamu hizmeti sunuyor!

Diğer taraftan, başta belediyeler olmak üzere yerel yönetimlerin sunduğu hizmetler kamu hizmetleri niteliğindedir ve bu hizmetler kamu personeli aracılığıyla verilir.

Azami kâr peşinde koşan ve kamusal olmayan mal üreten özel sektörden aldığı primlerin bir kısmından vazgeçerken, sermaye ve iktidarın rahatça at oynattığı bankaların zararlarını görev zararı adı altında kapatırken, kamu hizmeti sunan belediyelerin prim borçlarını tahsil etmek için haciz göndermek nasıl açıklanabilir?

Yıllardır belediyeleri siyasal İslamcı cemaatlere ve yandaş şirketlere kaynak aktarmak için kullananlar, bu belediyeler ellerinden gidince, geri alabilmek için kayyumlar, hukuksuz tutuklamalar ve borçları zorla tahsil etmek gibi etik dışı yollara başvurmaktan, seçmenlerin iradesini yok saymaktan ve halkı cezalandırmaktan çekinmiyorlar.

Sonuç olarak

Ülkenin feraha çıkışı ve refaha kavuşması; merkezin aşırı biçimde güçlendirilerek oligarşik yapıların eline geçmesinin karşısında yereli güçlendirmekten geçiyor. Bu güçlendirme hem mali hem de idari olarak yerel yönetimlerin özerliğini de gerekli kılıyor.

Gelişkin toplumlara bakın oralarda güçlendirilmiş yerel yönetimlerin hem güçlü demokrasinin hem de güçlü ekonominin temel direkleri olduğu görebilirsiniz. Tabi güçlü bir demokrasi ve sürdürülebilir bir ekonomi yaratmak niyetiniz varsa…


16 Aralık 2024 Pazartesi

Suriye'de belirsizlik

 

Suriye’nin belirsiz geleceği: Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler (3)

Mustafa Durmuş

17 Aralık 2024


2011 ayaklanmasının arifesinde 1.500 dolar kişi başına gelire sahip Suriye ekonomisi, aynı yıl başlayan iç savaşın ekonomiye ağır bir darbe vurmasının ardından yüzde 70’e yakın oranda azaldı.

Son 13 yılda işsizlik ve yoksulluk giderek derinleşirken, Beşar Esad rejimi askeri olarak Rusya ve İran sayesinde ve başta muhalifler olmak üzere halkın üzerinde kurduğu ağır baskılarla, tıka basa dolu hapishanelerle bu yılın Kasım ayına kadar dayanabildi.

Otoriter baskıcı rejimler yıkılmaya mahkum!

Bir başka anlatımla, 53 yıllık Esad Hanedanlığı (yaklaşık 25 yılı Beşar Esad yönetiminde olmak üzere) her zaman yıkılmaya mahkumdu. Çünkü çürümeye yüz tutmuş baskıcı rejimler -özellikle de yolsuzluğa batmışlarsa, halklarına yeterli hizmet sunamıyorlarsa, onları yoksulluğa sürüklemişlerse ve politik sistemlerini değişen iç ve dış koşullara adapte edemiyorlarsa- genellikle de halk ayaklanmalarıyla eninde sonunda çökerler.

Nitekim içten içe çürüyen bu rejim, ABD ve Türkiye’nin desteklediği silahlı selefi cihatçı gruplar (Suriye Milli Ordusu/SMO gibi) ve Heyet Tahrir el-Şam Örgütünün (HTŞ) iki hafta önce başlattıkları saldırılarla kısa süre içinde devrildi.

Esad herhangi bir açıklama yapmadan Suriye’yi terk etti. Şam'daki eski hükümet yetkilileri, bazı üst düzey liderlerin de Şam düşmeden önce onunla birlikte ayrıldığını gittiğini söylüyor.

Halkını düşünmeyeni halk da düşünmez!

Esad’ın, halkına herhangi bir cesaret verici söz söylemeden hazinesini de yanına alıp ülkeden kaçması  devletin kendilerini HTŞ gibi grupların saldırılarından koruyacağına temelden inanan pek çok Suriyeliyi şaşkına çevirdi.

Rejime bağlı Cumhuriyet Muhafızları’nın şehri savunmaya çalışmaması ise aslında rejimin halktan nasıl koptuğununun bir göstergesi oldu. Bu da ancak halklarının refahını ve güvenliği korumak için çaba gösteren ve kendi halklarından destek alan iktidarların direnebileceğini ve kazanabileceğini bir kez daha gösterdi.

Defolu iki yaklaşım!

Bazı yorumcular (bunlara bir kısım sol ve sosyalist çevreler de dahil), saldırıların ABD ve İsrail tarafından düzenlendiğinden ve HTŞ ve SMO’nun siyasal İslamcı karakterinden yola çıkarak Esad rejimine destek anlamına gelen açıklamalar yapıyorlar.

Diğer bazıları ise bu selefi cihatçı güçlerin, 2011'de Esad rejimini neredeyse devirecek olan halk devrimini yeniden canlandırdığı gerekçesiyle her hangi bir eleştiriye tabi tutmadan romantikleştiriyor.

Her iki yaklaşımın da bugün Suriye'de ortaya çıkan karmaşık dinamikleri tam olarak yansıtmadığı için defolu olduğunu vurgulamakla başlayalım..

Bölgede yıllarca sürebilecek bir kaos ve belirsizlik dönemi

Öncelikle, her şey bitmedi, hatta yeni başladı denilebilir. Hatta bundan sonra Suriye’nin parçalanması söz konusu dahi olabilir. Çünkü dış ve iç aktörler, ortadaki kadavranın her birinin yapabildiği kadar çok parçasını ele geçirmeye ve/veya kontrol etmeye çalışacaklar. Bölgede yıllarca sürecek olan bir kaos ve çekişme dönemi de bunu izleyecek.

Suriye şu anda Rusya, İran, Türkiye, ABD, Körfez ülkeleri ve İsrail’den çeşitli derecelerde destek alan farklı silahlı gruplar tarafından kontrol edilen bölgelere bölünmüş durumda. Bu silahlı grupların her biri, bölgesel çıkarlarının korunmasını sağlamak için yarışan bu büyük uluslararası güçler tarafından desteklenmeye devam edecektir.

Bölgede çok farklı dinamikler söz konusu

Bölgedeki birbirinden çok farklı ve birbiriyle çatışmaya hazır dinamikleri ihmal etmemek gerekiyor. Örneğin Suriye’de şimdilik en büyük kazananlardan biri olarak nitelendirilen İsrail, gerçekleştirdiği işgal ile birlikte selefi cihatçılarla sınır komşusu oldu. Şu anda çatışmıyorlar ama mevcut çatışmasızlığın uzun süre devam etmesi beklenmemeli.

Suriye'deki rejimin hızla çökmesi, Rusya ve İran'ın nüfuzuna aşağılayıcı bir son verirken, Türkiye'nin nüfuzunu arttırmasına kapı açsa da iktidarı ele geçiren selefi cihatçılar henüz tam niyetlerini ortaya koymuş değiller.

2017’de bir dizi silahlı grubu bir araya getiren ve Suriye'nin kuzeybatısındaki bazı bölgeleri kontrol altına alan Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO), bütünlüklü ya da merkezi bir yapıya sahip değil ve bünyesindeki çeşitli gruplar  sık sık birbirleriyle çatışıyor. Buna rağmen Suriye'de önemli bir oyuncu olmaya devam ediyor ve Kürt silahlı gruplarının Türkiye için bir tehdit oluşturmasını önlemek için Türkiye sınırı yakınlarında bir tampon bölge oluşturmayı hedefliyor. (1)

ABD, HTŞ, SMO ve SDG

HTŞ'nin Türkiye'nin kontrolü altında olan Suriye'nin İdlib vilayetindeki sicili oldukça karışık. HTŞ, IŞİD deneyiminden ders alarak, çok sert davranmaktan uzak durmaya çalışıyor gibi görünse de, hala demir yumrukla yönetiliyor. HTŞ’liler Esad'ın hapishanelerini özgürleştirirken bile, kendi hapishanelerindeki muhaliflere çok kötü muamele etmeyi sürdürdüler.

Suriye'nin düşmesi, ABD’nin Suriye’nin kontrolünü ele geçirmesiyle birlikte Türkiye için bir sorun haline geliyor. Çünkü Washington bundan böyle HTŞ'yi kendi çıkarları için kullanmaya çalışacaktır ki bu da Türkiye'nin yapmak istedikleriyle pek uyumlu olmayabilir. YPG’nin vurucu gücünü oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ülkenin doğusundaki büyük petrol, gaz ve buğday tarlalarının kontrolünü elinde tutuyor. Şam’da hükümet olmak isteyen herkesin devleti finanse edebilmek için bu kaynaklara erişmesi gerekecek. (2)

Ekonomik maliyetler

Aynı zamanda, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sorununun daha da ağırlaşması hayli muhtemel. Türkiye şu anda (resmi verilere göre) 3 milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapıyor (gerçek sayının bunun birkaç katı olduğu iddia ediliyor).

Suriye’ye geri dönüşler hedeflendiğinden çok daha yavaş sürerken, özellikle de yandaş medya düşük ücretli sığınmacı işgücü kaybının üretim maliyetlerini artırmak (böylece ihracatı düşürmek) ve enflasyonu körüklemek gibi ekonomiye ciddi  zarar vereceği endişesini dile getiriyor.

Türkiye uzun vadede “en büyük kaybeden” de olabilir!

Yaygın kanı Esad iktidarının devrilmesinde en büyük kazananın Erdoğan olacağı yönünde olsa da, Türkiye uzun vadede en büyük kaybeden de olabilir. Daha fazla mültecinin akınına uğrayabilir. Suriyeli aşırılık yanlıları Esad'ı devirme hedefinde artık birleşmedikleri ve ülkeyi yönetmek gibi zor bir görevle karşı karşıya kaldıkları için, kendi aralarında Türkiye’yi bir grubu desteklemeye ve böylece yeni düşmanlar edinmeye zorlayacak uzun süreli güç mücadeleleri söz konusu olabilir. Savaşın Türkiye’ye sıçraması ve 2010’ların ortalarında ülkenin başına bela olan terör saldırılarına geri dönülmesi -muhtemel olmasa da- tamamen mümkün. Ayrıca Türkiye'nin İsrail'e devam eden örtülü desteği nedeniyle içeride de bir gerginlik söz konusu ve Suriye meselesi bu gerginliği bir süreliğine örtbas edebilirse de, bu gerginliğin ortadan kalkması pek mümkün görünmüyor. (3)

Büyük inşaat şirketleri için kậrlı işler kapıda!

Bu “zaferin” Türkiye için ne gibi ekonomik faydaları olacağı ise belirsiz. Financial Times'a göre, “zaten yüksek enflasyon ve resesyonla mücadele eden Türkiye, 900 km’lik Suriye-Türkiye sınırı boyunca iş ve ticaret ilişkilerini yeniden başlatmaktan fayda sağlayacaktır. Erdoğan'la yakın bağları olan inşaat sektörü, yüz milyarlarca dolara ulaşması beklenen yeniden inşa faturasından para kazanabilir.”(4)

Ancak burada yapılacak kậrlı inşaat, alt yapı ve üst yapı işlerinin Türkiye (ve Suriye) halklarına her hangi bir ekonomik bir fayda sağlayacağı da son derece tartışılır.

Türkiye tuzağa mı düşürülüyor?

Ayrıca, Türkiye mucizevi bir şekilde barış ve güvenliğe kavuşmadıkça bunun nasıl gerçekleşeceğini görmek de zor. Tüm bunların Türkiye’nin elinde patlaması çok daha muhtemel. Çünkü Amerikan’ın konumu Türkiye’den çok farklı. En önemli farklardan birisi, ABD’nin ortalığı karıştırıp iki okyanus arasındaki evine çekilebilmesi. Oysa Türkiye’nin Suriye ile sınırı var ve ABD Esad'ı devirmek için Türkiye liderliğindeki operasyona verdiği destekle sadece Suriye'yi değil Türkiye'yi de istikrarsızlığa sürüklüyor olabilir. Öyle ki Ankara Esad, Rusya, İran ve Hizbullah'ı ve onların sağladığı istikrarı ilerde  özleyebilir. (5)

HTŞ ve SMO’nun ve gerici, faşizan doğaları ve sahip oldukları siyasi projeler bölge halklarını endişeye sevk ediyor. SMO, çoğunlukla İslami muhafazakar politikalara sahip silahlı gruplardan oluşan bir koalisyon. Çok kötü bir üne sahip ve özellikle kontrolü altındaki bölgelerde Kürt nüfusa karşı çok sayıda insan hakları ihlalleriyle suçlanıyor. Özellikle 2018'de Afrin'de çoğunluğu Kürt olan yaklaşık 150 bin sivilin zorla yerinden edilmesine yol açtığı biliniyor.

Arap Alevileri, Kürtler, Süryaniler, Rum-Ortodoks, Rum-Katolikler ve diğer halklar endişeli!

HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani’nin geçmişte yaptığı ve Suriye’de Nusayri, Hıristiyan ve diğer azınlıklara yer olmadığını açıkça belirttiği açıklamalar, bölgede yaşayan tüm halklar ve inançlar için derin bir kaygı ve endişe yaratmıştı. Bu on binlerce insanın evlerini terk etmesine neden olmuştu.

Özellikle Nusayriler, Kürtler, Süryaniler, Rum-Ortodoks, Rum-Katolikler ve diğer halklar kendilerini çok ciddi bir tehdit altında hissediyorlar. HTŞ’nin yanı sıra Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) ülkede yaşayan Alevilere zulmettiklerine dair haberler kamuoyuna yansıyor. Bu da on binlerce Aleviyi, yeniden göç yollarına düşürüyor.

Ülke ise yeni hükümet konusunda kutuplaşmış durumda. Savaş ve yaptırımlar nedeniyle yaşam tarzlarının bozulduğunu gören bazı halk kesimleri gelişmeleri  memnuniyetle karşıladı ve yeni durumu kutlamak için sokaklara döküldü. İsrail'in eylemlerine bağlı olarak bu durum değişebilecek olsa da, Orta Doğu'nun daha geniş bağlamı onları doğrudan ilgilendirmiyor. Önemli bir kesim, Sünni olmayan Müslümanlara karşı “Nusayriyye” (Esad ailesinin topluluğu olan Aleviler için) ve “Rawafid” (Suriye'deki büyük Şii nüfus gibi) gibi aşağılayıcı terimler kullanan İslamcıların davranışlarından endişe duyuyor. Sünni olmayan Müslümanları “ehl-i batıl” ya da "yitikler" olarak adlandırmak ve dinden dönme ve bunun cezası hakkında güçlü bir Selefi dil kullanmak, saldırıların hedefi olabilecek kişiler arasında korku yaratıyor. Yeni hükümetin bu mezhepçi ideoloji tarafından motive edilen güçlerini kontrol edip edemeyeceği ise belirsiz. (6)

Ayrıca Suriye'deki isyancı grupların birlik ve istikrar içinde bir geçiş hükümeti kuramamaları halinde, Rusya ve İran diğer aktörlerin boşluğu doldurmak için hızla harekete geçeceği de beklenmelidir.

İlerici güçlerin şansı?

“HTŞ’nin iktidar olması ülkedeki  ilerici güçlere devrimci mücadeleyi yenilemeleri ve hem rejime hem de İslami köktenciliğe bir alternatif sunmaları için alan ya da alanlar açacak mı”, sorusu yanıtı aranması gereken asıl sorudur.

Keza Esad rejiminin kovulduğu bölgelerde aşağıdan mücadele ve özörgütlenme mümkün olacak mıdır? Gramsici anlamda sivil toplum örgütleri (devlet dışı halk oluşumları) ve demokratik ve ilerici politikalara sahip alternatif siyasi yapılar kendilerini kurabilecek, örgütlenebilecek ve HTŞ ve SMO’ya karşı siyasi ve toplumsal bir alternatif oluşturabilecekler mi? HTŞ ve SMO güçlerinin geriletilmesi yerelde örgütlenmeye alan açacak mı ve yereldeki yeni ekonomik ve siyasal örgütlenmeler eskinin tekrarı olmaktan öteye geçebilecek mi?

Bunlar net cevapları olmayan kilit sorular. Ancak net olan bir şey var: HTŞ ve SMO’nun geçmişteki politikalarına bakıldığında, demokratik bir alanın gelişmesini teşvik etmediklerini, tam tersine otoriter davrandıkları çok açık.  

Tarih bize otoriter-faşizan güçlere güvenilmemesi ve sadece demokratik ve ilerici talepler için mücadele eden halk sınıflarının özörgütlenmesinin ve öz savunmasının bu alanı yaratabileceğini ve gerçek kurtuluşa giden yolu açabileceğini defalarca gösterdi.

Örneğin, “Rojava Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Suriye iç savaşının siyasi bir boşluk yaratmasından bu yana özyönetim kurallarını yeniden yazan Kürtlerin liderliğindeki bir bölge. IŞİD, SMO ve Suriye rejiminin kuşatması altındaki Rojava halkı, doğrudan demokrasi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve çevresel sürdürülebilirlik temelinde özerk bir bölge oluşturdu. Rojava halkının inşa ettiği şey hayatta kalmanın çok ötesinde. Bu, tiranlığa direnmek ve daha iyi bir şey yaratmak için tasarlanmış, toplumun tamamen yeniden tasarlanmasıdır. Bunu kararlılıkla ve otoriter rejimlerin değil, toplulukların kendi geleceklerine karar vermesi gerektiğine olan inançlarıyla inşa ettiler”.(7)

Bu örneklere bir yenisini daha ekleyebilmek, savaş yorgunluğundan baskıya, yoksulluğa ve toplumsal yerinden edilmeye kadar pek çok engelin aşılabilmesine bağlı olacak.

Sonuç yerine

Suriye rejimine ve selefi cihatçı köktendinci güçlere açıkça karşı çıkabilecek ve örgütlenebilecek bağımsız, demokratik ve ilerici bir cephenin henüz yokluğu gibi acı bir gerçek söz konusu.

Böyle bir cephenin inşası zaman alacak. Böyle bir  cephenin otokrasiye, sömürüye ve her türlü baskıya karşı mücadeleleri birleştirmesi gerekecek. Ülkenin sömürülen ve ezilenleri arasında dayanışma inşa etmek için demokrasi, barış, eşitlik, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve kadınların özgürlüğü taleplerini yükseltmesi gerekecek. (8)

Türkiye tarafında ise, ülkedeki iktidar blokunun  etnik-milliyetçi neo-Osmanlıcı yükselen kanadı, Kürtlerin zorla da olsa kontrol altına alınması kadar askeri sanayi karması sektörün hızla büyütülmesini de istiyor. ABD'nin Türk savunma sanayisine uyguladığı yaptırımlar, Suriye'nin doğusundaki varlığı ve Kürtleri desteklemesi gibi nedenlerle, Kürt meselesi ile askeri sanayi karması sektör ve savunma sanayinin büyütülmesi iç içe geçmiş durumda.

Aslında Suriye’deki gelişmelerin açıkça ortaya koyduğu şey; Türkiye'nin alt emperyalist hırslarının ABD’ninkilerle çok da uyumsuz olmadığıdır. Yeter ki bundan sonra Türkiye, ABD-İsrail ortak hedeflerine de uyacak şekilde davranabilsin.

Suriyeliler zengin etnik ve dini çeşitlilikleriyle her zaman gurur duydular. Tüm Suriyelilerin eşit yurttaşlık haklarını da garanti altına alan kapsayıcı ve demokratik bir hükümet, ülkenin bir bütün olarak ayakta kalmasını ve mezhepsel bir kaosa sürüklenmemesini sağlamak için elzem.

Otoriter bir yönetimin yerini bir başkasının alması ya da ülkenin silahlı gruplara bölünmesi felaket demek olacaktır. Her ne kadar belirsizlikler devam etse ve önümüzde büyük zorluklar olsa da Suriyelilerin acil ihtiyaçlarına öncelik vermek mantıklı bir ilk adım olacaktır. Ve her şeyden önemlisi, Suriye halkının olağanüstü direncini, cesaretini, umutlarını ve hayallerini yansıtan barışçıl, savaş sonrası bir Suriye'nin kaderine yön verenler olması sağlanmalıdır. Suriyelilerin- hem geri dönenlerin hem de hiç gitmeyenlerin- yeni Suriye devletini kendi şartlarına göre yeniden inşa etmeleri kritik önem taşıyacaktır. (9)

Dip notlar:

(1)    https://theconversation.com/what-syrias-rebel-takeover-means-for-the-regions-major-players-turkey-iran-and-russia (9 December 2024).

(2)    https://www.moonofalabama.org/syria-winner-and-losers-or-both (9 December 2024).

(3)    https://www.nakedcapitalism.com/2024/12/did-turkiye-win-the-battle-but-lose-the-war (11 December 2024).

(4)    Agm.

(5)    Agm.

(6)    https://www.theleftchapter.com/post/the-fall-of-the-assad-government-in-syria (12 December 2024).

(7)    https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/communalism-in-rojava (20 November 2024).

(8)    https://www.counterpunch.org/understanding-the-rebellion-in-syria (10 December 2024).

(9)    https://www.counterpunch.org/syria-at-the-crossroads (13 December 2024).

 

 

13 Aralık 2024 Cuma

Savaş sanayi

 

Silah satışları: Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler? (2)

Mustafa Durmuş

14 Aralık 2024


Suriye’nin işgalinin bölgedeki jeopolitik ve Suriye’nin komşularının iç siyasetlerine etkileri açısından büyük etkileri ve sonuçları olacağı açık.

Ankara tarafından yakılan “yeşil ışık”

İşgalin hemen öncesindeki haftalarda Erdoğan’ın Esad’a yönelik “normalleşme” önerileri içeren söylemlerinin Esad Yönetiminde bir karşılık bulmaması, Türkiye’nin isyancı grupların askerî harekâtını teşvik etmesiyle ya da en azından buna yeşil ışık yakmasıyla sonuçlandı.

Ankara’nın amacı başlangıçta, Suriye rejimi ve aynı zamanda İran ve Rusya ile gelecekte yapılacak müzakerelerde konumunu iyileştirmekti. Şimdi rejimin düşmesiyle birlikte, Türkiye'nin Suriye'deki etkisi daha da önemli hale geldi ve muhtemelen ülkedeki kilit bölgesel aktör oldu. Ankara ayrıca, kendi kontrolündeki Suriye Ulusal Ordusu’nu (SUO), Kürtlerin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) zayıflatmak için kullanmaya çalışıyor.

Suriyeli sığınmacılar ve Kürtler

“Türkiye'nin iki ana hedefi daha var: Birincisi, Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin Suriye’ye geri gönderilmesini amaçlıyor. İkincisi, Kürtlerin özerklik isteklerini reddetmek ve daha spesifik olarak Suriye’nin kuzeydoğusunda Kürtlerin öncülüğünde kurulan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (Rojava) altını oymak. Böylece Türkiye’de Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmeleri için bir emsal teşkil edecek bu tehlikeyi de ortadan kaldırmak istiyor”. (1)

Ekonomik çıkarlar dayatıyor!

Diğer taraftan bu savaşın ardında yer alan devasa büyüklükteki ekonomik çıkarlar da göz ardı edilmemelidir. Zira işgaller de savaşlar da diplomasi de özünde ekonomik çıkarlarla ilgilidir.

Örneğin enerji santralleri, oto yollar, hava limanları ve diğer limanlar gibi alt yapı yatırımlarından; hastaneler, okullar, alışveriş merkezleri, fabrikalar, konutlar gibi üst yapıya kadar, yeniden inşa edilmesi gerekecek olan Suriye’de bu inşa işleri hangi uluslara ait şirketlere verilecektir?  

Diğer Orta Doğu ülkelerine nazaran daha az petrol kaynağı olsa da Suriye’deki petrol kaynakları kimlerin kontrolünde olacaktır? Hangi ulusların finans kuruluşları ya da bankaları tefeci faizleriyle ülkeye kredi verecektir? Ülke, hammadde, ara ve yatırım malı, zorunlu tüketim malı ithalatlarını hangi ülkelerden yapacaktır? Son olarak, yeni Suriye devletini ve ordusunu hangi emperyal ya da alt emperyal güçler organize edecek ve eğitecektir?

Silah sanayinin büyük kârları

Bu orduya silah ve mühimmat temini kimlerden ve nasıl sağlanacaktır? Bu da savaşın silah ticareti ve bu ticaretten sağlanan büyük kârlara dikkat çekiyor.  Çünkü küresel çapta yıllık 2,2 trilyon dolarlık bir askeri harcama ile hızla militarizme ve yeni savaşlara doğru savrulan dünyada, bu gelişmelerin inanılmaz kârlar sağladığı devlet destekli bir savaş sanayi ve büyük çapta silah satışları söz konusudur.

Nitekim SIPRI tarafından açıklanan verilere göre (2), sektördeki en büyük 100 şirketin silah ve askeri hizmet satışlarından elde ettiği gelirler 2022 yılına kıyasla reel olarak yüzde 4,2 artış göstererek, 2023 yılında 632 milyar dolara erişti. Silah satışlarından elde edilen gelirlerindeki artışlar tüm bölgelerde görülürken, özellikle Rusya ve Orta Doğu merkezli şirketlerin satışlarında ciddi artışlar yaşandı.

Silah şirketlerinin konuşlandığı bölge ve ülkeler

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)

Küresel silah sektörünün kaymağını ABD’li şirketlerin yiyor olması sürpriz değil. (3) ABD merkezli 41 şirket, silah satışı gelirlerini yüzde 2,5 oranında artırarak 2023 yılında 317 milyar dolara ulaştı. Bu şirketlerin gelirleri en büyük 100 silah şirketi satış gelirlerinin yarısını oluşturuyor.  Sıralamadaki ilk 5 silah şirketinin tamamı ABD’de yerleşik şirketler. Birlikte ele alındıklarında, silah satışı gelirleri İlk 100’ün toplamının yüzde 31'ini oluşturuyor.

Avrupa Bölgesi

Avrupa sıralamada ikinci geliyor. Bölgede yerleşik (Rusya hariç) İlk 100’deki 27 şirketin toplam silah satışı gelirleri 2023 yılında 133 milyar dolara ulaştı. Bu rakam 2022 yılına kıyasla sadece yüzde 0,2’lik bir artışa tekabül ediyor ve tüm dünya bölgeleri arasında en az artışı gösteriyor. Ancak, bu düşük büyüme rakamının ardındaki resim daha farklı. Karmaşık silah sistemleri üreten Avrupalı silah şirketleri 2023’te çoğunlukla eski sözleşmeler üzerinde çalışıyordu ve bu nedenle yıl içindeki gelirleri sipariş akışını yansıtmıyor.

Rusya

Rus firmalarının silah satışı gelirlerinde Ukrayna savaşı keskin bir artışa yol açtı İlk 100’de yer alan 2 Rus şirketinin toplam gelirleri yüzde 40 artarak, tahminen 25,5 milyar dolara ulaştı. Bu artışın neredeyse tamamı, daha önce İlk 100'de yer alan ve bireysel gelir verilerine ulaşılamayan 7 şirket de dahil olmak üzere, birçok silah üreticisini kontrol eden devlete ait bir holding şirketi olan Rostec'in silah satışı gelirlerinde kaydettiği yüzde 49’luk artıştan kaynaklandı.

Güney Koreli ve Japon şirketler Asya ve Okyanusya’da gelir artışında başı çekiyor. Asya ve Okyanusya merkezli İlk 100’de yer alan 23 şirket, bir önceki yıla göre yüzde 5,7’lik silah satışı geliri artışı kaydederek, 136 milyar dolara ulaştı. Güney Kore merkezli 4 şirket silah gelirlerinde toplam yüzde 39 artış kaydederek 11,0 milyar dolara ulaştı. Japonya merkezli 5 şirketin toplam silah gelirleri yüzde 35 artarak 10,0 milyar dolara erişti. Japonya'da 2022’den bu yana uygulanan askeri yığınak politikası yerel siparişlerin artmasına neden olurken, bazı şirketlerin yeni siparişlerinin değeri yüzde 300’den fazla arttı. İlk 100’de yer alan Çin merkezli 9 şirket ise yavaşlayan ekonomi nedeniyle 2019’dan bu yana silah gelirlerinde yıllık bazda en düşük yüzde artışını (yüzde 0,7) gördü. Bu şirketlerin 2023 yılındaki toplam silah gelirleri 103 milyar dolara ulaştı. (4)

Orta Doğu: İsrail

Rusya’dan sonra, Orta Doğu silah satışı gelirlerini en fazla artıran bölge olurken, İlk 100’de yer alan 6 İsrail ve Türk şirketinin satışları toplamda yüzde 18’lik bir artışla 19,6 milyar dolara ulaştı. Özellikle Israel Aerospace Industries ve Rafael sırasıyla yüzde 15 ve yüzde 16’lık artışlar kaydetti. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii ise yüzde 45’lik gelir artışıyla Türk şirketleri içinde en büyük artışı gerçekleştirdi.

Orta Doğulu silah üreticilerinin satış gelirlerindeki artış aslında Gazze ve Ukrayna’daki çatışmalarla bağlantılı. Gazze’de savaşın patlak vermesiyle birlikte İlk 100’de yer alan İsrail merkezli 3 şirketin silah satışı gelirleri 13,6 milyar dolara ulaştı. Bu rakam, SIPRI İlk 100’de yer alan İsrailli şirketlerin şimdiye kadar kaydettiği en yüksek rakam oldu.

İlk 100’de yer alan İsrail merkezli 3 şirketin silah satışı gelirleri, Gazze'deki savaşın tetiklediği silah talebi yüzünden 2023 yılında daha önce görülmemiş seviyelere ulaştı. Toplam silah satışı gelirleri yüzde 15 artarak 13,6 milyar dolara ulaştı. Elbit Systems’in (27. sıra) silah gelirleri 2023’te yüzde 14 artarak 5,4 milyar dolara yükseldi. Şirket, Ekim 2023 ile Aralık 2023 arasında askeri bağlantılı yurt içi sözleşmelerden yaklaşık 900 milyon dolar gelir elde ettiğini bildirdi. Silah gelirleri 2022’ye göre yüzde 15 artışla 4,5 milyar dolar olan Israel Aerospace Industries (34. sıra), 2023’ün şirket için rekor bir yıl olduğunu bildirdi. Şirket, İsrail ordusunun mühimmat talebini karşılamak için üretim hızını artırdı ve yeni sistemlerin geliştirilmesini hızlandırdı. Rafael de (42. sıra) rekor düzeyde satış ve sipariş bildirdi. Rafael'in silah gelirleri 2023 yılında bir önceki yıla göre yüzde 16 artarak 3,7 milyar dolara ulaştı. Bu şirket ‘Demir Kubbe’ ve David's Sling Hava Savunma Sistemlerinde’ kullanılan füzeler gibi İsrail’in askeri stratejisi için kritik öneme sahip silahlar üretiyor. (5)

Türkiye

SIPRI İlk 100’de yer alan Türkiye merkezli 3 şirketin toplam silah satışı gelirleri ise 2023 yılında 6,0 milyar dolara ulaşarak bir önceki yıla göre yüzde 24 artış gösterdi. Türkiye’nin uzun süredir silah üretiminde kendine yeter hale gelme hedefi var. Artan iç talep ve genellikle Ukrayna’daki savaşla bağlantılı olarak artan ihracat 2023’teki büyümenin ana itici güçleriydi.

Bu şirketlerin önde gelenlerinden olan Baykar (69. sırada) Ukrayna'daki savaşta yaygın olarak kullanılan silahlı İHA’ları üretiyor ve hem doğrudan Ukrayna’ya hem de Ukrayna’ya teslim edilmek üzere, diğer ülkelere ihraç ediyor. İhracat 2023 yılında şirketin silah satışı gelirlerinin yaklaşık yüzde 90’ını oluşturdu. Baykar'ın silah satışı gelirleri yüzde 25 artarak 1,9 milyar dolara ulaştı.

Türk Havacılık ve Uzay Sanayii de (TUSAŞ; sıra 78) ihracatını artırdı. Bu satışlar 2023’te 1,7 milyar dolar olan toplam silah satışı gelirlerinin yüzde 31’ini oluşturdu. TUSAŞ, İlk 100’deki Türk şirketleri arasında silah satışı gelirlerinde bir önceki yıla göre en büyük artışı kaydeden şirket oldu (yüzde 45). Sıralamadaki diğer iki Türk şirketinin aksine, ASELSAN (54. sıra) silah gelirlerinin sadece küçük bir kısmını ihracattan elde ediyor. Bu nedenle, 2023 yılında silah satışı gelirlerindeki yüzde 12'lik artışla 2,4 milyar dolara ulaşması, Türkiye'nin yerli üretim silahlar geliştirme konusundaki kararlılığının teşvik ettiği iç talebin bir sonucudur.

Silah satışları artarak sürecek

SIPRI Askeri Harcamalar ve Silah Üretimi Programı Kıdemli Araştırmacısı Dr. Diego Lopes da Silva, “İlk 100'deki en büyük Orta Doğulu silah üreticilerinin silah satışı gelirlerinin 2023 yılında daha önce görülmemiş boyutlara ulaştığını ve bu büyümenin devam edeceğini” ileri sürüyor. “Özellikle İsrailli silah üreticileri 2023’te rekor silah geliri elde etmenin yanı sıra, Gazze'deki savaş sürdükçe ve yayıldıkça çok daha fazla sipariş alıyorlar. (6)

Küresel silah sanayindeki üretim ve satışların bundan böyle de hız kesmeden devam etmesi beklenmeli. Zira örneğin Suriye çatışmalar bitmiş gibi görünse de bu durum  daha ziyade “fırtına önceki bir sessizlik” olarak ele alınmalı. Bölgede asıl savaşın yeni başladığını ve vekilleri kadar savaşan asıl tarafların da bir süre sonra savaşa dahil olabilecekleri gerçeğini ihmal etmemek gerekiyor.

Bu gelişmeler neo liberalizmin de çözüm olamadığı kapitalizmin krizi derinleştikçe kapitalizmin ve kapitalist ulus devletlerin yeni biçimler alacağına ve dünyanın da buna göre şekilleneceğine işaret ediyor.

“Askeri Sanayi Karması Sektörü” kapitalizmin yükselen yıldızı!

Bu bağlamda “savaş ekonomi için iyidir mottosuna sahip” Askeri Keynesyenizm ve “sonsuz savaşlar, sonsuz ölümler, sonsuz yıkım, sonsuz kậr” sloganı ile hareket eden “Askeri- Sanayi- Karması” olarak da adlandırılan silah sektörü ve devlet iş birliği, neo liberalizm sonrası ‘nekro kapitalizm’in ve bunun toplumsal ve siyasal ilişkileri üzerinden şekillenen ‘yeni faşizm’in ya da ‘geç faşizm’in temel özelliği olduğunun altı çizilmelidir.

Askeri- Sanayi- Karması Sektörü, tarihsel olarak, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, ABD’li General Dwight Eisenhower'ın açıkladığı gibi, “muazzam bir askeri kuruluşun” -Pentagon, silahlı kuvvetler, istihbarat teşkilatları ve diğerleri- “ve büyük bir silah endüstrisinin” birleşmesinden doğdu. Bu iki güç, askeri ve endüstriyel, ABD Kongresi ile birleşerek kutsal olmayan bir “Demir Üçgen” ya da bazı akademisyenlerin Eisenhower'ın başlangıçta ve daha doğru bir şekilde “askeri-endüstriyel-kongre kompleksi” olarak adlandırdığına inandığı şeyi oluşturdu. Bu üçü bugüne kadar askeri sanayi karmasının kalbi olmaya devam etti ve kendi kendini sürdüren bir yasallaştırılmış yolsuzluk döngüsüne kilitledi (ki bu döngüde pek çok yasadışılık da mevcut). (7)

Nitekim sektörün bu yanı fark edildiğinde, Askeri- Sanayi- Karması Sektörüne karşı 1961 yılında General Eisenhower bir uyarıda bulunmuş ve “taşeron firmaların devasa kậrları için ülkenin güvenlik konseptinin araçsallaştırıldığını ve burada bir döner kapı sisteminin işlediğini” ileri sürmüştü. (8)

Özetle, militarizmin hızlanması biçimindeki mevcut eğilimler devam ederse, askerileştirilmiş ekonomi, toplum olarak ihtiyaç duyduğumuz pek çok başka şey pahasına büyümeye devam edecek, eşitsizlikleri arttıracak, inovasyonu boğacak ve sonsuz savaş politikasını sürdürecektir. Askeri kaynaklı refah yanılsamasına- ki bu bir yanılsamadır! - on milyonlarca insanın ihtiyaçlarını ihmal etmemize ya da gelecek nesiller için inşa etmek istediğimiz türden bir dünya tasavvur etme yeteneğimizi ve çabalarımızı  engellemesine izin vermemeliyiz.

Devam edecek…

Dip notlar:

(1)  https://www.counterpunch.org/understanding-the-rebellion-in-syria (10 December 2024).

(2)  https://www.sipri.org/media/press-release/2024/worlds-top-arms-producers-see-revenues-rise-back-wars-and-regional-tensions (2 December 2024).

(3)  Sipri Fact Sheet December 2024, s. 8. (e.t: 10 Aralık 2024).

(4)  Agr.

(5)  Agr.

(6)  Agr.

(7)  https://mronline.org/2024/06/04/the-military-industrial-complex-is-killing-us-all (4 June 2024).

(8)  Mandy Smithberger, Tom Dispatch, “The Military-Industrial Complex Gets Away With Murder in Contract After Contract”, https://truthout.org (21 January 2020).