6 Şubat Depremleri, Felaket Kapitalizmi ve Ölüm Siyaseti
Mustafa Durmuş
6 Şubat tarihi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan
ilçelerinde meydana gelen ve büyük acılara neden olan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki
iki depremin ikinci yıldönümü. Resmî açıklamalara göre, depremlerden etkilenen 11
ilde 53 bin 537 vatandaşımız hayatını kaybetti, 107 bin 213 vatandaşımız da yaralandı.
Gerçek rakamların ise çok daha yüksek olduğu ileri sürülüyor.
Depremden etkilenen illerde (6 Mart 2023 itibarıyla)
acil yıkılacak, yıkık veya ağır hasarlı kategorilerine giren toplam konut
sayısı 518 bin 9 olarak belirlendi. Orta hasarlı konut sayısı 131 bin 577 ve az
hasarlı konut sayısı 1 milyon 279 bin 727 olarak tahmin edildi. Bu veriler
ışığında deprem sonrasında 2 milyon 273 bin 551 kişi doğrudan yeme içme ve barınma
sorunuyla karşı karşıya kaldı. Depremin toplam maliyeti 103,6 milyar dolar
olarak hesaplandı (milli gelirin yüzde 9’u). (1) Bu da depremin yol açtığı
yıkımın ne kadar büyük olduğunu ortaya koyuyor.
Depremlerin ardından deprem bölgesinden (özelikle de
yerle bir olmuş Hatay’dan), ülkenin diğer kentlerine doğru çok büyük bir göç
dalgası yaşandı. Aradan iki yıl geçmiş
olmasına rağmen, deprem bölgesinde yaşamlarını devam ettirmek zorunda olanlar
açısından başta barınma, temiz içme suyu ve güvenilir gıda temini, ısınma,
eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim konuları olmak üzere birçok alanda hala ciddi
sorunlar yaşanıyor. Dahası, birçok yurttaşın konutlarının bulunduğu arsa ve
araziler, “rezerv yapı alanı” gibi düzenlemelerle büyük ölçüde ellerinden alınıyor.
Türkiye’nin depremlere karşı hazırlığı
yetersiz!
Bu depremler ülkenin doğal afetler karşısında ne kadar
hazırlıksız olduğunu ortaya koydu. Nitekim bu hazırlıksız olma hali Almanya,
Bohum Ruhr Üniversitesi’nce hazırlanan ‘Dünya Risk Endeksi’ adlı endeksle de
doğrulanıyor. Bu endeks deprem kuşağındaki ülkelerdeki depreme hazır olup
olmama halini (güvenlik açığı) gösteriyor. Bu anlamda güvenlik açığı üç
kategoride ele alınıyor: ‘Sosyal eşitsizlik durumu ve kalkınma yetersizliği’,
‘siyasi istikrar, sağlık hizmetleri ve altyapı yetersizliği’ ve ‘ilerleme yetersizliği’.
Buna göre, Türkiye bu tür felaketlere dayanıklılık konusunda son derece vasat
bir puana sahip (100 üzerinden 29,6 puan). Özellikle ikinci kategoride olmak
üzere Türkiye, doğal afetlere karşı “çok yüksek” kırılganlığa sahip bir ülke
olarak nitelendiriliyor. (2)
Diğer yandan, depremin ardından devlet bütçelerinden
çok büyük miktarlarda ödenek “yeniden imar ve inşaat çalışmaları için” ayrıldı.
Deprem bütçesi
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 15 Ocak 2024
tarihinde Anadolu Ajansına yapmış olduğu basın açıklamasına göre, depreme
yönelik ihtiyaçlar için 2023 yıl sonunda harcama tutarı 950 milyar lira (milli
gelirin yüzde 3,7’si) seviyesine ulaştı. Orta Vadeli Program’da (2024- 26)
deprem kaynaklı bütçe ödeneklerine göre 2024 yılında deprem kaynaklı giderlerin
milli gelire oranı yüzde 2,5; 2025 yılında yüzde 0,9 ve 2026 yılında ise yüzde 0,8
olarak hedefleniyor. Böylece deprem kaynaklı harcamalar dört yıllık dönemde
milli gelirin kümülatifte yaklaşık yüzde 8’i büyüklüğüne erişmiş olacak. (3)
Deprem gibi felaketlerin ekonomik olarak, üretim,
milli gelir, istihdam, ihracat, devlet bütçesi, gelir dağılımı ve yoksulluk
üzerinde çok büyük çapta olumsuz etkileri olduğu kuşkusuz. Ancak bu felaketler
kapitalist sistemin egemen sınıfları ve siyasal seçkinleri açısından inanılmaz
fırsatlar da oluşturuyor. Başta inşaat sektörü olmak üzere, birçok sektörde
faaliyet gösteren sermaye şirketleri, deprem sonrası yeniden inşa faaliyetleri
sayesinde ciddi gelirler ve servetler elde ediyorlar.
Bu yüzden de bu depremlerin neden olduğu sosyal ve
ekonomik hasarın ortaya çıkışında mevcut iktidarın yaptığı yanlışlar kadar, içinde
bulunduğumuz kapitalist sistemin de sorgulanması gerekiyor. Bu yapılırken,
kapitalizm ve bu sistem içinde izlenen politikaların geçirdiği dönüşümün göz önünde
tutulması gerekiyor. Bu değerlendirmeyi yaparken iki önemli kavram bize yardımcı
olabilir: Felaket Kapitalizmi ve Ölüm Siyaseti (necro-politic).
Felaket Kapitalizmi
2004 yılında Güney Asya’yı 100 metrelik dalgalarla
kasıp kavuran ve 230 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden olan deprem ve
tsunaminin ardından British Columbia Üniversitesi'nde iklim adaleti profesörü
olan ve “Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi” başlıklı kitabın
yazarı Naomi Klein, sözde yeniden inşa çabalarındaki tuhaf bir durumu fark etti.
Öyle ki birçok yerel çiftçi ve bölge sakini tsunami nedeniyle evlerini
boşaltmak zorunda kalırken, müteahhitler tatil köyleri ve diğer girişimler inşa
etmek için arazilere el koymaya başladılar.
Anılan kitabında Klein, “felaketlerin heyecan verici piyasa
fırsatları olarak ele alınmasından ve felaketlerin ardından kamusal alana
yapılan bütünleşik ve iyi koordine edilmiş sermaye baskınlarından” söz ediyor.
Bu tür baskınların kapitalizmin (özellikle de neo-liberalizmin) 1990’larda
gerçekleşmekte olan küresel konsolidasyon döneminde ortaya çıktığını ya da daha
belirgin hale geldiğini vurguluyor. (4)
Çağdaş kapitalizm felaketlerden ve
şoklardan besleniyor!
Klein kitabında öz itibariyle çağdaş kapitalizmin
şoklardan ve felaketlerden nasıl beslendiğini anlatıyor ve ulus devletlerin,
genellikle özel şirketlerle iş birliği içinde, normal zamanlarda asla
uygulanamayacak politikaları hayata geçirmek için krizleri nasıl kullandığını ortaya
koyuyor. Yani toplumdaki varlıklı ve güçlü kesimlerin, politik seçkinlerin genellikle afetten en çok etkilenen insanların
zararına olacak şekilde, kendi güçlerini ve kaynaklarını pekiştirmek ve
artırmak için bir doğal felaketi nasıl istismar ettiklerini anlatıyor:
“Bir tsunami Asya'yı kasıp kavuruyor ve müteahhitler
balıkçı topluluklarını kıyılardan temizleyip lüks oteller inşa etme fırsatını
yakalıyor. Katrina Kasırgası Louisiana'yı harap ediyor ve iyi bağlantıları olan
şirketler ceset bulma işini para kazanma girişimine dönüştürüyor. Kısaca, kâr
için her şey istismar ediliyor”. (5)
Türkiye’de 6 Şubat depremi sonrasında Kızılay’ın kendi
çadırlarını piyasada satması ise bir felaketin nasıl istismar edilebileceğinin
en acı örneklerinden birisini oluşturdu. Öyle ki bir kamu kuruluşu olan Kızılay’ın
depremin üçüncü gününde Ahbap Derneği’ne 46 milyon lira karşılığında çadır
sattığı ortaya çıkmıştı. Açıklama yapan Ahbap ve Kızılay da bu yöndeki
haberleri doğrulamıştı. (6)
Felaket Kapitalizmi ile askeri diktatörlükler el ele
Klein 'felaket kapitalizminin' köklerini 1970’lerin
Latin Amerika’sında buluyor. Özellikle 1973'ten itibaren Şili’yi ekonomik 'şok
tedavisi' (sağcı iktisat gurusu M. Friedman tarafından ortaya atılan bir deyim)
gören ilk ülke olarak tanımlıyor. Bu özel programı başlatan şok, solcu Başkan S.
Allende'yi deviren ve General A. Pinochet liderliğinde askeri bir diktatörlük
kuran cuntadır. Cuntanın başı Pinochet yönetiminde uygulanan ekonomi politikaları
ise piyasanın serbestleştirilmesi, özelleştirme ve devletin küçültülmesine
ilişkin (neo-liberal) teorilerini hayata geçirme fırsatını gören 'Şikago
Oğlanları' - Friedman ve müritleri tarafından tasarlandı ve uygulandı.
Önerdikleri politikalar ancak silah zoruyla uygulanabilirdi. Bu, 1970’lerde
Latin Amerika'da görülen bir model olacaktı: Askeri yönetim (sistematik cinayetleri
ve yaygın işkenceyi sürdürürken) ve neo-liberal 'şok terapisi' yan yana
yürüyordu.
Benzer gelişmeler Türkiye’de 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında
ortaya çıktı. Emek düşmanı neo-liberal 24 Ocak Kararları sivil bir rejim
altında uygulanamayınca, CIA destekli bir askeri darbe ile bu kararlar hayata
geçirildi ve Şili’dekine benzer sonuçlar alındı. (7) Bugün felaket kapitalizmi
Hindistan ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi, ağırlıklı olarak otoriter aşırı
sağcı rejimler altında hayata geçiriliyor.
Neo-liberal kapitalizm felaket
kapitalizminin yaratıcısı
Felaket kapitalizmi kapsamında incelenen pek çok vaka
neo-liberal uygulamaların afet risklerinin nedenleri, itici güçleri ve/veya
güçlendiricileri olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin Brezilya’da Amazon’un çevre
korumasının ortadan kaldırılmasından, ABD'de düşük gelirlilerin konutlarından tahliye
edilmelerine kadar, ortaya çıkan kanıtlar toplumsal çıkarlar iyi korunmadığında
veya piyasa çalkantılarına maruz bırakıldığında, insafsız vurguncuların,
insanların çoğunluğu ve gezegenin ekosistemleri açısından sonuçları ne olursa
olsun, avantaj elde edebileceğine veya onları yok edebileceğine işaret ediyor.
Bu bağlamda felaket kapitalizminin ortaya çıkışında durmak
bilmeyen daha fazla kâr sağlama peşindeki sermaye kesiminin olduğu kadar, özelleştirmeler
ve kuralsızlaştırma, de-regülasyon gibi uygulamalarıyla sermayeye hizmet eden neo-liberal
iktidarların da büyük sorumluluğu var.
TMMOB’nin yıllardır dile getirdiği üzere, genelde ülkenin
özelde ise bölgenin depremselliği görmezden gelinerek yapılan kent
planlamaları, yerel yönetimlerde belediye meclisleri tarafından bilim ve tekniğin
ilkeleri göz ardı edilerek yapılan plan tadilatları, kamusal denetimin gereği gibi
yerine getirilememesi, kaçak yapılaşma kentlerimizi beton yığınlarına
dönüştürmüş durumda. 22 yıldır iktidarda olan AKP’nin kentsel dönüşüm adı
altında yürüttüğü rant odaklı politikalar, çıkardığı imar afları (2002 yılından
bugüne kadar 9 defa imar affı yasası çıkarıldı) ve yerel yönetimlerin çözüme
yönelik çabalarını görmezden gelmesi de sorunun giderek derinleşmesine ve çözümsüzlüğe
neden oldu. (8)
Kısaca, felaket kapitalizmi tüm ölçekleri etkileyen
iki küresel sürecin birleşimiyle ortaya çıkıyor: (Doğal) felaketler ve neo-liberalizm.
Dolayısıyla, felaket kapitalizmi, “güçlü özel mülkiyet hakları, serbest
piyasalar ve serbest ticaret ile karakterize edilen kurumsal bir çerçeve kurmayı
amaçlayan iktidarlar tarafından yürütülen yapısal ve yapısal olmayan neo-liberal
politikaların uygulanmasını ifade ediyor. (9)
Felaketler sermaye ve servet birikimi
aracı olarak kullanılıyor
Schuller ve Maldonado felaket kapitalizmini, “ulusal
ve ulus ötesi devlet kurumlarının bir dizi özel, neo-liberal kapitalist çıkarı
teşvik etmek ve güçlendirmek için felaketleri (çatışma sonrası durumlar da
dahil olmak üzere) hem sözde doğal hem de insan kaynaklı felaketler) araçsallaştırması
yüzünden ortaya çıkan bir durum” olarak tanımlıyor. Yazarlara göre bu tanım üç kurucu
unsur içeriyor: (i) Kamusal' müdahalelerde özel şirketlerin artan rolü. (ii)
Felaketlerin araçsallaştırılması. (iii) Neo-liberal kapitalist
çıkarların desteklenmesi. (10)
Felaket kapitalizmi arazi gaspları ile birlikte
yürüyor. Arazi gaspı genelde iki şekilde gerçekleşiyor: İlk olarak, bu tür bir
dönüşüm gerçekleşmeden önce, bölge sakinleri genellikle araziden çıkartılıyor
ya da yetersiz barınma ve istihdam yüzünden yerlerini terk etmek zorunda
bırakılıyor. İkinci olarak, yerel ya da ulusal hükümetler ya kararnamelerle ya
da rehabilitasyon kisvesi altında bölge sakinlerini arazilerinden tahliye ederek
stratejik arazi gaspı yapıyor. (11)
6 Şubat depremleri sonrasında her iki yönteme de
başvurulduğu biliniyor. Yani ya depremzedeler artık dayanamayacak noktaya kadar
getirilip yerlerinden edildiler ya da rezerv yapı alanı gibi düzenlemelerle
yerlerini terk etmeye zorlandılar.
Felaket sonrası rehabilitasyon ve yeniden inşa
sürecinde, bu sürece ilişkin ihalelerin çoğu, genellikle de şeffaf olmayan
biçimlerde hızlıca iktidara yakın müteahhit şirketlere veriliyor. Nitekim 6 Şubat
depremleri sonrasındaki onlarca milyar liralık inşaat, alt yapı ve yeniden inşa
işlerinin iktidara yakın müteahhitlere verildiği biliniyor.
Klein’e göre felaket kapitalizmi; savaş, politik kriz
ve doğal afet gibi büyük istikrarsızlaştırıcı olayların ardından sermayenin çıkarlarının
belirli bir bölgeye odaklanmasıyla ortaya çıkıyor. Ona göre bu, aslında askeri sanayi
kompleksinin bir uzantısıdır ancak sadece savaşlar değil, felaketler
sonrasındaki yeniden inşalar ve yapılandırmalar aracılığıyla devasa kârların ve
servetlerin yaratılması söz konusudur.
Böylece felaketlerin kapitalizm açısından işlevselliği
ortaya çıkıyor. Örneğin iklim değişikliği ya da iklim yıkımı çağında ortaya
çıkan felaketler sermaye için sermaye birikimini büyütme biçimi haline geliyor.
Nitekim sadece seller, su baskınları, orman yangınları sonrasında yeniden inşa
girişimleri değil, aynı zamanda çözüm olarak sunulan ‘yeşil büyüme’ ya da ‘yeşil
teknolojiler’ de felaket fırsatçılığının tipik örneklerini oluşturuyor.
Oligarşi ve Felaket Kapitalizmi
“Oligarşi, bir toplumda genellikle en zengin yüzde 1’i
oluşturan bir azınlığın yönetimidir. Aristoteles’in siyaset teorisinde
oligarşi, demokrasinin evrildiği ve sonunda kalıtsal bir aristokrasiye
dönüştüğü aşamadır. “George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanında, “oligarşik
yönetimin özü babadan oğula geçen miras değil, belirli bir dünya görüşünün ve
belirli bir yaşam biçiminin sürekliliğidir... Bir yönetici grup, haleflerini
atayabildiği sürece yönetici gruptur... Hiyerarşik yapı hep aynı kaldığı sürece
gücü kimin kullandığı önemli değildir” diye yazar. Bu sözcük B. Yeltsin
döneminde doğal kaynakları ve diğer varlıkları ele geçiren Rusya'nın kleptokratlarına
atfen kullanıldı. Bu tanım, aynı zamanda, servet zenginliğini piramidin
tepesindeki finans ve mülk sahibi sınıfta yoğunlaştıran Latin Amerika ve diğer ülke
oligarşileri için de geçerlidir.” (12)
Monbiot, ‘felaket kapitalizmi’ kavramını oligarşi
kavramıyla ilişkilendiriyor. Ona göre, “büyük servetler kapitalist girişimcilikten
ziyade; tekelcilikle, rant-kollayıcı faaliyetlerle, arazi, emlak, entelektüel
mülkiyet hakları gelirleriyle, software, sosyal medya platformları, montaj
hizmetleri gibi normalin çok üstünde kâr marjı ve rant sunan faaliyetlerle
gerçekleştiriliyor. Öyle ki sermayenin gücü artık iktidardaki oligarşinin
gücüne dönüşüyor ve / veya sermaye gücünü oligarşiden alıyor. Bu oligarşik yapı
ve sermaye grupları hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir demokratik devlet
ya da kontrol altında tutulan bir kapitalizm değil, kaosa dayalı, sermayenin
kuralları dışında hiçbir kurala tabi olmayan bir “felaket kapitalizmi” istiyor.
Çünkü kaos ve felaket kapitalizminden asıl olarak onlar yararlanıyor. Kaos ve
hukuksuzluk servetlerinin katlanarak büyümesine hizmet ediyor. (13)
Felaket Kapitalizminin iki yüzü
Felaket kapitalizmi tüm afet risk yönetimi
aşamalarında gözlemlenebilir bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Yani afetlerin
öncesinde (ex-ante) ve sonrasında (ex-post) gerçekleşen süreçler söz konusudur.
Bazı yazarlar ex-ante felaket kapitalizminin afet
risklerine neden olan ya da afet risklerini artıran neo-liberal reform ve
uygulamaları kapsadığını, ex-post felaket kapitalizminin ise afetlerin neo-liberal
tarzda siyasi düzenlemeleri hayata geçirmek (ya da güçlendirmek) için bir
fırsat olarak kullanılmasını ve nihayetinde önceden var olan riskleri daha da
artırabilecek bir piyasa fırsatı ve ekonomik vurgunculuğu ifade ettiğini ileri
sürüyor. (14)
Ölüm Siyaseti
Büyük depremler sonrasında yaşananları anlamak için
başvurulabilecek bir diğer kavram “Ölüm Siyaseti” (necro-politics) kavramıdır.
“Ölüm Siyaseti”, kimin yaşayacağı ve kimin ölmesi
gerektiğinin arkasındaki hesaptır. Nekro, Yunanca “ceset”
anlamına gelen “nekros” kökünden geliyor. Bu nedenle necro-politics, “ölüm
siyaseti” anlamına geliyor. Filozof Achille Mbembe ölüm siyasetini “kimin
önemli kimin önemsiz, kimin gözden çıkarılabilir kimin çıkarılamaz olduğunu
tanımlama kapasitesi” olarak betimliyor. (15)
Kısaca Ölüm Siyaseti, devletlerin insan hayatına nasıl
farklı bir değer biçtiğini aydınlatan bir çerçevedir. Kavramın temelinde
kapitalizm ve onunla bağlantılı şiddet kurumları var: Bu, beyazların siyahilere
karşı, erkeklerin kadınlara karşı, hâkim ideoloji ve inançların diğerlerine
karşı üstünlüğü ve genelde bir sömürgeleştirmedir. Öyle ki “muktedire ne kadar
yakınsanız hayatınızın değeri de o kadar fazla olur”.
Muktedire uzak olanlar değersizdir!
Keza Ölüm Siyaseti soyut bir toplumsal iyiliğe ulaşmak
için bazı insanların ölmesi gerekebileceğini de ileri sürer. Bu çerçevede bir
felaket sırasında ilk el uzatılacaklar muktedire daha yakın olan kimlikler ve
sınıflar iken, diğerleri feda edilebilirler.
Nitekim 6 Şubat depremleri sonrasında Hatay’da ilk üç
gün devletin kendisini neredeyse hiç göstermemiş olması; bu kentte hatırı
sayılır bir Arap Alevi kesiminin yaşaması ve bu kesimlerin iktidar partilerine
yakın durmaması, onlara yardım elinin zamanında ve tam olarak ulaşmamasının,
hatta bu kentte çadırlara ve konteynerlere sığınan insanların kaderleri ile baş
başa bırakılmalarının bir nedeni olarak gösteriliyor.
Ölüm Siyaseti hepimizin bildiği ve içinde yaşadığı
toplumsal statükoyu koruyan güçtür, yavaş yavaş ilerleyen bir şiddettir. Birçok
ötekileştirilmiş insanın doğuştan mahkûm edildiği, uzun süren bir ölüm halidir.
Egemen normdan uzaklaşan insanlar, Mbembe’nin “ölüm-dünyası” olarak
adlandırdığı şeyin içine hapsolurlar:
“Ölüm Siyaseti büyük nüfusların kendilerine yaşayan
ölü statüsü veren yaşam koşullarına tabi tutulduğu bir toplumsal varoluş biçimidir.
Diğer yandan, kasvetli bir çerçeve olsa da iktidarın ölümcül işleyişini nasıl
fark edeceğimizi öğretmesi açısından faydalı bir çerçevedir”. (16)
Sonuç
On binlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına, ağır
travmalara maruz kalmasına neden olan depremlerin ya da büyük ölçüde küresel
ısınmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan orman yangınlarının, fırtınaların
sellerin, su baskınlarının ve en son Kartalkaya’da yaşandığı gibi kâr hırsı ve
ihmal ve denetimsizliğin neden olduğu otel yangınlarının bir kısmı önlenebilir
ve/veya yol açtığı insani, ekolojik ve ekonomik hasar asgaride tutulabilir.
Ancak bunun önündeki en büyük engel, felaketleri yeni kârlar
ve servetler yaratma fırsatı olarak gören ‘felaket kapitalizmi’ ve bunun
üzerine inşa edilen ‘Ölüm Siyaseti’dir. Her ikisinde de sermaye sınıfının
devletle doğrudan iş birliği söz konusudur. Bu nedenle de sadece neo-liberal
kapitalizmin felaket kapitalizmi veçhesine değil, aynı zamanda bu sistemin
temel koruyucusu ve sürdürücüsü olan ve Ölüm Siyasetini uygulamaktan çekinmeyen
siyasal iktidarlara da karşı çıkmak gerekiyor.
Dip notlar:
(1) Strateji
ve Bütçe Başkanlığı, 2023 Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri Raporu (Mart
2023), s. 36, 130.
(2) https://www.statista.com/chart/29258/vulnerability-to-natural-disaster
(8 February 2023).
(3) Burcu
Aydın Özüdoğru, Kahramanmaraş merkezli depremin etkileri ve politika önerileri,
https://www.tepav.org.tr (27 Şubat 2023).
(4) Naomi
Klein, The Shock Doctrine : The Rise of Disaster Capitalism, London: Allen Lane. 2007, s. 6.
(5) https://www.developmenteducationreview.com/issue/issue-8/shock-doctrine-rise-disaster-capitalism (Spring
2009).
(6) https://www.diken.com.tr/kizilaydan-cadir-sattik-ama-bir-sor-niye-sattik-aciklamasi
(26
Şubat 2023).
(7) https://yaziportal.org/emperyalizm-ve-eylul-askeri-darbeleri-11-eylul-1973-sili-ve-12-eylul-1980-turkiye
(11
Eylül 2021).
(8) 6
Şubat 2023 Depremlerinin Birinci Yılı Değerlendirmesi, Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği, https://www.tmmob.org.tr
(6 Şubat 2024).
(9) David
Harvey, A brief history of neoliberalism, Oxford University Press.2005,
s. 2.
(10)Schuller
& Maldonado, 2016, s.62’den aktaran UN Office for Disaster Risk
Reduction, Global Assessment Report on Disaster Risk Reduction, 2022.
(11)Cohen
(2011)’den aktaran https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles (18 October
2020).
(12)Michael
Hudson, J is for Junk Economics: A Guide to Reality in an Age of Deception,
Germany: ISLET-Verlag, 2017, s..172.
(13)George
Monbiot, “from Trump to Johnson, nationalists are on the rise – backed by
billionaire oligarchs”, https://www.theguardian.com (26 July 2019).
(14)Sandoval
vd., 2020, s.833’den aktaran UN Office for Disaster Risk Reduction, Global
Assessment Report on Disaster Risk Reduction, 2022.
(15)Achille
Mbembe, Necro-politics (translated by Steven Corcoran), Duke University
press, Durham and London, 2019, s. 66-93.
(16)https://www.teenvogue.com/story/what-is-necropolitics
(10 March 2021).