25 Mart 2023 Cumartesi

İkiz açıklar alarm veriyor

 

Bütçe açığı ve cari açık artıyor, faturayı halk ödüyor!

Mustafa Durmuş

25 Mart 2023

(Çizgi: Ercan Akyol)

Geçtiğimiz hafta Şubat ayı aylık bütçe gerçekleşme raporu açıklandığında tek başına Şubat ayındaki açığın yaklaşık 171 milyar TL ve Ocak-Şubat toplam iki aylık açığın yaklaşık 203 milyar TL olduğunu gördük.

Faiz ödemeleri düşüldükten sonra geriye kalan açık demek olan “faiz dışı açık” ise Şubat ayında tam olarak 136,3 milyar TL ve toplam iki ayda 147,2 Milyar TL oldu. (1)

Bütçedeki bu gelişmeleri nasıl okumak gerekiyor?

Öncelikle, hem Orta Vadeli Plan’da (2023-2025) hem de geçen yıl kabul edilen 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nde açığın bu yıl yaklaşık 660 milyar TL olacağı tahmin ediliyordu.

Ancak daha yılın ilk iki ayında bu açığın yaklaşık yüzde 31’i gerçekleşti. Buna tam gaz devam eden seçim harcamalarının yanı sıra, EYT’lilere dönük olarak yapılacak harcamalar ve Kahramanmaraş depremlerinin neden olduğu yüzlerce milyar TL’lik beklenmedik deprem harcamaları da ilave edildiğinde, bu yıl bu açık hedefinin yılın geri kalan kısmında tutturulamayacağı çok net.

Nitekim Strateji ve Bütçe Başkanlığı depremlerin neden olduğu zararın 2 trilyon TL yani GSYH’nin yüzde 12’si civarında olacağını öngörüyor. (2) Bunun da kamu harcamalarında ciddi bir sıçramaya yol açması kaçınılmaz gibi görünüyor.

Bütçeden yapısal bir sorun var

Bir başka çarpıcı durum, geçen yılın aynı ayına göre bütçe açığının yüzde 344,6 oranında (3 kattan fazla) ve faiz dışı açığın ise yüzde 220,2 (2 kattan fazla) artmış olması.

Bu da sorunun faiz ödemelerinin de ötesine giden yapısal bir bütçe sorunu olduğunu gösteriyor. Zira faiz ödemeleri Şubat ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 21,6 oranında azalmış. Kısaca, kamu harcamalarının hem niceliğinde hem de niteliğinde ciddi sorunlar var. 

Örneğin, bütçenin harcamalar tarafında yüzde 50’lik pay ile en büyük kalemi oluşturan cari transferlerdeki artış, bütçe harcamalarının genelindeki ortalama artış olan yüzde 93,9’un çok üzerinde gerçekleşti (yüzde 161,4) ve geçen yıl Şubat ayında 74 milyar TL iken bu yılın aynı ayında 193,7 milyar TL’ye yükseldi. Bu da mevcut deprem ve seçim konjonktürü altında bu tür harcamaların kontrolden çıkması olasılığını güçlü tutuyor.

Bütçe gelirleri azalıyor

Bütçe açığının bu denli artmasının diğer nedeni ise bütçe gelirlerindeki azalma. Zira Şubat ayında genel bütçe gelirleri yüzde 21,3 azaldı. Vergi gelirlerindeki en çarpıcı azalma Kurumlar Vergisi (KV) tahsilatlarında oldu ve geçen yılın aynı ayına göre KV tahsilatları 18 kat azalarak, 82,6 milyar TL’den bu yılın Şubat ayında 4,6 milyar TL’ye geriledi.

Bunun nedeni asıl olarak geçici vergi biçiminde toplanan KV’deki uygulamaya geçen yılın son döneminde (Ekim-Aralık) son verilmiş olması. Bu da sermaye kesiminin talebini yerine getirmek için yapılmış bir düzenlemeydi ama bunun kaçınılmaz sonucu olarak vergi gelirleri azaldı.

Yaşanan depremlerin vergi gelirlerini azaltması ise kaçınılmaz çünkü toplam Gelir Vergisi vergi mükelleflerinin yüzde 11’inden, Kurumlar Vergisi Mükelleflerinin yüzde 9’undan ve Katma Değer Vergisi mükelleflerinin yüzde 10’undan fazlası bölgedeki yerleşiklerden oluşuyor. (3)

Bilindiği gibi bu vergilerin ve SGK primlerinin tahsilatları ertelendi, muhtemelen bir süre sonra önemli bir kısmı tamamen silinecek. Bu da (vergi gelirlerinin düşmesi yüzünden), bütçe açığını daha da artıran bir etki yaratacak. Bu çerçevede, bütçe açığının hem harcama hem de gelirler olmak üzere iki yönlü bir baskı ile daha da artacağını ve bu yıl GSYH’nin yüzde 6’sını bulabileceğini söyleyebiliriz

Yapılan bağışlar yetmeyecek,  fatura yine halka kesilecek

15 Şubat gecesi büyük bir şovla yapılan bağış kampanyasında verilen bağış sözü yaklaşık 115 milyar TL idi ve bunun 90 milyar TL’si kamu bankalarından ya da kurumlarından (T. Varlık Fonu gibi) geldi. Dolayısıyla özel sektörün bağışları çok sınırlı olduğu gibi, sözü verilen toplam bağış miktarının ihtiyacın ancak onda biri civarında olduğu anlaşılıyor. Kaldı ki verilen bu sözlerin önemli sayılabilecek bir kısmı da yerine getirilmemiş.

Bu nedenle de iktidarın yeni borçlanmaya gitmekten başka çaresi yok gibi görünüyor. Bu da faizlerin artması, faiz ödemelerine daha fazla kaynak ayrılması, toplumsal ihtiyaçlara ayrılan kaynağın giderek azalması, yani daha fazla kemer sıkma ve daha fazla işsizlik ve daha fazla yoksulluk anlamına geliyor.

Ayrıca, bölgedeki banka kredilerinin durumu da bir risk oluşturuyor. Öyle ki 10 il; toplam kredilerde yüzde 9, mevduatlarda yüzde 5,2 ve takipteki kredilerde yüzde 18 paya sahip. Tekstil ve tekstil ürünleri sektörü kredilerinin yüzde 40’ı, metal ve işlenmiş maden sektörü kredilerinin yüzde 18,3’ü, ziraat ve balıkçılık sektörü kredilerinin yüzde 15,5’i ve toplam tüketici kredilerinin yüzde 10,4’ü deprem bölgesindeki illerde dağılım gösteriyor. (4)

Dolayısıyla bu kredilerin geri ödenmesinde ciddi sorunlar yaşanacaktır. Bu da bankacılık sektörü üzerinde olumsuz bir etki yaratacak, banka kârlarını düşürerek ekonomik büyümeyi yavaşlatacaktır.

Cari açık zirvede

Bütçe açığındaki bu çok yüksek oranlı artışı, cari açıktaki benzer bir biçimde gerçekleşen artışla birlikte ele aldığımızda çok daha büyük bir sorun ile karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz.

Zira bu yılın Ocak ayında cari açık 9,8 milyar doları aştı. Geçen yılın aynı ayında bunun 6,9 milyar dolar olduğu dikkate alınırsa bir yılda cari açığın yüzde 42 oranında arttığı görülüyor. Bu açık, aylık açık olarak Cumhuriyet tarihinin en yüksek açığı olarak tarihe geçti.

Ayrıca, cari açığın finansman biçimlerine bakıldığında orada da ciddi bir sıkıntı yaşanmakta olduğu görülüyor. Öyle ki doğrudan yatırımlar 2022 yılı sonuna göre (2023 yılı ocak sonunda) yüzde 9,8 oranında azalışla 150,1 milyar dolar seviyesinde;  portföy yatırımları yüzde 1,1 oranında azalışla 92,2 milyar dolar seviyesinde; yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi stoku yüzde 10,8 oranında azalışla 25,7 milyar dolar seviyesinde, yurt dışı yerleşiklerin mülkiyetindeki DİBS stoku yüzde 0,2 oranında azalışla 1,2 milyar dolar seviyesinde kalırken; Hazine’nin tahvil stoku (yurt içi yerleşiklerce alınan tahvil stoku düşüldükten sonra) yüzde 6,4 artışla 44,6 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Aynı dönemde, diğer yatırımlar yüzde 2,0 oranında artarak 331,7 milyar dolar oldu. Yurt dışı yerleşiklerin yurt içi yerleşik bankalardaki döviz cinsinden mevduatı yüzde 2,7 oranında artarak 41,4 milyar dolar, TL mevduatı yüzde 15,0 oranında artarak 15,1 milyar dolar oldu. (5)

Kısaca, cari açık artık; kişi başı harcaması 900 dolara kadar gerileyen turizm gelirlerindeki, dışarıdan gelen kredilerdeki, yurt dışı yerleşiklerin ülkedeki bankalara gelen mevduatlarındaki, swaplarla desteklenen döviz rezervlerindeki ve hepsinden önemlisi geçen yılın aynı ayına göre bu yılın Ocak ayında yedi kattan fazla artarak 3,4 milyar dolardan 24,6 milyar dolara çıkan Net Hata ve Noksan Kalemindeki artışla (kaynağı belli olmayan (!) diğer dövizlerle) kapatılıyor. (6)

Bütçe açığı ve cari açığın böyle rekor düzeyde artması rakamların büyüklüğünün ötesinde ciddi bir sorunun da bizi beklemekte olduğunu gösteriyor. Öyle ki “İkili Açık” olarak da adlandırılan bu açıklar bu şekilde arttığında ülkede para basma yoluna gidilmesi nedeniyle enflasyonun hızla yükselmesi, borçlanmanın daha da artması, döviz kurlarının ve faiz oranlarının yükselmesi kaçınılmaz hale gelebilir.

Kamu borçlanmasında ve borç stokunda ciddi bir artış bekleniyor

Böyle bir ek harcama ihtiyacı kuşkusuz kamu borçlarının da artmasıyla, bu da kamu borç stokunun yükselmesiyle sonuçlanacaktır. Şöyle ki kabaca 700 milyar TL’lik bir ek borçlanma ihtiyacı doğacaktır (faiz ödemeleri de dâhil).  Hali hazırda 4,1 trilyon TL anapara (stok) ve 2,6 trilyon TL olmak üzere toplam 6,7 trilyon TL’lik bir kamu borç stoku mevcut. Eğer bu yılki milli geliri, çok kaba bir tahminle, 16,5 trilyon TL olarak alırsak, reel borç stoku yüzde 42 civarında bir değere ulaşacaktır (koşullu yükümlülükler hariç). Bu da risk primini yükseltecek ve borçlanmayı çok daha pahalı hale getirecek ve bir yönüyle de borçlanmayı zorlaştıracak bir gelişmedir.

Ayrıca, Türkiye’de borç çevirme oranı giderek artıyor. Yani Hazine 100 TL’lik bir kamu borcunu ödeyebilmek için en az 150 TL borç alınmak zorunda. Bu borçların bir kısmı tahvil ihracıyla yurt dışından karşılanacağından Hazine bu yıl için planladığı borçlanmayı daha da artırmak zorunda kalacaktır. Bu da ortalama yıllık yüzde 9-10 civarında olan dış borç faiz oranını daha da yükseltecektir.

İlave olarak, iktidar bloku içerden borçlanmayı kolaylaştırabilmek için Kur Korumalı Mevduata yönelimi daha da teşvik edecektir (ya da doğrudan IMF’nin kapısını çalacak). Bunun sonucunda, yoksuldan zengine doğru olan servet transferi daha da artacağı gibi, ortaya çıkacak finansman  yükü daha yüksek faiz ve daha ağır vergiler biçimde halkın sırtına bindirilecektir.

Döviz kurları neden yavaş artıyor?

Bu süreçte döviz kurlarında çok kontrollü bir artış yaşanıyor. Oysa yukarıda sayılan gelişmelerin döviz kurlarını tabiri caiz ise fırlatması beklenirdi. Bu kontrollü ya da baskılanmış kur artışında yaklaşan seçimlerin önemi çok büyük.

Seçime gidilirken bir döviz krizi yaşamak istemeyen ve bunu olabildiğince ötelemeye çalışan  iktidar bloku kuru baskılama işini, başta 1,6 trilyon TL’i aşan Kur Korumalı Mevduat daha da büyütmek ve giderek içinden çıkılamaz bir hal alan makro ihtiyati tedbirlere ve son olarak kurumsal müşterilerin günlük dolar alım miktarını 5 milyon dolardan 2,5 milyon dolara düşürmek ve yurt dışına yapılan döviz transferlerine uygulanan yüzde 5’lik masraf adı altında komisyon uygulamasında (7) olduğu gibi kısmi sermaye kontrollerine başvurarak yapıyor. Ancak bunun başta bankacılık sektörü üzerinde olmak üzere ekonominin bütünü üzerinde yakın gelecekte ciddi olumsuz etkileri olacağı açık.

Sonuç olarak

Bu aralar faizler de döviz kuru da yapay olarak baskılanıyor. Seçimlerden sonra hangi iktidar olursa olsun kur ve faizler kaçınılmaz olarak yükselecek ve ekonomik sıkıntılar devam edecektir.

Eğer demokratik muhalefet her iki seçimi de alırsa, bu durum uluslararası piyasalar tarafından ekonomik ve siyasal istikrarın sağlanacağının bir işareti olarak değerlendirilebileceğinden, hem faizdeki hem de kurdaki yükseliş daha yavaş olabilir.

Ancak iktidar değişmezse, mevcut kadrolar aracılığıyla mevcut politikalar sürdürülürse, bunun sadece demokrasi açısından değil, ekonomi açısından da hali hazırdaki maliyetinden çok daha büyük bir maliyeti olması kaçınılmazdır.

O halde, “böyle bir krizden çıkışta şu ana kadar yapıldığı gibi, faturanın emekçilere ödettirilmesi biçimindeki sermaye yanlısı bir anlayış mı, yoksa başta servet vergisi olmak üzere sermaye kesiminden alınacak vergilerle yürütülecek emekten yana yeniden bölüştürücü bir ekonomik toparlanma anlayışı mı hakim olacaktır” sorusu bugünün en önemli sorusudur.

Özetle, içinde bulunduğumuz bu korku tünelinden kalıcı bir biçimde sadece, emekten yana bir iktidar ve onun uygulayacağı neo-liberalizmi reddeden, kamuculuğu ön planda tutan yeni bir paradigma ve buna uygun ekonomi politikaları ile çıkılabilir.

Dip notlar:

(1)    Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe Gerçekleşme Raporu, Şubat 2023.

(2)    T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 2023 Kahramanmaraş ve Hatay depremleri raporu, Mart 2023, s. 8.

(3)    Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED), 2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Durum Raporu, (10 Şubat 2023), s. 5.

(4)    Agr.

(5)    TC.Merkez Bankası, Uluslararası Yatırım Pozisyonu, https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatis (20 Mart 2023).

(6)    T.C. Merkez Bankası, Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Ocak 2023, Tablo 3. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı - Yıllıklandırılmış Ayrıntılı Sunum (Milyon ABD Doları) (*), s. 10 (21 Mart 2023).

(7)    https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kkm-buyuyor-sorun-oteleniyor-ve-giderek-derinlesiyor (17 Mart 2023); https://www.ekonomim.com/finans/haberler/dolara-tam-saha-pres-gunluk-alim-limiti-dusuruldu-haberi (20 Mart 2023).

 

 

19 Mart 2023 Pazar

Plastik atıklar

 

Avrupa’nın plastik atık çöplüğüne dönüşmüşüz!

Mustafa Durmuş

19 Mart 2023


Doğa tahribatına neden olan birçok faktör var. Kâr sürümlü üretim ve savaş/militarizm amaçlı olarak kullanılan petrol ve kömür gibi fosil yakıtlar bunların en başta gelenleri. Zira bunların yoğun kullanımının neden olduğu karbondioksit emisyonu küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine yol açan en temel nedenlerden birini oluşturuyor.

Daha az bilinen bir diğeri ise, plastik atıklar. Bu atıklar doğada yüzlerce yıl kaybolmadan kalabiliyorlar. Ya yakılıyor ya gömülüyor ya da sanayi ve ticaret amaçlı yeniden kullanım için geri kazanıma tabi tutuluyorlar.

Her üç halde de plastik atıklar havada, toprakta, göllerde, denizlerde ve okyanuslarda ciddi kirliliğe ve aynı zamanda da ciddi birçok hastalığa neden oluyorlar.

Yılda 10 milyon kamyon atık

Dünyada yılda 350 milyon metrik ton plastik atık üretiliyor. Bu 10 milyon adet tıka basa dolu çöp kamyonu yükü kadar bir atık miktarı demek oluyor.

Kâr amaçlı aşırı büyüme takıntısının, dolayısıyla da insan ihtiyaçlarından fazla üretim ve tüketimin kaçınılmaz sonucu olarak bu denli büyük bir atık ortaya çıkıyor.

Bu atıkların büyük bir kısmı yakılıyor, toprağa gömülüyor ve sadece küçük bir kısmı (yüzde 2’si) başka ülkelere ihraç ediliyor. Özellikle de son yıllarda yoksul, azgelişmiş ülkeler bu plastik çöplerin en fazla gönderildiği yerler.

Türkiye en fazla atık ithal eden ikinci ülke

İstatistiklere göre, dünyada en fazla plastik atık ihraç eden ülke Avrupa’nın en gelişmiş sanayi ekonomisine sahip bulunan Almanya. Yılda 853,860 ton plastik atık üretiyor. Onu Japonya ve ABD izliyor.

İthalatçı ülkeler tarafında ise plastik atık ithal eden toplam 183 ülke var ve bunların arasında ilk sırayı yılda 715,275 ton ithalat ile Malezya ve ikinci sırayı 619,287 ton ile Türkiye alıyor.(1)


Kısaca, Türkiye’de 21 yıldır neo-liberal sermaye ve servet birikimi stratejisi uygulayan iktidarlar ülkeyi sadece bir beton yığınına değil, aynı zamanda Avrupa’nın plastik atık çöplüğüne de çevirmişler.

Hesaba katılmayan bir başka büyük zarar

Bugünlerde Kahramanmaraş depremlerinin neden olduğu 103,6 milyar doları (yaklaşık 2 trilyon TL) bulan ekonomik zararı (yeniden imar maliyetleri hariç) konuşuyoruz.(2) Ancak hala doğaya verilen zararı konuşacak duruma gelemedik.

Aslında bu hasar kendini, en son Şanlıurfa ve Adıyaman’da olduğu gibi, artık her yıl tekrarlanan seller- su taşkınları kadar, aşırı sıcaklar ve ülkenin Batısı ve Güneyinde ortaya çıkan orman yangınları ve Güneydoğusundaki kuraklıklarla, dolayısıyla da ormanları tahribatı, gıda sorunu ve açlık riskiyle de gösteriyor.

Toprak altına gömülen, yakılan, denizlere boca edilen plastik atıkların (ve nükleer atıkların) neden olduğu ekonomik ve toplumsal zarar ve hastalıklarsa henüz tam olarak bilinmiyor ve yeterince konuşulmuyor. Ancak ilerde bunların da yakıcı bir gündem haline geleceğinden emin olabiliriz.

Eğer ülkedeki son 21 yılın hasar/zarar bilançosu hazırlanacaksa, buna şu anda hesaba katılmayan doğaya verilen böyle hasarları da katmak gerekiyor.

Kuşkusuz, bundan böyle ülkede ekonomik gelişme, büyüme ve kalkınma stratejisi ve buna uygun ekonomi politikaları hazırlanırken de, bunların emekten, ezilenlerden ve kadınlardan yana olması kadar, doğa dostu olmasına da dikkat edilmeli.

Kâr sürümlü düzen sona ermeden özgürleşebilmek mümkün değil

Bu düzende bunları yapabilmek mümkün mü? Kâr çıkarımını esas olan bu sermaye düzeni sürdükçe ve kâr toplumsal ihtiyaçların önünde tutulduğu, doğa kâr için feda edildiği sürece bunu gerçekleştirebilmenin imkânsız olduğunun bilincindeyiz.

Ancak, bir kenarda oturup birilerinin bir gün bu düzeni değiştirmesini umut etmek yerine, bu düzeni bugünden değiştirmeye dönük olarak bizlerin yapabileceği işler de olmalı.

Öncelikle, düşünme biçimimizi değiştirmeli, “doğanın efendisi” değil, doğadaki diğer canlılar gibi, sadece onun bir parçası olduğumuzun bilincinde olarak, davranmalı, bu bağlamda mevcut üretim, tüketim ve yaşam biçimimizi sorgulamalıyız. “Kendimizi var eden bir şeyi yok ettiğimizde kendimizi de yok etmemizin kaçınılmaz olduğunun” bilincinde olmalıyız.

Kârlı ama insana, topluma, diğer canlılara ve bir bütün olarak doğaya zararlı üretim ve tüketime son vermeliyiz. Bunun için de bugünden, siyasette ve ekonomide radikal ekonomik değişiklikleri gündeme taşımalı, dayatmalı ve bunların hayata geçirilmesi için birlikte mücadele etmeliyiz.

Dip notlar:

(1)  https://www.visualcapitalist.com/cp/charting-the-movement-of-global-plastic-waste (17 March 2023).

(2)  https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2023/03/2023-Kahramanmaras-ve-Hatay-Depremleri-Raporu.pdf (17 Mart 2023); https://www.serhatnews.com/ekonomist-prof-dr-durmus-depremin-ekonomiye-yansimalarina-dikkat-cekti (17 Mart 2023).

 

 

13 Mart 2023 Pazartesi

'Dünyada Özgürlüklerin Durumu’ Raporu

 

‘Dünyada Özgürlüklerin Durumu’ Raporunda Türkiye

Mustafa Durmuş

13 Mart 2023


Dün ‘12 Mart Muhtırası’ olarak da anılan ve Türkiye’yi bugüne kadar getiren askeri darbeler ya da muhtıralardan birinin 52’nci yıldönümü idi. Bu muhtıra sonrasında “darağacında üç fidan” olarak da adlandırılan üç devrimci gençlik önderi idam edilmiş, bir yıl sonra 30 Mart 1972’de, Kızıldere’de diğer devrimci önderler öldürülmüştü.

Dönemin oligarşisinin 1971 sonrasındaki bu yöndeki girişimleri 12 Eylül askeri darbesi ve ardından inşa edilen askeri diktatörlükle birlikte doruk noktasına çıktı.

O yıllardan bu yana sınırlı burjuva demokrasisi altında, ülke faili meçhuller ve askeri ve sivil diktatörlük girişimleri arasında gitti geldi. En son ‘15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nin ardından ilan edilen OHAL ve beraberinde inşa edilen “Tek Adam rejimi” olarak da adlandırılan otokratik bir rejimle bugüne kadar geldik.

Tarihimizin en önemli seçimlerine giderken…

Önümüzde yaklaşık iki ay sonra tarihimizin belki de en önemli seçimlerinden birini gerçekleştireceğiz. Ama son 52 yıllık sürece geri dönüp baktığımızda, demokrasi ve özgürlükler bağlamında, daha iyi bir durumda olduğumuzu söyleyebilmek çok zor.

Zira bu seçime gidilirken 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri gerekçe gösterilerek, ülkenin bir kısmında hali hazırda OHAL edildi, bütününde ise genel olarak demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımını daha da kısıtlamaya dönük bir atmosfer hâkim. Bu da elbette sadece seçim ve sandık güvenliği açısından değil, aynı zamanda muhalefetin özgürce seçim çalışması yürütebilmesi açısından ciddi bir sorun oluşturuyor.

Freedom House’in son raporu

Ülkedeki durumu bizler yaşayarak en iyi bilsek de, yabancılar da neler olup bittiğinin farkındalar ve ülkenin bu durumu uluslararası raporlara yansıyor. Nitekim ‘Demokrasiyi Gözleme Örgütü’ olarak da bilinen Freedom House, her yıl yaptığı gibi bu yıl da, dünyanın en özgür ve en çok baskı altındaki uluslarını sıralayan bir rapor yayımladı. (1)

Örgütün bu raporları, küresel demokrasi için önemli bir barometre olarak kabul ediliyor. Bu yılki raporda (raporun genel bulgularından başlarsak),  küresel özgürlüklerin, hızı giderek yavaşlasa da, son 17 yılda art arda gerilediği ileri sürülüyor.  Toplam 195 ülke ve 15 bölge, “özgür”, “kısmen özgür” veya “özgür değil” olarak sınıflandırılıyor ancak son rapor hazırlanmadan önce ülkeler politik haklara ve sivil özgürlüklere erişim düzeyleri açısından analiz ediliyor.

İfade özgürlüğü üzerindeki baskılar arttı

Rapora göre, 2022 yılında, 195 ülkeden 35’inin puanlarında düşüş (kötüleşme) yaşanırken, 34’ünde yükselme (iyileşme) söz konusu. Analiz, özellikle de ‘medya özgürlüğü’ göstergesinden 4 üzerinden 0 puan alan ülke sayısının son 17 yılda 14’ten 33’e çıkmasıyla, basın özgürlüğünün gerilediğini ya da basın üzerindeki baskıların arttığını ortaya koyuyor.

Kısaca, özgür medya ve basının toplum üzerindeki rolünün günümüzdeki öneminin büyüklüğü dikkate alındığında, bu durum demokrasi güçleri açısından son derece rahatsız edici olmalı.

Diğer yandan, özgürlükler yaklaşık 20 yıldır küresel olarak düşüşte olsa da, raporun 50 yıl önce ilk kez yayınlanmasından bu yana yapılan kıyaslama, 50 yıl öncesine göre kısmi bir iyileşmenin olduğunu da ortaya koyuyor. Çünkü o yıllarda 148 ülkeden 44’ü “özgür” sayılırken, bugün 195 ülkeden 84’ü “özgür” olarak kabul ediliyor.

Türkiye’nin durumu iç açıcı değil!

Raporda Türkiye, “baskıcı rejimler” başlığı altında yer alan örneğin Myanmar, Tayland ve Taliban Afganistan’ı ile birlikte anılıyor. Öyle ki ülkenin toplam puanı 100 puan üzerinden 32 puan ve statüsü “özgür değil/not free). Politik haklar açısından 40 puan üzerinden 16 puan ve sivil özgürlükler (ifade özgürlüğü ve yasalar önünde eşitlik ve basın özgürlüğü gibi) 60 puan üzerinden 16 puan alabiliyor.

Nitekim bu gelişmelerin farkında olsa gerek ki, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’yi,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına uygun olarak gösteri özgürlüğünü güvence altına almak için adım atmaya ve barışçıl gösterilerde kullanılan göz yaşartıcı gaz ve diğer silahların kullanımına ilişkin 2016 tarihli yönetmeliğin uygulanmasının uluslararası standartlara tam olarak uygunluğunu sağlamaya çağırdı. (2)

Son 10 yılda özgürlüklerin en fazla aşındığı 5’nci ülke

Rapora göre, dünyada son 10 yılda demokrasi puanı ciddi biçimde kötüleşen ülkeler arasında Türkiye 5’nci sırada (29 puan düşüş) yer alıyor. Türkiye’nin önündeki ilk 4 sırada yer alan ülkeler ise sırasıyla: Libya, Nikaragua, Güney Sudan ve Tanzanya.



Kısaca rapor, Türkiye’de bireysel hak ve özgürlüklerin ciddi baskı altında tutulduğu tespitini yapıyor ve ülkeyi “özgür olmayan” bir ülke olarak nitelendiriyor. Bundan birkaç yıl öncesinde The Economist Dergisi Türkiye için “kısmen özgür” nitelemesi yapmıştı. Yani durum giderek kötüleşiyor.

Rapor Türkiye’nin puanındaki bu sert düşüşün arka planındaki gelişmeleri şöyle özetliyor:

“Türkiye’deki 2016 yılındaki başarısız darbe girişimi, siyasal haklar ve sivil özgürlükler üzerine ciddi biçimde gölge düşürdü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve başkanı olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olayı, anahtar konumundaki demokratik denetimlerin ve dengelerin ve politik rakiplerinin etkisiz hale getirilmesini haklı çıkarmak için kullandı. Bu süreç 2022’de de devam etti ve bu durum çok önemli bir cumhurbaşkanlığı seçimine gidilirken, bu yıl da sürüyor. Seçimler öncesinde iktidar, seçim sonuçlarına itirazları gözden geçirecek hakimlerin seçimini kontrol altına almak için yeni bir yasayı ve muhalefetin düzenleyeceği kampanyaları ve bağımsız medyayı daha fazla bastırabilecek bir "dezenformasyon" yasasını çıkarttı. (3)

Umut hala var!

Diğer yandan raporun, demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşabileceğini öngören, bu bağlamda umut içeren aşağıdaki tarihsel belirlemesi çok önemli:

“Otoriter rejimler son derece tehlikeli olmaya devam etseler de, yenilmez değiller. Gelişmeler, olaylar otokratların yanılmaz olmaktan çok uzak olduğunu ve yaptıkları hataların demokrasi güçleri için yeni açılımlar sağladığını gösteriyor”.

Özetle, bugün artık demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmak için çok daha kararlı olmak ve bir adım daha ileri giderek, hem mümkün hem de gerekli olan Demokratik bir Cumhuriyeti inşa etmek için birlikte ve örgütlü bir biçimde mücadele etmek gerekiyor.

Dip notlar:

Harita için kaynak: (https://www.statista.com/chart/12541/the-state-of-freedom-worldwide (9 March 2023).

(1)    https://freedomhouse.org/report/freedom-world/2023/marking-50-years (9 Mart 2023).

(2)    https://tr.euronews.com/avrupa-konseyinden-turkiyede-toplanma-ozgurlugunun-korunmasi-icin-onlem-alinmasi-cagrisi (10 Mart 2023).

(3)    https://freedomhouse.org, agr.