31 Temmuz 2021 Cumartesi

Aşılamadaki sorun: Halk mı mesafeli, iktidar mı yeterince gayretli değil?

 

 

Aşılamadaki sorun: Halk mı mesafeli, iktidar mı yeterince gayretli değil?

Mustafa Durmuş

31 Temmuz 2021

Sağlık Bakanı Koca’nın Çarşamba günü yaptığı açıklamalara göre; Covid-19 vaka sayısında son bir haftada en fazla artış şu 5 ilde görüldü: Siirt, Diyarbakır, Bitlis, Giresun ve Iğdır. (1)

Bakan’a göre vaka sayısındaki artış ile aşılanma oranı ve hızı arasında ters yönlü bir ilişki var. Öyle ki aşılamanın çok yavaş olduğu illerde vaka sayıları çok hızlı artıyor.

Diğer yandan her 4 insanımızdan 1’inin, muhafazakâr tutum ve aşının olası yan etkileri yüzünden aşı karşıtı olduğu ya da aşı konusunda tereddütler yaşadığı da ileri sürülüyor.

Nüfus 84 milyon mu, 90 milyon mu?

Bu arada toplum bağışıklığı açısından henüz yeterli bir aşılama düzeyinde olmadığımızın da altını çizelim. Resmi verilere göre 84 milyonluk nüfusun yüzde 30’u ancak aşılanabilmiş durumda.

Ancak ülkede yaşayan 6 milyon civarında sığınmacı var. Bunların aşılanma durumuna ilişkin resmi ya da gayri resmi hiçbir bilgi yok. Bakanlık bunu da dert etmiyor gibi.  Yüksek ihtimalle sığınmacılar arasındaki aşılanma oranı çok düşük.

Dolayısıyla sığınmacıları da kattığımızda aşılama oranının yüzde 30’un altına düşmesi kaçınılmaz.  Kaldı ki toplum bağışıklığı için bu oranın yüzde 60-70’in üzerinde olması gerekiyor.

Kısaca Salgından kurtuluşun çok hızlı aşılanma ve maske-mesafe ve temizlik kurallarına uygun hareket etme olduğu kesin.

O halde aşılanma neden beklendiği gibi gitmiyor?

Aşılama konusundaki tereddütler?

Kuşkusuz aşılamanın yavaş gitmesinin birçok nedeni var. Öncelikli olarak, yeterli aşı yoksa ya da aşıya erişme zorlukları mevcutsa (etkin işlemeyen randevu sistemi gibi)  yeterince aşılama yapılamaz.

İkinci olarak, aşılama, deyim yerindeyse tam bir seferberlik gibi hayata geçirilmeli. Siyasal iktidar tüm kaynaklarını ve enerjisini bunu için kullanmalı. Bütünlüklü bir aşılama kampanyasına önce siyasal iktidar sahip çıkmalı ve tereddüt içindeki yurttaşları ikna etmeli. Buna dönük yeterli bir çabayı da görebilmek mümkün değil.

Bu konuda iktidarın aşı karşıtı kendi muhafazakâr seçmenini karşısına almak istememesi gibi bir tutum söz konusu olabilir. Çünkü genel olarak aşılamanın en düşük olduğu iller AKP oylarının en yüksek olduğu iller. İlk 5 il arasında sayılan Giresun bunun en somut örneği.

Üçüncü olarak, bu ülkede devlet ve devleti yönetenlerin böyle büyük salgınlarda dahi doğru bilgiyi halka paylaşmadıkları, yeterince şeffaf olmadıkları gibi bir gerçekle yüzleşmek durumundayız. Bu da aşılamanın arkasındaki başka niyetlerin olup olmadığı konusunda spekülasyonlara ve kafa karışıklığına neden oluyor.

Son olarak, Covid-19 aşısının erkek üretkenliğini öldürdüğü ya da kısırlığa neden olduğu ve birçok cinsel soruna (sertleşme gibi) yol açtığı biçiminde ciddi düzeyde bir yanlış algı söz konusu. Aşı konusunda tereddütlü olanların bir kısmının da (tüm dünyada olduğu gibi) aşının bu sözde yan etkileri yüzünden aşı olmadıkları yönünde yaygın bir kanı mevcut.

Aşı mı, virüs mü? Hangisi kısırlığa neden oluyor?

Oysa yenilerde yayınlanmış olan bilimsel bir makale bunun tam tersi bir iddiayı ileri sürüyor ve bunu kanıtlıyor. (2) Bu çalışmaya göre, ABD’de Miami Üniversitesi Üroloji Bölümünde görev yapan bir grup bilim insanının yaptığı araştırmalar Covid-19 aşılarının erkeklerde kısırlığa ya da cinsel sorunlara yol açmadığını, buna karşılık Covid-19 virüsünün (SARS-Cov-2)  bu sorunlara neden olduğunu ortaya koyuyor.

Bu araştırmalardan biri Covid-19’dan ölen 6 hastanın testislerinden alınan doku örneklerinin incelenmesine dayanıyor. Buna göre 1 hastanın testislerinde virüs saptanırken, 3 hastada sperm sayısında ciddi bir azalma görüldü. Tedavi sonucunda hastalıktan kurtulan 1 başka hastanın testislerinde (tedaviden 3 ay sonra yapılan tetkiklerde) hala virüsün mevcut olduğu ortaya çıktı.

Covid-19’un erkeklik cinsel organının işlevini de (sertleşme sorunu gibi)  olumsuz yönde etkilediği bu çalışmalarda ortaya çıktı. Öyle ki 2 hastada teşhisten 6-9 ay sonra dahi işlev bozuklukları yaşandığı görüldü. Bu durum virüsün neden olduğu enfeksiyonun penise yeterince kan gelmesini önlemesi ile açıklanıyor. Ayakta tedavi gören hastalardan 1’inde de hala işlev bozukluğu yaşandığı da bulgular arasında.

Bu tespitler şaşırtıcı değil zira Covid-19 öncesinde benzer araştırmalarda da virüsün testislere sızması durumunda sperm üretiminin azaldığı, kısırlığın başladığı ve cinsel işlev bozukluklarının yaşandığı belirlenmişti.

Aynı ekip bu kez aşının erkek üretkenliği ve cinsel işlev üzerindeki etkileri araştırdılar. Pfizer/Biontech ve Moderna aşılarının etkilerini 45 yetişkin erkek üzerinde denediler.

Sonuç olarak aşının kısırlığa ya da işlev bozukluğuna (tek bir hastada dahi) yol açmadığı bulgusunu elde ettiler.

Özcesi aşılama hızının artırılması, aşının gerekliliğinin tüm topluma anlatılması, bu konudaki tereddütlerin ortadan kaldırılması gerekiyor.

Dip notlar:

(1)  https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/son-dakika-fahrettin-koca-en-cok-vaka-artisi-olan-illeri-acikladi (28 Temmuz 2021).

(2)  https://theconversation.com/covid-19-could-cause-male-infertility-and-sexual-dysfunction-but-vaccines-do-not (26 July 2021).

19 Temmuz 2021 Pazartesi

Paranın izini sür, yolsuzlukları gör!

 

Paranın izini sür, yolsuzlukları gör!

Mustafa Durmuş

19 Temmuz 2021

S. Peker videoları ülkede yaygın yolsuzluklar ve rüşvetin olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Aslında bu durum yeni de, şaşırtıcı da değil. Kapitalizm öyle bir üretim ve bölüşüm ilişkilerine sahip ki bu düzenin kendi koyduğu yasalar çerçevesinde yasa dışı olarak nitelediği yolsuzlukların ve rüşvetin önüne geçilemiyor. Bu tespit en gelişkin kapitalist ülkeden en az gelişmişine kadar geçerli. Aradaki fark esasta ton farkından ibaret, birinde daha az, diğerinde daha fazla.

Yolsuzluklar yeni değil, şaşırtıcı da değil

Yolsuzluklar son 20 yılın ürünü de değil. Ancak kapitalizmin “ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi”,  “rantçı kapitalizm” gibi biçimleri ve kapitalist devletin de oligarşik-otoriter-mafyatik biçimlerinin hâkim olduğu günümüzde yolsuzluklar, rüşvet, zora dayalı olarak başkasının ya da toplumun malına el koymalar ve çökmeler artık çok daha yaygın bir hal aldı.

Hele bu rejimler olağanüstü hal altında sürdürülen bir tür “tek adam rejimi” iseler, rejim değişmeden bunlara son verilmesi mümkün değil. Ortada nakit olarak dönen milyarlarca dolar, el değiştirmeye hazır onlarca milyon lira değerindeki mülk, otel, fabrika, maden ve adrese teslim milyar dolarlık kamu ihaleleri varsa bu durumun beraberinde yolsuzlukları ve rüşveti getirmesi kaçınılmaz oluyor. Bunlar istisnai olaylar olmaktan çıkıyor, mevcut kapitalist işleyişin bir parçası haline geliyor.

Türkiye’de de bugün bu konular, sınırlı da olsa, bazı muhalif TV kanallarında ve özellikle de sosyal medyada konuşuluyor, tartışılıyor. Ancak bu tartışmalar çoğu kez bir polisiye roman çizgisini aşamıyor, nitelikli analizler yapılamıyor. Muhalefet partileri ise, çoğu zaman yaptıkları gibi bu iddiaların üzerine daha kararlı bir biçimde gitmek yerine, “bekleyelim görelim” davranışı içindeler. Bu da “bir zaman sonra yeni bir iktidar gerçekleşse bile bu yolsuzlukların hesabının gerçekten sorulamayacağı” algısının güçlenmesine neden oluyor.

Yolsuzluklara “ticari sır” koruması

Ortaya atılan iddialar, son 15-20 yılda türeyen bazı servet zenginleri, bu süreçte servet dağılımının görülmemiş ölçüde kötüleşmiş olması, çok büyük kamu ihalelerinin sadece belli yandaş sermaye gruplarına verilmesi, Küresel Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde Türkiye’nin puanının giderek kötüleşmesi gibi olgular, ülkede yolsuzluk ve rüşvetin yaygın bir biçimde varlığını gösterme konusunda yeterli midir?

Belki. Ama bu iddiaların başka verilerle ve bulgularla da desteklenmesi gerekiyor. Bu noktada ciddi bazı engeller söz konusu. Bunların başında “gizlilik” gerekçesi geliyor. Ülkede neredeyse hiçbir konuda açıklık ve şeffaflıktan söz edilemeyeceğinden, en sıradan bir bilgi için başvurulduğunda dahi “ticari sır olduğu” ya da “devletin güvenliği” gerekçesiyle bu başvuru kolayca geri çevrilebiliyor. Bu konularla ilgili Meclis araştırması yapılmasına dönük önergeler reddediliyor.

‘Finansal Gizlilik Endeksi’nde Türkiye’nin yeri

Bu yüzden de uluslararası bazı göstergelere bakmak durumunda kalıyoruz. Bu açıdan bize kısmen de olsa yol gösterebilecek uluslararası bir gösterge mevcut: Finansal Gizlilik Endeksi (Financial Secrecy Index). Bu endeks vergi kaçıranlar için nispeten daha güvenli limanlar sağlayan dünya çapındaki ülke ve bölgeleri belirlemek amacıyla Vergi Adalet Ağı (Tax Justice Network) tarafından hazırlanan endeks. Endeks, kısaca, ülkesine ait finansal bilgileri kamuoyu ile paylaşmayan (gizli tutan) ülkeleri sıralayarak teşhir ediyor.

İlk sıralarında en az  finansal bilgi paylaşan ülkelerin yer aldığı  bu endekste Türkiye 2020 yılında toplam 133 ülke arasında 55‘nci sırada bulunuyor. Gizlilik puanı 100 üzerinden 60. Gizlilik puanlarının sıralandığı ve renklendirildiği endekste Türkiye en gizli üçüncü bölgede (turuncu) yer alıyor. (1)

Türkiye’nin endekste (Venezuela ve Kolombiya‘nın üzerinde olmak üzere) üst sıralara çıkmasına neden olarak sırasıyla; Reza Zarrab’ın bir tarafını oluşturduğu ve dört Bakanın istifasıyla sonuçlanan kara para aklama ve rüşvet suçlaması, ABD’deki Halk Bank soruşturması, 2017 yılındaki Man Adaları, Malta Belgeleri ve Türkiye’nin vergi cennetlerinin listesini hala yayınlamamış olması gibi olgular gösteriliyor.

Ancak bu raporun bu yıl yayınlanan videolarda yer alan iddiaları  içermediğinin de altını çizelim. Böylece 2021 yılı endeksinde Türkiye’nin yerinin daha da yukarılarda olacağını kestirmek zor olmayacak. Çünkü bir ülkede yolsuzluklar (dolayısıyla da rüşvet) arttığında ülkenin endeksteki yeri de yukarı doğru çıkıyor.

Paranın izini sür!

Yolsuzluklar  ve rüşvet yaygın bir hal aldığında bazılarının servetlerinde ciddi artışların da ortaya çıkması kaçınılmaz. Bu servetlerin bir kısmının ülke içinde para piyasaları ve borsalarda değerlendirildiği, bir kısmının ise yine ülkedeki temel servet büyütme aracı olan inşaat-emlak sektörüne aktarıldığı açık.

Nitekim bu ülkede binlerce konutu,  alış veriş merkezlerinde onlarca hatta yüzlerce dükkanı olan türedi zenginler var. Ayrıca İstanbul’da bir ilçenin adıyla anılan bir vakıf üniversitesinde olduğu gibi, eğitim sektörüne yatırım yapılarak üniversite kurulduğunu ya da sağlık sektöründe büyük çaptaki özel hastanelerle bunların sermayeye dönüştürüldüğünü biliyoruz.

Ancak böyle servetler asıl olarak yurt dışına çıkartılarak korunmak ve uygun yollarla (en azından önemli bir kısmı)  ülkeye geri getirilerek aklanmak zorunda. Öbür türlü bu servetleri koruyabilmek ve büyütebilmek güç.  Çünkü yurt dışına çeşitli yollarla çıkartılabilen servetler hem orada güvenli olarak saklanıp, nemalandırılıyor, hem de çıkartılan varlık aflarıyla ya da uluslararası ticaret mekanizmasıyla bir süre sonra ülkeye getirilerek meşrulaştırılıyor, yani aklanıyor.

Varlık aflarıyla ilgili olarak daha önce bir kaç kez ayrıntılı biçimde yazdık. Sadece son 19 yılda yedi kez varlık affı çıkartılmasının  ekonominin ihtiyaçlarıyla açıklanamayacağının altını çizdik. Bu yüzden bu yazıda bu konuya girmeyeceğiz.

İllegal fon çıkışları / illegal finansal akımlar

Bu noktada dış ticaret yoluyla ülkeden yurt dışına illegal fon çıkışları (ve girişleri) büyük önem kazanıyor. IMF, Dünya Bankası ve BM gibi kuruluşlarca da tanınan, dünya çapında kabul görmüş Washington temelli Global Financial Integrity (GFI) adlı  bir kuruluş bu işi üzerine aldı. Kuruluş  yıllardır 135 azgelişmiş ekonominin 36 gelişkin ekonomi ve tüm dünya ile yaptığı ticaret sırasındaki fatura usulsüzlükleriyle ya da sahtekarlıklarıyla nasıl bir illegal fon akışının oluştuğunu gözler önüne seriyor. Başka bir deyimle kuruluş dış ticaret sırasındaki faturaların değerleri  arasındaki farklılıklardan hareketle ne kadar illegal para ya da servetin kaçırıldığını ortaya koymaya çalışıyor.

GFI’nın geçen yıl Mart ayında yayımladığı son rapor (2) Türkiye’den kaynaklanan illegal sermaye çıkışlarının (ve girişlerinin)  ne denli büyük olduğunu verilerle ortaya koyuyor. Böylece rapor bir yandan dolaylı bir biçimde ülkedeki yolsuzlukların yaygınlığına dikkat çekerken, oluşan bu fonların sistemin varlığını sürdürebilmesi için nasıl işlevsel olarak kullanıldığını da bize anlatıyor.

Bu konuda sadece bir örnek vermek bile yeterli olabilir. 2018 yılında ülkedeki yaklaşık 28 milyar dolarlık cari açığın üçte ikisi (21 milyar dolar)   “Net Hata ve Noksan Kaleminde” gösterilen dövizle kapatılmıştı. Paralel bir biçimde ülkenin bazı zenginlerinin ülkenin milli gelirinin yaklaşık beşte birine denk düşen tutarda bir serveti (150-170 milyar dolar) dışarıda (ağırlıklı olarak vergi cennetlerinde) tuttukları da bilimsel bir çalışma ile (3) ortaya konulmuştu.

Dış ticaret bağlantılı illegal fon çıkışları nedir?

İllegal fon çıkışları ya da finans akımları (IIF) özetle (4);  “büyük miktarda para ya da servetin bir ülkeden başka ülkelere illegal olarak gönderilmesi” olarak tanımlanıyor. Böyle servetler illegal olarak kazanılıyor,  illegal olarak sınır ötesine transfer ediliyor ve ulusal sınırların ötesinde kullanılıyorlar.

Bir başka anlatımla illegal fon akımlarını iki biçimde tanımlamak mümkün. İlkinde bu terimden hem yasa dışı, hem de toplum tarafından etik olarak kabul edilmeyen servet akımları kastediliyor. İkincisinde ise (Dünya Bankası ve GFI’nın benimsediği gibi); “illegal biçimde elde edilmiş, illegal biçimde transfer edilmiş ve sınır ötesine (aynı zamanda ülke içerisinde) çıkartılmış parasal fonlar” kastediliyor.

Bu tanımlara göre bu finansal akımlar ya da fonlar illegaldir zira para ya da servet suç oluşturan faaliyetlerden (yolsuzluk ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi) elde edilmektedirler. Kaynakları legal olsa da, bu paraların transferi illegal ise (vergi kaçırma amaçlı olarak) ya da terörizmin fonlanmasında kullanılıyorsa bu akımlar yine illegaldir. (5)

İllegal fonların / illegal finansal akımların kaynakları

Bu fonların ana kaynaklarının büyük çaptaki yolsuzluklar (rüşvet), vergi kaçakçılığı ve uluslararası suçlar olduğu belirtiliyor. Örneğin (6); bir uyuşturucu karteli uyuşturucudan elde ettiği parayı ikinci el otomobiller satın alıp uyuşturucu merkezi olan bir ülkeye sattığında, bir ithalatçı vergi kaçırmak için faturada usulsüzlükler yaptığında, rüşvet alan bir politikacı ya da bürokrat bir tabela şirketini kullanarak rüşvet yoluyla elde ettiği parayı bir ülkedeki bir banka hesabına gönderdiğinde, bir zengin şahıs ya da şirket “Gizlilik Bölgeleri” olarak da adlandırılan bölgelerde vergiye tabi gelirlerini ya da servetlerini sakladığında, sınırlardan nakit para kaçırdığında ve dünyadaki terörist faaliyetleri desteklemek amacıyla parasını yurt dışındaki bir bankaya gönderdiğinde ortaya çıkan finansal akımlar ya da aktarılan fonlar “illegal” olarak nitelendiriliyor.

İllegal fonların bir kısmı rüşvet gelirleri

İllegal fon akışları ile yolsuzluklar arasında ciddi bir bağ var. GFI illegal fon akımlarının en az yüzde 5’inin ticari faaliyet ve suç teşkil eden eylemler sırasında ortaya çıkan rüşvetlerden elde edildiğini ileri sürüyor. (7) Yani rüşvet bu akımların kaynaklarından biri ve kara para aklama operasyonlarının yapılmasına neden oluyor. Kara para aklama ise rüşvetin nemasının gizlenmesine yardımcı oluyor. 

Bir ülkedeki sermaye giriş ve çıkışlarının bütünüyle serbest bırakılması yolsuzluk faaliyetlerini artırırken, bunların aklanmasını da kolaylaştırıyor. Bir başka yazımızda da vurguladığımız gibi (8), Türkiye’de son 19 yılda “nereden buldun” uygulamasına son verilmesi ve 2008 ve 2009 yıllarında sermaye hareketlerini tamamıyla kontrol dışında bırakan düzenlemelerin yapılması bu alanda işlenen ilk günahlardır.

Kısaca sistemik hale gelmiş bulunan yolsuzluklar rüşveti doğruyor, bu yolla elde edilen parasal servet yabancı bir ülkedeki bankalara transfer ediliyor ve bu ülkede aklanıyor. Vergi kaçırmaya göz yummak böyle illegal fonların daha da büyümesine neden oluyor. Yukarıda sözü edilen yazımızda son yıllarda Türkiye’nin vergi rejiminin nasıl liberalleştirilerek vergi kayıplarının önünün açıldığının altını da çizmiştik.

Özetle, doğru biçimde hayata geçirilen sermaye kontrolleri illegal fon akımlarının oluşumunu caydırabilir, bu da dolaylı olarak yolsuzlukları ve buradan elde edilen rüşveti azaltabilir. Ancak yolsuzlukların ve rüşvetin yaygınlığı göz önüne alındığında, böyle önlemlerin alınmasının, mevcut kap-kaç düzeni ile uyuşmamasından dolayı, çok zor olduğunu da belirtelim.

Dış ticaretteki faturalama usulsüzlükleriyle illegal servet transferi

İllegal fon ya da finans akımları hem dış ticaret sırasında fatura usulsüzlükleri ile hem de kaçakçılık ve vergi kaçakçılığı ile yapılıyor. Ancak bunların içinde en yaygın olanı dış ticarette yapılan faturalama usulsüzlükleri ya da sahtekârlığı.

Uluslararası ticaret sırasında yapılan fatura usulsüzlüğü, illegal finans hareketleriyle ihracatçı ve ithalatçıların yurt dışına para/servet aktarabilmek, vergi ödememek, suç faaliyetlerinden elde ettikleri gelirleri gizleyebilmek, kara para aklamak,  döviz kontrollerini etkisiz kılabilmek ve büyük çaptaki kârlarını yurt dışındaki gizlilik bölgelerinde tutabilmek amacıyla başvurdukları bir yöntem. (9)

Esas olarak dış ticarete konu olan bir malın/hizmetin faturada yazılı olan değerinin, fiyat,  miktar ve çıkış yeri bilgilerinin en az bir tarafça ve kasıtlı olarak değiştirilmesiyle yapılıyor. Bu yöntem uluslararası ticaret aracılığıyla illegal fonların gizlenebilmesinin en oturmuş yöntemi.

Örneğin para ya da servet ithalatçı ülkedeki aşırı yüksek ithalat faturasıyla ya da eksik ithalat faturalaması ile kaçırılıyor. Benzer bir işlem duruma göre ihracat faturaları aracılığıyla da yapılıyor. Aşağıdaki tablo bu işleyişi özetliyor.

 

Yüksek İthalat Faturalaması

Düşük İhracat Faturalaması

Düşük İthalat Faturalaması

Yüksek İhracat Faturalaması

İllegal fon/finans akımı (ÇIKIŞ)

•Parayı dışarı kaçırmak(sermaye kontrolünden kaçınmak ve serveti rezerv paralara dönüştürmek ).

•Ödenecek gelir vergisini azaltmak.

•Anti-dumping vergilerinden kaçınmak.

•Parayı dışarı kaçırmak (sermaye kontrolünden kaçınmak ve serveti rezerv paralara dönüştürmek).

•Düşük vergi ödemek,

•İhracat vergilerinden kaçınmak.   

 

 

İllegal Fon/finans akımı  (GİRİŞ)

 

 

•Gümrük vergilerinden ve KDV’den kaçınmak.

•Belli bir değerin üzerindeki ithalatlar için gereken düzenlemelerden kaçınmak.

•İhracat sübvansiyonlarından faydalanmak.

•İhracatta vergi iadesi gibi imkânlardan yararlanmak.

 

2017 yılında dünya ticaretinin 18 trilyon dolarlık bir hacime sahip iken, taşınan ticari konteynerlerin sadece yüzde 2’sinin kontrol edilebiliyor olması (10) illegal fon çıkışlarının yapılırken neden dış ticaret yolunun seçildiğini de açıklıyor. Ayrıca bu akımlar kendiliğinden gerçekleşmiyor. Özellikle de gelişkin ekonomilerdeki başta bankacılık sektörü olmak üzere sermaye çevreleri ciddi kârlar ve komisyonlar elde ettiklerinden,  hükümetleri de bu paraların bu ülkelere gelmesine göz yumuyor ya da almadıkları önlemlerle bu operasyonları kolaylaştırıyor.

Faturalardaki değişikliklerden doğan değer farkı

GFI tarafından illegal finansman akımlarının miktarı resmi ithalat-ihracat istatistiklerindeki uyumsuzluklara bakılarak hesaplanıyor. Usulsüz dış ticaret faturalaması; hükümetlerin Birleşmiş Milletler Comtrade Veri Tabanına gönderdikleri resmi dış ticaret verileri karşılıklı olarak kontrol edilerek belirleniyor. Örnek olarak bir ülke 50 milyon dolarlık bir meyve ihracatı yapmışsa, buna karşılık bu malın alıcısı olan diğer ülkede bu 40 milyon dolarlık bir ithalat biçiminde kendini gösteriyorsa aradaki kaçak ya da değer farkı açığı (value gap) 10 milyon dolar olarak ortaya çıkıyor.

Yılda 828 milyar dolarlık, 10 yılda 8,7 trilyon dolarlık bir illegal finansal akım

Bu çerçevede 135 azgelişmiş ekonomi ve 36 gelişkin ekonomi arasındaki toplam dış ticaretteki 2008-2017 dönemini kapsayan 10 yılda elde edilen değer farklılıkları toplandığında bunun 8,7 trilyon dolar olduğu görülüyor. Sadece 2017 yılında bu fark 827,6 milyar dolar (11). 2017 yılında en büyük değer açığı olan (ya da illegal finansal akışa sahip) ülkeler sırasıyla: Çin (323,8 milyar dolar), Meksika (62,9 milyar dolar), Rusya (56,8 milyar dolar), Polonya (40,9 milyar dolar) ve Malezya (36,7 milyar dolar). Bu akımların dış ticaret içindeki payları azgelişmiş ekonomilerde yüzde 27 ile yüzde 47 arasında değişirken, ortalama yüzde 20’yi buluyor.(12)

Türkiye yurt dışına en fazla illegal fon çıkartan ilk 10 ülke arasında

Rapora göre,  azgelişmiş ekonomilerin 36 gelişkin ekonomi ile yaptıkları dış ticarette ortaya çıkan değer farklılıkları açısından en yüksek değer farkına, dolayısıyla da en yüksek illegal fon akımlarına sahip ülkeler sıralamasında Türkiye, 2017 yılında 8’nci sırada (24,8 milyar dolar) ve 10 yıllık periyotta 9’uncu sırada (ortalama 22,1 milyar dolar) yer alıyor. Bu ticaret tüm dünyayı kapsadığında ise 2017 yılında değer farkı 45 milyar dolar ve 10 yıllık periyotta 41 milyar dolar oluyor. Böylece Türkiye 10 yılın ortalaması olarak 9’uncu sırada yer alıyor. (13)

Kısaca ülkeden yılda ortalama 22 - 41 milyar dolarlık bir illegal fon ya da servet çıkışı gerçekleşiyor. 10 yıllık ortalama olarak, illegal fonların ülkenin 36 gelişkin ekonomi ile olan ticaretindeki payı yüzde 17.34 ve dünya ile olan ticaret içindeki payı ise yüzde 20.85.

Aşağıdaki tabloda hem 36 ülke, hem de dünya ile olan ticareti üzerinden 2008 yılından bu yana Türkiye’deki illegal fon akımları gösteriliyor.

İllegal finans akımı (değer farkı) /milyar dolar

2008

2009

2010

2011

2012

2013

2014

2015

2016

2017

10 yıl ortalaması

36 Gelişkin ekonomi ile yapılan ticaret

22,5

17,6

20,7

24,3

22,3

24,4

24,2

17,3

22,5

24,7

22,1

Dünya ile yapılan ticaret

40,0

30,4

36,7

44,3

43,0

47,3

47,0

36,3

41,9

45,0

41,2

Sonuç

İllegal finans akımları ya da fon çıkışları (ve girişleri) kalkınma çabası içinde olan ülkelerin önünde büyük bir engel oluşturuyor. Zira normalde kalkınmanın finansmanında ve kamu hizmetlerinin fonlanmasında kullanılabilecek onlarca milyarlarca dolarlık servet ya da kaynak bu şekilde yok ediliyor.

Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle, her yıl onlarca milyar dolarlık servet yasa dışı bir şekilde vergi cennetlerine ve finans merkezlerine aktarılıyor. Böyle illegal fon akımları sermaye birikimi yetersiz ülkelerdeki potansiyel sermayeyi ve vergi gelirlerini eritirken, ekonomik kriz dönemlerinde otoriter rejimlerin ayakta kalabilmesini sağlamak için bir can simidi olarak kullanılıyor ve böyle iktidarların ömrünün uzamasına yardımcı oluyor. Bu bağlamda sık sık çıkartılan ‘Varlık Afları’ ülke ekonomisinin bırakın her hangi bir sorununu çözmeyi, kara paranın aklanmasıyla sonuçlanıyor.

Bu tür akımların serbest bırakılması, denetlenmemesi yolsuzlukları daha da artırıyor, kolaylaştırıyor. Çünkü bu yola başvuranlar kolayca servetlerini yurt dışına çıkartabileceklerini ve orada koruyabileceklerini bildiklerinden yolsuzlukları sistemik bir biçimde sürdürmekten kaçınmıyorlar. Bu durum büyük servetlerin sahiplerinin siyasal iktidar üzerinde daha fazla söz sahibi olmasını sağlarken, toplumun çok büyük bir kesiminin daha da yoksullaşmasına neden oluyor.

Bu da ülkedeki ekonomik eşitsizlikleri artırdığı gibi, iyice erozyona uğratılmış olan demokrasiyi, demokratik kurumları ve hukukun üstünlüğü gibi temel demokratik değerleri ortadan kaldırıyor. Müesses nizamın giderek daha da otoriterleşmesiyle sonuçlanıyor.

Dip Notlar:

(1)    Financial Secrecy Index 2020 -Narrative Report on Turkey, https://fsi.taxjustice.net/PDF/Turkey.pdf (17 July 2021).

(2)    Global Financial Integrity, Trade-Related Illicit Financial Flows in 135 Developing Countries: 2008-2017 (March 2020).

(3)    Annette Alstadsæter, Niels Johannesen and Gabriel Zucman, Who Owns the Wealth in Tax Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality (27 December 2017), s. 28.

(4)    Global Financial Integrity, agr.

(5)    Reuter, P.,  Illicit financial flows and governance: The importance of disaggregation. World Bank. World Development Report: Background Paper (2017).

(6)    Global Financial Integrity, agr, s. 5.

(7)    Global Financial Integrity,  Illicit financial flows to and from developing countries: 2005–2014 (2017), s.2.

(8)      Mustafa Durmuş, “Rüşvetin vergisi”,  http://mustafadurmusblog.blogspot.com (5 Temmuz 2021).

(9)    Global Financial Integrity, agr, s. 6.

(10) Agr.

(11)  Bu farkın bir kısmı Fob, Cif biçimindeki fiyatlama farkından oluşsa da, böyle büyük çaptaki farklılığı açıklama konusunda yeterli değil.

(12)  Global Financial Integrity, agr, s. 2-3.

(13)   Agr., s. 18, 24.

 

 

5 Temmuz 2021 Pazartesi

Rüşvetin vergisi

 

Rüşvetin vergisi

Mustafa Durmuş

5 Temmuz 2021

Sezgin Baran Korkmaz (SBK) canlı yayında bir gazetecinin kendisinden üst makamlara verilmek üzere 10 milyon avro rüşvet istediğini anlatırken, aynı zamanda  her yıl,  İstanbul başta olmak üzere, Türkiye’de aralarında bazı emniyet mensuplarının da bulunduğu bazı kamu görevlilerine milyonlarca liralık hediye adı altında rüşvet dağıttığını ileri sürmüştü.

Ayrıca, iddiaya göre SBK’dan vazgeçmesini istedikleri alacak tutarı 45 milyon dolar civarında (1). Rakam bu denli büyük olunca rüşvet de büyük olmalı diye düşünmeden edemiyor insan. Ayrıca bir gazetecinin KHK’lilerle ilgili olarak adeta bir Fetö borsası oluşturarak binlerce dosyayı çözdüğü itirafını kendi ağzından dinledik. Bir mafya liderinin ise düzenli olarak aylık 10 bin dolar  maaş ödediğini iddia ettiği  bir politikacı uzunca bir süredir kamuoyunu meşgul ediyor.

Reza Zarrab’tan SBK’ya kurumlaşmış bir rüşvet ağı

Kısaca, ülkede yolsuzluk iddialarıyla ilgili haberlerin ardı arkası kesilmediği gibi Mafya lideri Peker’in açıklamalarıyla bu iddialar daha da çeşitleniyor ve yaygınlaşıyor. Kuşkusuz yolsuzlukların bir ayağı devlet ya da bürokrasi ve siyaset olduğundan, bu durum beraberinde büyük rüşvet iddialarını da gündeme getiriyor. Rüşvet sanki kurumsallaşmış gibi bir görüntü ortaya çıkıyor.

Hatırlayalım, 2013 yılında 17-25 Aralık sürecinde dört bakanın istifasıyla sonuçlanan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ayakkabı kutularına ve evdeki para sayma makinesine sığmamış, ortalığa saçılmıştı. New York’ta görülen R. Zarrab davasında Zarrab’ın Türkiye’de verdiğini iddia ettiği büyük çaptaki rüşvetlere ilişkin olarak tuttuğu liste ise mahkeme kayıtlarına geçmişti.

Neoliberal çürüme-kokuşma zirvede

Yolsuzluklar, kara para aklama ve rüşvet gibi olgular paranın, finansın hayatımızı bu denli belirlediği ve servet edinme ve bölüşümündeki adaletsizliklerin zirve yaptığı kapitalizm altında öncelikle toplumsal bir çürümeye işaret ediyor.

“Benim memurum işini bilir” neo-liberal ahlaksızlığının topluma sanki erdemli bir davranışmış gibi sunulduğu Özal’la başlayan böyle bir neoliberal kapitalist çürüme süreci Siyasal İslamcı yapılarla ile birlikte artık zirveye çıkmış durumda.

Diğer taraftan onlarca milyon doların ya da milyarlarca liranın yolsuzluklar kazanında pişirilirken, bunlardan bir kısmının  mafyatik ilişkiler aracılığıyla kamu adına görev yapanlarla paylaşılmasının ağır bir suç olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Zira yasalara göre, bu ülkede hala rüşvet almak da, vermek de ciddi bir suç ve hapis cezasını gerektiriyor.

Yüzde 40 oranında Gelir Vergisi kaybı

Rüşvetin kamuyu ilgilendiren bir diğer boyutu neden olduğu büyük çaptaki  vergi kaybı. Zira hem kara aklama sırasında, hem de rüşvet dağıtımı sırasında bu gelirler, alanlar tarafından beyan edilmediğinden, ortaya çok ciddi bir vergi kaybı çıkıyor. Örneğin sadece gelir vergisi açısından bu gelirlerin yüzde 40 oranında vergiye tabi tutulması gerekiyor. Yani 650.000 liradan fazla bir rüşvetin 650.000 lirası için 212.190 lira ve fazlası için yüzde  40 oranında vergi alınması gerekiyor.

Vergi hukuku açısından rüşvet ve kara paranın nasıl vergilendirilebileceği hususuna geçmeden önce ülkedeki yolsuzluk ve rüşvetin gerçekten ne kadar yaygın olduğunu gösterebilecek bazı karinelere bir göz atalım.

Yolsuzluk algısında ciddi artış

Öncelikle, gerek Zarrab, gerekse de SBK olayında olduğu gibi, çok ciddi yolsuzluk ve rüşvet iddiaları var ve bunların bir kısmı belgelerle de doğrulanır nitelikte.

Bunun dışında son yıllarda ülkedeki yolsuzluk algısının ne denli arttığını gösteren uluslararası çalışmalar da mevcut. Aslında 21 Mart’ta bu konuyu ele almış ve yazımızın başlığını da ‘Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde 15 puanlık kötüleşme’ olarak atmıştık. (2)

Yazıda da belirttiğimiz gibi, Uluslararası Şeffaflık Kurumu adlı bir kuruluş her yıl düzenli olarak ‘Yolsuzluk Algı Endeksi’yayımlıyor. Bu endeks (3), kuruluşça düzenli olarak takip edilen toplam 180 devlet ile ilişkilendirilmiş  yolsuzluk algısını ölçmeye çalışan bir endeks. Böylece sosyolojik boyutuyla önemli bir bozulmaya ve çürümeye işaret ediyor. Endeks “0” ile “100 puan” arasındaki puanlardan oluşuyor. Puanı 100’e yaklaşan bir ülke yolsuzluk açısından en temiz, yani en az yolsuzluğun olduğu bir ülke, buna karşılık 0’a yaklaşan ülke yolsuzluk açısından en kötü durumdaki bir ülke olarak tanımlanıyor.

Türkiye endekste 7 yılda 15 puan geriye düştü

Türkiye’ye ilişkin yolsuzluk algısında, özellikle de 2013’ten bu yana, ciddi bir artış var. Çünkü ülke 180 ülke arasında bugün en alttan 86’ncı sırada kendine yer bulabiliyor, dahası endeksteki sırası sürekli olarak düşüyor. Bu da ülkede yolsuzlukların giderek artmakta olduğu algısının arttığı anlamına geliyor. Öyle ki 2013 yılında endeksin değeri 50 puan iken, bu 2014’te 45 puana, 2015’te 42 puana, 2016’da 41puana ve 2017’de 40 puana kadar geriledi.(4) 2020 yılında ise ülke bu puanını korurken, diğer bazı ülkelerin durumlarını iyileştirmeleri nedeniyle, endekste 5 sıra daha geriledi ve 86’ncı sıraya indi.

Küresel sermaye dostu bir vergi sistemi

Dünyadaki vergi sistemlerini uluslararası vergi rekabeti açısından sıralayan ve düzenli olarak her yıl hazırlanan bir endeks var: Uluslararası Vergi Rekabeti Endeksi. Bu endeksin üst sıralarında yer alan ülkeler en liberal vergi rejimine, en alt sıralarda yer alanlarsa en katı vergi rejimine sahip ülkeler olarak tanımlanıyorlar.

Bu yıl yayınlanan endekse göre (5),  Türkiye’nin genel endeks sıralamasındaki yeri 11. ABD ise 32‘nci sırada yer alıyor. OECD ülkeleri genelde Türkiye’nin altında kalıyorlar. Böylece Türkiye sermaye üzerinden aldığı vergilerin oranlarını en fazla indiren ve mevzuatını/uygulamasını en fazla liberalleştiren, ekonomisini uluslararası vergi rekabetine en fazla açan ülkeler arasında yer alıyor. Üstelik ülkenin 2018 yılında 14’ncü sıradan 2020’de 11’nci sıraya yükseldiği görülüyor. Oysa geçen yıldan bu yana birçok gelişkin ülke farklı bir tutum izleyerek vergi sistemlerini daha katılaştırdı.  

Yani Merkez Ekonomiler vergi rekabetini eskisi kadar önemsemiyorlar. Buna rağmen Türkiye bu konuda ısrarcı davranıyor çünkü hem ekonomisi yabancı sermayeye yapısal olarak bağımlı, hem de ülkeyi yönetenler neo-liberalizme sonuna kadar sadıklar.

Endekste Türk vergi sistemi şöyle tanımlanıyor (6): “ Türkiye oldukça liberal bir vergileme sistemine sahip. Uluslararası yatırımlardan elde edilen kârlar vergilendirilmiyor, ülke muafiyet endeksinde 1’nci sırada yer alıyor. Kâr payları üzerinden sadece yüzde 20 oranında nominal vergi alınıyor. Bu OECD ortalaması olan yüzde 23,9’un yaklaşık 4 puan altında. Türk vergi sistemi yatırım teşvikleri konusunda da oldukça cömert”.

Bu noktada, ülkede bu göstergeleri haklı çıkartacak büyüklükte bir  servet dağılımı eşitsizliğinin olup olmadığı önem kazanıyor.

Zengin müteahhitler ülkesi

Küresel servet dağılımı konusunda hazırlattığı raporlarıyla da bilinen bir finans kuruluşu olan Credit Suisse’ye göre; Türkiye’de 2019 yılında; en zengin yüzde 1’lik nüfus toplam servetin yaklaşık yüzde 42,5’ine, en zengin yüzde 5 yüzde 60,6’sına ve en zengin yüzde 10 yüzde 70,3’üne el koymuş durumda. (7)

Ülkede 1-5 milyon dolarlık serveti olan 80,944 zengin, 5-10 milyon dolarlık serveti olan 7,453 zengin, 10-50 milyon dolarlık serveti olan 4,779 zengin, 50-100 milyon dolarlık serveti olan 440 zengin, 100-500 milyon dolarlık serveti olan 282 süper zengin ve 500 milyon dolar ve üzerinde serveti olan 45 ultra süper zengin var. (8) Bu servetlerin sadece finansal serveti gösterdiğinin altını çizelim. Zira  2019 yılı ortası itibarıyla, finansal servetler toplam servetin sadece yüzde 21’ini oluştururken, servetin yüzde 79’u finans dışı (emlak-gayrimenkul, fiziki sermaye gibi) servetlerden oluşuyor. (9) Yani asıl zenginler büyük mülklere, gayrimenkullere sahip bulunan çok büyük müteahhitler.

Eşitsizlikler kapitalizmin doğasında var

Kapitalizm eşitsizlikler üzerine kurulu bir düzen ve gerçekte hiçbir zaman eşitsizlikleri (ortadan kaldırmayı bir kenara bırakın) yumuşatmadı,  sosyal bütünleşmeyi hiçbir zaman gerçekleştirmedi çünkü böyle bir hedef kapitalizmin doğasına aykırı.

Dahası kapitalizm bu eşitsizlikleri daha da derinleştirerek, büyüterek, sürekli olarak yeniden üretiyor. Bu yeniden üretim öznel niyetten, çabadan bağımsız bir biçimde, sistemin üzerine kurulduğu üretim ve bölüşüm ilişkileri ve ulus devletlerin bu ilişkileri koordine etmedeki aracılık rolü ile nesnel olarak gerçekleşiyor. Üstelik tüm insanlığı derinden etkilediği ileri sürülen felaketler söz konusu olduğunda dahi kapitalizmin eşitsizlikleri derinleştirdiği görülüyor. Bunun en son örneği Covid-19 Salgını sırasında süper zenginlerin daha da zenginleşmesi.

Yolsuzluk ve rüşvet ise, finansallaşmanın görülmemiş ölçüde arttığı, servetin bu  denli adaletsiz bölüşüldüğü günümüzde, müştereklerimize el koyma, rantı paylaşma, devletten iş/ihale alma, devletteki işini kolaylaştırma ya da iktidarca kayrılanlar karşısında korunma ve kara para aklama gibi eylemler sırasında ortaya çıkan ve kapitalist düzenin ahlaki çürümüşlüğünü de sergileyen yaygın bir olgu. Üstelik sadece tek bir ülke ile ya da azgelişmişlik olgusu ile de sınırlı değil. Hatırlayalım bundan bir kaç yıl önce dünya en son Almanya kökenli Siemens Şirketi’nin verdiği 1,3 milyar avroyu bulan rüşvetle ve çok büyük uluslararası yatırım fonlarının ve bankalarının karıştığı yolsuzluk ve rüşvet skandallarıyla çalkalanmıştı.

Eller Ay’a biz yaya

Gençliğimizde bu sözü çok duyardık. Gelişkin ülkelerde yapılanların tersine işler yaptığımızı anlatırdı bize. Yolsuzluklar ve rüşvetle ilgili durum tam da böyle aslında.

Şöyle ki 1997 yılında OECD bünyesinde gündeme getirilen ve sonrasında da 37 ülke tarafından da benimsenerek üzerinden ulusal uyum yasaları çıkartılmış olan “Yabancı Devlet Görevlilerine Verilen Rüşvetlerle Mücadele Anlaşması’na (10) kadar pek çok ülkenin vergi mevzuatına göre, yurt dışında iş yapan şirketlerin iş alabilmek için yabancı devlet görevlilerine verdikleri rüşvetler masraf gösterilip vergi matrahından indirilebiliyordu.

Yani ulus devletler dış pazarlardaki yoğun rekabet altındaki kendi sermaye gruplarının iş alma maliyetlerini dikkate alarak böyle vergi indirimi uygulamalarına izin veriyorlardı. Sonrasında bu uygulamadan vazgeçtiler.

G7 az da olsa vergi almak istiyor

Yani rüşvet veren şirketlerin bunu yasal masraf göstererek daha az vergi ödeyebilmesi (en azından yasal olarak) artık mümkün değil. Bunun yerine vergi cennetlerini kullanıyorlar. Bununla ilgili olarak da geçtiğimiz ay G7 ülkelerinin liderlerinin toplantısından çok büyük şirketlerin iş yaptığı ülkelerde, en az yüzde 15 oranında kurumlar vergisi ödemeleri önerisi çıktı (bu konuyu ayrıca ele alacağız). 

Böylece (eğer düzenleme 139 ülke tarafından da onaylanırsa) bazı azgelişmiş ülkeler çok uluslu şirketler yüzünden ortaya çıkan vergi kayıplarının bir kısmını telafi edebilecekler. Bununla ayrıca özellikle de kaynak ihtiyacı çeken ülkelerin kendi aralarındaki vergide dibe doğru yarışına son verilmek isteniyor. Bu düzenlemeden, vergi cennetlerini eskisi kadar cazip olmaktan çıkartırken, yılda 200 milyar doları bulan vergi kaybını azaltarak, az gelişmiş ülkeler için toplamda yılda 50-80 milyar dolarlık ilave bir vergi geliri yaratması bekleniyor.(11)

Türkiye rantiye için cennet

Türkiye yolsuzluk, kara para aklama, rüşvet ve tüm bunlardan doğan vergi kaybı ile ilgili olarak ne yapıyor ya da ne yapmayı planlıyor? Asıl sorulması gereken soru bu.

Ancak bu sorunun yanıtını ararken, AKP iktidarlarının son 19 yıldır sadık bir biçimde uyguladıkları neoliberal birikim stratejisine uygun olarak, ülkeyi meşruiyetleri tartışmalı büyük sermaye ve servet sahipleri, büyük müteahhitler ve rantiye grupları için adeta bir cennete çevirdiğini de unutmamak gerekiyor. Aşağıda kısaca özetlediğimiz düzenlemelerle ve uygulamalarla ülke bu noktaya geldi.

•Öncellikle  2003’te AKP iktidarının daha ilk yılında “nereden buldun” uygulamasına son verildi. Oysa bu uygulama tıpkı 1996 yılında kaldırılan “ortalama kâr haddi ve asgari hasılat esası” ya da 2001 yılında kaldırılan “hayat standardı” uygulaması gibi vergi kaçıranları yakalamaya dönük bir  vergi güvenlik ve oto kontrol düzenlemesiydi. Vergi kaçıranlara “o halde bu serveti nasıl yaptın”  sorusunun sorulmasını sağlıyordu.

•En üst gelir gruplarına uygulanan gelir vergisi oranı yüzde 45’ten yüzde 35’e, oran/dilim sayısı 6’dan 4’e indirilirken, şirketlerden alınan kurumlar vergisi oranı yüzde 33’ten yüzde 20’ye kadar düşürüldü.

Yurt dışından döviz cinsinden kredi getirerek kara para aklama

•Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki 32 Sayılı Karar’da 2008 ve 2009 yıllarında yapılan değişikliklerle sermaye hareketlerinin önündeki tüm engeller kaldırıldı. Böylece Türkiye’de yerleşik kişiler ve dışarıda yerleşik kişilerin, bankalar vasıtasıyla yurtdışına döviz transfer ettirmeleri serbest hale getirildi. Türkiye’de yerleşik kişilerin yurt dışında yerleşik kişilerden döviz kredisi temin etmelerinin önü açılırken, kullanım tarihinde kredi bakiyesi 15 milyon dolar veya üzerinde olan, döviz geliri olmayan Türkiye’de yerleşik kişilerin  yurt dışından döviz kredisi kullanabilmeleri sağlandı (2018’de tekrar kısıtlama getirildi).

Yurt dışından döviz kredisi kullanmanın kara para aklama açısından önemi biliniyor. Yani uygulamada kara para aklama yollarından biri kara parayı kişilerin ülkeye dövizli kredi olarak getirmesi. İşte 2009 düzenlemesi bunu mümkün kılarak kara paranın aklanmasına yardımcı oldu.

Kara para trafiğinin rotası  vergi cennetleri

•Büyük çaptaki yolsuzluklar, kara para ve rüşvet üçgenindeki operasyon mekanlarının başında vergi cennetleri geliyor. Diğer taraftan dünyada bir süredir vergi cennetleri uygulamasına karşı önlemler alınırken, bizde siyasal iktidar,  Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 2006 yılından bu yana yürürlükte olan 30/7 maddesine rağmen, hala bu cennetlerin listesini yayınlamadığı için Türkiye ile vergi cennetleri arasındaki para trafiği sürüyor.

Vergi cennetlerinde Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) vatandaşı süper zenginlerin tuttukları paranın miktarı ise dudak uçurtuyor.  Yurt dışı kaynaklı bilimsel bir araştırmaya göre, T.C. Vatandaşı bireylerin ve Türkiye’de yerleşik şirketlerin yurt dışında tuttukları servetlerin tutarı ülke milli gelirinin beşte biri büyüklüğüne erişmiş durumda (150-170 milyar dolar).(12)  Türkiye kaynaklı bazı açıklamalarda ise bu rakamın en az 200 milyar dolar olduğu ileri sürülüyor. (13) Bu da iktidarın vergi cennetlerine karşı neden önlem almak konusunda isteksiz olduğunu bir ölçüde izah ediyor.

Rüşvet parası vergi cennetlerinde saklanıyor, varlık afları ile yasallaşıyor

Çok zenginlerin bazıları servetlerinin bir kısmını vergi ve diğer kaygılardan ötürü bu “vergi cennetleri” olarak bilinen, vergisiz ve servet sahipleri hakkında hiçbir bilgi verilmeyen “güvenli” bölgelerde tutuyorlar. Bu merkezler büyük servetleri çekebilmek için, tam gizlilik dâhil pek çok özel avantajlar sunuyorlar,  aynı zamanda birçok ülkenin büyük hırsızlarının,  diktatörlerinin servetlerine de kalkan vazifesi görüyorlar.

Büyük servetlerin bu merkezlere kaçmasında; dünya ticaretinin yarıdan fazlasının fiilen bu merkezler üzerinden yapılıyor olması, kârı gizlemek için kâr kaydırması yapılması (dolayısıyla da vergi ödenmemesi), diktatörlerin, yolsuzluğa bulaşmış politikacıların ve bürokratların rüşvet yoluyla elde ettikleri servetlerini yurt dışına kaçırmaları,  servetlerin bir kısmının uyuşturucu ve silah kaçakçılığı başta olmak üzere yasa dışı yollarla elde ediliyor olması gibi faktörler ön plana çıkıyor.

Türkiye’nin her yıl böyle küresel vergi usulsüzlükleri ve vergi cennetlerinde tutulan vergilendirilmemiş servetler yüzünden 2,69 milyar dolar vergi geliri kaybına uğradığı tahmin ediliyor. Bu miktarın dörtte üçü vergi ödemeyen / kaçıran şirketler, kalanı ise zengin bireyler yüzünden ortaya çıkıyor. Bu rakam ülkenin toplam vergi gelirlerinin yüzde 1,8’ine ve kişi başına yaklaşık 33 dolara denk düşüyor. (14)

Varlık affı bir kez daha uzatıldı 

•Bütün bunlar ortada iken son 12 yılda yedinci kez çıkartılmış olan Varlık Affı’nın süresi 4196 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile  altı ay daha uzatıldı. Böylece ülke vatandaşlarına ve kurumlarına ait, yurt içinde ya da yurt dışında tutulan ancak Türkiye’de finansal sisteme sokulmamış bulunan (kayıt dışı)  para, altın, döviz,  menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının 31 Aralık 2021'e kadar Türkiye'deki banka veya aracı kuruma bildirilmesi halinde; bu gerçek ve tüzel kişilere, bu serveti “nereden buldun” sorusu sorulmayacak, bu servetler üzerinden her hangi bir vergi alınmayacak ve her hangi adli bir soruşturma ya da geriye dönük vergi incelemesi de yapılmayacak.  

Kara para aklama

Bu af bir kısım kara paranın aklanmasıyla sonuçlanacak. Böylece vergi cennetlerinde tutulan rüşvet, uyuşturucu satışı ve silah ticareti gibi faaliyetlerden ve her türlü vergiden kaçırılan büyük kârlardan elde edilen servetler de dâhil olmak üzere, normalde ceza kanunu gereği suç teşkil eden faaliyetlerden elde edilen servetler aklanmış olacak.  

Böyle afların meşrulaştırdığı servetler borsa ve portföy yatırımlarıyla yasal olarak daha da büyütülecek. Ancak bunlar ülkenin karşı karşıya kaldığı finansal ve ekonomik sıkıntıları ortadan kaldırmaktan ve spekülatif atakları önlemekten ziyade, yüksek kâr ve politik rant içeren iş ve projelerde (sonuçta daha fazla servet biriktirmek için) kullanılacak. Bu arada mevcut ekonomik adaletsizlikler artarken, ülke finansal krize bir adım daha da yaklaşacak.  

Rüşvet alanların vergisi?

Gelelim asıl konumuz olan rüşvetin vergisine. Mevcut yasalar çerçevesinde  rüşvet biçiminde elde edilen ama beyan edilmeyen gelirlerin vergisini alınabilir, alınmalıdır.

Bunun yasal dayanağı da mevcut. 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 1’nci maddesinde hangi gelirlerin ne koşullarda vergilendirileceği şöyle açıklanıyor: “Gerçek kişilerin gelirleri Gelir Vergisi’ne tabidir”. Gelir ise, “bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safı tutarıdır”.

Kanunun 2’nci maddesi gelir ve iradın unsurlarını sırasıyla; (i) ticari kazançlar, (ii) zirai kazançlar, (iii) ücretler, (iv) serbest meslek kazançları, (v) gayrimenkul sermaye iratları, (vi) menkul sermaye iratları, (vii) sair kazanç ve iratlar olarak sayıyor.

Rüşvet “arızi kazançlar”ın kapsamına giriyor

Bu durumda iddia edilen rüşvet geliri 7’nci bentte yer alan “sair kazanç ve iratlar” altında vergilendirilebilir. Bunun yasal dayanağı da var. Şöyle ki 1999 tarihinde çıkartılan 4444 Sayılı Kanun ile bu 7’nci bentte yer alan sair kazanç ve iratlar arasında “arızi kazançlar” belirtiliyor. Gelir vergisine tabi olması gereken arızi kazançların içinde ise: “İhale, artırma ve eksiltmelere iştirak edilmemesi karşılığında elde edilen kazançlar”, alınan para ve ayınlarla diğer suretlerle elde edilen ve para ile temsil edilebilen menfaatler hükmü yer alıyor. Yani taahhüt piyasasında “çıkma” adı verilen yollarla elde edilen yasa dışı gelirlerin bu madde hükmüne göre vergilendirilmesi gerektiği belirtiliyor.

Yasal olmayan bir faaliyetten elde edilen gelirin vergilendirilmesi mümkün

Diğer taraftan, bu ülkenin ceza yasalarına göre rüşvet almak yasal değil, aksine bir suç. Böylece yasal olmayan bir faaliyetten elde edilen gelirlerin nasıl vergilendirileceği konusu önemli. Bu konuda hem literatürde, hem de uygulamada yoğun bir tartışma mevcut.

Başta ABD olmak üzere bazı ülkelerde yasal olmayan yollarla elde edilen gelirlerinin vergilendirildiğini biliyoruz. Örneğin eğer ABD’de “bir bankayı soymuş iseniz, zimmetinize para geçirmişseniz, rüşvet almışsanız, uyuşturucu ticaretinden para kazanmışsanız beyannamenizde bunları gösterip vergisini ödemelisiniz”. 

Türkiye’de bu konuya açıklık getiren bir kanun var: 213 sayılı Vergi Usul Kanunu. Bu kanunun 9 /2 fıkrasında “vergiyi doğuran olayın kanunlarla yasak edilmiş bulunması vergi mükellefiyeti ve vergi sorumluluğunu kaldırmaz” hükmü yer alıyor. 

Yani bir fiilin kanunlarla yasak edilmiş olması mükellef açısından vergisel sorumluluğu ortadan kaldırmıyor. Ayrıca yasaya uygun hareket eden birisinden vergi alınırken, yasaya ve ahlaka aykırı bir vergiyi doğuran olaydan gelir elde eden kişiden vergi alınmamasının vergi adaletine ve eşitliğe aykırı olduğu da açık.(15)

Sonuç olarak

Anayasa’nın 73‘ncü maddesi : “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür” diyerek, tarihsel “genellik ilkesi” gereğince bu konuda son sözü söylüyor. Bu çerçeve de mali gücü olan ve elde ettiği gelirlerle bu gücü artan herkes bunun vergisini ödemek zorunda.

Özetle mevcut vergi hukuku düzenlemeleri çerçevesinde, hem  vergi etiği, hem de “kamu yararının gözetilmesi” açılarından rüşvetin vergisinin alınması mümkün. Rüşvetçi düzenle mücadelenin politik bir mücadele olduğu gerçeğini unutmadan,  mevcut ceza kanununda öngörülen hapis cezalarına ilave olarak, hem bu paralara el konulması, hem de bunların vergisinin alınması gerekiyor.

Dip notlar:

(1)    Bahadır Özgür, “ Biz Peker videosu beklerken, Paramount Hotel Singapur’a uçtu! ”, https://www.gazeteduvar.com.tr (21 Haziran 2021).

(2)    http://mustafadurmusblog.blogspot.com (28 Mart 2021).

(3)    Transparency International, https://www.transparency.org (20 Mart 2021).

(4)    https://www.transparency.org/news/feature/corruption_perceptions_index_2017 (21 February 2018).

(5)    International Tax Competitiveness Index 2020.

(6)    Agr., s. 29 – 46.

(7)    Credit Suisse Research Institute, Global wealth report 2020, https://www.credit-suisse.com (5 December 2020), s. 168.

(8)    Credit Suisse, Research Institute, Global Wealth Databook 2019 (October 2019), s.  128.

(9)    Agr, s.110,155.

(10) The OECD Convention on Combating Bribery of Foreign Public Officials, http://oecdobserver.org/…/Writing_off_tax_deductibility_.ht…, 14 Nov. 2017.

(11)  Nick Beams, “Exaggerated claims for G7 tax deal”, https://www.wsws.org (8 June 2021).

(12) Annette Alstadsæter, Niels Johannesen and Gabriel Zucman, “Who Owns the Wealth in Tax Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality” (27 December 2017), s. 28.

(13) https://www.dunya.com/kose-yazisi/1-milyar-dolariniz-olsa-su-anda-turkiyeye-yatirim-yapar-misiniz (10 Aralık 2020).

(14) Illicit financial flows vulnerability tracker, Turkey, https://iff.taxjustice.net/#/profile/tur (bugünkü kurdan hesaplandığında bu kayıp yüzde 3’e yaklaşıyor).

(15) N. Çağan, “Vergi Hukuku Açısından Yasak Faaliyetler”, Prof. Dr. Bülent Nuri Esen’e Armağan, 1977, s. 83; U. Tosun, İ. Bayar, “Türk Vergi Hukuku Açısından Uluslararası İşlemlerde Rüşvetin Önlenmesi”, A. Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, C.54 (2005) S.1, s. 209’den aktaran,http://www.avsar.av.tr/…/vergi-hukuku-acisindan-yasak-faali…