31 Ocak 2021 Pazar

Serveti neden ve nasıl vergilendirmeliyiz?(7) – Servet vergisi ekonomiye zarar verir mi?

 

Serveti neden ve nasıl vergilendirmeliyiz?(7) – Servet vergisi ekonomiye zarar verir mi?

Mustafa Durmuş

31 Ocak 2021

Servet vergilerinin yanında olanlar gibi, karşısında olanlar da var. Hem sermaye, hem bazı akademi, hem de siyaset çevrelerince bu vergilere; “mülkiyet hakkını zedelediği ve demokrasiyle uyuşmadığı, insanların gelecekteki olası sorunlara karşı önlem almalarını önlediği, ekonomiye (üretime, ekonomik büyümeye, istihdama, tasarruflara, makroekonomik istikrara) zarar verdiği, yeterince kamu geliri yaratmazken sermaye kaçışlarına neden olduğu ve politik olarak hayata geçirilmesinin çok zor olduğu” gerekçeleriyle karşı çıkılıyor.

Nitekim 1990’larda 12 OECD ülkesinde servet vergisinin uygulanırken bugün bu sayının dörde düşmüş olmasının, Almanya ve İsveç’in uzun zamandır bu vergiden vazgeçmesinin bu kaygıların neticesinde olduğu ileri sürülüyor.(1)

Diğer yandan servet vergilerinin gözden düşmesi olgusu, bu vergilerin ekonomiye zarar vermesinden ziyade, döneme damgasını vuran neo-liberalizmin ve dönemin neo-liberal sağcı iktidarlarının bir başarısı olarak ele alınmalı.

Son yıllarda ise gelir eşitsizliklerinin, küresel yoksulluğun görülmemiş ölçüde artması, ekonomilerin bir türlü durgunluktan çıkamaması, biriken devasa borç stokları ve artan finansal kriz riski, yönetimlerin giderek otoriterleşmesi, göçler ve mültecilik sorunları, iklim krizi ve artan sosyal huzursuzluklar neo-liberalizmin hem bu sorunların kaynağı olduğuna, hem de bu sorunları  çözemeyeceğine olan inancı giderek güçlendiriyor.

Böyle olunca da ana akım siyasetin içinden dahi neo-liberalizme karşı sesler yükselmeye başladı. Servet vergisi başta olmak üzere ilerici yeniden bölüştürücü politikaların sıklıkla dillendirilmesinin nedeni tam da bu gelişmelerle ilgili. Yani servet vergisine karşı çıkışın akademik, bilimsel ya da iktisadi temelleri sanıldığı kadar güçlü değil.

Arz yönlü iktisadın itirazı

Öncelikle, servet vergilerine karşı çıkışların önemli bir bölümü neo-liberal döneme damgasını vuran Arz Yönlü İktisat Yaklaşımı’ndan kaynaklanıyor. Ekonomik sorunların talep yönlü olmaktan ziyade, arz yönlü (üretim, tasarruf, yatırım gibi) olduğu görüşünü benimsemiş olan bu yaklaşım gereği yıllarca; işçi ücretleri, çiftçi gelirleri baskılandı ve bütün teşvikler büyük sermayeye (özellikle de ihracata yönelik üretimde bulunanlara) verildi. Sonuçta üretilen mal ve hizmetleri satın alamayacak durumda olan bir toplum ortaya çıkınca, toplam talepteki bu yetersizlik tüketici kredileriyle aşılmaya çalışıldı. Bu da başta borç krizi olmak üzere finansal krizleri tetikledi.

Oysa (Covid-19’un neden olduğu arz yönlü iktisadi şokları dışarda tutarsak) bugün ekonomik sorunlar işgücü verimliliğinin düşüklüğünden ya da sermaye ve işgücü arzı yetersizliğinden çok, gelir dağılımı eşitsizliklerinden kaynaklanıyor.

Örnek olarak Merkez Ekonomilerde efektif toplam talebin önemli bir parçası olan özel tüketim harcamaları eşitsizlikler yüzünden yeterince artmıyor. Çünkü nüfus itibarıyla asıl harcamayı yapacak olan emekçi kitlelerin gelirleri çok yetersizken,  harcama kapasiteleri çok yüksek olan zenginlerin tüketimlerinin gelirlerine oranı çok düşük, zira gelirleri çok fazla. Faiz oranları tarihsel olarak en düşük seviyelerde seyrettiğinden faizleri daha da düşürmek suretiyle talep canlandırılamıyor. Bu yüzden de böyle servet vergisini de içeren ilerici vergi politikalarıyla toplam talebin artırılabileceği, böylece ekonominin canlandırılabileceği ileri sürülüyor. (2)

Bu tespiti destekler bir biçimde, IMF’nin Mali İzleme Raporu’nda, zengini vergilendirmenin büyümeyi yavaşlatacağı ve eşitliğin sağlanması ile etkinlik arasında bir çelişki olduğu biçimindeki geleneksel iktisat görüşü reddediliyor. Raporda ayrıca değişik çap ve nitelikteki servet vergilerinin bu yönde bir politika aracı olarak kullanılabileceğinin altı çiziliyor.(3)

Servet vergisi istihdamı caydırır mı?

Servet vergilerinin istihdamı düşürdüğü ileri sürülse de, aksine olumlu etkiler yarattığını ortaya koyan çok sayıda bilimsel araştırma mevcut.

Örnek olarak, servet vergisi uygulamasının sürdüğü dört Avrupa ülkesinden biri olan Norveç’te KOBİ’lerin sahiplerinden alınan servet vergisinin bu işletmelerdeki istihdamı nasıl etkilediği konusunda yapılan bir çalışma (4) ılımlı düzeydeki bir servet vergisinin istihdam üzerinde her hangi bir negatif sonuç doğurmadığını ortaya koydu.

Tam tersine, bu verginin, yarattığı gelir etkisiyle (gelecekteki servet vergisini ödeyebilmek için daha fazla tasarrufa yönelmek biçiminde), işletme sahiplerini daha fazla tasarruf yapmaya ittiği, ayrıca ortaya çıkan portföy etkisi ile işletme sahiplerinin servetlerini işletmelerde tuttuğu, bunun da işletmelerde istihdamı artırdığı görülüyor. (5)

Ekonomik durgunluk sırasında servet vergisi uygulanır mı?

Bu noktada akıldaki soru hali hazırda resesyonda (durgunlukta) olan bir ekonomide servet vergisi uygulamasının resesyonu daha da derinleştirip derinleştirmeyeceği sorusu olacaktır.

Oranı bindeler ya da en fazla yüzde 1-4 civarında olan bir verginin ekonomi üzerindeki etkisinin, yüzde 18’lik bir KDV’den çok daha az olacağı açık. Kaldı ki resesyondaki bir ekonomiyi servet vergisiyle vergilendirerek ortaya çıkacak bir ekonomik canlanmayı önleme riski diğer mali konsolidasyon ve kamu harcaması kesintilerinden çok daha azdır çünkü servet vergisi geçmişte elde edilmiş olan sermaye kazançlarını vergilendirir, yeni kazanılacaklar üzerinde her hangi bir caydırıcı etki yaratmaz.

Kamusal yatırımların fonlanması kolaylaşır

Ayrıca servet vergisi atıl tasarrufları ekonomiye kazandırarak ekonomik canlanmaya yardımcı olabilir.  Çünkü ekonomik kriz ya da durgunluk dönemlerinde artan devlet borçlanması servet sahiplerinden borçlanılarak karşılanır. Böyle bir borçlanma (yapılan faiz ödemeleri nedeniyle) bu kesimlerin servetlerinin (tasarruflarının) daha da artmasıyla sonuçlanır.

Bu yüzden de servetleri bu şekilde artanlardan servet vergisi alınarak bu gelirlerin kamu tarafından ekoloji ile uyumlu yatırım yapma, istihdam yaratma, yoksulluğu azaltma, dolayısıyla da hem üretimi, hem de talebi artırmayı, böylece de ekonomiyi canlandırmayı hedefleyen kamu harcaması programlarında finansman olarak kullanılması son derece önemlidir.

Ayrıca vergi sadece belli bir servet eşiğinin üzerindekilere uygulanacağından tasarrufları azaltıcı etkisi de önemsiz olacaktır. Kaldı ki yeniden bölüşüm yoluyla toplumun daha geniş kesimlerinin tasarruflarını artırabilmek de mümkün. Keza bağışlar bu vergiden istisna tutulacağından, servet vergisi gönüllü yeniden bölüşümü de teşvik ederek tasarruf düzeyi üzerinde artırıcı bir etki yaratır.

Küresel yatırımlar yatırım açığını kapatıyor

Servet vergisinin sermaye stoku ya da yeni yatırımlar üzerinde olumsuz etkide bulunacağı savı ise (sermayenin küreselleşmesinin geldiği boyutlar dikkate alındığında) geçersiz bir sav. Çünkü artık yatırımların önemli bir kısmı yabancı sermaye tarafından gerçekleştiriliyor.

UNCTAD’ın bir raporu bunu doğruluyor. Öyle ki 2019 yılının sonunda küresel olarak 37 trilyon dolarlık bir doğrudan yabancı sermaye yatırımı stoku mevcut. Aynı yılın ilk yarısında dünyadaki toplam 777 milyar dolarlık küresel doğrudan yabancı sermaye  yatırımının 352 milyar dolarlık kısmı ise (yüzde 45’inden fazlası) azgelişmiş ekonomilere gitti. (6)

Vergi rasyonel üretim kararlarını saptırır mı?

Servet vergisi uygulamasına yöneltilen bir diğer eleştiri; gelir, kurumlar ve emlak vergileri söz konusu iken servet vergisinin de alınmasının çifte hatta üçlü vergilendirmeye yol açabileceği, bunun de hem ekonomik etkinliği, hem de adaleti zedeleyeceğidir.

Ayrıca servet zenginlerinin bu vergiyi ödemekten kaçınmak için ellerinde çok sayıda imkânın olmasının bu verginin yükünün servet zenginleri yerine orta ve orta-üst sınıflar üzerinde kalmasıyla sonuçlanabileceğine dikkat çekilir.

Bu eleştirilerin ötesinde, servet vergilerinin yatırım türlerine ve yerlerine ilişkin yatırım tercihlerini saptırdığı, hareketli sermaye dünyasında ülke dışına servet kaçışına neden olduğu ve ülkenin yeni yatırımlar açısından cazibesini azalttığı ileri sürülür.

Bir diğer sava göre; servetin izini sürmek, vergileme amaçlı olarak ona bir değer biçmek ve bunları vergi mükelleflerine kabul ettirmek önemli maliyetler gerektirir. Politik olarak popüler olmadığından (vergiyi ödemeyenler arasında bile), servet vergisi özel muafiyetler ve istisnalarla delik deşik edilir, yönetimi maliyetli ve nispeten kolay kaçınıldığından oldukça az kamu geliri yaratır. (7)

Servet vergilerinin iktisadi olarak etkinliği azalttığı, rasyonel (!)  yatırımcı kararlarını, dolayısıyla da doğru üretim kararlarını etkileyerek ekonomileri küçülttüğü yönündeki statükocu iddiaların karşısından birçok görgül araştırma servet vergilerinin bu tür sonuçlara yol açmadığını ortaya koyuyor.

Örneğin bir grup iktisatçı yaptıkları bir araştırmanın (8) sonucunda, sermaye kazançları vergisi ile kıyaslandığında servet vergisi uygulaması altında, verginin yükünün üretken olmayan girişimcilere kaydırıldığını, zenginleri vergilendirmenin verimliliği ve hasılayı artırdığını ortaya koydular.

Şöyle ki zengin vergi mükellefleri servetlerini, yenilikçi girişimcilere göre daha düşük getiri oranı sağlayacak verimsiz yatırım biçimlerinde kullanıyorlar. Bu yüzden de servet vergisi orantısız bir biçimde üretken olmayan serveti etkiliyor ve servetlerini daha yüksek ve kalıcı getiriler sağlamaya dönük faaliyetlerde değerlendirmeleri konusunda servet sahiplerini teşvik ediyor.

Böylece optimal vergileme açısından, optimal bir servet vergisi çok daha büyük bir refah kazancı yaratırken, aynı zamanda tüketimi ve tüketim eşitsizliğini azaltıyor, verimliliği artırıyor. (9)

Yenilikçi buluşların kaynağı kamusal fonlar ve imkânlar

Servet vergisine bir diğer itiraz inovasyonları (yenilikçi buluşları) caydırıcı olduğu yönünde.

Buna göre; inovatif çalışmaları milyarder girişimciler yaparlar ya da desteklerler. Böylece (servet vergisi nedeniyle) milyarderler piyasadan çekilirlerse yenilikçi buluşlara yapılan yatırımlar söz konusu olmaz,  sonuçta da toplumsal gelişme yavaşlar. Bunu kanıtlamak için de Bill Gates gibi örneklere sıklıkla başvurulur.

Oysa (az bilinse de) yenilikçi buluşların asıl kaynağı kamudur. Örneğin, ABD’deki Bilgi Teknolojileri ve İnovasyon Vakfı (ITIF), son zamanlarda inovasyonların üçte ikisinden fazlasının federal laboratuvarlar da dâhil olmak üzere federal hükümetin finanse ettiği üniversite araştırmalarından geldiğini açıkladı. Dahası, 2006’da ödüllü yenilikler üreten 88 Amerikalı kuruluştan 77’si federal fondan yararlandı. Facebook’un kurucusu Zuckerberg'in, inovasyon hakkındaki tüm açıklamalarına rağmen, kârının büyük bölümü reklam yoluyla müşteri verilerine erişim satmaktan elde ediliyor. (10)

Vergi kaçırma nasıl önlenebilir?

Servet vergisinin vergi kaçırmayı teşvik ettiği savı sıklıkla dile getirilen bir diğer sav. Servet sahiplerinin özellikle de mobil konumdaki servetlerini vergi cennetlerine kaçıracakları ya da eksik servet beyanında bulunarak vergi kaçıracakları ileri sürülür.

İşin aslı vergilemede beyanname usulü vergi kaçırmayı teşvik eden bir yöntemdir. Bu nedenle de gelir ya da kurumlar vergisi için geçerli olan vergi kaçırma ya da kaçınma saikleri servet vergisi için de geçerlidir.

Böyle bir vergi kaçakçılığını önlemenin yollarından biri kuşkusuz vergiden istisna tutulan miktarın yüksek ve vergi oranlarının olabildiğince düşük tutulmasıdır. Çünkü yüksek vergi oranlarının vergi kaçırmayı teşvik ettiği bilimsel araştırmalarla da ortaya konulmuş bir durumdur. Ayrıca vergi denetimlerinin gerektiği gibi ve etkin yapılması da şarttır.

Muafiyet sınırı yüksek, oranı düşük, denetimi sıkı olmalı

Kısaca, servet vergisinin büyük bir vergi kaçırmaya neden olması için vergi oranının yüksek olması gerekir. Oysa servet vergilerinin hali hazırda uygulandığı İtalya, Norveç, İspanya ve İsviçre’de verginin oranının yüzde 0,85 ila yüzde 3,75 arasında değiştiği görülüyor. Bu bağlamda böyle bir vergiden elde edilen gelir GSYH’nin yüzde 1’ini geçmiyor. (11)

Forbes’e göre ise Avrupa Birliği ülkelerinde servetleri 1 trilyon dolara ulaşan 330 dolar milyarderi mevcut. Bu servet AB toplam GSYH’sinin yüzde 7’sine denk düşüyor. Böylece GSYH’nin yüzde 1,05’ine denk bir servet vergisi her yıl toplanabilir. (12)

Dolayısıyla da, dünya genelinde şu anda ortalama yüzde 30’lar civarında gelir vergisi ve yüzde 25’ler civarında kurumlar vergisi söz konusu iken bunların onda biri oranında alınacak bir servet vergisinin vergi kaçırma üzerindeki etkisinin korkulduğu kadar olmaması gerekir.

Kaldı ki İsveç’te yapılan bir araştırma yüzde 1’lik bir servet vergisinin beyan edilen serveti sadece yüzde 2 oranında azalttığını ortaya koyuyor. Bu Danimarka’da daha küçük bir oranda, Kolombiya’da ise yüzde 2-3 oranında gerçekleşiyor. (13)

Sermaye kaçışları önlenebilir 

Saez ve Zucman Avrupa’daki servet vergisi uygulamasının neden olduğu sermaye çıkışlarının ya da kaçışlarının nedenlerini şöyle sıralar (vergi oranlarının yüksekliğinden ziyade)  (14):

(i) Vergi rekabetine maruz kalan Avrupa devletleri vergi cenneti uygulamalarına başvurdular, sınır ötesi servet çıkışlarıyla ilgili bilgiyi paylaşmadılar. Bu da vergi kaçırmayı teşvik etti.  Ayrıca Avrupa devletleri yurt dışında yaşayan yurttaşlarını vergilendirmiyor. Bu nedenle de vergiyi ödemek istemeyenler yurt dışına çıkıyorlar.

(ii) Avrupa devletleri ciddi düzeyde vergi kaçakçılığına göz yumdu. Öyle ki bankaların 2018 yılına kadar bünyelerindeki servetlerine ait bilgiyi vergi idareleri ile paylaşması gerekmiyordu. Bu da büyük servetlerin gizlenebilmesini sağladı.

(iii) Avrupa servet vergisi uygulamasında çok sayıda istisna var (lüks tablolara istisna, kendi işlerinin sahibi olan yöneticilere muafiyet, lüks evlerin yüzde 30’unun istisna tutulması gibi). Diğer taraftan Avrupa ülkelerinde muafiyet eşiği çok düşük, bu da likidite sorunları olan servet sahiplerinin vergiye karşı çıkmasına neden oldu (kışkırtılmış milyonerler durumu).

(iv) Avrupa’da servet vergisinin mükellef tabanı genişti. Bu da tepkiyi büyüttü. Oysa vergi tabanının dar olması gerekir.

(v) Avrupa servet vergileri modernize edilmedi. Bunun nedeni servetin vergilendirilmesine ideolojik karşıtlığın güçlü olması. Sistematik bilgi içeren raporlara dayalı değil, beyana ya da tahminlere dayalı bir uygulama söz konusu oldu. Ticari varlıkların vergi dışı tutulması ve gayrimenkule sağlanan istisnalar verginin tabanının eritti.      

Ancak (istenirse) günümüzde vergi cennetleri (kısmen de olsa) kontrol altına alınabilir. Zenginlerin servetlerini yurt dışında tutarak vergi ödememeleri bir vergi kaçakçılığı eylemi olarak kabul edildiğinde, bu bir suça yönelim ciddi ölçüde azaltılabilir.

Örneğin, tam mükellefiyet esaslı (yurttaşın içeride ve dışarıda vergi mükellefiyetinin var olduğu) bir vergileme servetin yurt dışına kaçırılmasını azaltabilir. Yüksek muafiyet eşiği ve imtiyazlara son verilmesi vergiden kaçınmayı büyük ölçüde önler. Modern enformasyon teknolojisi imkânlarıyla servetin gerçek piyasa değerlerine erişilebilir, bu da gerçek matrahın elde edilmesini sağlayarak kaçakçılığı asgariye indirebilir.

Diğer taraftan, Avrupa’da servet vergisine karşı çıkanların, asıl olarak nakit pozisyonları milyarderler kadar iyi olmayan bir kısım milyoner olduğu gerçeğinin altını çizmek gerekir.  Servet vergisinin adil olmadığına inanan bu kesimlere ‘kışkırtılmış milyonerler’ de deniliyor. Örnek olarak Fransa’da arazileri değerlenerek milyoner pozisyonuna geçen ancak yeterli nakitleri olmayan bazı çiftçiler bunlardan bazılarını oluşturuyor. (15)

Diğer yandan iktisadi açıdan böyle itirazları anlamlı bulmak güç. Çünkü eğer örneğin lüks bir konut ya da arsa kredi alabilmek için bankaya teminat olarak gösterilebiliyorsa vergilendirilebilir bir servet değerine de sahip olmalıdır.

Servet vergisi politik olarak uygulanabilir bir vergi

Servet vergisine karşı çıkılmasının bir nedeni de böyle bir verginin hayata geçirilebilmesinin önündeki büyük çaptaki politik zorlukların varlığı.

Verginin idari ve uygulama zorluklarının yanı sıra; D. Baker gibi “bu vergiden kaçınmak için zenginlerin mali müşavir, hukukçu gibi arayışlara yönelmesine neden olacağı” için karşı çıkanlar ya da L. Summers gibi “paranın siyasette çok daha ağır bir rol oynayacağını, çünkü servetlerini mirasçılarına bırakamayacak olanların bu servetlerini siyasette etkili olmak için harcayacaklarını” ileri sürenler söz konusu.

Gerçekten de zenginler servetlerini vergi dışı tutacak önlemleri almaları için adeta bir yeminli mali müşavirler ordusu çalıştırırlar. Servet sahiplerinin arasında zengin olarak basına yansıyanların dışında radara yakalanmayanlar da söz konusudur. Öyle ki bunlar sadece servetlerini vergi cennetlerinde tutanlar değil (dünya servetinin en az yüzde 10’u buralarda tutuluyor) , bir o kadar da kurdukları vakıflar ve diğer yasal yapıların mülkiyetinde gösterdikleri gayrimenkuller ve sanat eserleri aracılığıyla da servetlerini gizlerler. Ayrıca zenginler servetlerinin vergilendirilmesini önleyebilmek için çok büyük paralar harcayarak siyasette, medyada ve üniversitelerde lobicilik faaliyetleri yürütürler. (16)

Kuşkusuz servet vergisi büyük servetlerin sahiplerinin politik alandaki belirleyiciliğini ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Zira vergi alınsa da hala onlar çok zengin olarak kalmaya devam edecekler. Bu bağlamda da böyle bir verginin hayata geçirilmesini önlemek için ellerinden geleni yapacaklar.

Ancak tarih her zaman egemenin istediğinin olmadığını, aksine işçi sınıfının, emekçi halkların da kazanabildiğini gösteren çok sayıda örnekle de doludur. Özcesi, arkasına ciddi bir toplumsal desteği almış olan örgütlü ve kararlı bir politik mücadele ile böyle bir verginin hayata geçirebilmesi sağlanabilir.

 …devam edecek

Dip notlar:

(1)  https://taxfoundation.org/peru-solidarity-tax-wealth-tax (10 July 2020).

(2)    https://www.epi.org/blog/analyses-claiming-that-taxes-on-millionaires-and-billionaires-will-slow-economic-growth-are-fundamentally-flawed (21 November 2019).

(3)    Larry Elliott and Heather Stewart, IMF: higher taxes for rich will cut inequality without hitting growth, https://www.theguardian.com (11 October 2017).

(4)    Marie Bjørneby, Simen Markussen, Knut Røed, “Does the Wealth Tax Kill Jobs?”, IZA Institute of Labor Economics, IZA DP No.13766  (2020), https://www.iza.org (October 2020).

(5)  Norveç’te işletme sahiplerinin servetlerini giderek daha fazla işletmelerde tutması için işletme sermayesine yönelik vergi indirimi teşviki sağlanıyor. Böyle bir yönelim servet vergisinin oranı arttıkça daha da artıyor. Ayrıca (2005-2011) döneminde düşük servet düzeylerinde muafiyet eşiği yükseltilip, yüksek servetlerde oran artırıldığında bunun istihdam üzerinde çok az etkisi görülürken, (2013-2017) döneminde ise servet vergisinin oranı düşürüldüğünde bu kez istihdam azalıyor. Bkz: https://www.iza.org

(6)  https://unctad.org/news/global-foreign-direct-investment-falls-49-first-half-2020 (27 October 2020).

(7)    Oh, J.S.; Zolt, E.M,  “Wealth Tax Add-Ons: An Alternative To Comprehensive Wealth Taxes”, UCLA School of Law/ Law & Economics Research Paper Series Research Paper, No. 18-03. (Reprinted from Tax Notes, March 19, 2018, p.1613).

(8)    Fatih Guvenen, Gueorgui Kambourov, Burhanettin Kuruscu, Sergio Ocampo-Diaz, Daphne Chen,  “ Use it or lose it: efficiency gains from wealth taxation”, Working Paper 26284, http://www.nber.org/papers (September 2019).

(9)    Agm.

(10)                      https://evonomics.com/why-billionaires-destroy-democracy-and-capitalism ( 26 November 2020).

(11)                      https://taxfoundation.org/wealth-taxes-in-europe-2020 (17 December 2020).

(12)                      Camille Landais, Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, “ A progressive European wealth tax to fund the European COVID response”, https://voxeu.org (3 April 2020).

(13)                      Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, “Progressive Wealth Taxation”, BPEA Conference Drafts, September 5–6, 2019).

(14)                    Saez ve Zucman, agm; https://mronline.org/2019/11/19/a-wealth-tax-because-thats-where-the-money-is.

(15)                      Saez and Guzman, agm.

(16)                    https://prospect.org/economy/taxing-rich-yield (1 November 2018).

 

 

27 Ocak 2021 Çarşamba

TÜİK “Kral Çıplak” dedi!

 

TÜİK “Kral Çıplak” dedi!

Mustafa Durmuş

27 Ocak 2021

TÜİK geçen yıla ilişkin il bazında GSYH gerçekleşmelerini (1) açıkladı.

“Milli Gelir” olarak da bilinen ve bir yılda bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal (piyasa) değerlerinin toplamını gösteren GSYH bir ülkenin ekonomik refahının en önemli göstergesi olarak kabul ediliyor.

Bu hâsıla hızlı büyüdüğünde hükümetler kendilerini çok başarılı sayıyor. Diğer yandan bu hâsıla ya da gelirin nasıl bölüşüldüğü, büyümenin hızı kadar, hatta ondan çok daha önemli. TÜİK’in sözü edilen bülteninde bu bölüşüme ilişkin veriler mevcut. Buna göre:  

En yüksek payı (tahmin edilebileceği gibi) yüzde 30,7 ile İstanbul aldı (1 trilyon 327 milyar 452 milyon TL). İstanbul'u, yüzde 9,2 ile (395 milyar 731 milyon TL) Ankara ve yüzde 6,1 ile (263 milyar 38 milyon TL) İzmir izlerken; son üç sırada 4 milyar 134 milyon TL ile Tunceli, 3 milyar 399 milyon TL ile Ardahan ve 2 milyar 840 milyon TL ile Bayburt geliyor.  

Bu arada “en büyük beş ilin, toplam gelirin yüzde 53,7'sini aldığının” altını da çizelim. Yani ülke genelinde milli gelir ya da toplumsal refah belli merkezlerde toplanmış durumda. Bu çok önemli bir çarpıklık göstergesi.

Ağrı’nın geliri İstanbul’un gelirinin beşte birinden az

Ancak bunun kadar önemli bir başka sorun daha var. İllerde kişi başına düşen (ya da düşmeyen) hasılanın ya da gelirin dağılımı.  

Kişi başına GSYH’de İstanbul 86 bin 798 TL ile ilk sırada yer alırken, onu 81 bin 228 TL ile Kocaeli ve 71 bin 27 TL ile Ankara izledi. Son üç sırada ise; 18 bin 708 TL ile Van, 17 bin 465 TL ile Şanlıurfa ve 16 bin 727 TL ile Ağrı gibi iller yer alıyor.

Bir konuyu netleştirelim: Milli gelir, yurt çapında da, illerin kendi içinde de eşit dağılmıyor. Buna rağmen, sanki eşit dağılıyormuş gibi sunuluyor (dolayısıyla da bizi yanıltıyor). Bunun sonucunda böyle büyük boyuttaki gelir eşitsizlikleri gizlenmiş oluyor. 

Bu yanılsamaya rağmen (yani eşit dağıtılmış olarak kabul etsek dahi), bir gerçek yüzümüze çarpıyor:

Geçen yıl Ağrı'da yaşayan bir yurttaşımız İstanbul’da yaşayan bir yurttaşımızın elde ettiği gelirin beşte birinden az bir geliri elde edebildi (yüzde 19). Buna uygun olarak hayatını sürdürmeye çalıştı.

Bu noktada şöyle bir itiraz gelebilir: “Sözü edilen Doğu ve Güney Doğu’daki bu illerde yaşam İstanbul’a göre daha ucuzdur (örneğin ev kiraları ve gıda gibi). Bundan emin olamayız. Buna rağmen yaşamın bu bölgelerde daha ucuz olduğunu kabul etsek dahi eşitsizlikler azalmıyor.

Bunu da yine TÜİK’in 4 Kasım 2015 tarihinde yayımladığı bir bültende (2) yer alan ve bölgelere ve illere göre tüketim harcamalarının dağılımını içeren araştırmasından görebiliyoruz.

İstanbul Kuzey Doğu Anadolu Bölgesinin 13 katı daha fazla tüketiyor  

Buna göre; (2012-2014) yılları arasında yapılmış olan toplam hane halkı tüketim harcamalarının yaklaşık yüzde 25’i tek başına İstanbul’da, yüzde 14,6’sı Ege Bölgesi’nde, yüzde 12’si Akdeniz Bölgesi’nde; buna karşılık sadece yüzde 1,9’u Erzurum, Ağrı, Kars ve Iğdır’ın aralarında bulunduğu Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde gerçekleşti. Buna Ortadoğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri de katıldığında bu oran ancak yüzde 10,7’ ye çıkabiliyor.

Bu bölgelerde tüketim harcamalarının çok önemli bir kısmı konut (kira), gıda gibi kalemlere ayrıldığından eğitim, eğlence ve kültür gibi harcamalar için geriye para kalmıyor.

Eğitime ayrılan pay sadece yüzde 1

Örneğin, eğitim için Kuzeydoğu Anadolu’da ayrılan pay sadece binde 4.  Tüm Bölgedeki pay ise sadece yüzde 1,1. Eğlence ve kültüre ayrılan pay ise yine Kuzeydoğu Anadolu’da yüzde 2’nin altında (yüzde 1, 9). Tüm Bölge ortalaması ise sadece yüzde 2,3.

Yani hem ekonomik büyümenin temel sürükleyicisi olduğu, hem de refahın temel göstergesi olduğu kabul edilen tüketim harcamalarından ülkenin Doğu ve Güneydoğusu payını yeterince alamıyor.

Kısaca, sadece kişi başı gelirde beş katı aşan farklılık değil, tüketimde de buna yakın oranda ortaya çıkan farklılık ülkenin Batısından Doğusuna ne kadar büyük bir ekonomik düzey farklılaşması (ya da yoksulluk) içinde olduğunu gösteriyor. Bunlara, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı konusundaki farklılıklar da dâhil edildiğinde, bu ayrışmanın daha da büyük olduğu ortaya çıkıyor.

“Bölgesel kalkınma farklılığı” konuyu açıklamaya yetmiyor

Gelir düzeyi farklılığını sadece “bölgesel kalkınma ve gelişme farklılıkları” ile açıklamak mümkün mü? Ya da bu noktada (farklılıkları azaltmak için) “bölgeye daha fazla yatırım yapmak” gibi öneriler yeterli mi?  

“Bölgesel kalkınma farklılığı” bazı çevreler tarafından çok başvurulan bir açıklama olsa da, sadece bir sonuç olabilir.  Bu sonuca yol açan daha derindeki, temel ekonomik, politik ve sosyal nedenlerin neler oldukları ortaya konulmalı ve bunlara uygun çözümler önerilmeli.

Dip notlar:

(1)  TÜİK, İl Bazında Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, 2019, https://www.tuik.gov.tr(27 Ocak 2021).

(2)  TÜİK, Hane halkı Tüketim Harcamalarının Bölgesel Dağılımı Araştırması, Kasım 2015.

 

 



24 Ocak 2021 Pazar

Serveti neden ve nasıl vergilendirmeliyiz ?(6) – Zenginleri vergilendirmek için somut nedenler

 

Serveti neden ve nasıl vergilendirmeliyiz ?(6)Zenginleri vergilendirmek için somut nedenler

Mustafa Durmuş

24 Ocak 2021

Felsefi olarak savunulmasının yanı sıra, aşağıdaki somut gerekçelerden hareketle büyük servet sahiplerinin artan oranlı bir servet vergisiyle vergilendirilmesi talep edilebilir:

(i) Büyük servet sahipleri sadece el koydukları artı değerle değil,  aynı zamanda yeterince ödemedikleri gelir vergisi, kurumlar vergisi gibi vergilerle büyüttükleri parasal servetlerini bütçe açığı veren hükümetlere borç olarak veriyorlar.

Böylece elde ettikleri yüksek faiz gelirleriyle servetlerini daha da büyütüyorlar. Bu borçlarla yapılan devlet harcamaları servetlerinin daha da artmasına yardımcı oluyor. Halk ise bu devlet borçlarının hem anaparalarını, hem de faizlerini daha fazla vergi ödeyerek karşılamak zorunda kalıyor.

Türev piyasalar ve küresel borsalar servet büyütme araçları

(ii) Süper zenginlerin bir kısmı servetlerini daha da büyütebilmek için bu servetlerini vadeli işlem piyasaları gibi spekülatif finansal yatırım piyasalarına yatırıyorlar. Bu da petrol ve temel gıda (buğday, mısır gibi) gibi malların fiyatlarının spekülatif bir biçimde artmasıyla sonuçlanıyor. Bunların fiyatları artıp, ekonomiler daralırken, küresel çapta işsizlik, yoksulluk ve açlık da artıyor.(1)

(iii) Bu servetlerin büyütüldüğü bir diğer alan küresel menkul kıymet borsaları. Servetler buralara yatırıldığında borsalar yükseliyor.  Borsadaki hisselerin çok büyük kısmı bu zenginlere ait olduğundan zenginler daha da zenginleşiyor. Yani servetler bir tür “kumarhane kapitalizmi” altında daha da büyütülüyor.

Bir başka anlatımla, süper zenginlerin büyük çapta tasarruf fazlaları var. Ancak bu fazlaları reel yatırımlara dönüştürmüyorlar. Bunun bir nedeni kapitalizmin yenilikçi/ buluşçu yanının (inovasyon) ve bunun sonucunda verimliliklerin giderek azalması. Böyle olunca da büyük şirketler kâr sıkışıklığını kendi hisselerinin geri satın alımını /buyback) yaparak aşmaya çalışıyorlar.

Hisse geri satın alımları serveti artırıyor

Buna bir örnek vermek gerekirse, 2019 yılında ABD’de 800 milyar dolarlık,  Japonya, Birleşik Krallık, Fransa, Kanada ve Çin’de 130 milyar dolarlık olmak üzere 1 trilyon dolara yakın şirket hissesi geri satın alımı yapıldı. 2010-2109 yılları arasında ise ABD’li şirketler her yıl borsaların değerlerinin yüzde 1,5’i oranında şirket hissesi geri satın alımı gerçekleştirdiler. (2)

Bu yolla bu şirketlerin borsalardaki hisselerinin değeri hızla artıyor, şirketlerin üst düzey yöneticilerinin maaşları ve tazminatları büyüyor, böylece şirketlerin sahiplerinin servetleri durduğu yerde çoğalıyor.

Borsaların hızlı yükselişinin bir nedeni böyle bol nakitle gerçekleştirilen hisse geri satın alımı operasyonları. Çünkü hem 2008 küresel finansal krizi, hem de Covid-19 sonrasında Salgın ve krizle mücadele adı altında çok düşük faizli para-kredi ve miktarsal kolaylaştırma operasyonlarıyla sağlanan trilyonlarca dolarlık nakit bu borsaların coşmasına neden oldu.

Türkiye’de de 2017 yılından bu yılın başına kadar izlenen düşük reel faizli banka kredilerinin önemli bir kısmının reel yatırımlardan ziyade döviz, borsa, konut gibi spekülatif finans piyasalarına aktığı biliniyor. Böyle, zengini daha da zenginleştiren politikaların gerçek ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ile ilgisinin olmadığı ise çok açık.

Büyük servetler finansal krizleri tetikliyor

(iv) Büyük servetler borsa, emlak-konut ya da menkul kıymetler gibi spekülatif finansal yatırımlarda kullanıldığında finansal balon/köpük oluşuyor ve bu balon 2008 krizinde olduğu gibi patladığında küresel ekonomi krize giriyor.

Yani büyük servetler finansal krizleri tetikliyor. Böyle krizler ortaya çıktığında ise devlet maliyesi bozuluyor, bütçe açık veriyor ve bu açık krizi tetikleyen bu servet sahiplerinden borçlanılarak kapatılıyor. Bunun sonucunda, devlet borçlanması aracılığıyla, büyük finansal servet sahiplerinin servetleri daha da büyüyor.

Buradan hareketle, servet vergisinin (zenginlerden daha fazla vergi alarak salgın ve yoksullukla mücadele gibi kamusal programları fonlamak dışında), finansal ve finansal olmayan rantlar sağlamaya dönük faaliyetleri caydırmak, böylece  ekonomik krizi önlemek için de kullanılabileceği de açık.

(v) Büyük servetler ve bunların belli ellerde yığılması ekolojik tahribata neden oluyor. Bu tahribat sadece süper zenginlerin çok fazla tüketmelerinden değil, aynı zamanda tükettiklerinin çok fazla enerji yoğun olmasından kaynaklanıyor. Öyle ki bu süper zenginlerin devasa büyüklükte evleri, malikâneleri, lüks otomobilleri, özel jetleri, yatları, lüks yazlıkları ve dağ evleri, lüks ithalatları vs var.

Bu zenginlerin sadece tüketimleri değil, yatırımları da ekolojiyi tahrip ediyor. Çünkü harcayabileceklerinden çok daha fazla parasal servetleri olduğundan bu servetlerini maden, petrol çıkarımı gibi ekolojiyi tahrip eden sektörlerdeki yatırımlarda kullanıyorlar ya da kredi, borç, patent, mülk biçiminde başkalarına satıyor veya kiralıyorlar. Oysa diğer insanlar çalışmak, üretmek, kiralarını ve bu zenginlere olan borçlarını ödeyebilmek için yoğun bir mücadele içindeler. Bu durum da ekoloji üzerinde ilave bir baskı oluşturuyor. (3)

Böyle bir gerekçeden yola çıkan Saez ve Zucman gibi maliyeciler, yüksek vergilemenin vergiden kaçınmaya ve vergi kaçırmaya neden olacağı görüşünü benimsemiş olan geleneksel vergileme anlayışının aksine, çok yüksek düzeydeki gelir ve servetlerin neredeyse tamamına el koymak anlamına gelen yükseklikte vergi oranları uygulamanın ‘optimal vergileme’nin bir gereği olduğunu ileri sürüyorlar. (4)

Servet sadece ekonomik değil, sosyal ve politik bir güç aracı

 (vi) Son olarak büyük sermaye ve servet sahipleri, sadece kendilerine hizmet edecek politikacıları seçtirerek ya da günümüzde olduğu gibi otoriter rejimler altında üst düzey yönetsel görevlere atanmalarını sağlayarak değil, aynı zamanda büyük rüşvetler de dağıtarak siyasal alanı kontrol ediyorlar. Alınacak bir servet vergisi (diğer önlemlerin yanı sıra) böyle bir yozlaşmayı (tamamen ortadan kaldırmasa da) azaltabilir, yavaşlatabilir.

Özetle, servet gerçekte bir sosyal ilişkiyi yansıtıyor, yani sahiplerine sosyal ve politik güç sağlıyor. Böylece onların düzeninin pekiştirilip sürdürülmesine yarıyor, içinde yaşadığımız sınıflı toplumda yöneten sınıfların yönetilenler üzerindeki hegemonyasının en önemli araçlarından biri haline geliyor.  Öyle ki yüksek düzeyde serveti olanlar sadece ekonomik ve sosyal alanda yoksullarla arayı açmıyorlar, yasama, yargı ve yürütmeyi de kontrol altına alıyorlar.

Yani servet zenginleri, sadece otoriter rejimlerdeki değil, parlamenter demokrasi olarak adlandırılan rejimlerdeki devlet aygıtını da iktidarlarını pekiştirmede bir araç olarak kullanıyorlar.

Politik gücün en etkili olduğu alanlardan biri vergileme

Bu etkinin en fazla görüldüğü alanlardan biri vergileme ve izlenen vergi politikaları. Çünkü servet zenginleri oldukça yüksek vergi ödeme güçlerinin varlığına rağmen, yeterince vergi ödemiyorlar.

“Yatırım yaptıkları, istihdam yarattıkları” gibi geçerliliği son derece tartışmalı bazı gerekçelerle, onlardan vergi alınmasının yanlış olacağı fikri topluma aşılanıyor. Üniversiteler bu fikrin teorisini oluştururken, devlet kurumları ve politikacılar da hiç sorgulamadan bu fikri benimsiyorlar.

Böyle olunca da, örneğin yüksek düzeydeki askeri harcamalar, faiz ödemeleri ve sermayeye dönük mali destekler yüzünden giderek artan bütçe açıkları KDV ve ÖTV gibi halktan alınan vergilerle veya elektrik, doğal gaz ve ulaştırma gibi temel hizmetlere yapılan zamlarla ya da borçlanma ile kapatılıyor.

Zenginden daha az vergi alındığında yatırımlar ve istihdam artmıyor 

Oysa “zenginlerden daha fazla yatırım yapmaları ve istihdam yaratmaları için daha az vergi alınması ya da hiç alınmaması gerektiği” iddiasının temelsiz olduğu bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmış durumda.

Örnek olarak, geçen yıl 18 gelişkin Merkez Ekonomideki veriler esas alınarak yapılan bir bilimsel araştırma (5)  son 50 yılda zenginler için yapılan vergi indirimlerinin ekonomik büyümeyi hızlandırma ve işsizliği azaltma konusunda kayda değer bir etki yaratmazken, mevcut gelir eşitsizliklerini daha da artırdığını ortaya çıkardı.

Öyle ki vergi indirimi yapılan ülkelerde en zengin yüzde 1’in gelirden aldığı pay indirimlerden sonraki beş yılda binde 8 arttı.  Vergi indirimlerinin ekonomik büyüme ve işsizlik üzerinde kayda değer bir olumlu etkisi ise görülmedi. Beş yıl sonra kişi başı milli gelir ve işsizlik oranları hem indirim yapılan, hem de yapılmayan ülkelerde değişmedi.

İstihdamı teşvik mi?

Bu konuda en çarpıcı örneklerden bir diğeri ABD’de Başkan Bush döneminde (2001-2004) ‘istihdamı teşvik’ adı altında zenginlerin vergisinin indirilmesi. Bu dönemde öyle ilave vergi indirimleri yapıldı ki bunların tutarı 3,4 trilyon dolara ulaştı. Uygulanan her vergi indiriminin gerekçesi sözde istihdam yaratmaktı.

Sonuçta bu indirimlerin yüzde 80’ i en zengin yüzde 20’ ye, bunun da çok büyük bir kısmı en zengin yüzde 1’e ya da kabaca 100 bin zengin birey ve şirkete fayda sağladı. 

Buna karşılık bu dönemde dişe dokunur bir istihdam yaratılamadığı gibi bunu ciddi bir ekonomik durgunluk izledi. 2008 yılında ikinci Bush Yönetimi sırasında ‘yeniden istihdam yaratma kampanyası’ adı altında zenginlere 90 milyar doları bulan bir vergi indirimi daha sağlandı. Ancak yine istihdam yaratılamadı. 2008’in ikinci yarısında istihdam piyasası çöktü ve altı ayda yeni bir milyon işsiz ortaya çıktı. Tarihte buna benzer bir çöküş 1929-1930’da yaşanmıştı. (6)

Türkiye’de de son 18 yıldır sermayeden alınan kurumlar vergisi ve gelir vergisi oranlarında ciddi indirimlere gidildi. Yüzde 45 olan en zenginin gelir vergisi oranı yüzde 35’e kadar düşürüldü (geçen yıl tekrar yüzde 40’a çıkartıldı).  Yüzde 33 olan kurumlar vergisi oranı ise yüzde 20’ye indirildi (2018’de tekrar  yüzde 22’ye yükseltildi). Bu arada sermayeye tanınan muafiyet, istisna ve indirimlerin boyutu yıllık olarak tahsil edilen toplam vergi gelirlerinin beşte birine ulaştı. Buna karşılık ülkedeki istihdam oranı yükselmediği gibi, son yıllarda yüzde 50’nin 4-5 puan altına kadar düştü. Yani bu vergi indirimleri zengini daha da zengin yaparken istihdamı artırmadı.

Bu deneyimlerden hareketle, zenginlerden daha az vergi almanın ekonomiye ve topluma olan faydasının ihmal edilebilecek kadar az olduğunu ve bu bulgunun Covid-19 Salgını ile daha da kötüleşen kamu maliyesini düzeltmek için zenginlerden daha fazla vergi alınmasının haklı bir iktisadi gerekçesini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Sermayeden alınan vergilerin indirilmesi zengini daha da zengin yapıyor

Bir başka çalışma ise neo-liberal (sözde) vergi reformlarının hayata geçirilmeye başladığı 1980’li yıllardan itibaren (yukarıdaki çalışmanın bulgularına benzer bir biçimde) gelir dağılımı adaletsizliğinin iyice arttığını ortaya koyuyor.

Buna göre (7); 1970’li yılların sonuna değin, ABD’de en zenginlerin ödediği federal gelir vergisinin oranı yüzde 70 ve kurumlar vergisi oranı yüzde 46, en zengin yüzde 1’in milli gelirden aldığı pay ise yüzde 10’du. 2017 yılına gelindiğinde ise zenginlerin ödediği gelir vergisi oranı yüzde 39,6’ya (2021’de yüzde 37,0) ve kurumlar vergisi oranı yüzde 34’e (2021’de yüzde 21,0) kadar düştü. Bu arada en zengin yüzde 1’in milli gelirden aldığı pay yüzde 20’ye (iki katına) çıktı. Yani zenginlerin vergi oranları düşürüldüğünde gelir dağılımı daha da eşitsiz ve adaletsiz bir hale dönüştü.

Kısaca, böyle vergi indirimlerini zorlayan ideolojik-politik dayatmalar gerçekte yeni yatırım ya da yeni istihdam yaratılmasını sağlamadığı gibi, zenginlerin mevcut servetlerini büyük ölçüde finans piyasalarında büyütmesine hizmet ediyor. Toplumsal bir fayda sağlamadığı gibi, toplumun refahının azalmasına, sınıfsal eşitsizliklerin ve yoksulluğun daha da artmasına neden oluyor.

Bu bakış açısından hareketle, büyük servetlerin vergilendirilmesi emekten yana olduğunu ileri süren iktidarların vergi politikalarının temel araçlarından biri olmak zorunda. Bu tür iktidarların gelir dağılımı eşitsizliklerini azaltmak, halka dönük ve doğa dostu kamusal yatırım harcamalarını finanse etmek, ekonomik sıkıntıları aşabilmek için servet vergisine başvurmaları kaçınılmaz.

…devam edecek

Dip notlar:

(1)  Richard D. Wolff, “Why Taxing the Rich Makes Sense?”, http://mrzine.monthlyreview.org (2 March 2011).

(2)  Sirio Aramonte, “Mind the buybacks, beware of the leverage”, BIS Quarterly Review (September 2020), https://www.bis.org  (14 September 2020).

(3)  Jason Hickel, “We can’t have billionaires and stop climate change”, https://thecorrespondent.com (9 October 2020).

(4)    William G. Gale, “Saez and Zucman Say Everything You Thought You Knew About Tax Policy Is Wrong”, https://www.taxpolicycenter.org/taxvox (23 October 2019).

(5)    Hope, David and Limberg, Julian, “The economic consequences of major tax cuts for the rich”, International Inequalities Institute Working Papers (55) LSE, London, UK, 2020.

(6)    Jack Rasmus, “Why tax cuts don’t and won’t create jobs?”, Working In These Times, http://brechtforum.org (6 December 2010).

(7)      Eduardo Porter, “Tax Cuts, Sold as Fuel for Growth, Widen Gap Between Rich and Poor”, https://www.nytimes.com (3 October 2017).

 

 

21 Ocak 2021 Perşembe

Servet vergisi neden ve nasıl alınmalı ?(5) – Servet vergisinin felsefi ve politik arka planı

Servet vergisi neden ve nasıl alınmalı ?(5) – Servet vergisinin felsefi ve politik arka planı

Mustafa Durmuş

21 Ocak 2021

Neredeyse tüm dünya Covid-19 ile birlikte iyice artan sağlık sorunları, derinleşen ekonomik kriz, gelir ve servet eşitsizlikleri nedeniyle önümüzdeki süreçte yeni vergilerin gündeme getirilmesinin kaçınılmaz olduğu yönünde hem fikir.

Bu bağlamda servet zenginlerinden alınacak bir servet vergisinin hem kalıcı bir kamusal sağlık harcaması ve sosyal koruma programı fonlaması için, hem de gelir ve servet eşitsizliklerinin azaltılması için ideal vergi olduğu görüşü giderek yaygınlaşıyor.

Nitekim Dünya Bankası’nın resmi bloğunda yer alan bir makalede adil ve etkin bir servet vergisinin, bu yıl iyice ayyuka çıkan gelir eşitsizliklerini azaltabileceği, Covid-19 nedeniyle oluşan mali kara deliği tıkayabileceği ve vergi mükelleflerinin yitip giden güvenini geri getirebileceği ileri sürülüyor.(1)

Servete vergi yoluyla müdahale tarihte ilk kez yapılmıyor

Aslında sisteme yönelik böyle müdahaleler ilk değil. Kapitalizm tarihinde savaşlar, büyük ekonomik krizler ve salgınlar gibi olağanüstü dönemlerde bu tür vergilerin konulduğu biliniyor.

Örnek olarak (1944-1964) döneminde ABD’de yıllık 400 bin doların üzerindeki gelirlere yüzde 90 oranında gelir vergisi uygulandı.(2) Başta Almanya olmak üzere (1945-1948 yılları arasında), Fransa ve diğer bazı Avrupa ülkeleri borçlarını uyguladıkları artan oranlı bir servet vergisinden sağladıkları gelirlerle ödeyebildiler. Almanya’da bu vergi, borçlar düşüldükten sonraki net servetlere uygulandı, zamanla sınırlıydı ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkenin hızlı büyümesine yardımcı olan faktörlerden biriydi.(3)

Servet vergisinin ardındaki felsefe

Olağanüstü dönemlerin neden olduğu somut gelir yaratma ihtiyacının ötesinde, servet vergisi felsefi olarak da savunuluyor. Öyle ki 17. yüzyılda Fransız politikacı J. B. Colbert: “vergileme kazları bağırtmadan yolma sanatıdır”  dediğinde dönemin  maliyecileri bundan en az üç temel vergi ilkesi çıkarttılar:

(i) Vergi tabanı olabildiğince geniş olmalı ki uygulanacak vergi oranı en düşük tutulabilsin, böylece vergiye tepki asgaride tutulabilsin (ii) vergi katı esnekliğe sahip ekonomik faaliyetlere uygulanmalı ki ekonomik olarak saptırıcı etkiler ortaya çıkmasın (iii) en fazla vergi vermesi gerekenler sadece büyük servetlerin sahipleridir çünkü bu kesimler en rahat fedakârlıkta bulunabilecek insanlardır.(4)

Bu ilkelerin ışığında büyük servet sahiplerinin en geniş vergi tabanını ve en rahat fedakârlık yapabilecek kesimi oluşturdukları açık. Bu nedenle de (teknik olarak) etkin ve adil bir vergi sisteminin mutlaka ciddi bir servet vergisini içermesi gerekiyor.

Servet vergisi “toplumsal faydayı büyütme aracı”

18. ve 19. yüzyıllarda ise servet vergisinin gerekçeleri liberal faydacı felsefeciler tarafından ortaya atıldı. Bu felsefenin kurucularından J. Bentham (1748-1832) tüm kamu politikalarının olduğu gibi, vergi politikasının da ana amacının toplumsal faydayı maksimize etmek olduğunu ileri sürdü.

Ona göre, elinde kendi ihtiyaçlarının çok ötesinde gelir ya da servet bulunduranların, bu servetlerinin bireysel refahları üzerindeki olumlu etkisi (azalan marjinal fayda kanunu yüzünden) sınırlıdır. Bu nedenle de gelir ve servetin bu fazlası vergileme yoluyla bunlardan alınarak yoksullara dağıtılmalı, böylece onların bu fazlayı tüketerek elde ettikleri fayda ile tüm toplumun faydası artırılmalıdır.(5)

J. Bentham’ın çağdaşı, Marx ve Engels tarafından “küçük burjuva sosyalisti” olarak nitelenen ve asgari ücretin (ödeme gücünün altında kaldığı için),  vergi dışı bırakılması gerektiğini ilk kez ortaya atan Fransız maliyeci J. C. L. Simonde De Sismondi’ye göre  (1773-1842) herkes sahip olduğu servete göre vergi ödemelidir çünkü servet ödeme gücünün en önemli göstergesidir. Ayrıca servetin bir avuç insanda toplanması toplum açısından zararlı, bunu önlemeye dönük artan oranlı bir gelir vergisi ise yararlı ve gereklidir. (6)

Geçen yüzyılda bir başka maliyeci A. Pigou (1877-1959), Bentham’ın yaklaşımını geliştirerek gelir ya da servetin artan oranlı bir vergileme ile yeniden bölüştürülebileceğini, böylece de gelir bölüşümünde adaletin sağlanabileceğini, yoksulluğun ortadan kaldırılabileceğini ileri sürdü. (7)

Ancak artan oranlı vergileme konusundan öncelikli olarak Sismondi ve Komünist Manifesto’da Marx ve Engels’in (1848) söz ettiğinin altını bilhassa  çizmek gerekiyor.

İsrafı önlemede servet vergisi

Bu tarihsel felsefi özet bize, günümüzde artan oranlı olarak düzenlenecek bir servet vergisinin gelir dağılımını iyileştirici ve yoksulluğu azaltıcı bir işlev görebileceğini gösteriyor.

Bir de konunun israf boyutu var. Zengine ihtiyacının ötesindeki aktarılan her ilave gelir ya da servet iktisadi olarak anlamsız bir israftır. Çünkü bu kesimlere dişe dokunur bir fayda sağlamaz.  Üstelik zenginler daha da zenginleştikçe bu anlamsız ve haksız durum daha da kötüleşir. Oysa aynı servet ya da gelir yoksullara dağıtılsa onların hayatlarında olumlu gelişmelere yol açabilir.  Bu yüzden de soruna yoksullar açısından bakıldığında ilave servetin azalan getirisinden ziyade, artan israfa odaklanmak daha doğru olur.(8)

Vergilemede adalet yaklaşımlarıyla uyumlu bir vergi

Ana akım maliye teorisi altında vergilemede adalet Ödeme Gücü ve Faydalanma Yaklaşımlarına göre tanımlanıyor. Her iki yaklaşım açısından da vergilemede adaletin sağlanabilmesi için servet vergisine ihtiyaç var.

Örneğin Ödeme Gücü Yaklaşımı bağlamında, bir bireyin vergi ödeme kapasitesinin büyüklüğü; hem gelirinin düzeyi, hem de stok gelir anlamında net servetinin büyüklüğü ile doğru orantılı. Bu yüzden de bireyin ödeme gücüne göre vergilendirilmesinde sadece gelirinin değil, servetinin de dikkate alınması ve böylece iki verginin de birlikte ve artan oranlı olarak uygulanması gerekiyor.

Faydalanma Yaklaşımı bağlamında da bu ilişki açık. Çünkü öncelikle özel servetler, başta özel mülkiyeti korumaya dönük yasalar, yargı ve kolluk hizmetleri olmak üzere devlet tarafından sağlanan çeşitli koruma ve kollama hizmetleri ve devletten alınan ticari işlerle, ihalelerle büyüyor. Yani devlet hizmetlerinden en çok yararlananlar büyük sermaye ve servet sahipleri.

Nitekim Sismondi, kamu harcamalarının büyük bir kısmının zengini yoksula karşı koruma sırasında ortaya çıktığını zira bu koruma işi taraflara bırakılsaydı muhtemelen zenginlerin bu işten zararlı çıkacağının altını çizer. Dolayısıyla zenginler sadece servetleriyle orantılı olarak değil, bunun ötesinde kendilerinin avantajına olan sistemi desteklemek için daha fazla vergi ödemelidirler. (9)

Bugün de, Covid-19 Salgını sırasında olduğu gibi, Salgının neden olduğu işyeri kapanmalarına rağmen (bazı sektörlerde işçiler ölüm riskine rağmen işe gönderilmeye devam ederken) bu küçük işletmelerin sahiplerine ya da çalışanlarına yeterince mali destek verilmezken, büyük servet sahipleri devletin para, maliye politikalarıyla ve doğrudan müdahaleleriyle öncelikli olarak kurtarılıyor. Bu nedenle en çok fayda sağlayandan bunun karşılığını servet vergisi olarak ödemesinin beklenmesi adil bir tutum.

Küresel servet vergisi önerisinin ‘değerli yalnızlığı’

Çağdaş iktisatçılardan Thomas Piketty 2014 yılında yazdığı kitabı (10) ile bir yandan kapitalizmin son 200 yıllık tarihinde giderek artan eşitsizliklere, bir yandan da buna bir çözüm olarak küresel bir servet vergisinin gerekliliğine dikkatleri çekmişti.

Piketty’nin analizinin özünde şu formül var: (r > g). Burada ‘r’ sermayenin (servet) getirisini, ‘g’ ise ekonomideki büyümeyi (milli gelir artışını) temsil ediyor. Yazara göre kapitalizm altında servet birikimi (Piketty sermayeyi servet olarak tanımlıyor) ekonominin büyümesinden hızlı olduğundan eşitsizlikler giderek artıyor. Öyle ki bu gidişat durdurulmazsa kapitalizmin çöküşü kaçınılmaz. Böylece kapitalist sistemin devamı ancak servet ve gelir eşitsizliklerinin azaltılmasıyla mümkün olabilir.

Buradan hareketle Piketty kapitalizmi kurtarmaya yönelik politikalar öneriyor. Bunların başında da küresel bir artan oranlı servet vergisi ve üst gelir gruplarının vergi oranını yükselten artan oranlı bir gelir vergisini kapsayan yeniden bölüştürücü vergi politikaları geliyor.

Bu çerçevede kitapta, en zenginlerden alınacak olan gelir vergisi oranının yüzde 80’e kadar çıkartılmasının (bu daha çok şirket üst düzey yöneticilerinin fahiş düzeyde yüksek ücretlerini vergilemek için öneriliyor) yanı sıra, milli gelirin yüzde 2’si oranında gelir yaratacak bir küresel artan oranlı servet vergisi uygulamasının gerekliliği anlatılıyor. Diğer yandan da servet vergisinin girişimciliğin yok edilmesine yol açmayacak bir biçimde ayarlanması gerektiği vurgulanıyor.

Piketty hem analiz yöntemi, hem de önerdiği servet vergisi anlamında yoğun eleştirilere tabi tutuluyor. Bu eleştirilerin önemli bir kısmı da Marksistlerden geliyor. 

Servet ve sermaye birebir aynı değil

Öncelikle Piketty sermaye birikim sürecini, araya her hangi  bir şey koymaksızın paranın daha fazla paraya dönüşmesi olarak (M….M’ / Para…. Daha fazla para) olarak, yani servet artışı olarak tanımlıyor. Bu da sermaye birikiminde kuşkusuz emek sömürüsü gibi önemli bir aşamanın görmezden gelinmesi demek. Yani yazar için sermaye sadece bir bölüşüm konsepti olarak algılanıyor.

Marksist ekonomi politikte ise sermaye birikim süreci şu şekilde ele alınıyor: (M------C------ P------ C’------ M’/ Para--- Meta--- Üretim---Daha fazla meta--- Daha fazla para). Yani para üretim sürecinde yaratılan kârla büyür ve sermayeye dönüşür.  Kârın kaynağı ise emek sömürüsü ile sonuçlanan artı değerdir.

Ayrıca Marx için sermaye sadece bir iktisadi kavram değil, sosyal, siyasal ve yönetsel bir kategori, egemen sınıfın üretim araçlarını denetleme aracıdır. Para veya makine biçiminde, sabit veya değişken olabilir. Özü itibariyle ne fizikseldir ne de finansaldır. Sermayenin özü güçtür. Yani kapitalistlere karar alma ve işçilerden artı değer çıkartma yetkisi veren bir güçtür.

Piketty ise, neo- klasik iktisada sadık kalarak sermayeyi servet olarak tanımladığından, kapitalizmin/sermayenin hareket kanunlarını tam olarak anlayamıyor. Bu nedenle de (çözüm olarak) artan oranlı gelir vergisi ve küresel çapta bir servet vergisine yöneliyor.  Böylece önerileri kapitalizmi daha etkin çalıştırmayı ve yüksek düzeydeki eşitsizlikleri azaltmaya dönük kalıyor. Kısaca, 19.yüzyıldaki Ricardo’nun çağdaş versiyonu gibi işlev görüyor. Zira o da toprak sahiplerinin politik gücünü (kapitalist sınıfın güvenli geleceği için) azaltmaya dönük bir toprak vergisi alınması gerektiğini savunmuştu.(11)

Piketty (bırakın özel mülkiyet kurumuna ya da piyasalara karşı çıkmayı) bunların milyonlarca insanın eylemlerinin koordinasyonunda çok faydalı kurumlar olduğuna inandığından, kapitalizmin sürdürülebilmesi için “uzak görüşlü kapitalistleri” vergileme konusunda ikna edebilmek için adeta yalvarır.

Bu da ılımlı bir sosyal demokrat olarak Piketty’nin  en zayıf noktasını oluşturuyor. Kapitalist üretim tarzına dokunulmaksızın, sadece yüksek bir servet vergisiyle adaletsiz bölüşüme müdahale etmenin yeterli olabileceğine inanıyor. Diğer taraftan, işçi sınıfını, onun sisteme karşı politik örgütlü mücadelesi ile neler yapabileceğini görmüyor, sınıfın gücüne inanmıyor. Oysa açlığa da, açgözlülüğe de tahammülün bir sınırı var. İşçi sınıfı hala, doğru örgütlenme biçimleri ve doğru bir dünya görüşüne dayalı politik bir irade ile bu eşitsizlikleri ortadan kaldırabilecek tek sosyal sınıf.

Zizek ise, Piketty’nin bir ütopist olduğunu ve servet vergisi önerisinin de tam bir ütopya olduğunu ileri sürer. Ona göre: “Hegel’in ‘soyut düşünce’ ile kastettiği tam da budur. Yani sadece bir önlem almakla yetinip, diğerlerinin sabit kalacağını varsaymak. Oysa gerçek hayatta gelir ve servet bölüşümünde yapılan radikal bir değişiklik üretim tarzını ve kapitalist ekonominin kendini etkiler”.(12)

Sonuç olarak Piketty servetin ve üst gelir gruplarının vergilendirilmesine ilişkin olarak cesur önerilerde bulunsa da bunlar yeterli olmayacaktır. Sermayeye verilen teşviklerin ciddi biçimde azaltılması, yaşanabilir bir ücret düzeyinde çalışma saatlerinin azaltılması, adil ücretlendirme, kamu garantili istihdam programları, temel gelir güvencesi, kamusal mal ve hizmetlerin genişletilmesi ve bunların ücretsiz sunumu, güçlü sosyal güvenlik koruma ağlarının kurulması, sendikaların güçlendirilmesi gibi diğer reformlara ihtiyaç var.

Politik tercih olarak servet vergisi

Servetin gelirden çok daha adaletsiz dağıldığı ve çok daha hızlı temerküz ettiği konusunda Piketty ile hemfikir olan iki diğer Fransız maliyeci E. Saez ve G. Zucman’a göre (13); süper zenginleri vergilendirebilmek için üç vergisel araç gerekiyor: Artan oranlı gelir vergisi, artan oranlı kurumlar vergisi ve artan oranlı servet vergisi. İlk ikisinden kaçırılan vergi üçüncüsü aracılığıyla alınabilir. Ancak ne gelir vergisi ne de kurumlar vergisi süper zenginleri vergilendirmede yeterli değildir. Çünkü böyle zenginlerin çoğunluğu ciddi servetlere sahip iken vergilendirilebilir gelirleri düşüktür.

Yazarlara göre, uygulanacak bir servet vergisi ile ciddi düzeyde vergi geliri sağlanabileceği gibi, servet bölüşümünde adalet de tesis edilebilir. Keza böyle bir vergi ile servet yığılmasının demokrasi için tehdit oluşturması ve artan karbon emisyonlarının ekolojiyi daha fazla tahrip etmesi önlenebilir. Ayrıca böyle bir verginin uygulanması politik bir tercihtir. Yani uygulanmasının önünde teknik olarak her hangi bir engel yoktur.

Emek sömürüsüne karşı servet vergisi

Son olarak Marksist Emek-Değer Teorisi ve bunun üzerinden temellenen sosyalist yaklaşım açısından durum çok daha nettir. Çünkü bu yaklaşıma göre, servet işçilerin bugünkü ve geçmişteki atalarının ödenmemiş toplam emekleri olan artı değerlerinin bir birikimidir.

Yani servet emek sömürüsünden kaynaklanan, onunla büyütülen, bir emek hırsızlığıdır. Bu yüzden de meşru olmayan bir servetin en azından bir kısmının onun gerçek sahiplerine vergileme yoluyla iadesi son derece etik ve meşrudur. Bu açıdan kısa-orta vadeli bir emekçi iktidarının programında artan oranlı servet vergisi mutlaka yer almalıdır.

Böylece (kapitalist toplumlarda ilerici karakterde de olsa vergilemenin kısıtlarının bilincinde de olarak) artan oranlı bir servet vergisi ile ekonomik durgunluk ve işsizlik gibi sıkıntıları hafifletebilmek, halkın yoksulluğunu, sosyal adaletsizlikleri ve doğaya verilen zararı azaltmak mümkündür.

… devam edecek

Dip notlar:

(1)   Jim Brumby,  “A wealth tax to address five global disruptions”, https://blogs.worldbank.org (6 January 2021).

(2)            Sam Pizzigati,  “Do We Need a Maximum Wage?”, http://inequality.org (25 September 2015).

(3)     Camille Landais, Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, “ A progressive European wealth tax to fund the European COVID response”, https://voxeu.org/article/progressive-european-wealth-tax-fund-european-covid-response (3 April 2020).

(4)     J. Bradford DeLong , “Isn’t a wealth tax common sense?”, https://www.socialeurope.eu/isnt-a-wealth-tax-common-sense (3 February 2020).

(5)     Richard A. Musgrave and Peggy B. Musgrave, Public Finance in Theory and Practice, McGraw-Hill Kogakuha Ltd., 1980, s.93-95.

(6)    http://www.marxists.org/reference/subject/economics/sismondi/ch06.htm (15 Ocak 2021).

(7)     A.G.Pigou, A Study in Public Finance, 3rd edt, London Macmillan, 1951, part 2.

(8)     Jason Hickel,  “How not to measure inequality”, https://mronline.org (23 May 2019).

(9)     http://www.marxists.org/reference/subject/economics/sismondi/ch06.htm (15 Ocak 2021).

(10)                      Thomas Piketty, Capital in the Twenty-First Century (translated by Arthur Goldhammer), The Belknap Press of Harvard University Press, 2014, s. 493-540.

(11)                      Tomáš Tengely-Evans, “Piketty and Marx”, http://isj.org.uk/piketty-and-marx (28 June 2014).

(12)                      Slavoj Žižek comments on Thomas Piketty’s ‘Le Capital au XXIe siècle’, https://www.criticatac.ro/slavoj-zizek-comments-thomas-pikettys-le-capital-au-xxie-siecle  (30 May 2014).

(13)                      Emmanuel Saez, Gabriel Zucman, “Progressive Wealth Taxation”, BPEA Conference Drafts, September 5–6, 2019): Forum “Taxing the superrich”, http://bostonreview.net/forum/emmanuel-saez-gabriel-zucman-taxing-superrich (9 April 2020).