Bütçe
açığı ve cari açık artıyor, faturayı halk ödüyor!
Mustafa
Durmuş
25
Mart 2023
(Çizgi: Ercan Akyol)
Geçtiğimiz hafta Şubat ayı aylık bütçe gerçekleşme
raporu açıklandığında tek başına Şubat ayındaki açığın yaklaşık 171 milyar TL ve
Ocak-Şubat toplam iki aylık açığın yaklaşık 203 milyar TL olduğunu gördük.
Faiz ödemeleri düşüldükten sonra geriye
kalan açık demek olan “faiz dışı açık” ise Şubat ayında tam olarak 136,3 milyar
TL ve toplam iki ayda 147,2 Milyar TL oldu. (1)
Bütçedeki
bu gelişmeleri nasıl okumak gerekiyor?
Öncelikle, hem Orta Vadeli Plan’da (2023-2025)
hem de geçen yıl kabul edilen 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nde açığın bu
yıl yaklaşık 660 milyar TL olacağı tahmin ediliyordu.
Ancak daha yılın ilk iki ayında bu açığın yaklaşık
yüzde 31’i gerçekleşti. Buna tam gaz devam eden seçim harcamalarının yanı sıra,
EYT’lilere dönük olarak yapılacak harcamalar ve Kahramanmaraş depremlerinin
neden olduğu yüzlerce milyar TL’lik beklenmedik deprem harcamaları da ilave
edildiğinde, bu yıl bu açık hedefinin yılın geri kalan kısmında
tutturulamayacağı çok net.
Nitekim Strateji ve Bütçe Başkanlığı depremlerin
neden olduğu zararın 2 trilyon TL yani GSYH’nin yüzde 12’si civarında olacağını
öngörüyor. (2) Bunun da kamu harcamalarında ciddi bir sıçramaya yol açması
kaçınılmaz gibi görünüyor.
Bütçeden
yapısal bir sorun var
Bir başka çarpıcı durum, geçen yılın aynı
ayına göre bütçe açığının yüzde 344,6 oranında (3 kattan fazla) ve faiz dışı
açığın ise yüzde 220,2 (2 kattan fazla) artmış olması.
Bu da sorunun faiz ödemelerinin de ötesine
giden yapısal bir bütçe sorunu olduğunu gösteriyor. Zira faiz ödemeleri Şubat
ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 21,6 oranında azalmış. Kısaca, kamu
harcamalarının hem niceliğinde hem de niteliğinde ciddi sorunlar var.
Örneğin, bütçenin harcamalar tarafında
yüzde 50’lik pay ile en büyük kalemi oluşturan cari transferlerdeki artış,
bütçe harcamalarının genelindeki ortalama artış olan yüzde 93,9’un çok üzerinde
gerçekleşti (yüzde 161,4) ve geçen yıl Şubat ayında 74 milyar TL iken bu yılın
aynı ayında 193,7 milyar TL’ye yükseldi. Bu da mevcut deprem ve seçim
konjonktürü altında bu tür harcamaların kontrolden çıkması olasılığını güçlü
tutuyor.
Bütçe
gelirleri azalıyor
Bütçe açığının bu denli artmasının diğer
nedeni ise bütçe gelirlerindeki azalma. Zira Şubat ayında genel bütçe gelirleri
yüzde 21,3 azaldı. Vergi gelirlerindeki en çarpıcı azalma Kurumlar Vergisi (KV)
tahsilatlarında oldu ve geçen yılın aynı ayına göre KV tahsilatları 18 kat
azalarak, 82,6 milyar TL’den bu yılın Şubat ayında 4,6 milyar TL’ye geriledi.
Bunun nedeni asıl olarak geçici vergi
biçiminde toplanan KV’deki uygulamaya geçen yılın son döneminde (Ekim-Aralık)
son verilmiş olması. Bu da sermaye kesiminin talebini yerine getirmek için
yapılmış bir düzenlemeydi ama bunun kaçınılmaz sonucu olarak vergi gelirleri
azaldı.
Yaşanan depremlerin vergi gelirlerini
azaltması ise kaçınılmaz çünkü toplam Gelir Vergisi vergi mükelleflerinin yüzde
11’inden, Kurumlar Vergisi Mükelleflerinin yüzde 9’undan ve Katma Değer Vergisi
mükelleflerinin yüzde 10’undan fazlası bölgedeki yerleşiklerden oluşuyor. (3)
Bilindiği gibi bu vergilerin ve SGK
primlerinin tahsilatları ertelendi, muhtemelen bir süre sonra önemli bir kısmı
tamamen silinecek. Bu da (vergi gelirlerinin düşmesi yüzünden), bütçe açığını daha
da artıran bir etki yaratacak. Bu çerçevede, bütçe açığının hem harcama hem de
gelirler olmak üzere iki yönlü bir baskı ile daha da artacağını ve bu yıl
GSYH’nin yüzde 6’sını bulabileceğini söyleyebiliriz
Yapılan
bağışlar yetmeyecek, fatura yine halka
kesilecek
15 Şubat gecesi büyük bir şovla yapılan
bağış kampanyasında verilen bağış sözü yaklaşık 115 milyar TL idi ve bunun 90
milyar TL’si kamu bankalarından ya da kurumlarından (T. Varlık Fonu gibi)
geldi. Dolayısıyla özel sektörün bağışları çok sınırlı olduğu gibi, sözü
verilen toplam bağış miktarının ihtiyacın ancak onda biri civarında olduğu
anlaşılıyor. Kaldı ki verilen bu sözlerin önemli sayılabilecek bir kısmı da
yerine getirilmemiş.
Bu nedenle de iktidarın yeni borçlanmaya
gitmekten başka çaresi yok gibi görünüyor. Bu da faizlerin artması, faiz
ödemelerine daha fazla kaynak ayrılması, toplumsal ihtiyaçlara ayrılan kaynağın
giderek azalması, yani daha fazla kemer sıkma ve daha fazla işsizlik ve daha
fazla yoksulluk anlamına geliyor.
Ayrıca, bölgedeki banka kredilerinin
durumu da bir risk oluşturuyor. Öyle ki 10 il; toplam kredilerde yüzde 9,
mevduatlarda yüzde 5,2 ve takipteki kredilerde yüzde 18 paya sahip. Tekstil ve
tekstil ürünleri sektörü kredilerinin yüzde 40’ı, metal ve işlenmiş maden
sektörü kredilerinin yüzde 18,3’ü, ziraat ve balıkçılık sektörü kredilerinin yüzde
15,5’i ve toplam tüketici kredilerinin yüzde 10,4’ü deprem bölgesindeki illerde
dağılım gösteriyor. (4)
Dolayısıyla bu kredilerin geri ödenmesinde
ciddi sorunlar yaşanacaktır. Bu da bankacılık sektörü üzerinde olumsuz bir etki
yaratacak, banka kârlarını düşürerek ekonomik büyümeyi yavaşlatacaktır.
Cari
açık zirvede
Bütçe açığındaki bu çok yüksek oranlı
artışı, cari açıktaki benzer bir biçimde gerçekleşen artışla birlikte ele
aldığımızda çok daha büyük bir sorun ile karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz.
Zira bu yılın Ocak ayında cari açık 9,8
milyar doları aştı. Geçen yılın aynı ayında bunun 6,9 milyar dolar olduğu
dikkate alınırsa bir yılda cari açığın yüzde 42 oranında arttığı görülüyor. Bu
açık, aylık açık olarak Cumhuriyet tarihinin en yüksek açığı olarak tarihe
geçti.
Ayrıca, cari açığın finansman biçimlerine
bakıldığında orada da ciddi bir sıkıntı yaşanmakta olduğu görülüyor. Öyle ki
doğrudan yatırımlar 2022 yılı sonuna göre (2023 yılı ocak sonunda) yüzde 9,8
oranında azalışla 150,1 milyar dolar seviyesinde; portföy yatırımları yüzde 1,1 oranında
azalışla 92,2 milyar dolar seviyesinde; yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi
stoku yüzde 10,8 oranında azalışla 25,7 milyar dolar seviyesinde, yurt dışı
yerleşiklerin mülkiyetindeki DİBS stoku yüzde 0,2 oranında azalışla 1,2 milyar
dolar seviyesinde kalırken; Hazine’nin tahvil stoku (yurt içi yerleşiklerce
alınan tahvil stoku düşüldükten sonra) yüzde 6,4 artışla 44,6 milyar dolar
seviyesinde gerçekleşti. Aynı dönemde, diğer yatırımlar yüzde 2,0 oranında
artarak 331,7 milyar dolar oldu. Yurt dışı yerleşiklerin yurt içi yerleşik
bankalardaki döviz cinsinden mevduatı yüzde 2,7 oranında artarak 41,4 milyar
dolar, TL mevduatı yüzde 15,0 oranında artarak 15,1 milyar dolar oldu. (5)
Kısaca, cari açık artık; kişi başı
harcaması 900 dolara kadar gerileyen turizm gelirlerindeki, dışarıdan gelen
kredilerdeki, yurt dışı yerleşiklerin ülkedeki bankalara gelen mevduatlarındaki,
swaplarla desteklenen döviz rezervlerindeki ve hepsinden önemlisi geçen yılın
aynı ayına göre bu yılın Ocak ayında yedi kattan fazla artarak 3,4 milyar
dolardan 24,6 milyar dolara çıkan Net Hata ve Noksan Kalemindeki artışla
(kaynağı belli olmayan (!) diğer dövizlerle) kapatılıyor. (6)
Bütçe açığı ve cari açığın böyle rekor
düzeyde artması rakamların büyüklüğünün ötesinde ciddi bir sorunun da bizi
beklemekte olduğunu gösteriyor. Öyle ki “İkili Açık” olarak da adlandırılan bu
açıklar bu şekilde arttığında ülkede para basma yoluna gidilmesi nedeniyle
enflasyonun hızla yükselmesi, borçlanmanın daha da artması, döviz kurlarının ve
faiz oranlarının yükselmesi kaçınılmaz hale gelebilir.
Kamu
borçlanmasında ve borç stokunda ciddi bir artış bekleniyor
Böyle bir ek harcama ihtiyacı kuşkusuz
kamu borçlarının da artmasıyla, bu da kamu borç stokunun yükselmesiyle
sonuçlanacaktır. Şöyle ki kabaca 700 milyar TL’lik bir ek borçlanma ihtiyacı
doğacaktır (faiz ödemeleri de dâhil).
Hali hazırda 4,1 trilyon TL anapara (stok) ve 2,6 trilyon TL olmak üzere
toplam 6,7 trilyon TL’lik bir kamu borç stoku mevcut. Eğer bu yılki milli
geliri, çok kaba bir tahminle, 16,5 trilyon TL olarak alırsak, reel borç stoku yüzde
42 civarında bir değere ulaşacaktır (koşullu yükümlülükler hariç). Bu da risk
primini yükseltecek ve borçlanmayı çok daha pahalı hale getirecek ve bir
yönüyle de borçlanmayı zorlaştıracak bir gelişmedir.
Ayrıca, Türkiye’de borç çevirme oranı
giderek artıyor. Yani Hazine 100 TL’lik bir kamu borcunu ödeyebilmek için en az
150 TL borç alınmak zorunda. Bu borçların bir kısmı tahvil ihracıyla yurt
dışından karşılanacağından Hazine bu yıl için planladığı borçlanmayı daha da
artırmak zorunda kalacaktır. Bu da ortalama yıllık yüzde 9-10 civarında olan dış
borç faiz oranını daha da yükseltecektir.
İlave olarak, iktidar bloku içerden
borçlanmayı kolaylaştırabilmek için Kur Korumalı Mevduata yönelimi daha da
teşvik edecektir (ya da doğrudan IMF’nin kapısını çalacak). Bunun sonucunda, yoksuldan
zengine doğru olan servet transferi daha da artacağı gibi, ortaya çıkacak
finansman yükü daha yüksek faiz ve daha
ağır vergiler biçimde halkın sırtına bindirilecektir.
Döviz
kurları neden yavaş artıyor?
Bu süreçte döviz kurlarında çok kontrollü
bir artış yaşanıyor. Oysa yukarıda sayılan gelişmelerin döviz kurlarını tabiri
caiz ise fırlatması beklenirdi. Bu kontrollü ya da baskılanmış kur artışında yaklaşan
seçimlerin önemi çok büyük.
Seçime gidilirken bir döviz krizi yaşamak
istemeyen ve bunu olabildiğince ötelemeye çalışan iktidar bloku kuru baskılama işini, başta 1,6
trilyon TL’i aşan Kur Korumalı Mevduat daha da büyütmek ve giderek içinden
çıkılamaz bir hal alan makro ihtiyati tedbirlere ve son olarak kurumsal
müşterilerin günlük dolar alım miktarını 5 milyon dolardan 2,5 milyon dolara
düşürmek ve yurt dışına yapılan döviz transferlerine uygulanan yüzde 5’lik masraf
adı altında komisyon uygulamasında (7) olduğu gibi kısmi sermaye kontrollerine
başvurarak yapıyor. Ancak bunun başta bankacılık sektörü üzerinde olmak üzere
ekonominin bütünü üzerinde yakın gelecekte ciddi olumsuz etkileri olacağı açık.
Sonuç
olarak
Bu aralar faizler de döviz kuru da yapay
olarak baskılanıyor. Seçimlerden sonra hangi iktidar olursa olsun kur ve
faizler kaçınılmaz olarak yükselecek ve ekonomik sıkıntılar devam edecektir.
Eğer demokratik muhalefet her iki seçimi
de alırsa, bu durum uluslararası piyasalar tarafından ekonomik ve siyasal
istikrarın sağlanacağının bir işareti olarak değerlendirilebileceğinden, hem
faizdeki hem de kurdaki yükseliş daha yavaş olabilir.
Ancak iktidar değişmezse, mevcut kadrolar
aracılığıyla mevcut politikalar sürdürülürse, bunun sadece demokrasi açısından
değil, ekonomi açısından da hali hazırdaki maliyetinden çok daha büyük bir
maliyeti olması kaçınılmazdır.
O halde, “böyle bir krizden çıkışta şu ana
kadar yapıldığı gibi, faturanın emekçilere ödettirilmesi biçimindeki sermaye
yanlısı bir anlayış mı, yoksa başta servet vergisi olmak üzere sermaye kesiminden
alınacak vergilerle yürütülecek emekten yana yeniden bölüştürücü bir ekonomik
toparlanma anlayışı mı hakim olacaktır” sorusu bugünün en önemli sorusudur.
Özetle, içinde bulunduğumuz bu korku
tünelinden kalıcı bir biçimde sadece, emekten yana bir iktidar ve onun uygulayacağı
neo-liberalizmi reddeden, kamuculuğu ön planda tutan yeni bir paradigma ve buna
uygun ekonomi politikaları ile çıkılabilir.
Dip notlar:
(1)
Hazine ve Maliye
Bakanlığı, Aylık Bütçe Gerçekleşme
Raporu, Şubat 2023.
(2) T.C.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 2023 Kahramanmaraş ve Hatay depremleri raporu, Mart 2023, s. 8.
(3) Türk
Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED), 2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Durum Raporu, (10 Şubat 2023), s.
5.
(4) Agr.
(5) TC.Merkez
Bankası, Uluslararası Yatırım Pozisyonu, https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatis
(20 Mart 2023).
(6) T.C.
Merkez Bankası, Ödemeler Dengesi
İstatistikleri, Ocak 2023, Tablo 3. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı -
Yıllıklandırılmış Ayrıntılı Sunum (Milyon ABD Doları) (*), s. 10 (21 Mart
2023).
(7) https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kkm-buyuyor-sorun-oteleniyor-ve-giderek-derinlesiyor
(17 Mart 2023); https://www.ekonomim.com/finans/haberler/dolara-tam-saha-pres-gunluk-alim-limiti-dusuruldu-haberi
(20 Mart 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder