OLASI
BİR KOALİSYON HÜKÜMETİNİ BEKLEYEN
ZORLUKLAR
Mustafa
Durmuş
9 Haziran 2015
Türkiye 8 Haziran tarihi itibariyle yeni bir umutlu dönemin
ilk gününe uyandı. Zira yapılan genel seçimlerle otokratik Başkanlık sistemine
geçit verilmediği gibi, 12 yıldır neo liberal ve neo muhafazakâr ekonomi
politikalarıyla başta işçi sınıfı olmak üzere en geniş emekçi yığınları
kitlesel işsizliğe, örgütsüzlüğe, düşük ücretli, esnek, güvencesiz ve bol işçi
cinayetli çalışma koşullarına mahkûm eden tek partili bir siyasal iktidar
modeline dur denildi.
Kuşkusuz bu seçimin en önemli sonucu, uzunca bir
zamandır belki de bu ülkenin en önemli sorunu olan ‘Kürt Sorunu’na ve çözüm
biçimine Türkiye halklarının bakışındaki olumlu gelişme oldu. Bu gelişme sandığa
yansıdı ve çözüm sürecinin demokratik bir biçimde tamamlanması için gerekli
olan taraflardan biri olan Kürt Siyasal Hareketi, demokrat, sol ve sosyalist
Türkler, Aleviler, Araplar ve diğer
inanç ve kimliklerle birlikte,
80 milletvekiline sahip bir parti olarak artık
daha güçlü bir biçimde Parlamentoda temsil edilecek.
Diğer taraftan seçimin henüz tamamlanmasından
kaynaklı siyasetin sıcaklığından olsa gerek, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik
koşullar henüz tartışılmıyor. Ancak önümüzdeki siyasal iktidar biçiminin
koalisyon olacağı neredeyse kesinleştiğinden, koalisyon ortağı olacak partileri
önümüzdeki süreçte, seçim sonrası belirsizliklerle daha da belirginleşecek olan
bir iktisadi kriz bekliyor. Bu durumun özellikle de muhalefet partilerinin
koalisyon görüşmelerinde dikkate alacağı temel konulardan biri olacağını tahmin
ediyoruz.
Aslında Türkiye ekonomisindeki kriz belirtileri 2012
yılından bu yana kendini gösteriyor. Ekonomi 2012 yılı öncesindeki gibi küresel
bol dolar olanağından faydalanarak büyüyemiyor artık. Öyle ki IMF geçenlerde Türkiye ekonomisi için
2015 yılı büyüme tahminini % 3,1’e çekti. Kanımızca gerçekleşme % 2,5 civarında
olacak. Kişi başına düşen gelir ise
gerçek anlamda 2008 yılından bu yana neredeyse tek bir dolar dahi artmadı ve o
yıldan bu yana 10 bin doların biraz üstünde takılı kaldı. Kaldı ki nüfusun 21
milyonundan fazlası yıllık 3,500 doların altında gelir elde ediyor. Yani kişi
başına düşen gelir de adil dağılmıyor. Yoksul sayısı ise 30 milyonu buluyor. İşsizlik
gerçek rakamlarda 6 milyonu, gerçek oranlarda % 17’yi aştı. Enflasyon % 8’i
bulurken, doların kuru 2,7 - 2,8 arasında gidip geliyor. Ucuzlayan petrol
fiyatlarına rağmen cari açığın düzelmemesi de Türkiye ekonomisinin krize doğru ne
denli kırılgan bir yapıya sahip bulunduğunu ortaya koyuyor.
Bu koşulları daha da kötüleştirecek olan küresel
ekonomik koşullar, özellikle de ABD ekonomisinde beklenen gelişmeler olacak. Avrupa’da
göreli bir iyileşme olduğu ileri sürülüyor, ama Çin ekonomisinin kesin bir
daralma sürecine girdiği artık kabul ediliyor.
Aşağıda linkini
verdiğim Washington Post Gazetesi’nde yer alan ve Associated Press kaynaklı bir
haber/yoruma göre, ABD ekonomisindeki ikinci çeyrek (Nisan-Haziran) büyüme verisi ilk çeyrekten de kötü gelecek
ve bu durum da 2015’in bütününü (üçüncü çeyrek daha iyi beklense de) düşürecek
ve yıl ortalaması % 2,4 ‘lük geçen yılın büyümesinin altında kalacak.
Bu çıkarımlar ABD’de piyasalarla iş yapan 47
ekonomist ile (National Association for Business Economists) yapılmış olan bir
ankete dayanıyor.
Diğer yandan bu iktisatçılar Fed’in bu yılın üçüncü
çeyreğinde faiz oranlarını artırmasını bekliyorlar. Zira yeni istihdam artışı
aylık 217 bin gibi, geçen yılki artışın (260 bin) gerisinde kalacak olsa da,
sürecek gibi gözüküyor.
ABD Merkez Bankası Fed ise bu yıla ait büyüme hızını
% 3,1’den aşağıya çekerek % 2,3 ile % 2,7 bandına kadar düşürdü. Diğer yandan
Fed’e göre özel ve kamusal tüketim harcamaları ve konut yatırım harcamaları bu
yıl ve gelecek yıl artacak.
Verilerden kesin çıkarımlarda bulunmak güç olsa da,
Fed Başkanının bu hafta sonu açıkladığı gibi, Fed faiz oranlarını bu yıl önünde
sonunda artıracak gibi gözüküyor. Bu kararın dolar üzerindeki geri çekme
etkisini bilenler, tıpkı 2001 krizinde olduğu gibi, bu karar alındığında
iktidardaki koalisyon ortaklarının çok zor dönemlerinin olacağını tahmin etmekte
zorlanmayacaklardır.
Bu koşullar altında seçim bildirgelerinde yer alan
yoksulluğu azaltmaya ve bölüşümü iyileştirmeye dönük taahhütlerin yerine
getirilebilmesi için orta vadede sermaye sınıfının ve servet zenginlerinin
ellerini ceplerine atmalarını sağlayacak başta adil vergi ve bütçe politikaları
olmak üzere yeniden bölüştürücü devlet müdahalelerine ihtiyaç duyulacak. Bu
sözler yerine gelmediğinde halkın desteğinin azalacağını kestirmek zor değil.
Diğer taraftan sermayenin bu politikalara karşı nasıl bir tepki vereceğinin de
hesabının yapılması gerekiyor.
Ancak bu yazıdan, “keşke seçimlerden bu sonuç
doğmasaydı ve AKP tek başına iktidarını sürdürseydi” gibi bir sonuç
çıkartılmamalı. Zira tek başına bir AKP iktidarı da benzer kriz koşullarıyla
karşı karşıya kalacaktı. Krizle baş etme yöntemlerinin ise faturayı emekçilere
kesmek ve bunu sağlamaya dönük olarak otoriterleşmek olduğunu şu ana kadarki
gelişmelerden biliyoruz. Bu nedenle de Türkiye toplumunun bütünü açısından
mevcut gelişmenin daha iyi olacağına inanıyoruz.
Kaldı ki şu an yaptığımız değerlendirme pür iktisadi
bir değerlendirme. Son tahlilde “siyasetin iktisadın yoğunlaşmış hali olduğu”
sözüne inansak da kısa vadede demokratikleşme, barış, özgürlükler gibi
iktisadın önüne geçen konuların çok daha etkili ve belirleyici olduğunu
deneyimlerimizden de biliyoruz ve bu yönde radikal adımlar atılabilmesi için
ciddi bir fırsat yakaladığımızı düşünüyoruz.
Link:
“Survey: Slow 2nd quarter to drag on 2015 economic growth”, http://www.washingtonpost.com, 8 June 2015.