5 Mart 2018 Pazartesi

KAMU GELİRİNİ AZALTAN, VERGİ YÜKÜNÜ DAHA DA ADALETSİZ DAĞITAN DÜZENLEMELER ‘VERGİ REFORMU’ OLARAK NİTELENEBİLİR Mİ?


KAMU GELİRİNİ AZALTAN, VERGİ YÜKÜNÜ DAHA DA ADALETSİZ DAĞITAN DÜZENLEMELER ‘VERGİ REFORMU’ OLARAK NİTELENEBİLİR Mİ?
Mustafa Durmuş
 4 Mart 2018

Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ geçen aybaşında yaptığı açıklamada, şu günlerde Meclis’te görüşülmekte olan mevcut vergi yasa tasarısını bir “vergi reformu” olarak tanıtmıştı.
Vergi reformlarını kısmi vergi düzenlemelerinden ayırmak gerektiği gerçeğinin ötesinde, bir vergi paketini gerçek bir vergi reformu yapan uluslararası çapta kabul görmüş, “şeffaf”, “sade”, “etkin”, “adil”, “mükellef uyumunu gözeten”, “ekonomik büyümeyi teşvik eden” ve “kamu gelirlerini artıran” gibi bazı kriterler mevcut. Ancak bunların arasında en özlü kriter temel hedefin “kamu gelirlerini artıran, adil ve etkin bir niteliğe sahip olması” kriteri.

Önce etkin ve adil bir kamu harcaması planlaması gerekli

Ancak etkin ve adil bir vergilemeden önce etkin ve adil bir kamu harcaması sistemi kurulmalı. Aksi halde ortaya çıkacak bütçe açığı (harcama-vergi) nedeniyle ilave kamu gelirine ve bunun yüzde 85’ini oluşturan ilave vergilere ihtiyaç doğacak, bu da hali hazırda bu vergilerin büyük çoğunluğunu ödemekte olan emekçilerin, halkın vergi yükünü artırarak, toplumsal refahı azaltacaktır.
Böylece sürdürülebilir, adil ve etkin bir kamu maliyesi yönetiminin temel ilkesi devlet harcamalarının ve vergiye olan ihtiyacın asgaride tutulması olmalı.
Bu nedenle de başta savaş ve OHAL harcamaları olmak üzere “güvenlik harcaması” adı altında yapılan ve teknik olarak “verimsiz harcama” olarak nitelenen harcamaları, sermaye sahiplerine haksız transferden öte bir anlamı olmayan sermaye teşvikleri biçimindeki harcamaları asgaride tutmak gerekiyor.
Böylece bütçe açığına yol vermeden borçlanma ihtiyacını azaltarak faiz ödemelerini asgaride tutabilmek mümkün.
Bu çerçevede adına “vergi reformu” ya da “büyük vergisel düzenlemeler” ne denirse denilsin vergisel değişikliklerin sınıfsal bir olgu olduğu unutulmadan (ekonomik büyümeyi teşvik edici gibi bazı unsurları içermeleri bir yana), en başta vergi gelirlerini azaltıcı olmaması, tersine adil bir biçimde vergi gelirlerini artırması ve bu yapılırken de vergi yükünü daha adil dağıtması gerekiyor.
Çünkü aksi bir düzenleme bütçe açığını artırarak, borçlanma, para basma gibi faiz oranlarını yükselten ve enflasyona yol açan, buradan hareketle ekonomik büyümeyi yavaşlatan bir sonuca neden olacağı gibi, bu mali operasyonlar mevcut gelir eşitsizliklerini daha da derinleşecektir.
Bir başka anlatımla, bir vergi reformu kamu gelirlerini azaltıcı değil, adil bir biçimde daha da artırıcı, ya da en azından nötr olmalı. Çünkü savaş, OHAL gibi nedenlerden dolayı artan harcamaların yanı sıra, yapısal olarak ciddi düzeyde sağlık ve sosyal güvenlik açıkları verildiğinde, bu açıklar yeterli vergi gelirleriyle kapatılmadığında, alternatif olarak geriye borçlanma yolu kalıyor, bu da faiz oranlarını ve faiz geliri elde eden rantiyeye yapılan ödemeleri artırarak zenginden yana bir bölüşümle sonuçlanıyor.

Oranlar ancak vergi tabanı genişletilerek düşürüldüğünde kayıp doğmaz
Vergi oranlarının yüksek olduğu düşünülüyorsa (ki Türkiye’de özellikle de KDV, ÖTV ve emekçilerin gelir vergisi oranları yüksektir), bu oranların düşürülmesi nedeniyle ortaya çıkacak vergi kaybı ancak vergi tabanının genişletilmesiyle giderilebilir. Bu da adına “vergi harcaması” denilen, bu yılki tutarı 132 milyar lirayı bulan ve ‘asgari geçim indirimi’ gibi bir uygulama dışında bütünüyle sermaye sahibi zenginlerin yararlandıkları muafiyet, istisna ve indirim gibi kaçakların azaltılmasıyla mümkün olabilir.
Bu bağlamda ele aldığımızda yeni düzenleme sırasıyla hem vergi gelirlerini azaltıyor, hem de sermayeye yeni muafiyet ve istisnalar getirerek mevcut adaletsiz vergi yükünü daha da adaletsiz hale getirerek, emekçilerin omuzlarındaki yükü artırıyor ve neden olacağı bütçe açıklarıyla da faizci rantiyeye olan bağımlılığı artırıyor.

Sırasıyla yeni düzenleme yasalaşırsa;

160 milyar liralık devreden KDV ödemesi sırada
(i) Miktarı  160 liraya ulaştığı tahmin edilen “devreden KDV” 2019 Ocak ayından itibaren şirketlere ödenecek.Ayrıca, bugüne kadar birikmiş olan devreden KDV'nin de bütçe imkânları da göz önüne alınarak, imalat sektöründen başlayarak ne kadar sürede, nasıl, hangi koşullarda ve hangi sektörlere verileceği konularını belirmeye Maliye Bakanlığı’na yetki veriliyor.
Diğer yandan birikmiş KDV'nin ödenebilmesi vergi incelemesi yapılması şartına bağlanıyor. Kamu yararınaymış gibi gözükse de, vergi incelemesi şartı geldiğinde işletmelerin (özellikle de küçük işletmelerin) olası bir vergi cezası ile karşılaşma ihtimallerini düşünerek ya iade talep etmemeleri ya da Maliye ile dolayısıyla da siyasal iktidarla iyi geçinmek zorunda kalmaları gerekecek (bu durum şirket sahiplerinin siyasal iktidar ile ters düşmemeleri gerekeceği anlamına geliyor).
Nitekim devreden KDV’nin 12 ay içerisinde indirilememesi halinde, bu tarihten itibaren 6 ay içinde mükellefe iade edilmesi öngörülürken, bu 12 aylık süreyi 24 aya kadar çıkarmaya Bakanlar Kurulu, 6 aylık süreyi ise 3 aya kadar indirmeye Maliye Bakanlığı yetkili kılınarak şirketlerin siyasal iktidara olan bağımlılığı sağlamlaştırılıyor.
Ancak bir başka gerçek daha var: KDV tahsilat oranı 2004 yılında yüzde 83 iken, 2017 yılında yüzde 52’ye; cezaların tahsilat oranları ise aynı yıllarda yüzde 57’den yüzde 17’ye geriledi. Yani hali hazırda tahsili gecikmiş onlarca milyar liralık vergi tahsil edilemezken, devreden KDV ödemeleri yapıldığında bunun ciddi bir bütçe açığına yol açacağı kesin. Böyle bir açık ya yeni vergilerle ya da borçlanmayla karşılanacak.
Seçim atmosferine girildiğinde yeni vergiler koymak siyasal iktidar açısından riskli olacağından borçlanma yoluna gidilecektir. Borçlanma limitleri artırılacak. Bu da faiz oranlarının daha da artması ve ekonominin daha da zora girmesinin yanı sıra rantiyenin daha da zenginleşmesi anlamına geliyor.

Yabancı hastaya sıfır KDV!
Vergi gelirlerinin azalması ve bütçe açığının artmasıyla sonuçlanacak bir başka düzenleme sağlık hizmeti alan yabancıların vergilendirilmesiyle ilgili.
Türkiye'de özel sağlık kurumlarından sağlık hizmeti alan yabancılara (büyük ölçüde Araplara) verilen sağlık hizmetlerinde normalde yüzde 8 olan KDV sıfır olacak. Bu uygulama bütçe açığını, dolayısıyla da borçlanma ihtiyacını artırması gibi etkiler doğurmasının yanı sıra, yerli hastaların KDV ödemek zorunda kalması kendi yurttaşımız açısından haksızlık oluşturacak.
Aslında, sağlık turizminin teşvik edilmesi gerekçesine sığınılarak son dönemde büyük tartışmalara neden olan, bütçe açıklarını daha da artıran şehir hastanelerine talep yaratılıyor.

Sağlıkta KDV, borsa vergilemesi gibi olur mu?
Ancak bu durum borsa gelirlerinin vergilendirilmesindeki gibi bir akıbetle sonuçlanabilir. Geçtiğimiz yıllarda yabancıların borsadan elde ettikleri gelirler sıfır oranında vergilendirildiğinde haklı olarak yerliler buna tepki göstermiş ve bunun sonucunda yerliler için de borsa gelirlerinden hiç vergi alınmamaya başlamıştı.
Muhtemelen sağlık alanında da özel sağlık kurumlarından alınmakta olan yüzde 8 KDV bir süre sonra kaldırılacaktır. Bu da yeni bir bütçe açığı demek. Böylece bu düzenleme ile şehir hastanelerini ve özel sağlık kurumlarını desteklemeye odaklanan siyasal iktidar yeni bütçe açıklarını ya yeni vergilerle ya da ağır faiz yükü getiren borçlanma ile karşılamak durumunda kalacak.

Hasılat esaslı vergileme
(ii) Düzenleme ile işletme defteri tutan esnaf ile serbest meslek erbabı (isterse) mevcut KDV yerine ‘hasılat esaslı vergileme’yi seçebilecek. Yani alış belgelerindeki KDV'yi doğrudan gider yazıp, hasılat belgelerindeki KDV'yi de doğrudan gelir yazabilecek. İndirilen veya indirilemeyen KDV, yüklenilen KDV gibi işlerle hiç uğraşmadan, sonradan belirlenecek bir oranda hasılat üzerinden tek bir vergi ödeyecek.
Yani mevcut KDV sisteminde olduğu gibi işletmelerin yarattığı katma değerin vergilendirilmesi yerine bundan tamamen bağımsız ve alakasız farklı bir vergileme getiriliyor.
Bu noktada da hasılat üzerinden alınan verginin oranı çok önem kazanıyor. Öyle ki verginin oranına göre işletmeler bugünkü KDV sistemi ile kıyaslandığında daha avantajlı (ya da tersinden) zararlı durumda olacaklar. Dolayısıyla bu sistemin nasıl işleyeceği ve milyonlarca küçük işletme sahibinin bu sistemi benimseyip benimsemeyeceği oranın ne olacağına bağlı olacak, bu da Maliye Bakanının yetkisine bırakılacak.
Sistem ihtiyari olacağı için yukarıdaki hesaplamaya göre yüksek oranlı bir sistemi kimse tercih etmeyecektir. Bu oranın düşük tutulması için siyasal iktidara olan baskı ve bağımlılık artarken, bu hem vergi yükü dağılımındaki adaletsizliği daha da artıracak, hem de vergi gelirini azaltarak, bütçe açığını artıracaktır.

KDV istisnası genişletiliyor, vergi tabanı eriyor
(iii) Hali hazırda okul, sağlık tesisi, öğrenci yurdu, çocuk yuvası, yetiştirme yurdu, huzurevi, bakım ve rehabilitasyon merkezi, ibadethaneler, yaygın din eğitimi verilen tesisler, gençlik merkezleri, gençlik ve izcilik kamplarının ve benzeri binaların bağışlanması halinde bu bağışlar hali hazırda KDV'den istisna tutuluyor.
Tasarıda yapılan bir düzenleme ile bu binaları bağışlamak amacıyla yapanların bu binaların inşaatı sırasında satın aldıkları mal ve hizmetler de KDV'den istisna ediliyor. Böyle bir uygulama hem doğrudan bir vergi kaybına, hem de örneğin büyük inşaat firmalarınca kolayca suiistimal edilebileceği için dolaylı biçimde vergi kaçağına neden olabilecek.

İnşaatta KDV matrahı daraltılıyor: Büyüme stratejisine devam!
(iv) Düzenleme ile arsa karşılığı inşaat işlerinde KDV matrahı daraltılıyor. Bundan böyle sahibi olduğu arsayı müteahhide veren arsa sahibi, bunun karşılığında sadece aldığı konut veya işyerleri için KDV ödeyeceğinden ve müteahhit tarafından yapılan işlem de arsa payına karşılık, konut veya işyeri teslimi olacağından bu düzenlemenin KDV gelirlerini azaltmasının yanı sıra (asıl olarak) ciddi sıkıntıda olan inşaat sektörünü rahatlatmaya dönük olduğu ve asıl büyüme stratejisini konut, emlak inşaatı ve bunun banka kredisi ayağıyla kurmuş olan siyasal iktidarın bu stratejiyi sürdüreceği anlaşılıyor.
Gümrük depoları ve antrepolarda kısmı KDV istisnasından tam istisnaya...
(v) Hali hazırda kısmi istisna mahiyetinde olan gümrük antrepoları ve geçici depolama yerleri ile gümrük hizmetlerinin verildiği gümrüklü sahalarda, ithalat ve ihracat işlemlerine konu mallar ile transit rejim kapsamında işlem gören mallar için verilen ardiye, depolama ve terminal hizmetleri, tam istisna kapsamına alınıyor. Bu düzenleme de vergi gelirlerinde azalmayla sonuçlanacak.
(vi) Ar-Ge, yenilik ve tasarım faaliyetlerine yönelik makina ve teçhizat alımlarına katma değer vergisi istisnası getiriliyor. Bu düzenleme de vergi kaybına neden olacak.

Amortismana tabi değerlerde KDV istisnası
(vii) Mevcut mevzuat uyarınca deprem, sel gibi doğal afetler ile Maliye Bakanlığının mücbir sebep olarak kabul ettiği sebepler nedeniyle zayi olan malların KDV’si indirime konu edilebiliyor. Tasarı ile amortismana tabi iktisadi kıymetlerin zayi olması durumunda da yüklenilen katma değer vergisinin kalan kısmına ilişkin indirimine imkân sağlanıyor.
(viii) Şu ana kadar işletmelerde, yıl bittikten sonra gelen faturaların yasal olarak kanunen defter kayıtlarına işlenmedikleri için KDV’sinin indirilmesi mümkün değildi. Artık bu düzenlemeyle KDV’nin takip eden yılın sonuna kadar indirilebilmesine imkân sağlanıyor.

Hızlı KDV iadesi!
(ix) Keza ihracatçılar için KDV iadesi sürelerinin kısaltılacağı hükmü yeni düzenlemede yer alıyor. Böylece ihracatçılar açısından, finansman yükü ortadan kalkarken, yeni bir finansman kaynağı imkânı doğuyor.
(x) Bundan böyle serbest muhasebeci mali müşavirler de KDV iadelerine dayanak teşkil edecek raporları düzenleyebilecekler.
Bunlar siyasal iktidar ile çeşitli sektörler ve meslekler arasındaki simbiyotik ilişkiyi güçlendirirken, kamu finansmanı üzerindeki yükü artıran düzenlemeler.

Yeni kadrolar
(xi) Son olarak, geçmiş dönemlerden bugüne kadar biriken devreden KDV'nin iadesi için inceleme şartı getirildiğinden çok sayıda vergi incelemesinin başlayacağı öngörülerek ilave inceleme elemanı kadrosu açılıyor. Sırf bu iadeler için ayrı bir birim oluşturuluyor.
Bu bağlamda Gelir İdaresi Başkanlığı merkez teşkilatına; 5 daire başkanı, 10 grup başkanı ve 1000 devlet gelir uzman yardımcısı olmak üzere toplam 1015 adet kadro ihdası yapılması öngörülüyor. Ayrıca Maliye Bakanlığı merkez teşkilatına 1000 adet vergi müfettiş yardımcısı kadrosu ihdas ediliyor.
Böylece devlet bir yandan vergi geliri kaybına uğrarken, diğer yandan bütçede giderleri artıracak yeni bir yapılanmaya gidiyor. Bu durum yüzlerce yıllık “vergilemede verimlilik ilkesine” ters bir durum.

Gerçek bir vergi reformu paketi nasıl olmalı?
Oysa gerçekten adil ve etkin bir vergi reformu asgari ölçüde şu iki amacı yerine getirmeli:
1.Kamu gelirlerini etkin bir biçimde artırmalı. Yani uzun vadede sürdürülebilir bir vergi geliri sağlamalı. Ya da en azından vergi gelirlerini azaltmamalı.
2. Ancak ilk amacı yerine getirirken gelir ve servet bölüşümündeki, vergi yükünün dağılımındaki mevcut adaletsizliğini azaltmalı, adil bir bölüşüm sağlamalı ve yoksulluğu ortadan kaldırmalı. Bu anlamda verginin yükünü yeniden ama emekten, yoksuldan yana dağıtmalı.
Bunun için bütçe ödeneklerinin asıl olarak sermaye sahiplerine ve güvenlik harcamalarına ayrılmasından ve böylece bütçe açığının, borçlanma ihtiyacının daha da artırılması politikasından vazgeçilmesi gerekiyor.

Vergi reformu ile ilgili olarak kamu gelirlerini de artıran önerilerimizin başında sırasıyla şunlar geliyor:
(i) Vergi cennetleri gibi vergi kaybına yol açan uygulamalara son verilmeli.
(ii) Genel olarak vergi harcamaları adı verilen muafiyet ve istisnalara vs son verilmeli ve vergi tabanı sermayeye yayılmalı. Özellikle de Kurumlar Vergisindeki ve Gelir Vergisindeki muafiyet ve istisnalar azaltılmalı.
(iii) Servet, tıpkı bir gelir gibi artan oranlı olarak vergilendirilmeli.
(iv) Asgari ücret yaşanılabilir bir ücret düzeyine yükseltilirken, gelir vergisi dışında tutulmalı ve düşük gelirli ailelere yapılan, aile, çocuk yardımı gibi yardımlar artırılmalı.
(v) Politik süreç vatandaşa nasıl ve ne ölçüde vergilendirileceği konusunda yeterli girdiyi, bilgiyi sağlamalı.

Yani vergi sisteminde mükelleflerin etkin sözü olmalı. Bu durum siyasal iktidarca saygı ile karşılanmalı. Bu şöyle sağlanabilir:
(i)            Mükelleflere nasıl ve ne ölçüde vergilendirileceği kararını etkileme fırsatı verilmeli
   (ii) Haksız vergilere karşı çıkabilme güvencesi
   (iii) Vergi dairesi, maliye, vatandaşa saygılı olmalı. Demokratik bir biçimde yurttaşın doğrudan ve dolaylı yollarla bu sürece etkin müdahalesi sağlanmalı ve teminat altına alınmalı.
  (iv) Kamu görevlileri ve politikacılar vergilerle elde edilen kaynakları sadece halkın hizmetinde kullanmalı.
  (v) Son olarak yurttaşlar verginin yükünün ve kamusal harcamaların faydalarının eşit ve adil bir biçimde dağıtılması için etkin bir irade ortaya koymalı. Bunun sağlanabilmesi için demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına son verilmeli, tam tersine gerçek bir bütçe hakkının kullanılabilmesi için bütçeden bu yapıları koruyan örgütlenmelere kaynak ayrılmalı.
Ancak bunların tek bir vergi için (örneğin Gelir Vergisi) sağlanması yeterli olmaz. Tüm vergi sistemi bu ilkelere göre tasarlanmalı. Yani Gelir Vergisinde adalet sağlanırken, KDV ya da KV gibi vergilerde bu bozulmamalı.
Ayrıca vergi sistemi harcamadan bağımsız ele alınmamalı. Kamu maliyesi bir bütün olarak ele alınmalı ve etkin ve adil bir işleyiş için bütçe, demokratik bir biçimde hazırlanmalı ve halkın etkin denetimine bırakılmalı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder