BU DÜNYADAN SAMİR AMİN GEÇTİ
Mustafa Durmuş
16 Ağustos 2018
Yakınlarda kaybettiğimiz Marksist sosyal
bilimci Mısır doğumlu Prof. Dr. Samir Amin, dostu Fikret Başkaya’nın
tanımlamasıyla “ sadece yetkin bir iktisatçı, sosyolog, antropolog, tarihçi,
filozof değildi, bunların ötesinde veya hepsiydi”.
Kuşkusuz onu “dünyanın ezilen
halklarının ve emekçilerinin organik aydını” yapan şey onun ezilen dünya
halklarının ve işçi sınıfının sömürüden kurtulma ve özgürleşme mücadelesine
verdiği destek ve yaptığı kuramsal katkılardı.
Bu katkılar saymakla bitmez. Bizlere
miras bıraktığı çok sayıda eserin içinde Dünya Ölçeğinde Birikim, Emperyalizm
ve Eşitsiz Gelişme, Avrupa Merkezcilik, Kapitalizmden Uygarlığa, Liberal Virüs
gibi kitaplar Türkiye’de en çok bilinenleri.
Kapitalizmin gidişatı ile ilgili olarak
ortaya attığı 6 tez özellikle Marksist çevrelerde yeni açılımlara olduğu kadar
ciddi tartışmalara da neden oldu. Bunlar şöyle özetlenebilir (1):
▪Tekelci kapitalizm 1971’ e kadar
tekelci sermaye ve sonrasında küresel tekelci sermaye olarak iki aşamalı olarak
gelişmiştir.
▪Tekelci sermayenin iki uzun krizi olan (1873–1945) ve (1971-Bugün) krizlerine
uyarlanması dünya çapında yoğunlaşıp merkezileşmesi, finansallaşma ve küreselleşme
biçiminde olmuştur.
▪Sermaye birikimi ikili bir yapıda sürmektedir: Biri küresel merkezli olarak
otosentriktir ve diğeri küresel Çevrede dışa yönelimli olarak ayrışmıştır.
▪Lenin tarafından tarif edilen emperyalistler arasındaki çatışma döneminden soğuk
savaş döneminde ABD hegemonyasına ve 20.yüzyılın sonu itibariyle de ABD’nin
başını çektiği üçlü hegemonyaya (TRIAD) geçilmiştir.
▪Belirleyici çelişki olarak Merkez ve Çevre arasında ortaya çıkan çelişki bir
dizi üçüncü dünya devrimlerinde yansımasını bulmuştur.
▪Değer Kanunu, Küresel Değer Kanununa dönüşmüştür.
KÜRESEL DEĞER KANUNU
Altıncı tezini Türkiye’de pek bilinmeyen
bir kitabında ele alır Samir Amin. Bu kitap, 1978 yılında yayımladığı Marksist
Emek Değer Kuramını küreselleşmiş kapitalizm ortamında yeniden ele alan ve bu
kuramın geçerliliğini günümüz koşullarında da kanıtlayan Küresel Değer Kanunu
(2) adlı kitaptır.
Amin bu çalışmasının ilk sayfalarında
Marx’ın modern zamanların radikal eleştirisinin bir başlangıcı olduğu ve modern
zamanların da gerçek dünyanın eleştirisi ile başladığı tespitine yer verir. Ona
göre, kapitalizmin bu radikal eleştirisi piyasa yabancılaşmasının temelini ve
bununla ilgili olarak emek sömürüsünü keşfetmemizi sağlar.
Marksist olmak Marx’la yetinmemek
demektir. Onu başlangıç olarak almaktır. Marx’ın yapıtı hala tamamlanmamıştır,
sınırsızdır. Zira kendini sınırsız olarak başlatır, her zaman eksiktir ve kendi
eleştirisinin nesnesidir.
Das Kapital ise, Ricardocu iktisadın
tarihsel materyalizmden bağımsız olamayacağını, ona karşı bir bağımsızlık ilan
edemeyeceğini anlamaya, keşfetmeye bir çağrıdır.
Samir Amin’in bu eserinden aşağıdaki
gibi bazı çıkarımlar yapılabilir:
▪Tarihsel materyalizm Marksizm’in özünü oluşturur.
▪ Kapitalist ekonominin kanunları tarihsel materyalizmin kanunlarına
tabidir.
▪ Kapitalist üretim tarzında ekonominin kanunlarının teorik konumları
kapitalizm öncesi üretim tarzındakinden farklıdır.
▪ İktisadın kanunları sadece kapitalist üretim tarzında mevcuttur.
▪ Kapitalist ekonominin kanunları nesnel olarak mevcuttur.
▪ Bu kanunlar son tahlilde, Değer Kanununca yönetilirler.
Kapitalizmde sınıf mücadelesinin genel
bir durum olduğu ve özellikle de emperyalist kapitalist sistemde belirgin,
kesin bir ekonomik temelde ortaya çıktığı ve zamanı geldiğinde onu değiştirdiğini
ileri süren Amin, Marx’ta eksik olan “küresel boyutu” bu eserinde analize dahil
ettiğini ve böylece Emek-Değer Teorisini tamamlamaya niyetli olduğunu ileri
sürer.
Dolayısıyla ortaya attığı ‘Küreselleşmiş
Değer Yasası’nın Marx’ın tanımladığı kapitalizm ve günümüzün eşitsiz
küreselleşmiş gelişim gerçeği ile uyumlu olduğunu savlar.
Amin kendi katkısının, değerin etrafında
oluşan emek gücü fiyatlarının küreselleştiği gerçeğini esas alarak, ‘değer
kanunu’ndan ‘küreselleşmiş değer kanunu’na nasıl geçildiğini ortaya koymaktan
ibaret olduğunun altını çizer.
Ona göre, doğal kaynakların yönetimi ile
ilgili pratiklerle bağlantılı olarak değerin böyle küreselleşmesi ‘emperyalist
rant’ın da esasını oluşturur.
Bu katkıyı şöyle özetler:
“Dolayısıyla da benim ‘değerin dönüşümüne’ ilişkin tezim birbirini izleyen üç
aşamadan oluşur: (i) Değerin üretim fiyatlarına dönüşümü, (ii) Değerin piyasa
fiyatlarına (çağdaş kapitalizmde bu oligopolist fiyatlardır) dönüşümü ve (iii)
Değerin küresel fiyatlara (küresel emperyalist sistemde) dönüşümü”.
Kendi düşüncelerinin hedefinin, üçüncü
dönüşüm aşamasının, yani ‘değer kanunu’ndan emperyalist kapitalist sistem
altında işleyen ‘küreselleşmiş değer kanunu’na geçiş aşamasının analizi
olduğunu vurgular.
EMPERYALİST RANT
Çünkü ona göre, ancak böyle bir geçiş
ile ‘emperyalist rant’ı anlayabilmemiz mümkündür. Emperyalist rantı bilmek ise
dünyanın bugün küresel kapitalizmin yayılmasıyla yeniden üretilen ve iyice
derinleşmekte olan kapitalist kutuplaşmanın kaynağını anlamak için gereklidir.
“Böylece Dünyayı değiştirme stratejisi,
vulgar iktisatçıların pozitivist ya da amprisist yöntemleriyle değil, yalnızca
bu temellere dayanılarak mümkün olabilecektir”.
2010 yılındaki “Değer Kanunu ve Tarihsel
Materyalizm” adlı çalışmasıyla da özellikle de 2008 krizinin ardından Amin,
Marksist Değer Kanununu “genelleşmiş”, “finansallaşmış” ve “küreselleşmiş
oligopollerin” kapitalist sistemi olarak tanımladığı bu dönemde “küreselleşen
değer” ve bunun aktarımı olarak yeniden yorumlar.
Amin, Das Kapital’in, sermaye
birikiminde en önemli faktör haline gelen emperyalizmin oluşumundan önce
yazıldığını, bu nedenle de Güney ülkelerinin azgelişmişliğini
açıklayabilmesinin mümkün olamayacağını vurgular. geleneksel Marksist yaklaşıma
ilave olarak kapitalizmin evrimine ilişkin yeni yaklaşımlar ortaya atar.
TÜRKİYE GERÇEK ANLAMDA YÜKSELEN BİR EKONOMİ DEĞİLDİR!
Amin 2013 yılında yayımladığı bir başka
kitabında (3) gerçek anlamda yükselen ekonomileri hegemon dile karşı çıkabilen,
Merkezden kopma yetisine sahip, içe dönük olarak sanayileşen, iç pazar
yaratabilen ve bağımsızlığını yeniden sağlayabilen ülkeler olarak tanımlar.
Bu anlamda ekonomileri hızlı büyüse de
küresel tekelci kapitalizmin hizmetinde olmaya devam eden, ondan kopmayan
ekonomiler gerçek anlamda yükselen ekonomiler değildir.
Amin bu çerçevede Çin’i bu sistemin
koruyucusu TRIAD’a meydan okuyabilecek, sistemden kopabilecek tek ülke olarak
görürken, aralarında Mısır, İran ve Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin
sistemden kopamayacaklarını, dolayısıyla da gerçek anlamda yükselen ekonomiler
olmadıklarını ileri sürer.
Toparlamak gerekirse, Amin’in yaklaşımı
Güney – Kuzey ayrışmasını eşitsiz değişim ve emperyalist rantın varlığı temeli
üzerine oturur. Ona göre, bugün sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması kendini
uluslararası tekelci sermayenin büyümesiyle göstermektedir. Teknolojinin yanı
sıra sermaye her zamankinden daha fazla mobildir. Çünkü dev firmalar giderek
küreselleşmekte ve finansallaşmaktadır.
Ancak ulus-devletin seksiyonları hala
geçerlidir ve bu kendini diğer ülkelerin sermayeleri ile rekabet söz konusu
olduğunda kendi şirketlerini kollamak ve emek mobilitesini kısıtlamak biçiminde
göstermektedir.
Bunun sonucunda ortaya çıkan olgu
‘eşitsiz değişim’dir. Bu değişimin içeriğinde farklı uluslardaki ücret
farklılıkları, yine farklı uluslardaki emek gücü verimlilik farklılıklarından
çok daha büyüktür.
Bu durum Merkezdeki şirketlere doğru
akan bir emperyalist rantı yaratmaktadır (bu olgu ana akım iktisadi döngüde
“küresel emek arbitrajı” olarak adlandırılmaktadır). Benzer bir rant küresel
Güney’den gelen hammadde için de geçerlidir.
Tüm bunlar Çevre ülkelerdeki aşırı emek
sömürüsüne işaret etmektedir. Yani Çevre ülkelerindeki emek gücü, değerinin çok
altında ücretlendirilmekte ve temelde Çevrede mevcut bulunan küresel yedek
sanayi ordusu bunu mümkün kılmaktadır.
Emeğin Merkez ve Çevrede farklı
ücretlendirilmesi ve bu durumun tekelci sermayenin küreselleşmesiyle ilgili
olduğu gerçeği bugünkü emperyalist dünya sisteminin varlık nedenidir.
Çevre ülke işçilerinin Merkez ülke işçilerine göre daha ağır sömürülmesi ise
uluslararası işçi sınıfının birliğinin önündeki en temel engeldir.
SMITH: MARKSİST EMEK DEĞER TEORİSİ İLE LENİN'İN EMPERYALİZM TEORİSİ
BİRBİRİYLE BAĞLANTILIDIR
Amin’in bu tezleri bir çok yeni çalışmaya
da esin kaynağı olmuştur. Bunlardan biri Smith’in 2016 yılındaki çok ses
getiren “21.Yüzyılda Emperyalizm: Küreselleşme, Süper Sömürü ve Kapitalizmin
Son Krizi” adlı kitabıdır (4).
Smith kitabında Güneyin süper düzeyde
sömürülen işçilerinin yarattığı artı değerin ‘değer zinciri’ aracılığıyla nasıl
ele geçirilip emperyalist Kuzey’in sermayedarlarına transfer edildiğini
anlatır.
Diğer bazı yazarlar da bunu araştırmış olsalar da, Smith’in özgün yanı modern
emperyalist kârın nasıl ücretleri emek gücünün değerinin çok altına itmesini
açıklayabilmesinden kaynaklanır.
Smith, aynı zamanda Lenin’in emperyalizm
teorisi ile Marksist değer teorisini birbirine bağlamanın gerekliliğinin altını
çizer.
Smith’e göre, bugün eski tarz süper - sömürüye geri dönülmüş, böylece ücretler
emeğin yeniden üretimi değerinin altına düşmüştür. Bu durum sanayileşmiş kitle
cinayetleri anlamına geliyor.
Emperyalizmin bu biçimi üretici güçlerin gelişimini önlüyor zira üretimin
taşere edilmesi yeni ve kapasite artıran teknolojiler altındaki yatırıma bir
alternatiftir.
Sadece çok ucuz olduğu için devasa bir
emek gücü israf edilmekte, burjuvazi emek gücünü emmekte, kalan posayı tükürüp
atmakta ve insanlar küresel bir ayrımcılığa maruz kalmaktadır.
Kapitalistlerin çıkarlarına hizmet eden küreselleşmiş
bu zulüm çelişkilerle doludur. Ayrıca bu süper sömürü sadece küresel Güneye
hapsolmuş değildir. Sermaye düşük ücretli işçi aradıkça mülteciler bunun önemli
bir kaynağını oluşturmakta ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, yoksul ülkelerden
işçi alımını durdurmaya yetmemektedir.
Tersine mülteci akımı bunları ikinci
sınıf statü ile çalıştırmayı mümkün kılıyor. Kapitalizm işçi sınıfı statüsünü
Güney’e yığarken, ironik bir biçimde illegal göçmen işçiler aracılığıyla kendi
ülkesindeki işçi sınıfının da güçlenmesini sağlıyor. Kadınların ücretli
emekçilere dönüşmesi de yeni sosyalist hareketlere güç katıyor.
Smith’e göre, kapitalizmin mevcut iş
yapma modeli onu yok olmaktan kurtaramayacaktır. Üretim kaydırmalarının neden
olduğu yapısal dış ticaret fazla ve açıkları biçimindeki küresel dengesizlikler
artacaktır.
Doğanın bu çaptaki tahribatı ise,
kapitalizmin sadece en derin krizini değil, son krizini, insanlık için varoluş
krizini yaşadığı anlamına geliyor.
ÇAĞDAŞ KAPİTALİZMDE FAŞİZMİN GERİ DÖNÜŞÜ
Son olarak Samir Amin’in sadece bir
iktisatçı değil, bir sosyolog, tarihçi ve siyaset bilimci de olduğunu bir kez
daha vurgulayalım. Çünkü faşizm üzerine 2014 yılında yazdığı bir makale (5)
bunun en somut örneğidir.
Burada Amin faşizmin, seçimlere dayalı
parlamenter demokrasinin belirsizliklerini reddeden otoriter bir polis devleti
ile aynı şey olmadığını, özel bir takım durumlar nedeniyle kapitalist toplumun
yönetilme biçimine ciddi meydan okuma söz konusu olduğunda, buna karşı sistemin
özellikli bir yanıtı olduğunu ileri sürer.
Amin’e göre, tarihsel çeşitliliklerine
rağmen tüm faşist rejimlerin ve buna uygun faşist toplumların iki ana ortak
noktası mevcuttur:
(i) Çağdaş tekelci kapitalizmdeki dâhil olmak üzere kapitalist mülkiyet
ilişkilerini temelde sorgulamadan, kapitalizme karşı çıkmadan iktidar olma ve
toplumu yönetme iddiası.
Bu nedenle de faşizm kapitalizmin
meşruiyetini politik olarak sorgulamayan ancak onu farklı bir şekilde yönetme
iddiasında olan bir rejimin adıdır. Diğer yandan bu yanıt, kapitalizmin yönetilmesi
konusunda sıkıntıya düştüğünde başvurulan herhangi bir seçenek değil, derin bir
kriz ve şiddet ortamında egemen sermaye açısından en iyi çözümlerden biridir,
hatta bazen geride kalan tek seçenektir.
(ii) Faşizm altında yönetim, kategorik
olarak mevcut ‘demokrasi’nin de reddedilmesini gerektirir.
Faşizm daima demokrasinin
temellendirildiği fikirleri reddeder ve yerine yenilerini koyar. Bunlar
örneğin, çoğulcu fikirlerin, seçimlerle çoğunluk iktidarı fikrinin, azınlık
haklarının reddedilmesidir. Bunların yerine kolektif disiplin ve önderin ve
onun emrinde hareket edenlerin otoritesi gibi kavramları koyar. Bu yer
değiştirme her zaman gerici fikirlere ve düşüncelere başvurularak yapılır. Bu
amaçla ‘devletin dini’, ‘tek bir etnisiteye ya da ırka dayalı ulus’ ideolojik
söylemlerinin ve propagandalarının da temelini oluşturur.
Çağdaş faşist hareketleri ya da
iktidarları değerlendirirken şunları söyler:
“Çağdaş faşist hareketlerin bir diğer özelliği bu hareketlerin taleplerini ne
zaman yapacakları ya da nasıl durduracaklarını bilememeleridir. Lider kültü ve
katı itaatle beslenen fanatizm onların yer yer kontrolden çıkmasına da neden
olur. Hizmet ettikleri sosyal sınıfların bazen çıkarlarına ters düşebilecek
eylemlilikler içerisine girmeleri kaçınılmaz olur ve bu durum da böyle bir katı
itaat ve bağlılık-fanatizm kültüründen gelmelerinden kaynaklanır. Hitler ruhsal
olarak sağlıksız biriydi ama kendisine destek veren büyük sermaye gruplarının
kendisinin yaptığı delilikleri sonuna kadar desteklemesini de sağlayabilecek
bir gücü bu kesimlere uygulamış ve sonuç da alabilmişti. Mussolini ve Salazar
gibi diğerleri mental olarak hasta olmasalar da kriminaliteye yönelme konusunda
hiç çekinmemişlerdir”.
Dünyanın ezilen halkları, işçi sınıfı ve
genel olarak insanlık çok önemli bir organik aydınını kaybetti ama onun
bıraktığı eserler ve mücadele azmi (şu ana kadar yitirdiğimiz tüm devrimcilerin
yaptığı gibi), sömürüsüz ve baskısız ve adaletli bir dünyanın kurulmasında
yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.
Huzur içinde uyusun…
……………………
(1) John Bellamy Foster, “Samir Amin at 80: An Introduction and Tribute”,https://monthlyreview.org/…/samir-amin-at-80-an-introductio… (1 October
2011).
(2) Samir Amin, The Law of Worldwide Value, Monthly Review Press, 1978.
(3) Samir Amin, “Three Essays on Marx’s Value Theory. (Monthly Review Press,
2013); The Implosion of Contemporary Capitalism”,http://sdonline.org/…/samir-amin-three-essays-on-marxs-valu….
(4) John Smith, Imperialism in the Twenty-First Century: Globalization,
Super-Exploitation, and Capitalism’s Final Crisis, 2016.
(5) Samir Amin, “The return of Fascism in Contemporary Capitalism, Monthly
Review, Vol. 66 / 4 (September 2014).