Enflasyon ve yaşam maliyetindeki artışlarla mücadelede emekten
yana politika araçları
Mustafa Durmuş
17 Eylül 2022
Bu kışın, yüksek enflasyon
ve artan yaşam maliyetlerinden ötürü,
emekçiler, emekliler, sabit gelirliler, borçlular ve yoksullar başta
olmak üzere toplumun büyük bir kesimi açısından çok zor geçeceğini
kestirebilmek zor değil.
Öyle ki mevsim
avantajlarının da sona ermesiyle birlikte temel gıda maddelerinin
fiyatlarındaki artışlara ilave olarak, kışa doğru bu kez ısınmadan kaynaklı ek
harcamalar gündeme gelecek. Elektrik ve doğal gaza yapılan zamlar hız
kesmezken, gıdadan ulaştırmaya her şeyi etkileyen benzinin litre fiyatı 20 TL’ye
motorininse 25 TL’ye dayanmış durumda. Kısaca halk ısınma ile karın doyurma
gibi iki zaruri ihtiyacın karşılanması arasında sıkışıp kalacak.
Öte yandan iktidarın
yakınlarda açıkladığı OVP (2023-2025)’ ye göre bu yılın sonunda enflasyon oranı
yüzde 65’e kadar gerileyecek. Ancak gerçekleşse dahi, bu kimseyi rahatlatmasın
zira enflasyondaki yılsonundan itibaren ortaya çıkabilecek gerilemeye bakıp,
halkın bu kışı rahat geçirebileceği sonucunu çıkarmak mümkün değil.
Öyle ki enflasyonun
düşmesi fiyatların düşmesi anlamına gelmiyor sadece fiyat artışlarının
yavaşlaması demek oluyor. Bir başka anlatımla enflasyon düşse de mal ve
hizmetlerin fiyatları artmaya devam edecek. (1)
Hele bu mal ve hizmetler
enerji, petrol, zaruri gıda, ulaştırma, kira gibi emekçilerin bütçeleri içinde
önemli yer tutan kalemlerse, enflasyon düşse dahi yaşam emekçiler için zorlaşmaya
devam edecek.
‘Yaşam Maliyeti Krizi’
Bu yüzden de özellikle de
Batı ülkelerinde yüksek enflasyon kavramının yanı sıra son zamanlarda ‘yaşam
maliyeti krizi’ (cost of living) kavramı kullanılıyor. Bu kavram sadece genel fiyatlar seviyesindeki
sürgit artışlara (enflasyon) değil, aynı zamanda halk için temel nitelikte olan
mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artışlara ve halkın eriyen satın alma gücüne
(reel gelirlerinin düşüklüğüne) dikkat çekiyor.
Ancak yaşam maliyetlerinin
giderek artıyor olmasının, tek başına, dünya enerji ve temel gıda maddelerindeki,
özellikle de Ukrayna savaşı sonrasında görülen hızlı artışların sonucu olduğu
düşünmek yanıltıcı olabilir.
Aslında geçtiğimiz
yüzyılda da halklarımız, bir yanda sürekli artan fiyatlar, diğer yandan yoğun
bir emek sömürüsüne dayanan düşük ücret politikaları yüzünden yaşam
maliyetlerinin sürekli artmakta olduğuna tanık oluyordu. Yeni olan, dünyada
savaşın tetiklediği enerji maliyetlerindeki fevkalade artışların yanı sıra,
ülkede izlenen ekonomi politikaları sonucunda müthiş bir hızla artan döviz
kurlarının yaşam maliyetindeki artışı bir krize dönüştürmüş olması.
Bu nedenle de emekten yana
politikalar ve bu yöndeki mücadele sadece enflasyonla baş etmeyi değil, aynı
zamanda yaşam maliyeti krizi ile de mücadele etmeyi gerekli kılıyor. Bu
bağlamda, bu politikalar mutlaka düşük ücret ve diğer düşük emek gelirlerini
artırıcı önlemleri de içermeli.
Önce yapılmaması
gerekenden başlayalım ardından da kısa ve uzun erimde yapılabilecekleri
anlatalım.
Verili durumda faiz oranlarını yükseltmek çözüm değil
Faiz artırımları ve diğer
sıkı para ve kredi politikaları, teorik olarak, yalnızca olağandışı yüksek
talep seviyelerinin yönlendirdiği geniş tabanlı bir talep enflasyonuna dair
güçlü kanıtlar varsa bir çözüm olabilir. Oysa Türkiye’deki enflasyonun
bileşenleri arasında yer alan arz/maliyet yönlü (örneğin yüksek kur, yüksek
üretim maliyetleri) faktörler en az talep yönlü faktörler kadar, hatta onlardan
çok daha baskın bir biçimde etkili.
Bu yüzden de (bazı iktisatçıların
ileri sürdüğünün aksine), yüksek enflasyonla yüksek işsizliğin ve borçluluğun
bir arada yürüdüğü verili koşullarda faiz oranlarının artırılması (tıpkı şu ana
kadar yapılan faiz indirimleri gibi), mevcut enflasyonu düşürmekte başarısız olmanın
ötesinde, üretimi, istihdamı ve ücretleri ve diğer emek gelirlerini düşürerek
yaşam maliyeti krizini daha da derinleştirecektir. (2)
Öyle ki Türkiye’deki çok borçlu
işletmeler faiz artırımı nedeniyle zor duruma düşecekler, hatta iflas edecekler,
bu da mevcut yüksek işsizliği daha da artıracaktır. Ekonomik büyüme ve dış borç
geri ödeyebilme ve yeniden borçlanabilme imkânları olumsuz etkilenirken, Hazine’nin
faiz yükü daha da artacak, ayrıca topluma yararlı kamu yatırımları azalacak, borçlu
halk daha da borçlanarak yoksullaşacaktır.
Bu yüzden de, her ne kadar
ana akım iktisat teorisi aşırı ısınmış ekonomiler için faiz artırımları yoluyla
soğutma operasyonunu genel olarak önerse de (3), Türkiye’nin verili koşullarında faiz
oranlarının, özellikle de çok sert bir biçimde yükseltilmesi, önerilmez çünkü yavaşlamaya
başlayan ekonomi ciddi biçimde yere çakılabilir.
Antikapitalist nitelikli politikalar
Diğer yandan, yüksek
enflasyon koşullarında, işçi sınıfının ve emekçi halkların yaşam standartlarını
korumaya dönük mücadele programı, faiz politikalarıyla sınırlı kalamaz. Bu
program kaçınılmaz olarak uzun erimde neo-liberalizme ama asıl olarak da kapitalizme
karşı olmak zorunda. Ancak kısa erimde sistem içi çözüm önerilerine de ihtiyaç
var.
Bu bağlamda, sistem içi
bir öneri olarak; para politikasına nazaran maliye politikasına ağırlık
verilebilir. Yüksek enflasyonla mücadele edilirken, aynı zamanda işsizliği
kalıcı olarak azaltan, topluma yararlı yeni kamusal yatırımları hayata geçiren,
adil bir gelir ve servet dağılımını gerçekleştiren vergi ve harcama politikaları
ve yaşanabilir bir ücreti esas alan gelir politikası uygulanabilir.
Emekten yana anti enflasyonist politika araçları
Demokrasi güçleri ve solun
masasında emekten yana enflasyonla ve yaşam maliyeti krizi ile mücadelede çok sayıda
araç ve strateji mevcut. Ancak ilke olarak, emekten yana bir iktidarın inşa
edilmesi halinde, politika yapıcılar, artan yaşam maliyeti sıkıntısını
hafifletebilmek için bir dizi acil, kısa erimli önlemin yanı sıra, potansiyel
bir enflasyonist sarmalı önlemek için daha uzun erimli yapısal değişiklikleri
de göz önünde bulundurmalı.
Öyle ki enflasyon kontrolü
sadece maliye ve para politikalarına sıkıştırılmamalı, aksine daha geniş bir yelpaze
içinde, topluma yararlı, doğa ile uyumlu üretimin artırılmasına dönük bir arz
yönetiminden kamusal dağıtıma, tayınlamadan fiyat kontrollerine kadar çok
sayıda aracı içermeli. Aşağıda ayrıntılı
bir biçimde ele alınacak olan bu politikaların ve kullanılacak araçların
bazılarının kısa, bazılarının ise uzun erimli olması kaçınılmaz.
Öte yandan, öncelikle (bir
önceki yazımızda vurgulandığı gibi) manşet enflasyon yerine, farklı sınıflara
ve farklı tüketim kalıplarına sahip hanelerin gerçek enflasyonunu ölçmeyi
sağlayacak bir yeni enflasyon konseptine ihtiyacımız var. Nitekim bu ihtiyaç
dünyada da, Türkiye’de de görülüyor.
Bu ihtiyacı kısmen karşılamaya
dönük olmak üzere 2012 yılından beri, Merkez Bankası iktisatçısı Z. Yükseler
tarafından kullanılan ‘Hızlı Tüketilen Ürünler Fiyat Endeksi’ (HTFE), yine aynı
iktisatçı tarafından 2022 yılının Mayıs ayından itibaren ‘Yaşam Maliyeti
Endeksi’ne (YME) dönüştürüldü. (4)
Bu endeks beşli madde grup
endeksleri kullanılarak, hane halkı tarafından sıkça tüketilmeyen yarı
dayanıklı, dayanıklı mallar ile bazı hizmetlerin TÜFE endeksinden dışlanarak
oluşturuluyor. Böylece TÜİK tarafından açıklanan 144 madde grubunun 86’sı
“Yaşam Maliyeti Endeksi” kapsamına girerken, 58 grup bu kapsam dışında kalıyor.
Beşli madde grupları
belirlenirken şu hususlar dikkate alınıyor:
Seçilen maddelerin haneler tarafından her ay ve her yıl tüketilme
özelliğinin yüksek olması, temel ihtiyaç maddesi olma özelliğinin bulunması,
harcamanın geçmişte yapılan tasarruflar veya kredi kullanımı yerine, hanenin
sürekli ve düzenli geliri ile finanse edilme olasılığının yüksek olması ve
satın alınan mal ve hizmetin hane halkı tarafından yatırım harcaması
niteliğinde sayılmaması.(5)
Enflasyonla mücadelede alınacak önlemler, kullanılabilecek politikalar
ve araçlar:
(i) Zaruri malların fiyatları geçici olarak dondurulmalı
Gıda ve ısınma insanların
en temel hakkıdır. Dolayısıyla insanların bunları yeterince karşılayabilmesi
için enerji faturaları düşürülerek makul bir düzeyde sabitlenmeli, faturalarını
ödeyemeyen hanelerin elektrikleri ve doğal gazları kesilmemeli, böyle haneler
için aylık belli miktarda ücretsiz enerji kullanım hakkı verilmeli ve bu
insanların sofralarına yiyecek koyabilmeleri sağlanmalı.
Pratik bir öneri olarak,
bu kış boyunca, ticari olmayan amaçlar için kullanılan elektrik, doğal gaz fiyatları
ve ekmek, et, süt ve çocuk maması gibi temel malların fiyatları dondurulmalı.
(ii) Etkin fiyat kontrolleri yapılmalı
Tarihte, kamu kurumlarının
fiyat artışlarıyla mücadelesi konusunda nasıl başarılı sonuçlar elde ettiğine ait
dair sayısız örnek mevcut.
Mesela, 1941’de İkinci
Dünya Savaşı sırasında (1941’de) ABD’de yüksek enflasyon yaşanırken,
Roosevelt ‘Fiyat İdaresi Ofisi’ni kurdu
ve bu kurumda istihdam edilen 250 bin memuru enflasyonist baskıların
kaynaklarını belirlemek ve bunlarla mücadele etmekle görevlendirdi. Britanya’da
ise (aynı yıllarda), hükümet genelinde birkaç bakanlık, belirli fiyat
değişikliklerini izlemekten ve yönetmekten sorumlu tutuldu. (6)
Kısaca, ekonomiyi
resesyona sürüklemeden, sistemik olarak önemli konumdaki fiyatları istikrara kavuşturmak
için alternatif bir politika araçları setine ihtiyaç var. Stratejik sektörlerde
yapılacak fiyat kontrolleri bu araçlardan biri olabilir ve temeldeki piyasa
dengesizliğini ortadan kaldıran diğer önlemlerin yürürlüğe girmesi için zaman kazandırabilir.
(7)
(iii) Tayınlama yapılmalı
Bu araç akla karne
dönemleri gibi sıkıntılı yılları getirse de, geçmişte Roosevelt döneminde
olduğu gibi bunun son derece başarılı örnekleri mevcut. Öyle ki bu dönemde
enflasyonla mücadele için karneler bastırılarak halka dağıtıldı. Karneli mallar
sadece karne sahiplerine satılabiliyordu. Böylece stokçuluk ya da spekülasyon
da asgaride tutularak, fiyat artışları önlenebildi. (8)
Bugün bu önlem son derece
gelişkin dijital teknolojilerle çok daha etkin bir biçimde hayata
geçirilebilir. Covid-19 salgını sırasında, salgınla mücadele sırasında uygulanan
dijital teknolojili önlemler enflasyonla mücadelede de kullanılabilir.
(iv) Enerji fiyatlarındaki artışlar halka yansıtılmamalı, bu
alanda acil kamulaştırmalar yapılmalı
Bilindiği gibi, neo-liberalizmin
ilk uygulamalarından biri olarak geçtiğimiz yüzyılda, ‘Şok Terapi’ adı altında,
enerji gibi temel sektörlerde yapılan özelleştirmelerle birçok temel malı
fiyatı hızlıca serbestleştirildi. Türkiye’de de son 20
yılda enerji sektöründe kapsamlı özelleştirmeler yapıldı.
Bu özelleştirmeler son bir iki yıldır da
gördüğümüz gibi, halkın en yoksullarının bu
hizmetlere erişememesi ve büyük çoğunluğunun da yüksek maliyetlere (fiyatlara) katlanarak bunlara erişebilmesi ile
sonuçlandı.
Bu yüzden, bu tür mal ve
hizmetler tekrar ‘kamusal’ ya da ‘kolektif mal’ olarak kabul edilerek, öncelikle
bunların fiyatlarına bir tavan/sınır konulması gerekli. Eş anlı olarak, bu kış
boyunca bu tür mal ve hizmetlerden alınan ÖTV ve KDV gibi vergilerden (geçici
olarak) vazgeçilmeli. Asıl çözüm ise enerji, iletişim, gıda ve sağlık/ilaç ve
eğitim gibi kilit sektörlerin kamusal mülkiyete ve kamusal/toplumsal denetim
altına alınması olabilir.
Böyle önlemler aşırı bir
tüketici sömürüsüne dayalı yüksek fiyatlandırmayı en aza indireceği gibi,
şirketlerin finansal spekülasyon ya da borsa manipülasyonları yapmalarını da
zorlaştıracaktır.
Bu bağlamda Sol
Keynesyenler, kamulaştırmaların yerine, enflasyon kontrolünün esas olarak
maliye politikası, yani kamu harcamaları ve vergilerdeki değişiklikleri ve
doğrudan müdahaleleri önerirler.
Bu anlamda ABD’de
yasalaşan ‘Enflasyon Azaltma Yasası’ Federal Hükümetin örneğin ilaç fiyatları
üzerindeki kontroller aracılığıyla, enflasyona müdahale etme gücüne dair
ipuçları veriyor. Yasa ilaç şirketlerini, eğer fiyatları enflasyon oranından
daha hızlı artırırlarsa para iadesi yapmaya ve yaşlılar için ücretsiz aşı
sağlamaya zorluyor. (9)
(v) Yoksul hanelere doğrudan
nakit destekleri verilmeli
Geçici bir önlem olarak
bazı temel mal ve hizmetlere bütçeden sübvansiyon sağlanması mümkün olabilir
ancak bu mal hizmetlerin varlıklılar tarafından da kullanıldığı unutulmamalı. Böyle
desteklerin kullanıcıları iyi belirlenmezse, bunlar bizi devlet bütçesinden
zenginlerin lüks tüketimlerinin fonlanması gibi haksız bir durumla karşı
karşıya bırakabilir.
Nitekim UNDP’nin bir raporu,
enerji sübvansiyonlarının orantısız bir şekilde daha zengin insanlara fayda
sağladığını ve evrensel bir enerji sübvansiyonunun faydalarının yarısından
fazlasının nüfusun en zengin yüzde 20’sine gittiğini gösteriyor. Buna karşılık
nakit transferlerinden asıl olarak nüfusun en yoksul yüzde 40’ı faydalanıyor. Kısaca
çok mütevazı nakit transferleri bile, bu krizde en yoksul ve en savunmasız
olanlar için dramatik ve dengeleyici etkileri olabilir. (10)
Böylece yüksek enflasyon
altında hanelere yapılan yardımları artırarak veya yoksul hanelere doğrudan
nakit yardımları yaparak, özellikle de en yoksulları fiyat artışlarından korumak
gerekiyor. Çünkü yaşanan krizin bir boyutu fiyat artışlarının neden olduğu
enflasyon iken, diğer boyutu yaşam maliyetinin artması. Bu da doğrudan
emekçilerin gelir düzeyleriyle ya da işçilerin ücretleriyle ilgili.
Daha önce de sözünü
ettiğimiz ‘Yaşam Maliyeti Endeksi’ (YME), manşet enflasyonu (TÜFE) ile
kıyaslandığında, bu yılın Temmuz ayında manşet enflasyon yüzde 79,60 iken, YME’nin
yüzde 87,56 ve Ağustos ayında manşet enflasyon yüzde 80,21 iken, YME’nin yüzde
85,75 olduğu görülüyor. (11)
Bu da yaşam maliyetindeki
artışın tüketici fiyatlarındaki artıştan daha fazla olduğunu ve buradan
hareketle de öncelikle yaşam maliyetini düşürecek önlemler alınması gerektiğini
ortaya koyuyor.
(vi) Yaşanabilir bir ücret sağlanmalı
Özellikle neo-liberalizm
döneminde reel işçi ücretlerinin ciddi bir iniş (bazı yıllar durgunluk) yaşamış
olması ve işçilerin milli gelirden aldığı payın giderek azalması yaşam maliyeti
krizinin asıl nedeni. Bu yüzden de reel ücretleri artırmaya dönük politikalar
ve mücadeleler yaşam maliyeti krizi ile baş etmenin en kestirme yolu.
Bu bağlamda yaşam maliyetindeki
artışı karşılayabilecek ve verimlilik artışından adil bir pay alabilecek bir
şekilde emekçilerin ücretleri artırılmalı. Bu yapılırken işçilerin örgütlülüğünü
ve grev ve toplu sözleşme haklarını artıracak iyileştirmeler yapılmalı, işçi
örgütlenmesinin önündeki engeller ortadan kaldırılmalı.
Ancak yaşam maliyeti açısından
önemli olan insanların ne kadar para kazandığından ziyade, temel giderler
karşılandıktan sonra geriye ne kadar kaldığı. Yıllardır yaşam standartlarını
sessizce aşındıran da aslında denklemin bu yanı.
Batıda böyle bir aşınma
genelde devlet bütçesinden yapılan transfer ödemeleriyle (çocuk yardımı, aile
yardımı gibi) giderilirken, Türkiye’de devlet bütçesinden sağlanan bu tür
transfer ödemeleri yok denecek kadar az.
Bu yüzden de halka dönük
transfer harcamalarının bütçe içindeki payları artırılırken, Covid-19 salgını
sırasında yeterince yapılmayanlar bu kez yapılmalı ve geçimini sağlayamayan
savunmasız insanlara, yoksul hanelere yeterli kamusal finansal destek
sağlanmalı.
(vii) İstihdam
garantisi ve desteği verilmeli
Yüksek enflasyon
sırasında, işsizliği de azaltabilmek ve işsizlere gelir sağlayabilmek için, kamunun
topluma ve ekolojiye yararlı istihdam programlarını hayata geçirmesinin yanı
sıra, küçük ve orta ölçekli işletmelere (istihdamı ve işçi haklarını,
sendikaları, iş güvenliğini korumaları şartıyla) istihdam destekleri verilmeli.
Kamucu istihdam programlarının finansmanı devlet bütçesinden yapılırken,
uygulaması ve denetimi yerel yönetimlere bırakılmalı.
Bu çerçevede ülkedeki
bölgeler arasındaki işsizlik ve istihdam farklılıkları dikkate alınmalı. Zira
bir araştırmaya göre, Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı Güneydoğu Anadolu
illerinde işsizlik ülke ortalamasının 2,5 katından daha yüksek (yüzde 33,3).(12)
Kamucu istihdam politikalarının belirlenmesi sırasında mutlaka yerelin karar
alma süreçlerine aktif bir biçimde demokratik katılımı sağlanmalı.
(viii) Regülasyon yapılmalı
Araştırmalar yüksek
enflasyon dönemlerinde fiyat hareketleri üzerinde etkili olan tekellerin gücünü
ve özellikle de gıda sektöründeki finansal spekülasyonları önleyebilmek için başvurulan
düzenleyici (regülatif) eylemlerin başarılı sonuçları olduğu gösteriyor. (13)
Bu çerçevede, enflasyon kontrolü ile ilgili özel komiteler
ya da benzeri organlar oluşturulmalı. Bu komiteler fiyat sınırlamaları yaparak
piyasaları düzenlemekle görevlendirilmeli. Emekten yana bir iktidar, izin verme
veya reddetme kriterleri ile her türlü piyasada her türden denetim yapacak
komiteler kurmalı.
Örneğin, gıda maddelerinin
bir kısmının veya tamamının zorunlu mallar olarak kabul edildiği ve hiçbir
üretici veya satıcının bir gıda komitesi tarafından onaylanmadan fiyatlarını
artıramayacağı ilan edilerek, bu yönde etkin kontroller başlatılmalı.
Kuşkusuz tekelleri ve
uyguladıkları fiyatları kontrol eden komitelerin, kontrol etmek için
kuruldukları kesimlerce “ele geçirilme” riski her zaman mevcut. Bu yüzden de bu
komitelerin sadece merkezden değil aynı zamanda yerelden de demokratik denetime
açık bir biçimde oluşturulması ve toplumsal kontrole tabi tutulması gerekli.
(ix) Kârlara üst sınır getirilmeli
Günümüzde piyasaları
kontrol etme gücüne sahip birçok büyük şirket, fırsatçı bir şekilde fiyatları
ve kârları artırıyor ve bu durum da enflasyona neden oluyor. Yani bugün yüksek
enflasyonda artan bu kârların payı azımsanamayacak kadar büyük.
İktidar bloku, izlediği
emekten sermayeye doğru kaynak aktarma politikaları ile (düşük faiz, KKM, ve
makro ihtiyat politikaları ile) bu yüksek kârların nedeni oluyor. Kısaca bir
kısım enflasyon, kapitalistlerin fiyatlandırma kararlarından ve iktidarın
uyguladığı politikalardan kaynaklanıyor.
Bu bağlamda anti
enflasyonist bir politika aracı olarak, özellikle de borsada hisseleri alınıp
satılan bankalar başta olmak üzere, büyük şirketlerin enflasyonun üzerinde kâr
elde etmiş olanlarından ‘aşırı kazanç ya da kâr vergisi’ alınmalı.
(x) Aşırı kredi hacmi daraltılmalı ve kredilerin etkin
kontrolü yapılmalı
Enflasyonu dizginlemek
için kredi akışını sınırlandırmaya dönük kredi kontrollerini hayata geçirmek
gerekiyor. Oysa siyasal iktidar seçim sürecinde kredi genişlemesi yoluyla
ekonomide bir canlılık yaratmak istiyor.
Nitekim birkaç gün önce
açıklanan toplam 900 milyar TL değerindeki TOKİ projesine (5 yılda toplam 500
bin yeni konut, 250 bin arsa ve 50 bin işyeri) devlet bütçesinden 360 milyar
TL’lik sübvansiyon verilecek. Ayrıca Şubat ayında açıklanan Kredi Garanti
Fonu’nun (KGF) toplamda 60 milyar TL’lik kredi kefalet paketine ilave olarak,
bugünlerde 50 milyar TL’lik yeni bir KGF kredi paketi daha gündemde. (14)
Bu arada, şirketlerin
borçlanmalarının sınırlandırılması konusunda ciddi etkili düzenlemelere ihtiyaç
var. Oysa şu ana kadar iktidar, kurumsal sektöre verilen banka kredilerini
izlerken, riske göre ayarlanmış getiri oranları dışındaki kriterlere bakmadığı
gibi, riskleri değerlendirmenin ve üstlenmenin devletten çok özel finans kuruluşlarına
bağlı olduğu düşüncesiyle hareket etti. Kamu bankaları ise siyasal baskılar
yüzünden olsa gerek, özellikle yandaş şirketler söz konusu olduğunda böyle
riskleri görmezden geldiler.
Kaldı ki kredi genişlemesi
politikası iktidarın düşük faiz politikası ile uyumlu. Bu yüzden de iktidardan
para politikası aracılığıyla enflasyonu düşürmesini (özellikle de seçim
sürecinde) beklememek gerekiyor. Bu işi seçim sonrasında işbaşına gelecek
olanların üstlenmesi gerekecek.
(xi) Anti enflasyonist vergi politikaları uygulanmalı
Toplumun nüfus olarak azınlığını
oluştursa da sermaye kesimi ve servet zenginlerinin satın alma, dolayısıyla da
harcama gücü oldukça yüksek. Böyle zenginler yapmış oldukları (özellikle de
lüks tüketim harcamalarıyla) efektif talebi artırıyor ve enflasyonu körüklüyor.
Bu nedenle de bu kesimleri daha fazla vergilendirerek efektif toplam talebi
düşürmek gerekiyor.
Bu yüzden de belirli
zaruri mallar üzerinden alınan KDV ve ÖTV sıfırlanırken, Gelir Vergisi oranları
en zenginleri daha fazla vergilendirecek şekilde artan oranlı olarak yeniden
düzenlenmeli ve artan oranlı bir servet vergisi uygulaması hayata geçirilmeli.
(xi) ‘Temel Gelir Güvencesi’ uygulaması başlatılmalı
Toplumun en yoksulları
öncelikli hedef kitle olarak seçilerek, kadınlara öncelik verilerek, düzenli
geliri olup olmadığına bakılmaksızın, her haneden 18 yaşını doldurmuş olan en
az bir kişiye aylık asgari ücretin üçte ikisi tutarında bir nakdi, ‘temel gelir
güvences’ olarak vermek gerekli. Böyle bir güvence kamusal hizmetlerin ortadan
kaldırılmasının bir karşılığı olarak değil, onların bir tamamlayıcısı olarak
sağlanmalı.
(xii) Büyük çapta kamusal
yatırımlar yapılmalı
Başta tarım, enerji,
sosyal konut, topluma yararlı işler, bakım, eğitim ve sağlık olmak üzere belli
sektörlere yönelik yeni kamusal yatırımlar yapılarak, başta güvenli gıda olmak
üzere toplum için gerekli ve yararlı olan üretim artırılmalı.
Bu yapılırken seçici
olunmalı ve insan, toplum ve doğa için zararlı üretim faaliyetlerine son
verilerek kaynak tasarrufu sağlanmalı. Banka kredileri dâhil olmak üzere,
kamusal kaynaklar, doğa dostu, kamusal ulaştırma ve iletişim gibi alt yapıyı
iyileştiren projelere yönlendirilmeli.
(xiii) Anti tekelci düzenlemeler hayata geçirilmeli
Güçlü yasal anti tekel
düzenlemeleriyle piyasalardaki tekelci gücü kırmak, firmaların sömürücü
fiyatlandırmaya girişme kabiliyetini azaltmak gerekiyor. Bu çerçevede, ikame
olarak, yeniden tanımlanacak olan bir kamusallık bakışı altında en zaruri
alanlardan başlayarak yeniden kamu iktisadi teşebbüsleri kurulmalı.
Sonuç olarak
Enflasyonu dizginlemeye ve
yaşam maliyetindeki artışları önlemeye dönük çok sayıda emekten yana seçenek ve
araç mevcut. Bu yüzden tüm seçenekler masada olmalı. Ancak, bu seçeneklerin bir
kısmının sadece yaraya pansuman niteliğinde olduğu, yani faydalarının sınırlı
ve geçici olduğu unutulmamalı.
Ayrıca, bazılarının
yaptığı gibi, Merkez Bankası politika faizi gibi bir araçtan mucizevi bir
biçimde enflasyon ve yaşam maliyeti krizi sorununu ortadan kaldırmasını beklemenin
hiçbir mantıklı yanı yok. Keza böyle bir beklenti, resesyona ve daha fazla
işsizliğe neden olarak, emekçi sınıflar açısından zararlı da olabilir.
Bir başka anlatımla, TÜİK
enflasyonunun gerçeği yansıtmadığı gibi, politika oluşturma konusunda yeterince
bilgilendirici olmadığı ve yukarıda tartıştığımız araçların çoğunun da para
politikası dışında kaldığı göz önüne alındığında, enflasyonu düşürmek, kontrol
etmek ya da yönetmek görev ve sorumluluğu tek başına Merkez Bankası’nın
omuzlarına bırakılamaz.
Bu bağlamda,
neo-liberalizmin mottolarından biri olan ‘merkez bankası bağımsızlığı’ ve
‘enflasyon hedeflemesi’ kavramını da sorgulamamız gerekiyor. Merkez Bankası
sadece siyasal iktidardan değil, piyasalardan da bağımsız olmalı, yüzünü halka
dönmeli. (15) Kaldı ki tarih, dar anlamda fiyat istikrarı emirlerini takip
etmek yerine, ekonomik kalkınma ve toplumsal gelişmeyi desteklemek için hareket
eden parasal ve mali otoritelerin başarılı örneklerine de tanıktır.
Özcesi, artık ekonomik
alanda da her şeyi yeniden düşünüp tasarlamanın zamanı geldi. Enflasyonu düşürmenin
yanı sıra, eş anlı olarak adil bölüşüme dayalı, etkin/verimli ve doğa ile
uyumlu bir ekonomik kalkınma ve büyümeyi de gerçekleştirmek gerekiyor.
Bu işlevlerse ancak, bir
geçiş dönemi ekonomisi anlamında, ‘demokratik katılımcı bir ekonomi’ ve buna
uygun bir siyasal yapılanma tarafından yerine getirilebilir. Böyle bir
ekonomiyi inşa etmek için Merkez Bankası da dâhil olmak üzere, demokratik bir
devlet yapılanmasının merkezi kurumlarının yanı sıra, yerel yönetimler, belediyeler,
komünler, kooperatifler, kolektifler ve meclisler gibi yerel örgütlenmelerin tam
bir işbirliği içinde çalışması gerekiyor.
Gerçekte ihtiyacımız olan
şeyin, antikapitalist, anti militarist, emek, insan, toplum ve doğa dostu,
kadını güçlendiren, toplumsal cinsiyet eşitlikçi, farklı kimlikleri gözeten, eşit
yurttaşlığa dayalı, demokratik, barışçı bir ekonomi ve bunun üzerine inşa
edilmiş olan demokratik bir toplum ve demokratik siyaset olduğunu görmek ve
buna göre hareket etmek zorundayız.
Dip notlar:
(1)
Bu konuda
A. Aktaş’ın yazısı son derece bilgilendirici: https://www.dunya.com/kose-yazisi/enflasyonda-aralik-ocak-illuzyonu
(9 Eylül 2022).
(2)
https://www.undp.org/press-releases/global-cost-living-crisis-catalyzed-war-ukraine-sending-tens-millions-poverty-warns-un-development-programme (7 July 2022).
(3)
Farrokh
K. Langdana, Macroeconomic Policy, Demystifying Monetary and Fiscal Policy,
Third Edition, Springer Texts in Business and Economics, 2016, s.103-104.
(4)
https://www.academia.edu/82205909/YASAM_MALIYETI_ENDEKSI_YME
(25 Haziran 2022).
(5)
Agm.
(6)
https://www.opendemocracy.net/en/oureconomy/how-policymakers-should-respond-to-cost-of-living-crisis
(1 February 2022).
(7)
https://www.project-syndicate.org/onpoint/an-interview-with-isabella-weber-inflation-price-controls-deglobalization-china (6 September 2022).
(8)
https://www.pressenza.com/there-are-better-ways-for-societies-to-address-inflation-than-by-hiking-interest-rates
(6 June, 2022).
(9)
H.R.5376
- Inflation Reduction Act of 2022, https://www.congress.gov/bill/117th-congress/house-bill
(16 August 2022).
(10)
https://www.undp.org/press-releases/global-cost-living-crisis-catalyzed-war-ukraine-sending-tens-millions-poverty-warns-un-development-programme
(7 July 2022).
(11)
https://www.researchgate.net/publication/362432630_YASAM_MALIYETI_ENDEKSI_YME_2022_Yili_Temmuz_Ayi_Gelismeleri;
https://zaferyukseler.blogspot.com/agustos-yasam-maliyeti-endeksi (9 Eylül 2022).
(12)
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar
Merkezi Araştırma Notu 22/260 (7
Eylül 2022).
(13)
https://socialeurope.eu/dealing-with-inflation-really (25 July 2022).
(14)
https://www.dunya.com/kose-yazisi/sosyal-konutta-360-milyar-liralik-subvansiyon-olacak (15
Eylül 2022); https://www.dunya.com/ekonomi/finansmana-erisim-sorunu-var-bu-kis-cok-zor-gececek-haberi (14 Eylül 2022).
(15)
Mustafa
Durmuş, “Merkez Bankası Bağımsızlığı, Para ve Faiz: Kapitalizmde Finansın
Ekonomi Politiği”, Yıl 2016, Cilt 2, Sayı 1, s. 22-61, https://dergipark.org.tr (1 Ocak 2016).