Asgari
ücret artışı konusu “gerçekleşen-beklenen enflasyon” tartışmasına
sıkıştırılmamalıdır!
Mustafa
Durmuş
30
Ekim 2024
Asgari ücrete yapılacak artış tartışması
bu sene de erken başlatıldı. Önce IMF, asgari ücretin enflasyonla mücadeleyi
akamete uğratacak biçimde artırılmamasını buyurdu, ardından da IMF’siz IMF
politikası uygulayan iktidar bu yılki zammın sınırlı tutulacağını açıkladı.
İktidar cephesinden buna gerekçe olarak enflasyonla
mücadele gösteriliyor. Belli ki “enflasyon düştüğünde dar gelirlilerin durumu
da düzelir” biçimindeki “ölme eşeğim ölme, yaz gelince yonca bitecek…” masalını
anlatmayı sürdürecekler.
Ortak
bildiri
Asgari ücret tartışmasına ilk kez,
aralarında çok seçkin iktisatçı hocalarımızın da bulunduğu 118 iktisatçımız
ortaklaşa yayınladıkları bir bildiri ile katıldı. Bu reaksiyonda IMF’nin
yaptığı açıklama etkili olmuş olabilir.
Şahsen bu bildiriden haberim
yayınlandıktan sonra oldu. Geriye dönüp araştırdığımda bir iktisatçı dostumun
SMS biçiminde bildiriyi bana gönderdiğini, benim de yoğunluğumdan gözden
kaçırdığımı fark ettim. Bildiriden asıl olarak yayınlandıktan sonra sosyal
medya aracılığıyla haberdar oldum.
Öncelikle, bildiriyi hazırlayanların ve
imzalayanların emeklerine sağlık. Ne de olsa (belki de) ilk kez akademisyen iktisatçılar
kabuklarından çıkıp önemli bir konuda ortak bir ses verdi. Umarız benzer bir
ses yeni anayasa tartışmaları yapılırken akademisyen hukukçulardan da çıkar.
Daha
geniş bir zeminde tartışmak daha yararlı olabilirdi
Ancak bu bildiri, yayınlanmadan önce, daha
geniş akademisyen-iktisatçı zemininde tartışılabilirdi ve bildiriye
yapılabilecek katkılarla, daha fazla sayıda imza ila yayınlanır ve belki de daha
fazla ses getirirdi. Bu şans kaçmış gibi görünüyor.
Özüne karşı çıkmadığım bildiride, emekten
yana bir perspektif oluşturması açısından da aşağıda vurguladığım noktaların
yer almasının çok daha faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Bildiri asgari ücrete yapılacak artışın, özünde,
“beklenen değil, gerçekleşen enflasyona
göre” yapılmasını, enflasyonla mücadelenin dar gelirlilerin üzerine
yıkılmamasını, bütüncül ve yeniden bölüştürücü önlemlerin de gündeme alınmasını
istiyor.
Detaylandırılması
gereken talepler
Bu talepler genel olarak doğru olsa da
emek perspektifinden iktisat kamuoyunda tartışılacak nitelikte talepler. Bu
yüzden de detaylandırılmaları yerinde olabilir.
Öncelikle, Türkiye’de TÜİK’in açıkladığı resmi
enflasyon verileri gerçeği tam olarak yansıtmıyor çünkü enflasyon olduğundan çok
daha düşük gösteriliyor. Bu konuyu her seferinde açıklamaktan ENAG’ın dilinde
tüy bitti denilebilir? Bunun nedeninin asgari ücretliye, emekçiye ve emekliye
yapılması gereken ücret zammının düşük gösterilmek istenmesi olduğunu biliyoruz.
İkinci olarak, TÜİK’in TÜFE olarak
açıkladığı ve belli mal ve hizmetlerden oluşan sepetteki fiyat değişiklikleri,
başta asgari ücretli işçiler olmak üzere (toplam ücretlilerin neredeyse
yarısını oluşturuyorlar) toplumun geniş kesimlerinin gerçek yaşam maliyetlerini
yansıtmaktan çok uzak.
Çünkü enflasyonun bir göstergesi olarak
TÜFE aslında genel fiyat seviyesinin ve enflasyonun tam bir göstergesi değil. TÜFE'de
ülke çapında 28,852 iş yeri ve 5,246 konuttan (kira) 406 madde, 913 madde
çeşidi için her ay yaklaşık 608,594 fiyat derleniyor. Yani TÜFE kentli hane
halkları tarafından en çok satın alınanların fiyatlarındaki ortalama
değişiklikleri yakalamaya çalışıyor.
Gerçekleşen
enflasyon ölçütü “iyileştirme” için yeterli değil
Üçüncü olarak, gerçekleşen enflasyon
oranında ücret artışı yapmak sadece asgari ücretlilerin bu yılki enflasyon
karşısındaki zararını karşılamak demektir ki bu durum bir iyileştirme değildir.
Nitekim bu yılın Ekim-Aralık aylarındaki
aylık TÜFE’nin ortalama yüzde 2,60 civarında olabileceğini düşünürsek, 2024 yılında
enflasyonun etkisini sıfırlayacak olan ücret artışı yüzde 39,0 olacaktır. Yani
işçiler bu zamla ancak 2024 yılındaki reel kayıplarını telafi etmiş olabilecekler.
Bu hesap da TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon verilerinin doğru olduğu varsayıldığında
doğru olabilir.
Oysa TÜİK’in Haziran ayında uzman doktor
muayenesini 34 TL, yurt ücretini 457 TL, ev kirasını 5.845 TL, beyaz peynir
fiyatını 147 TL ve yumurta fiyatını 2,5 TL olarak dikkate aldığı hala
hafızalardadır.
Yani basında yer aldığı gibi beklenen
enflasyona göre yüzde 25- 30 zam yerine, gerçekleşen enflasyona göre yüzde 39-40
zam talep etmek, asgari ücretliler ve bu artışın etkileyeceği diğer ücretliler
için çok büyük bir fark yaratmayacağı gibi, bu durum ekonomik bir refah artışı
anlamına da gelmeyecektir.
İşgücü verimliliğinin artış gösterdiği ve
milli gelirin şu ana kadar ortalama yüzde 4 civarında büyüdüğü bir ekonomide
işçilerin refahının artırılabilmesi için asgari ücret artışının gerçek enflasyonun
çok daha üzerinde olması gerekir.
Yani sorun, gerçekleşen ve beklenen
enflasyon farkından çok daha büyük bir sorundur. Bu yüzden de “beklenen” yerine
“gerçekleşen” enflasyona göre asgari ücrete zam talep etmenin, derin bir yarayı
yara bandı ile kapatmaktan pek de farkı olmayacaktır.
Dördüncüsü, asgari ücret yerine “insan
onuruna yaraşır bir yaşam ücretinin uygulanması talep edilebilir. Nitekim gelişkin ekonomilerde benzer bildiriler
hazırlayan iktisatçıların ilk talepleri asgari ücretin bu şekilde yeniden
tanımlanmasıyla ilgilidir.
Yeniden
bölüştürücü önlemler?
Beşincisi, yeniden bölüştürücü önlemlerin
neler olduğunun birer cümle ile açıklanması çok yerinde olurdu. Örnek olarak, çok
zenginlerden alınacak bir “servet vergisi”nin ve buradan hareketle de “Temel
Gelir Güvencesi”nin gerekliliğini dillendirmenin tam zamanıdır.
Aynı şekilde Gelir Vergisi dilimlerinin
emekçilerin yıl ortasından itibaren bir üst gelir dilimine girmesini önleyecek ölçüde
yükseltilmesi ve vergi hesaplanırken, vergiden değil, “matrahtan indirim”
yönteminin uygulanması savunulabilir.
Ayrıca et, süt, çocuk maması, çocuk bezi,
gübre, mazot gibi zaruri mallardan alınan KDV ve ÖTV’nin sıfırlanması talep
edilebilir.
Denetimler
ve kamulaştırmalar
Enflasyonla mücadelede “üç harfliler”
olarak da bilinen tekel konumundaki iskonto marketlerin daha sıkı denetlenmesi
ve gıda, enerji gibi zaruri malların üretiminin kamulaştırılması önerilebilir.
Bu öneriler emekten yana, kamucu ama aynı
zamanda da sistem içi önerilerdir. Daha ziyade Keynesyen-sol/sosyalist bir
yelpazede yer alırlar. Buna karşılık ortak bildiride yer alan ve sadece birer
cümle ile sözü edilmiş öneriler böyle bir perspektiften yoksun olan ve piyasaları
ve sermayeyi karşısına almayan öneriler görünümündedir.
Oysa enflasyonla mücadele ya da ücret
artışları, sınıflı bir toplum olan kapitalizmde sınıflar üstü sonuçlar
yaratmaz, yani tarafsız değildir. Bu nedenden dolayı da bu konularla ilgili
tarafsız kalınamaz, emekten yana tavrın çok daha net ortaya konulması gerekir.
Özcesi, ülkedeki emek sömürüsünün ve gelir
ve servet dağılımı adaletsizliğinin devasa boyutlara ulaştığının farkında olan
ve bu yüzden de emekçilerin yanında yer alan, aynı zamanda sınıfın da bir
parçasını oluşturan iktisatçılar olarak sınıf adına olan talepleri bu kadar
geride tutmak durumunda kalıyorsak, patronların
ve devletin kontrolündeki işçi sendikalarının daha fazlasını istemesini ve
bunun mücadelesini vermesini bekleyemeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder