Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrasi Cephesi
Mustafa Durmuş
2 Ekim 2025
Bir tespitle başlayalım: Yargıtay’a göre, Türkiye’de
kendilerine sol, sosyalist diyen siyasal partilerin tamamının üye sayısı toplamda
50 bini zor buluyor.
Dahası bu sosyalist partiler ne işçi sınıfı ne de
geniş halk kitleleri içinde örgütlüler. Bunlardan bazılarının sınıf içindeki
çalışmaları (takdire şayan olsa da) sonucu değiştirecek büyüklükte değil.
Bugün gündem sosyalizm değil, demokrasidir
İkinci bir tespit: Şu an verilen mücadele sosyalizm
mücadelesi değil, “seçimli otokrasiden faşizm gibi bir açık diktatörlüğe
dönüşmekte olan tehlikeli süreci durdurma” mücadelesidir. Trump yönetimindeki ABD
emperyalizminin bu gidişatı açıktan destekliyor olması nedeniyle, acil olarak
faşizmin yükselişini önlemek ve aynı zamanda kalıcı bir barışı inşa etmek için
iktidarı zorlamak gerekiyor.
Kısaca anti-faşist mücadele ile sosyalizm ve devrim
mücadelesini birbirine karıştırmak çok büyük bir hata. Bu hataya düşenler,
kaçınılmaz olarak, ittifaklar politikasını da yanlış değerlendirirler.
Öncü?
Faşizme karşı birleşik cephenin öncüsünün sosyalist parti/hareket
ve işçi sınıfının örgütleri olması elbette arzu edilir. Ancak, maalesef, sosyalistlerin
bugün bunu yapabilecek yeterlilikte bir vizyonu ya da bağımsız örgütlü gücü yok.
Gerçekçi olmak gerekiyorsa; verili koşullar altında sosyalistler
böyle bir cepheye öncülük etmekten ziyade, katkıda bulunabilirler. Daha ziyade
uzun vadeli devrimci dönüşümlerin tohumlarını atmak ve kitlelerle buluşmak için
bu kavgaya katılabilirler. Bu bağlamda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile
herhangi bir örgütsel bağı ya da gönül birliği olmayan sosyalistlerin, bir
yandan sosyalistlerin birliğini oluşturma çabalarını sürdürürken, CHP’nin
yürütmekte olduğu mücadeleyi desteklemesi, koşulların gerekli kıldığı bir
anti-faşist görevdir.
Birçoğumuz eski alışkanlıklarla gerçek değişimin
tamamen sistemin dışından, üçüncü taraf hareketlerden, taban aktivizminden veya
devrimci ayaklanmalardan gelmesi gerektiğini savunabiliriz ama şu anda ülkede
bunun bir gerçekliği yok. Bu çerçevede antifaşist cephenin kitle tabanını
oluşturma potansiyeline sahip bulunan CHP’yi (ve DEM Parti’yi) terk etmek
stratejik bir hata olur. Çünkü:
İktidarı aşırı sağa teslim edemeyiz
Bu partiler parlamentoda anti demokratik düzenlemeleri
engellemeye çalıştıkları gibi yerel yönetimlerde etkili siyaset yapıyorlar,
halkla buluşuyorlar. Eğer demokrasi güçleri bu partilerden ve alanlardan elini çekerse,
bu faşizan güçlerin ekmeğine yağ sürmek demek olur. Aşırı sağ bu alanlardaki kontrolünü
daha da pekiştirir.
Merkezi yönetim ve/veya yerel yönetimler düzeyinde
kararların şekillendirilmesine katılmayı reddettiğimizde ise karar alma
süreçlerini tamamen demokrasiyi yok etmek isteyen aşırı sağın tekeline bırakmış
oluruz.
Yani eğer merkezi ve yerel iktidar için mücadele
etmezsek demokrasi karşıtı güçler bu alanları kuşatır. Çünkü aşırı sağcı otokratlar
siyasi partilerden vazgeçmezler, aksine onları ele geçirirler. Bu yüzden de demokrasi
güçleri olarak bizler kaçmak yerine, oralarda kalıp mücadele etmeliyiz.
Değişim sistemin içinden gelir
CHP’nin yönetimine ve kitle tabanına hâkim olan
değerler bellidir. Bu değerler, devletin kurucu partisi olarak statükoyu temsil
etmesi ve Kemalizm ile olan sıkı bağları ile ilişkilidir.
Böyle bir siyasal parti otoriter bir dönüşüme uğrayabilir,
hatta aşırı sağ güçler tarafından ele geçirilebilir. Ağırlıklı olarak bir sermaye
partisi haline dahi gelebilir, sermaye şirketlerinin, iklim değişikliği krizinin,
küreselleşmenin ulusal egemenlik konusunda neden olduğu zorlukların, derin
yapay zekâ odaklı otomasyon dalgalarının etkisiyle ve bu değişikliklerin
yaratması muhtemel şiddetli çatışmalar bağlamında, güçlerini pekiştirmek için aşırı
sağcı otoriterliğe yönelebilir. Demokrasi yanlısı güçlerin, solcuların CHP’den
vazgeçmesi ise böyle bir aşırı sağa kaymayı kolaylaştırır.
Siyasal partiler sabit ideolojik varlıklar
değildir
Diğer taraftan CHP’nin 19 Mart’tan bu yana yürütmekte
olduğu mücadele göz önüne alındığında, bu tür partiler rahatlıkla demokrasi
cephesi içinde yer alabilirler, hatta bu mücadelenin omurgasını dahi
oluşturabilirler.
Bu noktada, “CHP gibi legal siyasi partileri, yeniden
şekillendirilebilen iktidar araçları olarak değil de sabit ideolojik varlıklar
olarak görme hatasına düşmemek gerekiyor”. Siyasal partiler politik mücadele
araçlarıdır ve içinde kimlerin örgütlendiğine göre değişebilirler. Yani bu tür
siyasal partiler, biz onları zorladığımızda değişebilirler. Soru, onların “iyi”
ya da “kötü” olup olmadığı değil, bizim onları kontrol için mücadele etmeye
istekli olup olmadığımızdır.
Sonuç olarak
Kendi bağımsız siyasal örgütlenmesini inşa etmeden
böyle partilerden bütünüyle uzaklaşmak onların günahlarından bizi arındırmaz;
sadece onları siyasetin en kötü figürlerine teslim eder. Gerçekçi olalım ve “barış
ve demokrasi yanlısı güçler böyle partileri terk ederse ne olur” sorusunu
kendimize soralım.
CHP’nin “kurtarıcı” olmadığını ama demokrasi
mücadelesinde önemli bir aktör olabileceğini unutmayalım. Demokrasi
mücadelesinde onu desteklemekten vazgeçersek, iktidarı da bütünüyle bize karşı kullanacak
olanlara teslim etmiş oluruz.
İlerici değişim kaçarak değil, sistemi zorlayarak
gelir. CHP’nin altyapısını değerlendirerek, ancak onun kontrolü altında kalmadan
bağımsız sol-sosyalist bir damar oluşturalım, sosyalistlerin birliğini
sağlayalım ama en geniş demokrasi cephesinde onunla birlikte savaşmaktan da vazgeçmeyelim.
Unutmayalım: “ideolojik, politik etkiyi kullanmak önemlidir, etkiyi
kullanmaktan kaçınmaksa yenilgiye neden olur”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder