4 Aralık 2016 Pazar

TÜRKİYE'DE GELİR VE SERVET BÖLÜŞÜMÜ




Mustafa Durmuş

4 Aralık 2016
 
Türkiye ekonomisine ilişkin son haftalardaki en büyük tartışmanın dövizin kurunun durdurulamayan yükselişi ya da (hangi taraftan baktığınıza bağlı olarak) liranın ABD doları ve avro karşısında yaşadığı daha önce görülmemiş düzeydeki değer kayıpları olduğu çok açık. Üstelik bu değer kayıpları da hem ekonomideki göstergelerden hem de siyasal iktidarın açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla sürecek gibi gözüküyor. 

Bu noktada kurun yükselişinin, siyasal iktidarın açıkladığı gibi, dışarıdaki gelişmelerden ziyade içerdeki gelişmelerden kaynaklandığını M. Eğilmez, bloğunda verilerle ortaya koydu. Öyle ki avro ve yen gibi diğer sağlam ulusal paralar karşısında ABD dolar endeksi son bir haftada binde 56 değer kaybetmişken ve diğer yükselen ekonomilerin para birimlerinin dolar karşısındaki kaybı sadece binde 47’ de kalmışken, lira, dolar karşısında  yüzde 3,08 (altı kattan fazla), buna karşılık avro karşısında yüzde 3,71 değer kaybetmiş ise, bu kaybın nedenlerini ABD’deki gelişmelerden ziyade Türkiye ekonomisi ve onun üzerinde etkili olan siyasal gelişmelerde aramak gerekiyor (http://www.mahfiegilmez.com/2016/12/bir-haftada-neler-oldu).

Bu gelişmelerin sonucunda da doların kuru Cuma günü itibariyle 3,58’e ve avronun kuru 3,81’e kadar yükseldi. TCMB gösterge faizi yüzde 2,90 puan ve CDS risk primi yüzde 4,41 puan arttı. Bu arada bu yılın içinde bulunduğumuz son çeyreğinde ekonominin büyüme yerine bir süreden beri ilk kez küçülmesi ve resmi olarak yüzde 12’ye yaklaşan işsizlik oranının daha da artması bekleniyor.
Tüm bu parasal ve reel göstergelerin yanı sıra son 13 yıldır ekonomik refahımızın artıp artmadığını görebilmek için bölüşüm verilerine de bakmamız gerekiyor. Diğer yandan bu istatistikler hem yeterli sıklıkta ve doğrulukta yayınlanmadığında, hem de halk başka sorunlarla meşgul edildiğinde, gelir ve servetin giderek daha adil mi, yoksa daha adaletsiz mi dağıldığını yeterince kavrayamıyoruz. Sadece çarşıya pazara çıktığımızda cebimizdeki paranın ne denli yetersiz olduğunu gördüğümüzde faturayı ya enflasyona ya da esnafa kesmekle yetiniyoruz.

Bölüşüm istatistikleri sadece halkın övünülen ekonomik büyümeden refah artışı biçiminde ne kadar pay aldığını ya da alamadığını göstermekle kalmıyor, son tahlilde siyasal iktidarların bu konuda ne kadar başarılı ya da başarısız olduklarının da bir göstergesi oluyor.  Sırasıyla milli gelir ve servetin nasıl bölüşüldüğüne bakalım.

Gelir bölüşümü daha da adaletsiz bir hal almaya başladı

TÜİK tarafından 2016’da yapılan gelir dağılımı araştırmasına göre, Türkiye’de 2015 yılında,  en zengin yüzde 20’lik nüfus toplam milli gelirin neredeyse yarısını alırken (yüzde 46,5), diğer yarısı Türkiye nüfusunun yüzde 80’i tarafından paylaşıldı. En zengin bu grup geçen yıla göre payını binde 6 oranında artırırken,  en yoksul yüzde 20’lik nüfusun gelirden aldığı pay binde1 azalarak yüzde 6,1’e geriledi. Ya da, en tepedeki üçte birlik bir nüfus gelirin üçte ikisine el koyarken, en alttaki yüzde 60’lık nüfus kalan üçte bir ile yetinmek durumunda kaldı (TÜİK, Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre sıralı yüzde 20'lik gruplar itibarıyla yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin dağılımı, 2006-2015).
Bu bağlamda, gelir dağılımı adaletsizliğini gösteren bir katsayı olan ve 2014’te 0,391 olan Gini Katsayısı 2015’te 0.397 oldu. Bu haliyle Türkiye,  Şili ve Meksika’dan sonra 34 OECD ülkesi içinde geliri en adaletsiz bölüştüren ülke konumunu korudu.

TÜİK’in bir başka araştırması ise bu konuda daha çarpıcı başka veriler sunuyor (TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması Bölgesel Sonuçları, 2015). Buna göre haneler içinde en yoksul yüzde 60’ı oluşturan hanelere giren yıllık gelir, hane başına sadece 8,868 lira oldu. Bir başka deyimle bu aileler aylık 739 lira (asgari ücretin yarısı kadar bir gelirle)  ile yaşamak zorundalar. Üstelik  Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ya da İç Anadolu Bölgesi’nin bazı kesimlerinde hanelerin bir kısmı bu 700 liranın biraz üzerindeki geliri dahi sağlayamıyorlar. Urfa ve Diyarbakır’da ise Gini Katsayısı 0,420’yi buluyor.

Türkiye’de Bütçe yeniden bölüştürücü bir amaç için kullanılmıyor 

Gelir bölüşümü adaletsizliğinin sadece Türkiye’nin sorunu olmadığı da açık bir gerçek. Bu sorun kapitalist üretim ve bölüşüm tarzının doğal bir sonucu. Nitekim OECD ülkelerinde de bu sorun yaşanıyor. 

Ancak OECD tarafından yapılan bir çalışmaya göre (OECD, Income Inequality Update, November 2016),  bu ülkelerin büyük bir kısmında hükümetler bütçelerini gelir dağılımı adaletsizliklerini düzeltme doğrultusunda kullanıyorlar.  Örneğin 2007-2014 arasında bütçe kaynaklarının bu amaçla kullanılması sayesinde bu ülkelerde gelir dağılımında ortalama yüzde 27 oranında iyileşme sağlanmış. Hatta Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Fransa, Danimarka, Finlandiya ve İrlanda gibi ülkelerde bu iyileştirme yüzde 30- 40 arasında olmuş. Diğer yandan OECD üyesi olan ama kamu bütçesini yoksuldan yana yeniden bölüştürücü amaçlar için neredeyse hiç kullanmayan ilk üç ülke şöyle sıralanıyor: Meksika, Şili ve Türkiye.  

Bir başka anlatımla OECD ortalamasında, bütçeler ile gelir adaletsizliği neredeyse üçte bir oranında azaltılırken Türkiye’de iyileştirme sadece yüzde 5 ile sınırlı kaldı. Kayıtlı ve kayıt dışı 10 milyona yakın işçinin aylık 1300 lira ve hanelerin yüzde 60’ının ayda asgari ücretin yarısı kadar bir ücretle geçinmek zorunda kaldığı (bu nedenle de hane halkı borçlarının son 12 yılda yaklaşık 13 milyar liradan 440 milyar liraya ulaştığı) Türkiye’de kapitalist üretim ilişkilerinin neden olduğu bu son derece adaletsiz gelir bölüşümü, devlet bütçesi aracılığıyla kısmen de olsa düzeltilebilecek iken, sermayedarların faydalandığı vergi muafiyet, istisna, indirimlerin bolluğu ( 2017’de 102 milyar liralık bir vergi bu gruptan alınmayacak), buna karşılık işçilerin sadece aylık en fazla 210 liralık bir vergi indiriminden yararlanması (asgari geçim indirimi) ve yine sermayedarların devlet harcamalarından sağladığı faydalar nedeniyle bütçe aracılığıyla daha da kötüleştirilmiş görünüyor.

Türkiye’de servet bölüşümü daha da adaletsiz

Yıllık milli gelirin nasıl bölüşüldüğünü gösteren araştırmaların önemli olduğu kuşkusuzdur, ama en az bu gösterge kadar, hatta ondan daha önemli bir diğer ekonomik refah göstergesi servetin nasıl bölüştürüldüğüdür. Zira belli bir dönem sonrasında toplumun hangi kesimlerinin ya da sınıflarının ekonomik büyümeden, uygulanan ekonomi politikalarından ne kadar pay aldığını ya da almadığını asıl bu stok değişken olarak tanımlanan servetin bölüşümü gösteriyor. 

Bu bağlamda örneğin son 12 yılda hangi sınıflar ya da kesimlerin zenginleştiği ya da hangilerinin yoksullaştığının en önemli göstergesi bu dönemde yaratılan servetin bu kesimler arasında nasıl dağıtıldığını gösteren istatistiklerdir. Ancak ülke içinde resmi olarak bu veriler derlenmediği, yayınlanmadığı gibi yüzlerce milyar dolarlık servet de gerçek anlamda vergilendirilmiyor.
Bu araştırmaları asıl olarak İsviçre’de yerleşik bir küresel finans kuruluşu olan Credit Swiss yıllık olarak yapıyor ve yayımlıyor. Bu yıl da kuruluş, Prof. T. Shorrocks, J. Davies ve R. Lluberans tarafından ve 173 ülke baz alınarak, yıllık olarak hazırlanan  “Küresel Servet Raporu’nu yayımladı (Credit Swiss,  Global Wealth Databook 2016, November 2016).  Bu raporda Türkiye’deki servetin gelişimi ve bölüşümü ile ilgili yer alan veriler, ekonomik refahın bölüşümü açısından son 12 yıllık dönemin muhasebesini yapmamızı kolaylaştırıyor.

Ancak öncelikle raporun Dünya çapında servet bölüşümünün nasıl adaletsiz-eşitsiz olduğunu ortaya koyan çarpıcı bazı verilerini özetleyelim.  Rapora göre, 2015 yılında 252,3 trilyon dolar olan küresel servetin tutarı 2016 yılının ilk yarısında 255,7 trilyon dolara yükseldi. 

Ancak Dünyada yıllık olarak üretilen gelirin en az üç katı büyüklüğüne ulaşan bu servetin bölüşümü her yıl giderek daha da adaletsiz bir hal alıyor. Örnek olarak bu yıl en zengin yüzde 1’lik gruba dâhil yetişkinler servetin yüzde 51’ine sahip oldular (geçen yıl payları % 48 idi). En zengin ilk yüzde 10’a giren yetişkinler ise servetin yüzde 89’una sahipler. Buna karşılık en yoksul yüzde 50’lik yetişkin grubunun küresel servetten alabildiği pay sadece yüzde 1 olabildi.

Bir başka anlatımla 3,5 milyar yetişkin (toplam yetişkinlerin % 73’ünü oluşturuyor) 10,000 ABD dolarının altında bir servete sahip iken, 140,900 yetişkinin her birinin 50 milyon dolardan fazla ve 2,000 yetişkininin her birinin 1 milyar dolardan fazla servetleri bulunuyor.

Türkiye ile ilgili sunulan verilerden ise aşağıdaki tabloyu oluşturduk. Önce Türkiye’nin ileri sürüldüğü gibi son 12 yıllık sürede bir bütün olarak ne kadar zenginleştiğini Dünya ve diğer ülkelerin gösterdiği performansa ilişkin verilerle kıyaslayarak görmeye çalışalım.

Türkiye’nin toplam servet tutarı 2002 yılı sonunda 439 milyar dolar ve Dünya serveti içindeki payı binde 4 idi. 2007 yılı sonuna kadar bu rakam 1,7 trilyon dolara ve pay da binde 8’e kadar yükselmiş ama 2013 yılından itibaren tekrar inişe geçmiş. 2015 yılı sonu itibariyle toplam servet tutarı 1,1 trilyon dolara gerilerken, ülke servetinin Dünya servet stoku içindeki payı da binde 4’e gerilemiş. Yani son 12 yılda Türkiye, Dünya serveti içindeki payı açısından başladığı yere geri dönmüş. Eğer servet ekonomik refahın önemli bir göstergesi ise son 12 yılın sonunda Türkiye binde 4 ‘lük paya geri dönerek yerinde saymış denilebilir. Bu da büyük ekonomik başarı efsanesini tartışmalı bir hale getirir.
Ayrıca Türkiye’nin toplam serveti 2015’den bu yana toplam olarak 62 milyar dolar azalmış. Bu yüzde (-) 5,5’lik bir düşüşe denk geliyor. Kişi başı servetteki düşüş ise daha fazla: Yüzde (-) 7,1. Böylece kişi başı servetin en fazla düştüğü ilk yedi ülke arasında sıralanıyoruz. Bu verilerin 15 Temmuz öncesine ait olduğunun altını çizmek gerekiyor. Zira 15 Temmuz 2016’da doların kuru 2,90 iken, bugün 3,55 civarında seyrediyor. Yani bu zaman zarfında liranın uğradığı değer kaybı nedeniyle, dolar cinsinden toplam servetimizin değerinin çok daha düştüğü açık.

Türkiye’deki servetin yüzde 60’ının finans dışı servet olması, hem servetin değerindeki dalgalanmaların sadece finans sektöründeki dalgalanmalardan kaynaklanmadığını (reel üretim düşüşlerinin de önemli olduğunu) hem de Türkiye burjuvazisinin özellikle de son 12 yılda çok önemli bir reel servet biriktirerek sınıfsal gücünü artırdığını gösteriyor. Ayrıca Rapora göre, Türkiye’deki finansal servetin 2013 yılı itibariyle % 82’si likit varlıklardan (nakit ve hızlıca nakde çevrilebilir servet) oluşurken sadece % 9’u hisse senetleri vs ve kalanı da diğerlerinden oluşuyor. Likit servetin payı 2008 yılından sonra belirgin bir biçimde artış gösterirken diğer varlıklar (üçüncü grubun) payı yarı yarıya azalmış durumda. Bu da Türkiye’deki servetin önemli bir kısmının likit olarak tutulduğunu ve bunun her an dışarı çıkartılabileceği gibi, içeri kolayca sokulduğunu ve hızlıca para piyasalarında getiri sağlayabildiğini ortaya koyuyor. Bu durum ayrıca servetin çok önemli bir vergileme kaynağı olabileceğini de gösteriyor.

Servetin bölüşümü gelirin bölüşümünden çok daha adaletsiz

Toplamı 1 trilyon doları aşan servetin 54 milyon yetişkin arasında nasıl dağıldığına ilişkin veriler ise servet bölüşümündeki adaletsizliğin gelir bölüşümündekinden kat be kat fazla olduğunu gösteriyor (s. 108).

2016 ortası itibariyle her ne kadar kişi başı ortalama servet miktarı 19,685 dolar olsa da, kişi başı medyan servet sadece 4,339 dolar (Avrupa ortalamasının üçte birinden biraz fazla). Yani 54 milyon yetişkinin yarısından fazlasının birikmiş serveti (her türden) 4,000 doların biraz üzerinde. Bu 2007 yılı sonunda 9,700 doların üzerinde imiş. Yani AKP’nin ikinci döneminden itibaren servet giderek belli ellerde toplanırken, çoğunluğun payı azalmaya başlamış.
Yetişkinlerin çok büyük bir kısmının (yüzde 73’ ünün) serveti 10,000 doların altında iken, yüzde 25’ininki 10,000- 100,000 dolar arasında,  yüzde 1,8’ininki 100,000 – 1,000,000 dolar arasında ve binde 1’inin serveti 1 milyon doların üzerinde.

Türkiye’deki yetişkin dolar milyoneri ve milyarderi sayıları ise servetlerine göre şöyle sıralanıyor (s.116): 

1-5 milyon $ arası: 65,005 yetişkin; 5-10 milyon  $ arası: 6,775; 10- 50 milyon $ arası: 4,612; 50- 100 milyon $ arası: 485; 100- 500 milyon  $ arası: 338; 500 m- 1 milyar $ arası: 35 ve 1 milyar $  üstü: 29 yetişkin.

Kuşkusuz böyle bir eşitsiz,  adaletsiz servet bölüşümü sonucunda Servet Gini Katsayısı 0.832 gibi bir düzeye çıkıyor. Buradan hareketle kabaca Türkiye’de servetin gelire göre en az iki kat daha adaletsiz dağıldığı ileri sürülebilir. Bu arada 173 ülke arasında Servet Gini’si Türkiye’den yüksek olan sadece 8 ülke var. Bunların arasında ABD, İsveç, Tayland gibi ülkelerin yanı sıra Surinam ve Zambia gibi çok az gelişmiş ülkeler yer alıyor.

Servet zenginliği yoksullukla bir arada ele alınması gereken bir olgu. Yani bir ülkede servet zenginleri varsa, mutlaka yoksulluk da yaygın bir şekilde mevcuttur. Örneğin dünyada en az servet sahibi (dolayısıyla da en yoksul) yüzde 5’lik yetişkin nüfus içinde 8,3 milyon TC vatandaşı var (Dünya çapında bu sayı 968 milyon). Bu yüzde dilim, yüzde 5’ten en az servet sahibi yüzde 20 ve yüzde 50’ye çıkartıldığında sırasıyla,  bu gruba giren TC vatandaşları yetişkinlerin oranı yüzde 15,4 ve yüzde 36,4’e yükseliyor (s. 125).

Kuşkusuz tabloda bir diğer önemli veri kişi başı borç tutarları ile ilgili. Kişi başı ortalama servet 2002 sonunda 11, 102 dolardan, 2016 ortasında 19, 685 dolara yükselirken, kişi başı borç tutarı da yine dolar cinsinden aynı yıllarda 470 dolardan 6,089 dolara fırlamış. Yani kişi başı servet iki kata yakın, buna karşılık kişi başı borç 12 kat artmış.

Kısaca son 12 yılda üretilen hâsıla ve yaratılan değerin hem mutlak büyüklüğü hem de göreli dağılımı, bölüşümü açısından parlak bir tablo ile karşı karşıya bulunduğumuzu ileri sürmek oldukça güç.

Bazı yıllar dışında elde edilen ortalama yüzde 5-6’lık ekonomik büyümenin işçi sınıfı başta olmak üzere emekçi sınıfların refahını reel olarak artırmadığı, bu süreçte yaratılan değerin ise mutlak anlamda Dünya ölçeğinde yerinde sayarken, ülke içinde son derece adaletsiz bölüşüldüğü görülüyor.
Bu dönemin sonucunda mevcut sermaye grupları ve servet zenginlerinin güçlerini korumalarının yanı sıra yeni servet zenginlerinin ortaya çıktığı bir gerçek.  Dünyanın en büyük 250 inşaat firmasından 42’sinin Türkiyeli olması bunu doğruluyor. Ancak ülkede yoksul sayısının ve yoksullaşmanın daha da arttığı da ortada.  Üstelik önümüzdeki yıldan itibaren , bu yoksulluğu, işsizliği ve adaletsizlikleri daha da artıracak olan ve hem 2001 hem de 2008 krizinden daha derin bir ekonomik kriz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacağız.
 

Yetişkin sayısı
(milyon)
Toplam servet (milyar $)
Dünya servetindeki payı (%)
Kişi başına servet ($)
Kişi başı finansal servet ($)
Kişi başı finans dışı servet ($)
Kişi başı borç ($)
Kişi başı medyan servet ($)
2002 sonu
41,3
459,0
% 04
11,102
3,509
8,063
470
3,277
2007 sonu
46,2
1,676
% 08
36,247
13,443
25,474
2,670
9,713
2008 sonu
47,1
1,182
% 06
25,080
4,596
21,925
1,440
6,574
2009 sonu
48,0
1,025
% 05
21,351
3,912
18,664
1,226
5,489
2010 sonu
48,9
1,256
% 06
25,688
4,706
22,452
1,475
6,448
2011 sonu
49,8
1,293
% 06
25,947
11,235
19,560
4,848
6,365
2012 sonu
50,8
1,455
% 06
28,661
13,103
21,606
6,048
6,849
2013 sonu
51,7
1,288
% 05
24,928
12,364
18,693
6,130
5,828
2014 sonu
52,6
1,283
% 05
24,381
12,428
17,964
6,011
5,557
2015 sonu
53,1
1,125
% 04
21,196
10,777
16,063
5,644
4,788
2016 ortası
54,0
1,063
% 04
19,685
10,087
15,687
6,089
4,339
Dünya ortalaması
4,841
255,7
% 100
52,819
33,517
27,963
8,660
2,222
Avrupa ortalaması
584,3
73,3
% 29
125,460
66,374
81,011
21,925
11,319
(Kaynak: Global Wealth Databook 2016, s. 41-97’deki verilerden derlenmiştir)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder