Bu yıl Maliye Bölümü’ ders programında yer alan ve
tarafımca verilen, öğrenci ödevleriyle de zenginleştirilen “Yoksulluk, Gelir Dağılımı Ve Kamu
Politikaları” adlı seçimlik 3. Sınıf dersinde sorulan 4 soruya verilen
yanıtlardan bazı örnekleri sunuyorum (yanıtların sosyal medyada yayınlanması
için öğrencilerin onayı alınmıştır).
Soru 1: Devlet politikaları (maliye, para ve ücret-sosyal
politikalar) gelir bölüşümü ve
yoksulluğu nasıl etkileyebilir, Türkiye’den somut örneklerle açıklayınız.
Merve Yılmaz:
“2008 krizinden sonra ekonomi politikaları finansallaşmanın tamamen emri
altına girdi. Finansallaşma ekonomiyi reel üretimden kopararak paradan para
kazanma biçiminde gerçekleşen borsa, hedge fonlar gibi spekülatif araçlara
yönlendirir. Bu araçların kullanımı arttığında her ne kadar ülkeye para akışı
sağlanıyor gibi görülse de temeline bakıldığında ülke kaynaklarının bu
araçlarla sömürüldüğü, dışa aktarıldığı görülebilir.
Finansallşma kapitalizmin bir unsurudur ve dikkate alınmayan bu sistemin
sürekli eski krizleri derinleştirerek yeni krizlere sebep olduğudur. Büyük Resesyondan
sonra uygulanan sermaye destekli politikalar ekonomiyi görünürde büyütmüş ancak
yoksulluğu daha da arttırmıştır. Ekonomi vergi reformu başlığı altında yapılan
indirimler ve aflarla, verilen teşviklerle; faiz politikalarıyla özel sermaye
desteklenerek büyütülmeye çalışılmıştır. Bunların yanında toplam vergi yükü
azaltıldı ve ekonomi iç ve dış borçlanmayla finanse edilmeye başlandı. Zaten
desteklenen zengin kesimden iç borçlanma yoluyla borç alınıp onlara yüksek
faizlerle borç geri ödemesi yapıldı ve daha da zenginleşmeleri sağlandı. Aynı
zamanda vergi yükü de yavaş yavaş emekçi kesimin üzerine kaydırıldı. Bu kesimin
refahına katkıda bulunan eğitim, sağlık gibi sosyal harcamalar kısıldı.
Piyasa yoksulluğu vergi ve transferler öncesi piyasada meydana gelen gelir
dağılımına göre yoksulluğu-gelir adaletsizliğini ifade eder. Devlet
uygulayacağı vergi ve transferlerle bu yoksulluğu azaltabilir. Özellikle bütçe
politikaları bu konuda çok etkindir. Ancak ülkemizde bütçe gelir
adaletsizliğini gidermek amacıyla kullanılmıyor.
Kapitalizmin en önemli sermaye destekçisi olan ana akım teorisyenleri önce
ekonomiyi büyütün sonra gereken müdahaleleri yaparak gelir adaletini
iyileştirin önerisinde bulunuyorlar. Problem şu ki sermaye büyümeye devam
ettiği sürece siyaset ve politikalar üzerindeki etkisi artıyor. Gelir dağılımı
adaletsizliğinin giderilmesini sağlayacak politikaların uygulamasını istediği
şekilde engelleyebiliyor. Türkiye'de devlet politikaları popülist amaçlar
dışında gelir adaletsizliği ve dolayısıyla yoksulluğu azaltmak için değil,
aksine zengin kesimi ve bunun içine dahil olan sermayedarları daha da zengin
etmek amacıyla kullanılıyor. Uygulanan politikalar her ne kadar ekonomiyi
büyütmek amacıyla olsa da, ne yazık ki sonuç buraya dayanıyor. Sermayenin kar
oranları artıp servet belli, ellerde toplanmaya devam ederken yoksulluk da her
geçen gün artıyor. Yoksulluk konusunun bu nedenle zıttı olan zenginlikle ele
alınması önem arz etmektedir.
Asgari ücret 1404 TL ve günümüz koşullarında dört kişilik bir aile ancak bu
miktarla barınma ve gıda ihtiyacını karşılayabilir. Birçok konuda orta karar
bir yaşam düzeyinin biraz altının bile sağlanması mümkün değil. Buna bakılarak
gerçek şudur ki ülkemizde çalışan yoksulluğu da çok fazla. Üstelik çalışma koşulları da çok kötü.
Ücretli emek sistemi denilen ve yedek sanayi ordusunu yaratan kapitalist
sistemin post-Fordist üretim tarzıyla sömürüsü hat safhada. Ülkemizde hane
halkının % 60'ı aylık 739 lira ile geçinmek zorunda kalıyor. Bu insanlar çoğu
zaman köy ekonomisi ve borçlanma yoluyla ayakta kalabiliyor ve kapitalizmin
finansal derinlik adı verilen sömürüsü burada bir kez daha devreye giriyor.
Türkiye' de en zengin % 20 gelirin % 50' sine sahipken geri kalan % 80
diğer % 50 yi paylaşmak durumunda. Diğer
bir ifadeyle en tepedeki 3' te 1 gelirin 3' te 2' sine el koyarken kalan % 60,
3'te 1 ile yaşamını sürdürmek zorunda bırakılıyor. Ülkemizde servet ise
gelirden 2 kat daha adaletsiz dağılıyor.
Artık uygulanan devlet politikalarının sonucunun araştırılıp büyüme yanında
kalkınmanın da sağlanabilmesi için gelir dağılımı adaletsizliğine dikkat
çekilmesi ve gerekli uygulamaların yapılması sağlanmalıdır. Şu an uygulanan
devlet politikalarıyla özel sektörün her durumda kurtarılması emekçi sınıfa her
gün biraz daha yoksulluk olarak geri dönüyor”.
Taner Koşar:
“Devlet politikaları kuşkusuz yoksulluğu önlemede bir araç olarak
kullanılabilir. Örneğin Türkiye'deki yoksulluğun nedenlerinden biri de gelir ve
servet eşitsizliğidir. (Gelir Gini Katsayısı = 0,39 . Servet Gini Katsayısı =
0,83) Buradan hareket edersek maliye politikası aracılığıyla yoksulluğun önüne
büyük ölçüde geçebiliriz.
Bana göre Türkiye'nin vergi sistemi açısından çözülmesi gereken 2 büyük
sorunu var. Bunlardan ilki vergi
sisteminde dolaylı vergilerin (KDV , ÖTV gibi) payı % 70 iken dolaysız
vergilerin ( Gelir Vergisi , Kurumlar Vergisi gibi) payı % 30 civarında
seyretmektedir. Bu durum düşük gelirli ,
yoksul vatandaşlarımız için büyük sorun
arz etmektedir. Türkiye'nin en zengin iş adamı da litre başına 3 lira vergi
öderken ortalama gelirli bir vatandaşımız da litre başına 3 lira vergi
ödemektedir. Dolaylı vergilerin sistemdeki payının böylesine yüksek olması, İş
Adamı - Yoksul Vatandaş örneğinde olduğu gibi bir takım sorunları beraberinde
getirmektedir.
Büyük şirketlerin muafiyet, istisna, teşvikler adı altında vergiden
kaçındıkları da Türkiye'nin bir diğer gerçeği. Maliye politikasını kullanarak
bu durumu tersine çevirmek mümkündür. Sistemde reforma gidilip yeni
düzenlemelerle dolaylı vergilerin payı düşürülebilirse yoksulluk oranında da
ciddi bir düşüş yaşanacağı açıktır.
Vergi sisteminin bir diğer sorunuysa servetin vergilendirilmemesidir. Emlak
vergisi , Motorlu Taşıtlar Vergisi gibi vergiler vergi sistemimizdeki servet
vergilerinden olsa da sistem içerisindeki nispi payları çok düşük kalmaktadır.
Maliye politikası aracılığıyla sisteme servet vergisi eklenip vergi tabanı
genişletilirse yoksulluk oranlarında düşüş yaşanacaktır.
Tabi uygulanacak olan maliye politikasının başarılı olabilmesi için
öncelikle yurt dışına kaçırılan paraların önüne geçilmesi gerekmektedir. Daha sonra uygulanacak politikalar sonucu
devlet, artan kamu gelirlerini olumlu yönde kullanıp işe yarar yatırımlar
yaparsa istihdamı da arttırmış olur. İstihdam arttırılıp, işçi ücretlerinde bir
düzenlemeler yapılırsa hem yoksullukta bir düşüş yaşanır, hem işsizlik oranı
azaltılır, hem de gelir bölüşümü adaletsizliği giderilir. Uygulanacak doğru devlet
politikaları, yapılacak reformlar Türkiye'nin daha ileri gitmesini sağlar.
Artan kamu gelirleriyle yoksullara, yaşlılara sosyal destekte sağlanır.
Yapılacak huzur evleriyle, TOKİ’lerle (Bildiğimiz anlamda TOKİ değil.
Bahsettiğim rant amacı gütmeyen TOKİ) sosyal devlet boyutunda da Türkiye'yi
ileriye taşıyan politikalar geliştirilebilir.
Ayrıca asgari ücretle ilgili düzenlemelerin yapılması gerekliliği de bir
diğer önemli konudur. 1400 liraya 4 kişilik bir ailenin günümüz şartlarında
geçinmesi çok zordur. Asgari ücretlilerin ''insanca'' yaşayabilmeleri için
asgari ücretin en azından 3.000 TL olması gerekmektedir”.
Zeynep Tusun:
“Yoksulluğun devlet politikaları ve gelir bölüşümü ile arasında yadsınamaz
bir şekilde bağ vardır. Devletin yoksulluğa ve gelir bölüşümüne yıllar
itibariyle olumsuz yönde destek verdiği görülmektedir. Devlet politikaları;
1.Devletin özel sermayeyi desteklemesiyle,
2.Devasa özelleştirmelerle,
3.Sıfır reel faiz politikasıyla,
3.Halkın ağır vergilendirilmesiyle,
4.Halkın sosyal harcamalarının kısılmasıyla,
5.İşçi sınıfının ücretlerinin kısılmasıyla gelir bölüşümün de adalet ve
yoksulluk bu ve bunun gibi çeşitli maliye, para ve sosyal politikalarla negatif
yönlü olarak etkilenebilmektedir.
Devletin burada yapması gereken gelir bölüşümün de adaletin sağlanması ve
yoksulluğun azaltılması için her vatandaşa hak ettiğini verecek şekilde
serveti/geliri bölüştürücü politikalar uygulamaktır. Bir avuç zenginin
servetin çoğuna sahip olması, kapitalist üretim sistemi içinde karların işverenin
elinde toplanıp artık emeğin devletle bölüştürülmesi, buna bağlı olarak işçi
ücretlerinin düşürülmesi, daha fazla kar elde etmek için az işçi, düşük ücret,
kalitesiz ürün politikası sadece işvereni zengin ve mutlu edecektir. Servet
zenginleri hükümranlığını bu artı değeri (karı) devletle paylaşarak
gerçekleştirmektedir. Devletin burada yapması gereken ülkede sadece servet
sahiplerinin yaşamadığını bilip her vatandaşı kucaklayarak işçi sınıfına da
gereken desteği vermektir. Bu sayede gelir bölüşümünde adalet devlet
politikalarıyla gerçekleşecektir. Bu politikalar nakit aktarım, ayni yardım
şeklinde yardım kesildiği an emekçi sınıfı eski haline belki de daha da kötü
hale bırakarak değil de yapısal reformlarla olmalıdır veya sıfır faiz
politikası gibi sadece servet sahiplerini düşünen politikalar yapmak yerine tüm
kesimi düşünen politikalar yapılmalıdır. İşçi ücretleri işçilerin emeğinin
karşılığını alacak şekilde, vergi yapılanması herkesin gelirine göre ( dik
artan oranlılık ) , sosyal harcamaların eğitim ve sağlık gibi beşeri sermayeyi
verimleştirecek şekilde politikalar uygulanmalıdır.
Türkiye’ye baktığımızda ülkemizin % 20’si aşırı yoksul durumda, 16 milyon
insan sosyal yardımlarla ayakta duruyor.
Sanayi kesiminde % 30, tarım
kesiminde % 35 oranında yoksul işsiz var. Yoksulların % 46’sı yevmiyeli olarak
çalışıyor. Verilerden de gördüğümüz kadarıyla bu yoksulluğun ve gelir bölüşümü
adaletsizliğinin tek sebebi servet zenginlerin çıkarları doğrultusunda çok iyi
destek verirken işçi kesimine tam tersi politikalar uygulanmaktadır. Kurumlar
vergisi oranı % 20 civarında iken efektif %10 civarıyla kurumlar karlarına kar
katarken işçi sınıfının stopaj yoluyla kesilen vergileri %60 civarındadır. Bu
oran gelir bölüşümünü adaletli ve yoksulluğu azaltıcı şekilde tekrar
düzenlenmelidir.
Ülkemizde dolaylı vergilerin tabanının geniş olması servetten alınan
verginin bütçede % 1 oranında bir paya sahip olması adaletli bir vergi
sisteminin olmadığını göstermektedir. Mali anestezi ile dolayı vergi adı
altında toplam vergi yükü içindeki payı çok yüksek vergiler toplanmaktadır. Bu
da gelir bölüşümünde adaletsizliği beraberinde getirecektir. Sonuç olarak
devlet politikaları servet sahiplerine imtiyazlı davranacak emek sahibi
bireyleri dışlayacak politikalar yapmamalı. Kadınların ve erkeklerin ücreti
arasındaki ortalama 16 kat (OECD) farkı eritmeli ve tüm bireyleri hak ettiği
ölçüde vergilendirilmelidir”.
…………….
Soru 2: Sizce bir ülkede yoksulluk devletin -yerel
yönetimlerin yardımları ya da hayırseverce yardımlar aracılığıyla ortadan
kaldırılabilir mi? Bu tür yardımların ne tür ekonomik ve sosyal sonuçları
olabilir, tartışınız.
Ebru Karaoğuz:
“Yoksulluk nedir?” diye sorarak başlayacak olursak;
Yoksulluğun kesinleşmiş bir tanımı olmamakla birlikte, şu cevapları
verebiliriz:
Yoksulluk, “eğitimsizliktir”, ”barınacak yerinizin olmamasıdır”, ”bir
işinizin veya iyi bir işinizin olmamasıdır”, “kirli su nedeniyle çocuğunuzun
hayatını kaybetmesidir”. Açıkça söylemek gerekirse bu soru sorulduğunda
sayfalarca yanıtlar somutlaştırılarak, verilebilir.
Yani; yoksulluk hayırseverce yapılan yardımlar, devletin- yerel
yönetimlerin yardımlarıyla giderilecek kadar basit bir olgu değildir. Kapitalist
sistemin var olmadığı, sınıfların var olmadığı, bürokrasi yerine insanların
konuşurken dikkate alındığı bir toplumda yaşıyor olsaydık yoksulluk olgusuyla
bu denli yüz göz olmayacaktık belki de.
Devletin-yerel yönetimlerin ülkemizde yapmış oldukları yardımları
düşündüğümüzde elle tutulur bir sonuca ulaşamayacağımız aşikardır. Belirli
dönemlerde, yoksul insanlara yapılan yardımlara baktığımızı varsayalım, örneğin
yapılan kömür, gıda yardımları vb. nitelikteki yardımlar. Yapılan yardımların
‘yoksulluğu azaltıcı’ herhangi bir etkisi bulunmamaktadır.
Devletin yardımlarını, hayırseverce
yapılan yardımları küresel örnekler ile bağdaştıracak olursak; gelişmekte olan
veya az gelişmiş ülkelere yapılan yardımların bu ülkelere “yardım” adı altında
sömürücü nitelikte olduklarını söyleyebiliriz. Bu yardımlar ülkelerin durumunu
iyileştirmekten çok çok uzakta ve yoksulluğu azaltma eğilimi yerine artırıcı
etkilere sahiptir.
Devletin vatandaşa yaptıkları yardımlar için ise bazı görüşlere göre; bu
yardımların yoksul insanları bir beklentiye sokuyor olması onları
durumlarından, sistemden, yardım politikalarından şikayet etmez bir hale
getirmiştir. Ayrıca yapılan işsizlik yardımları veya çocuk yardımlarına bakacak
olursak; bu yardımlar insanların yoksulluklarını azaltıcı bir etki yaratmaktan
çok uzaktadırlar.
Devletin; yoksulluk yardımına ihtiyaç dahi duyulmayacak politikalar
getirmesi, kapitalist sistemin var olmadığını varsayarsak, olasıdır. Ücretlilerden
alınan vergiler servet zenginlerinden alınsa bu vergi politikası değişikliği
ile bile adaletli bir bölüşüm görebiliriz.
Yoksulluk yardımları, yukarıda da belirttiğimiz üzere insanlar üzerinde
sosyal olarak tabiri caizse ‘tembelleştirici’ etkilerde bulunabilir. Bu
yardımlar yerine sosyal harcamalar artırılsa çok daha belirgin sonuçlar elde
edilebilir. Aslında zaten bu yardımlara ihtiyaç duyulmasının başlıca nedenleri
arasında sosyal harcamalara yer vermeyerek ülke durumunun iyileştirilmemesi yer
alır. Buna yeterli istihdam alanı sağlanamaması, gelir bölüşümü adaletsizliği
vb örnekler verilebilir.
Kısacası; yoksulluk sadece yapılan yoksulluk yardımlarıyla ortadan kaldırılamaz.
Bu yardım yerine uygulanacak politikalar, istihdam alanları artırımı,
bürokrasinin daha az işlediği belki de hiç işlemediği bir toplumla birlikte
sorunu algılayıp çözüm arayışlarına geçilebilir.
Yoksulluğun öncelikle, zengin kesimler tarafından algılanması belki de bu
çözüm yöntemlerini aşmada önayak olabilir.
Şık davetlerde toplanılarak, vakıflar aracılığıyla ‘biz eğitim yardımı
yaptık, şu kadar kız çocuğunu okuttuk, gurur tablomuz bu yardımlar’ denilerek
daha sonra da bu ‘hayırseverce yapılan yardımları’ vergiden indirmek ne
yazıktır ki yoksulluğu anlamanın kıyısından bile geçemez”.
Zeynep Tusun:
“Bence yoksulluk, devletin, yerel yönetimlerin yardımları yada
hayırseverlerin yardımları ile ortadan kaldırılamaz.
Bu sadece geçici bir çözüm olur. Yardımlar azaldığında ya da kesildiğinde
yoksul olan ailenin ortada kalmasına yardımlar aldığı sırada yardımlarını
teminat görerek borçlanmasına ve yardımların kesilmesi ile borçların
ödeyemeyecek hale gelmesine neden olur. Bu tür yardımların ülkedeki tüm yoksullara
ulaşması imkansızdır. Yardım dışı kalan yoksullar daha fazla yoksullaşmaya
devam edecektir. Yardıma ihtiyacı olmayan insanların bu tarz yardımları alması
kaçınılmaz olacaktır. Bu da bir bakıma
kul hakkı yiyen insanları çoğaltacaktır.
Yoksulara yapılan ayni ya da nakdi transferler altında yapılan bu
yardımların tam kamusal malların tamamlayıcısı olmaktan başka bir işlevi
yoktur. Özel sektörün bu transferleri yapması ile hizmet ve malların fiyatları
artacak, kalitesi düşecek bu da beraberinde yoksulluk kısır döngüsünü
getirecektir.
Devlet bu transferlerle işçilerin emeklerini sömürmeyi meşru hale
getirecektir. Oysa her şey olması gereken gibi işlese yardıma ihtiyacı olan
yoksul kalmayacaktır. Meşru hale gelen bu sömürü ile aslında devlet yoksula değil
yoksul devlete yardım ediyordur. Görünürde ise devlet bu yardımlarla yoksulları
düşündüğünü ve çabaladığını göstermektedir.
Meşru hale gelen bu yardımlarla işçilerin ücretlerine razı olmalarına
daha fazla vergi vermelerine daha fazla borçlanmasına ekonomik ve psikolojik
anlamda kendini kötü hissetmesine neden olacaktır”.
…………
Soru 3: OECD, TÜİK ve UNDP raporları başta olmak üzere
ulusal ve uluslararası çalışmalardan hareketle Türkiye’deki yoksulluğun
boyutlarını, nedenlerini, bununla olası mücadele yöntemlerini tartışınız.
Merve Yılmaz:
“ OECD- Malumun İlanı şeklinde adlandırılabilecek raporunda;
1) Kapitalizmin krizli ya da krizsiz her daim eşitsizliklere neden olduğunu,
2) Gelirin adaletsiz dağılımının ekonomik büyümeyi yavaşlattığını,
3) Esnek üretim tarzının giderek yaygınlaştığını,
4) Kadınların ekonomik hayata katılmaları halinde erkeklerden % 23 daha az
maaş aldığını, genç yoksulluğunun giderek arttığını,
5) Servetin giderek belli ellerde temerküz ettiğini kabul ediyor.
Tüm bunlar Türkiye'de ve seküler Dünyada kapitalist üretim tarzının ortaya
çıkardığı yoksulluğu arttıran hem nedenler, hem sonuçlardır.
OECD raporuna göre Türkiye gelir dağılımı en adaletsiz olan 3. ülke iken
sosyal adalet sıralamasında sonuncu sırada yer alıyor. TÜİK raporları da OECD’
yi destekler nitelikte; Türkiye' de gelir dağılımının giderek adaletsizleştiği,
ülkemizin Doğu, Güneydoğu ve Kuzeydoğusunun gelirden ve dolayısıyla tüketimden
en az payı aldığı sonuçları arasında.
Ekonomik büyümenin göstergesi olan tüketimden Kuzeydoğu Anadolu’nun aldığı
pay sadece % 1.8. Gelirlerinin büyük kısmını gıda ve barınmaya harcıyorlar.
Gıda enflasyonu % 12 civarında bu da insanları daha da yoksullaştırıyor.
Eğitime ise gelirlerinin anca % 4’ ünü ayırabiliyorlar.
UNDP İnsani Gelişmişlik raporunun
sonuçlarına göre ise Türkiye'de insanlar mutlu olmak için yeterli şartlara
sahip değil.
OECD Yaşam Kalitesi Endeksi'nde
ülkelere 23 gösterge ve 11 kritere göre puanlar veriliyor. Bu göstergeler
içinde yaşam süresi, barınma, okullaşma oranı, iş bulabilme, yurttaş hakları, çalışma
saatleri, güvenceli istihdam gibi etmenler yer alıyor. Yaşam kalitesinde sondan
üçüncü olan ülkemiz 10 üzerinden 3,9 puan alarak Meksika ve Güney Afrika'nın
üzerinde kendisine yer bulabildi. Haftada 50 saatten fazla çalışanların oranı
%38 'i buluyor ülkemizde. İş yeri dışında geçirilen zaman ortalamasında sonuncu
sıradayız yani kendimize zaman ayırmıyoruz.
Tüm bu raporlar Türkiye'deki yoksulluğun sebeplerini gösterir nitelikte. Bu
göstergeler ancak Türkiye'nin sadece büyüme odaklı politikalarından vazgeçerek
kalkınma hedefli politikalar yürütmesiyle sağlanabilir.
Tüm göstergelerin sebebi olan kapitalist üretim tarzı aslında ortadan
kalkmadan bu durumun tamamen iyileşmesi mümkün değildir çünkü kapitalizm
eşitsizlikler üzerine kuruludur. Ancak kısa vadede sermayenin vergilendirilmesi
gibi daha eşitlikçi politikalarla adaletsizliğin giderilmeye çalışılması, uzun
dönemde ise sistem değişikliğine gidilmesi gerekli”.
Soru 4: Tarihsel olarak ve çeşitli ideolojilere- yaklaşımlara göre
yoksulluk olgusu nasıl açıklanmıştır, anlatınız.
Taner Koşar:
“Modernite Öncesi : Yoksulluk hiçbir
şey hakketmeyen sınıfların durumu olarak açıklandı. Örneğin Eski Mısır'da
firavunlar zenginlik içerisindeyken yoksulların hiçbir hakkı yoktu. Köle olarak
çalıştırılıyorlardı.
17. - 18. yy'da : Fransız
Devriminin etkisiyle önemli filozoflar , yazarlar , şairler (Kant gibi
,Rousseau gibi) yoksulluk konusuna değindiler. Bu dönem ''Yoksulluk
Aydınlanması'' dönemi olarak da adlandırılır. ''Figaro'nun Düğünü'' gibi
eserlerde yoksulluk olgusu sık sık işlenmiştir.
Klasik İktisat Dönemi : Yoksulluğun gerekli olduğunu söylemişlerdir. Yoksul insanlar
geçinebilmeleri için çalışmak zorunda kalırlar. Eğer yoksulluk olmasaydı
insanların aylaklık yapacağı dolayısıyla istihdamın azalacağını söylemişlerdir.
Adam Smith'in Ricardo'nun önderliğini yaptığı klasik iktisatçıların yoksulluk
ile ilgili düşünceleri bunlardır. İşi daha ileriye götürüp yoksulları lüks
tüketim merakları olan ahlaksız kişiler diye nitelendiren kişiler de (Daniel
Defoe) olmuştur.
Keynesyen İktisat Dönemi: Keynesyen iktisatçılar , ''Kapitalizm''e karşı çıkmazlar. Yoksulluk ,
kapitalizm doğru uygulanmadığı için vardır. Gerekli düzenlemelerle ,
reformlarla kapitalizm düzenlenirse yoksulluğun da azalacağını söylerler.
Marksist İktisatçılar : Yoksulluğun ana nedeninin artı değer sömürüsünden kaynaklandığını öne
sürerler. Yoksulluk sistemin bir sorunudur. Yoksulluk ancak kapitalist sistem
ortadan kaldırılırsa yok edilebilir. Kapitalist sistem var olduğu sürece yoksullukta
var olmaya devam edecektir”.