BİZ GERÇEKTEN BÜYÜYOR MUYUZ? YA DA
BÜYÜME NE DEMEK?
Mustafa Durmuş
29 Kasım 2017
OECD’nin dün
yayımlanan “Ekonomik Görünüm 2017” Raporu’nun (1) içinde yer alan Türkiye’ye
ait bölüm (2) ana akım medyada epeyce yankı bulsa da, Kılıçdaroğlu’nun aynı gün
açıkladığı bazı belgelerin gölgesinde kalmaktan kurtulamadı.
OECD bu raporunda Türkiye’de
bu yıl daha önce yüzde 3,7 olarak gerçekleşeceğini öngördüğü ekonomik büyüme
hızını (güçlü mali teşviklerle sağlanan tüketim artışı ve ihracat artışından
hareketle) yüzde 6’ya yükseltti ve Türkiye’nin bu yıl Hindistan ve Çin’den
sonra en hızlı büyüyen 3. ülke konumunda olacağını açıkladı. Rapora göre, bu
büyümenin 2018’de yüzde 4,5 ve 2019’da ise yüzde 5 olması bekleniyor. Aynı
raporda dış finansman ihtiyacındaki artışın yanı sıra enflasyonun ciddi bir
sorun olmaya devam edeceği vurgulanıyor.
Revizyonlar sıklaştı
Gerek OECD gerekse de IMF ve
Dünya Bankası son yıllarda sıklıkla önceki büyüme hedeflerini revize ediyorlar.
Geçmişte daha çok “düşürme” biçiminde gerçekleşen bu revizyonun küresel
ekonomik gelişmeler ışığında son dönemde “yükseltme” biçiminde olduğu görülüyor.
Dünyanın en itibarlı ekonomi
okullarından mezun iktisatçıları yüksek ücretlerle çalıştıran böyle
uluslararası kuruluşların daha önceki tespitlerinde sıklıkla yanılmaları ayrıca
değerlendirilecek bir durum olsa da, Türkiye’deki gelişmelerin onları şaşırttığı
bir gerçek.
Diğer yandan bir süredir
Hükümet yetkilileri de yüksek büyüme hızlarından söz ediyor ve örneğin bu yılın
3. Çeyreğinde yüzde 10’un üzerinde bir büyümenin gerçekleşebileceğinin altını
çiziyor.
Yüksek işsizlik, enflasyon,
döviz kuru, cari açık, döviz pozisyon açığı, borç stokları gibi diğer iktisadi
göstergeler açısından durum giderek kötüleşirken böyle yüksek ekonomik büyüme
hızlarına nasıl ulaşılabildiğinin yanıtı aslında 2016 yılında GSYH büyüme
hesaplarıma yönteminde yapılan önemli bir değişiklikle ilgili.
Hesaplama yöntemi değiştirildi
ESA 2010 adı verilen ve AB
ülkelerinin de benimsediği yeni yönteme göre, Türkiye eski hesaba nazaran çok
daha yüksek büyüyor. Örneğin tek başına 2015 yılında eski hesaba göre milli
gelir 142 milyar dolar daha yüksek çıkıyor. Ya da baz yılı olarak seçilen 2009
yılından bu yana eski hesapla kıyaslandığında Türkiye ekonomisi her yıl
ortalama yüzde 2 puan, toplamda 8 yılda yüzde 16 daha fazla büyümüş. Böylece
ülke, eski hesaba göre “sıradan / ortalama bir yükselen ekonomi” iken bir anda
“öncü/lider bir yükselen ekonomi” haline geliyor.
Daha önce de yazmıştık. Bu
yeni hesaplama ile GSYH deflatörünün doğası değiştirildi, yüksek kayıt dışılık
hesaplamaya dahil edildi (nasıl hesaplandığı tam olarak bilinemese de). Keza
AR-GE ve silah üretimi için yapılan harcamalar yatırım harcaması olarak ele
alındı. Ama daha da önemlisi emlak-konut yapımı biçimindeki aslında tüketim
harcaması sayılması gereken harcamalar artık yatırım harcaması olarak kabul
ediliyor.
Ne kadar konut o kadar büyüme
Böyle olunca da örneğin
yatırımların GSYH içindeki payı eski hesaplamada yaklaşık yüzde 18 olarak
belirlenmişken bu yöntem değişikliği ile bir anda yüzde 28’in üzerine
çıkıveriyor. Böylece ne kadar çok konut vb. yapılırsa ekonomi o denli büyümüş
oluyor. Nitekim üretime katkı veren sektörler sıralamasında ilk sırada açık ara
farkla emlak-finans sektörü geliyor. Yani büyümenin amiral gemisinin kayıt
dışılığın en yaygın olduğu inşaat sektörü olduğu anlaşılıyor.
O halde şu soruların
yanıtlarının bilinmesi gerekiyor: Milli gelirin hesaplanmasındaki yöntem
değişikliği sonuca yüzde 20 gibi oldukça yüksek bir oranda etki yapabilir mi,
bu farklılık örneğin AB ülkelerinde ne düzeyde ve biz 2016 yılına kadar
ekonomideki kararlarımızı böyle bir yanlış ya da eksik hesaplamaya göre mi
yaptık?
AB’de etki +/- binde 1
AB’deki duruma bakmak yeterli
olur. 28 AB ülkesinde 1997-2013 döneminde yeni hesaplamaya göre ortaya çıkan
farklılık (+/-) olmak üzere yılda ortalama sadece binde 1. Yani Türkiye’de elde
edilen yılda ortalama + yüzde 2 İle kıyaslanamayacak kadar düşük. Yani yeni
hesaplama yöntemi bu ülkelerdeki ekonomik büyümeye ilişkin sonuçlarda fazla bir
şey değiştirmemiş. Bizdeki durum, her ne kadar hesaplamaya hangi yöntem ya da
verilerle dahil edilebildiği bilinmeyen yüksek kayıt dışılık olgusu ya da AR_GE
ve silah üretimi ile açıklansa da tatmin edici değil.
Goldman Sachs’dan farklı bir sonuç
Çünkü Goldman Sachs’ın
ekonomistleri de başta Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri yakından izleyen Erik
Meyersson olmak üzere bu soruya kafa yormuşlar ve bir rapor hazırlamışlar (3).
Meyerson ve arkadaşları AR-GE ve silah üretimine yapılan yatırımların toplam yatırımlar içindeki payının yüzde 1,7 gibi küçük bir payının olduğunu belirledikten sonra kendi hesaplamalarını yapıyorlar.
Meyerson ve arkadaşları AR-GE ve silah üretimine yapılan yatırımların toplam yatırımlar içindeki payının yüzde 1,7 gibi küçük bir payının olduğunu belirledikten sonra kendi hesaplamalarını yapıyorlar.
Cari Faaliyet Göstergeleri
(CAI) adını verdikleri ve aralarında; demir ve çimento üretimi, elektrik
tüketimi, ticaret ve imalat sanayi endeksindeki, reel sektörün kullandığı banka
kredilerindeki, turist sayısındaki, sanayici ve tüketici güven endeksindeki,
nüfus artışından arındırılmış istihdamdaki ve istihdama uyarlanmış gelirlerdeki
yüzdesel değişimi dikkate alıyorlar.
3 kat abartılı büyüme?
Adeta bir dedektif titizliği
ile bu denli yüksek büyümenin ortaya çıkması halinde, işin doğası gereği olay
yerindeki kanıtları inceliyorlar. Bu kanıtların olayı yeterince açıklayıp
açıklamadığına bakıyorlar. Ve şu sonuca ulaşıyorlar: TÜİK’in yeni hesaplama
yöntemiyle elde ettiği büyüme oranları olması gerekenin yılda ortalama yüzde
4,5 puan üstünde.
Bir başka deyimle Goldman
Sachs’a göre büyüme verileri aşırı abartılı. Bu çerçevede 2017 büyümesinin;
yüzde 6,0 eksi yüzde 4,5 yani en fazla yüzde 1,5 olması gerekiyor. 2018 ve
2019’da ise büyüme hızı yüzde yarımın (binde 5) altına düşecek. Hatta geçmiş
bazı yıllarda büyüme değil, küçülme söz konusu.
TÜİK’in hesaplama yöntemiyle ilgili olarak daha önce başta Korkut Boratav ve Tuncer Bulutay gibi bu işin uzmanı hocalar da kaygılarını belirtip TÜİK’ten açıklama istemişlerdi.
TÜİK’in hesaplama yöntemiyle ilgili olarak daha önce başta Korkut Boratav ve Tuncer Bulutay gibi bu işin uzmanı hocalar da kaygılarını belirtip TÜİK’ten açıklama istemişlerdi.
İşçi sınıfının refahı yüksek büyümeyle uyumlu
değil
Bu
tartışmanın bitmeyeceği açık. Bu nedenle de başa dönerek biz OECD’ nin aynı
tarihte yayımladığı bir başka rapora Türkiye’deki istihdam durumu raporuna (4)
bakmakla yetineceğiz.
Çünkü ekonomi gerçekten
yüksek hızla büyümekte ise, bu gelişmeyi sağlayan başta işçi sınıfı olmak üzere
tüm emekçilerin refahında da bir artış olması beklenmez mi? Buna uygun olarak
ücret, çalışma koşulları, iş güvenliği, işçi sağlığı, kadın-erkek işçilerde
ücret eşitliği gibi konularda olumlu gelişme olmaz mı? Eğer bu olumlu
gelişmeler yoksa, hatta durum daha da kötüleşmiş ise, böyle bir büyümenin
(bırakın nasıl sağlandığını) asıl olarak niteliğini, yani işçi sınıfına
getirip, götürdüklerini tartışmak gerekmez mi?
Maalesef OECD’nin Türkiye
istihdam raporu büyüme öngörülerinden farklı bir tablo sunuyor bize. Öyle ki
Türkiye, güvenli, iyi ücretli, sağlıklı ve eşitlikçi iş-istihdam koşullarına
erişim açısından OECD ortalamasının en az yüzde 30 altında bir yerde duruyor.
Bu da reel olarak bir ekonomik büyüme olsa da bu büyümenin, bunu sağlayan
sınıfa bir refah artışı getirmediğini, tam tersine ondan giderek daha fazla
şeyler götürdüğünü gösteriyor.
……………………..
(1) OECD, Economic Outlook, November 2017.
(2) http://www.oecd.org/tu…/turkey-economic-forecast-summary.htm, s. 238 - 240.
(3) Goldman Sachs Economic Research, “GDP revision rewrites Turkish economic history, confounding Fundamentals”, 3 November 2017.
(4) OECD, “How does TURKEY compare? Employment Outlook 2017”, July 2017.
(1) OECD, Economic Outlook, November 2017.
(2) http://www.oecd.org/tu…/turkey-economic-forecast-summary.htm, s. 238 - 240.
(3) Goldman Sachs Economic Research, “GDP revision rewrites Turkish economic history, confounding Fundamentals”, 3 November 2017.
(4) OECD, “How does TURKEY compare? Employment Outlook 2017”, July 2017.