29 Mart 2019 Cuma

YEL DEĞİRMENLERİYLE KAVGA ETMEK


YEL DEĞİRMENLERİYLE KAVGA ETMEK

Mustafa Durmuş

29 Mart 2019

Yerel seçimlere 2 gün kala finans piyasaları alt üst olmuş durumda. Dolar geçen hafta sonu önce 5,50’lerden 5,80’lerin üzerine kadar çıktı. Ardından bu hafta başında 5,40 altına geriledi ve bugün tekrar 5,65’i gördü.
Menkul Kıymetler Borsası (BİST) son 3 yılın en büyük kaybını yaşarken, devlet tahvili faizleri (DIBS) yüzde 21’in üzerine çıktı. Londra SWAP (TAKAS) piyasasında gecelik TL faizi yüzde bir ara 1,300’ün üzerine kadar çıkarken, riski sigortalatma maliyetini gösteren CDS’ler 466 puan düzeyine yükseldi.
Kısaca döviz cephesinde TL- ABD doları arasındaki kur kavgası inişli-çıkışlı sürerken, diğer finansal araçlarda ciddi bir kötüleşme devam ediyor.
Bu gelişmeler ekonomistlerce Londra döviz SWAP piyasasındaki yabancı yatırımcıların spekülatif davranışlarının ve iktidarın buna karşı başlattığı operasyonun sonuçları olarak görülüyor. Doğallıkla olayı ekonomide olup bitenlerle ele alıyorlar ve aşina olmadığımız finansal terimlerle karmaşık bir mekanizmayı açıklamaya çalışıyorlar.
İktidar cephesi ise konuyu yine bir tür “beka sorunu” olarak sunuyor ve 31 Mart yerel seçimleri öncesinde TL’ye yönelik bir saldırı olarak değerlendiriyor. Nitekim Erdoğan’a göre “döviz kurundaki artış Batının, başta da ABD’nin, Türkiye'yi sıkıştırma operasyonu ama yapılan başarılı operasyonla bu ters tepti” (1).
Her iki bakışın da kendi içinde haklı yanları olabilir. Ancak konuyu daha iyi anlayabilmek için konuyu ekonomik analizlerin ötesine taşıyıp bazı önemli soruları sormak gerekiyor.
Bunlar sırasıyla:
(i) Bu denli finansallaşmış bir dünyada spekülatif saldırılar hep oldu ve bundan böyle de olacaktır. Ancak önümüzdeki 31 Mart seçimleri olmasaydı, daha doğrusu iktidar bloku açısından bu seçimler bu kadar sıkıntılı olmasaydı, yakın gelecekte ödenecek ağır ekonomik bedeller göze alınarak böyle bir karşı operasyon yapılır mıydı?
(ii) Bu müdahale sonucunda 5,40 altına düşürülen dolar kuruyla (bugün sonra tekrar 5,65’i gören) “dış güçlerin saldırılarını bir kez daha püskürtmüş” mevcut iktidar bloku derinleşmekte olan ekonomik kriz altında desteğini çekmeye başlayan seçmen kitlesini seçimlerde kendi adaylarına oy vermeye ikna edebilecek mi?
(iii) Bu karşı operasyonla elde edilen “zafer” kalıcı mıdır, yoksa sadece seçim sürecinde ihtiyaç duyulan bir zafer miydi? Ekonomi açısından seçimlerden sonra daha ağır bir tablo ile karşılaşır mıyız?
Bu sorulardan hareketle ekonomizmin dar kalıplarının ötesine gidip, daha hakiki değerlendirmeler yapabiliriz. Çünkü her ne kadar siyaset genelde ekonominin yoğunlaşmış bir tezahürü olsa da, devlet ve siyaset edilgen yapılar değiller. Siyaset alanında alınan kararlar, devletçe atılan adımlar ekonominin gidişatını ciddi olarak etkiler. Yani etkileşim tek taraflı değil, karşılıklı.
Bu anlamda son gelişmelerde ekonomi alanının içinde olup bitenlerden ziyade, siyasal alanda olup bitenlerin, zaruretlerin çok daha etkili olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Olaylar nasıl başladı?
Ekonominin geçen yılın son çeyreğinden itibaren yüzde 3 gibi bir oranda küçülmeye başlayarak resesyona girmesi, yaklaşan seçimlerin bıçak sırtında olması, yüksek işsizlik, yüksek dış borç stoku, yüksek enflasyon gibi göstergeler döviz piyasalarında (Londra Swap / Takas Piyasası) faaliyette bulunan yabancı finansal yatırımcıların, son 1 yılda dolar karşısında yüzde 40 değer kaybetmiş TL’nin daha da değer kaybedeceği yönündeki beklentisini artırdı.

“Short” ile “Long yapmak”: Elin taşıyla elin kuşunu vurmak!
Bu yatırımcılar bankalardan kısa vadeli TL borçlanıp (“short yapmak” deniyor), bununla uzun vadeli dolar satın alırlar (“long yapmak”). Yani Londra piyasasına TL sunan Türk bankalarından ödünç TL alıp, bunun karşılığında faiz ödüyorlar (buna fonlama maliyeti deniliyor). Bu TL ile uzun vadeli doları takas ediyorlar.
Böyle bir operasyon dolara olan talebi artırarak doların TL karşısındaki değerini yükseltiyor. Bir süre sonra da değeri artan doları, değeri düşmüş olan TL ile takas ediyorlar. Bunun sonucunda TL’nin alım-satım değeri arasındaki farktan ciddi spekülatif kazançlar elde ediyorlar.
Bir tür “elin taşı elin kuşu” operasyonu yani. Günde trilyonlarca doların finansal olarak işlem gördüğü bir küresel ekonomide servetin kendini bu şekilde büyütmek istemesinin sisteme aykırı bir tarafı yok.
Diğer yandan bu spekülatif vurgunun yapılabilmesi için dolarla takas edilecek bir başka para birimine, örneğin TL’ye ihtiyaç var. Spekülatörler bu parayı ancak az sayıda Türk bankasından sağlayabiliyorlar. Bu nedenle de bu büyük oyunda bankaların TL’yi verebilecek konumda ve istekte olmaları son derece önemli. Ayrıca bu parayı geçici olarak kiralama maliyetinin (TL faizi- fonlama maliyetinin) yüksek olmaması gerekiyor. Aksi takdirde böyle bir faiz arbitrajı yapmanın anlamı kalmıyor.
Olayın spekülatif yanı bilindiğinden Türkiye geçen Ağustos’ta Türk Bankalarının döviz SWAP piyasalarında kiraya verebilecekleri TL miktarını yarı yarıya düşürerek, bankaların öz kaynaklarının yüzde 25’i ile sınırlandırmıştı.

Mızıkçılık
Bu hafta başında ise kurdaki hızlı yükselişi durdurabilmek için, Türkiye tarafı deyim yerindeyse tekere çomak soktu, yerli bankalara Londra SWAP piyasalara TL vermemeleri yönünde talimat verdi. Yani spekülatörlerin kullanacakları TL’yi iyice kıstı.
Böyle bir karşı hamleyi beklemeyen yabancı yatırımcılarsa TL açık pozisyonlarını (short) kapatmaları gerektiğinden, hızla TL edinme yoluna gittiler, bu da bu piyasada bir hafta önce yüzde 22 olan gecelik TL faizlerini yüzde 1300’e kadar çıkarttı. 2001 krizi öncesinde görülen en yüksek seviye ise sadece yüzde 71'di (2).
Böylece spekülasyon oyunu (geçici de olsa) bir şekilde bozulmuş oldu. Üstelik TL temin ederek böylece açık pozisyonunu kapatmak için yatırımcı dolar satmaya başlayınca dolar kuru iki günde 5,40’ın altına kadar düştü.

Pirus Zaferi mi?
Karşı operasyonla spekülatörler cezalandırıldı, ama bu daha ilk raunt. Belki 1 Nisan öncesinde kurdaki aşırı yükseliş önlendi ama asıl önemli olan bundan sonra ne olacağı.
Çünkü Türkiye’de hem üretim, hem tüketim, hem de ihracatta değirmenin suyu dışardan geliyor. Yani Türkiye ekonomisi büyüyebilmesi için verdiği cari açığı asıl olarak sıcak para ile kapatıyor. Sıcak paraya yön verenlerle döviz SWAP piyasasında spekülasyon yapanlar aşağı yukarı aynı finansal yatırımcı kuruluşlar.
Yani cezalandırılan ve bu nedenle de güvenleri daha da yiten yabancı yatırımcılar TL cinsinden yatırımlarını sadece döviz takasları aracılığıyla yapmıyorlar. Menkul kıymetler borsasına (BİST) ve devlet tahvillerine ve bonolarına (DİBS) TL cinsinden yatırım yapıyorlar. Bankalardan TL bulamadıklarında, açık pozisyonlarını kapatabilmek için bu kez borsadaki kâğıtlarını satıyorlar ve/veya DİBS satışına yöneliyorlar. Bu arada yaşadıkları son operasyonun da etkisiyle Türkiye’deki yatırımları konusunda daha dikkatli olacaklardır. Kısaca finans sermayenin gemiyi terk etme işi hızlanabilir.
Nitekim karşı operasyon sonrasında dediğimiz oldu ve BİST 100 Temmuz 2016’dan bu yana günlük en büyük kaybı yaşadı (yüzde 5,7). Yabancı yatırımcılar TL portföylerini elden çıkarmaya başladılar. Tahvil faizlerinin yanı sıra CDS’ler hafta başındaki değerinin 100 puan üzerine çıktı (3).

Adım adım finansal krize doğru
Bu durum sürerse bundan böyle cari açık nasıl fonlanacaktır? Bunun için yine kaynağı belli olmayan paralar mı ülkeye getirilecektir? Bunun ekonomik ve siyasal sonuçları neler olacaktır? Bunlar yanıtları net olmayan sorular.
Ancak net olarak bazı gelişmeleri öngörmek mümkün. Yabancıların (bıyıklı yabancılar dâhil) TL cinsinden tuttukları portföylerini satışa çıkarması ve dolara dönüş yapması döviz kurunu tekrar yükseltecek. Hali hazırda çok yüksek olan özel sektör dış borçlarının TL karşılığı artacak. Fiilen resesyonda olan ülkedeki şirket batışları hızlandıracak, işsizlik artacak…
Aynı zamanda (borsada kote yerli bankaların hisselerinin değerlerindeki düşüşten de görüleceği gibi), bankaların zarar etmesine neden olarak finansal krizin bankaları da kapsamına almasıyla sonuçlanabilecek.
Bu yüzden olsa gerek, olayın geçtiği İngiltere’de yayımlanan The Guardian Gazetesinin ekonomi editörü Elliot, Erdoğan'ın spekülatörlere açtığı savaşı Türkiye’de kısa ve uzun vadede ağır maliyetlerle sonuçlanacak klasik bir Pirus zaferi olarak nitelerken, bunun resesyona doğru ilerleyen küresel ekonomide yükselen ekonomileri de olumsuz etkileyeceğini ileri sürdü (4).
Ayrıca 27 Mart günü Hazine, kamu kurumlarına 1,8 milyar TL ve bankalara 8 milyar TL olmak üzere toplam 9,8 milyar TL iç borç (DİBS) geri ödemesi yaptı. Buna karşılık, aynı bankalar bir gün önceki iki ihale ile sadece 2,6 milyar TL’lik DİBS aldılar. Yani bankaların elinde 5,4 milyar TL nakit para var (5).
Resesyon koşullarında bu bankaların yatırımcıya yeni kredi vermeleri düşünülmezse, bu parayı finans piyasalarında kullanacakları açık. Böylece 1 Nisan sonrasında kurları yeniden yukarı çekecek bir gelişmenin fitili de ateşlenmiş olmaz mı?

Şimdi soruyu tekrarlayalım: Bu Pazar yapılacak olan yerel seçimler iktidar bloku açısından son derece riskli bir konumda olmasaydı, büyük illeri kaybetme korkusu bu denli açık yaşanmasaydı, iktidar böyle bir operasyona girişir miydi?
Yanıt aslında belli: Bu karşı operasyon olmasaydı, büyük olasılıkla dolar kuru 6’nın üzerine çıkacaktı. Bu da seçim arifesinde iktidar blokunu iyice zora sokacaktı. Böylece kısa vadeli siyasal çıkarlar ve ihtiyaçlar ekonominin uzun vadeli ihtiyaçlarının önüne (olası büyük kayıplara rağmen) geçti. Yani ekonomiden ziyade siyaset belirleyici oldu.

Spekülasyon ve kapitalizm: Tahinle pekmez gibi
Bu olayın bize öğretmesi gereken bazı şeyler olmalı. Öncelikle, siyaset ekonominin yoğunlaşmış bir hali olduğu kadar, ekonomideki kötü ya da iyi gidişatın temel belirleyicisidir. Yani gelişmelerden spekülasyon olgusu kadar, siyasiler de sorumludur.
İkinci olarak, burjuva ideolojisi ışığında iktisadi analizler yapılırken, genelde sistemik-yapıya ilişkin faktörlerden ziyade öznelere başvurulur. Örneğin spekülasyon konusu tartışılırken, spekülatör birey ya da bankerlerin davranışlarına odaklanılır, fatura sadece onlara kesilir. Böylece spekülasyona izin veren ya da onu yaratan yapılar (ekonomik sistem-finansallaşma olgusu, rekabet, makroekonomi politikalar, devletin yönetiliş biçimi-siyaset gibi) ya da bir bütün olarak kapitalist sistem göz ardı edilerek bu yapılar aklanmış olur.

Yapı / Sistem - Özne İlişkisi
Oysa yapı-sistem özneyi biçimlendirir, güçlendirir ya da kısıtlar. Öyle ki farklı bir niyet içinde olsalar dahi sistem bu özneleri niyetlerinin dışında davranmaya itebilir.
Kuşkusuz sadece yapıya-sisteme odaklanılarak, öznenin (örneğin politikacılar ya da kapitalistler, bankerler) analizlerde ihmal edilmesi bunların zarardan sorumlu tutulmayarak aklanması gibi bir yanlışlıkla sonuçlanabilir.
Bu nedenle de spekülasyon gibi bir olguyu bilimsel olarak analiz ederken, hem yapının (kapitalist finansallaşma- ekonomi politikaları), hem de öznenin (spekülatörler, bankerler) her ikisinin de sorumlu tutulması gereklidir.
Bu bataklık-sivrisinek ilişkisi gibidir. Sivrisineklerden kurtulabilmek için nasıl bataklığı kurutmak gerekiyorsa, spekülasyonu ortadan kaldırmak için buna izin veren sistemi, yapıyı ortadan kaldırmak gerekir.
Özcesi, spekülasyon kaynaklı yaşanan sıkıntının nedeni kapitalizm, özellikle de her türden düzenlemeden, kontrolden uzak, aşırı finansallaşmış küresel kapitalizm ve bizim bu sisteme eklemle biçimimizdir. Biz, önce Özal döneminde (1989’da), sonra 2009’da yabancı sermaye hareketlerini bütünüyle serbest bırakarak, dolarizasyonu teşvik ederek bugünkü spekülasyonu kendi ellerimizle hazırladık.
Başka bir deyişle, finansallaşma üzerinden sermaye ve servet birikimine yönelen neo-liberal ve neo-muhafazakar iktidarlar ve etraflarındaki sermaye grupları, son 16 yıldır böyle bir finansallaşmanın ana ayağı olan inşaat sektörüne yatırım yaparken, bunun için sıcak paraya ve bankalara yaslanırken, ülke ekonomisini bu tür spekülatif saldırılara açık hale getirdiler.
Bu nedenle de küresel kapitalist-emperyalist sisteme, dolayısıyla uluslararası finans kapitalin hegemonyasına ve onun son 30 yıldır belirleyici özelliği olan finansallaşma ve neo-liberalizme karşı çıkmadan, sadece önerilen mali ve iktisadi reformlarla, bırakın toparlanmayı, finansal spekülatif saldırılardan ve bunların tetiklediği finansal krizlerden kurtulabilmek de mümkün değildir.

Dip notlar:


Formun Üstü
Formun Altı


1 yorum:

  1. Hocam merhaba,
    Yazdıklarınızdan istifade etmeye devam ediyorum, emekleriniz için teşekkür ederim. Yazınızda belirttiğiniz gibi ekonomik nedenlerden kaynaklı sorunlar, yaşanan krizi derinleştiriyor. Bunun yansımalarını da yaşadığımız slumpflasyon verileriyle takip ediyoruz. Buna ek olarak işsizlikte 2009 krizi verilerine ulaştı. Belirttiğiniz sorunlara ek olarak başta adalet ve eğitim kurumlarının yaşadığımız ekonomik krizde etkisini göz ardı etmemeliyiz diye düşünüyorum. Sorun sadece dış kaynak bulma sorunu ve bundan kaynaklı bir kriz yaşamaksa bu sorunu IMF anlaşması çözebilir. Ancak uzun vadede kapitalist sistemin dışına çıkmak mümkün olmadığına göre başta adalet ve eğitim reformu olmak üzere üretim yapımızı değiştirecek ve sistemin aksayan yönlerini çağa uygun olarak dizayn etmek gerekmez mi? Size soracağım sorum, reform paketi tasarlamak ve ekonomide yaşanan kur-faiz-cari açık-büyüme kıskacını tersine çevirmek için geç mi kalındı? Mevcut ekonomik anlayışla bunu gerçekleştirmek mümkün olabilir mi? İtalya ve Yunanistan'da yaşanan bir teknokrat hükümet bizi de bekliyor mu?

    YanıtlaSil