30 Ağustos 2019 Cuma

DÜNYA EKONOMİSİ YENİ BİR RESESYONA GİRİYOR



DÜNYA EKONOMİSİ YENİ BİR RESESYONA GİRİYOR

Mustafa Durmuş

27 Ağustos 2019

“Dünya ekonomisinin son küresel krizinden çıkışı 10 yılı aldı”, derken yeni bir küresel resesyon dalgası ile karşı karşıyayız.

Reel ekonomik göstergeler bağlamında; başta ABD olmak üzere Merkez Ekonomiler yavaşlıyor, büyüme oranları düşüyor, Arjantin ve Türkiye gibi bazı ekonomiler ciddi oranda küçülme yaşıyor. Küresel imalat sanayi üretimi yavaşladı, dünya ticareti ve nakliyesi belirgin bir düşüş içinde,  yeni siparişler azaldı, petrol fiyatları yüzde 3,5 oranında düştü.

Parasal göstergeler açısından faiz oranları sıfıra kadar geriledi, getiri eğrisi terse döndü, borç stoklarındaki artış hız kesmeden sürüyor, küresel borsalar ani düşüşler yaşıyor (Ağustos ayında ABD tarihinin en büyük çaptaki günlük 4. ve 7. borsa düşüşleri yaşandı) (1), CDS’ler yükseldi ve altının fiyatı son 6 yılın zirvesine çıktı.

ABD EKONOMİSİNDE RESESYON GÖSTERGELERİ

Tüketici ve yatırımcı güven endeksleri düşmeye devam ediyor. Moody’s tarafından düzenlenen “ Sanayi Şirketlerinin Tahvil Getirisi Eğrisi” son 63 yılın en düşük seviyesine indi (2). ABD sanayi üretimi daralma hattına gerilerken, IHS Markit İmalatçılar Satın almacı Manager Endeksi Eylül 2009’dan bu yana en düşük düzeye gerileyerek 50’nin altına düştü. Bu düşüş giderek hizmetler sektörüne de yayılmaya başladı. ABD’de iflas açıklayan şirketlerin sayısında Temmuz ayında yüzde 5 oranında bir artış yaşanırken, büyük perakende grupları giderek şubelerini kapatıyor (3).

Bu arada geçen yüzyıldan bu yana dünya sanayi ve teknoloji üretiminin merkezlerinden biri olan Avrupa’nın en büyük ekonomisi Almanya’nın resesyon bölgesine girmesi ve bu nedenle de geniş çaplı bir mali teşvik programı hazırlığı içinde olması, İngiltere, Brezilya, İtalya ve Meksika’nın önümüzdeki 1 yıl içinde resesyon bölgesine girmesi ihtimalinin artması bu tabloyu iyice kötüleştiriyor.

Tüm bu göstergelerin ABD gibi dünyanın en büyük ekonomisi başta olmak üzere,  dünyada resesyona doğru gidildiğinin belirtileri olduğu artık ana akım ekonomistlerce dahi yaygın bir şekilde kabul ediliyor.

19 TRİLYON DOLARLIK HAZİNE KÂĞIDININ GETİRİSİ NEGATİF OLDU

Kaynakçada gösterilen tablo ise (4), son yüzyıldır kapitalizmin gidişatına yön veren uluslararası finans sermayesi açısından önemli sayılabilecek sonuçlara yol açabilir.  Çünkü özellikle de asıl olarak yüksek faiz gelirleriyle beslenen rantiye-finansal sermaye açısından haberler iç açıcı değil. 

Tabloya göre, ABD doları dışındaki para birimlerinden (örneğin avro- yen, yuan) bu paraların sahipleri devletler tarafından çıkartılmış bulunan uzun vadeli devlet tahvillerinin 19 trilyon dolarlık kısmının getirisi artık negatif (yüzde  - 0,03) Yani nominal dahi olsa hiç faiz getirmiyor. Tersine bu parayı güvenli yerlerde tutmanın bir maliyeti var artık. Bu miktar dünyanın en büyük ekonomisi ABD ekonomisinin yıllık milli hasılasından büyük.

Diğer yandan ABD doları cinsinden olan ve toplamı 11,1 trilyon doları bulan tahvillerin getirisi hala pozitif: Yüzde +1,59.

Bu gelişme uluslararası finans sermayesinin ABD tahvillerine yönelmesiyle sonuçlanacaktır. Beklenen resesyon nedeniyle faiz oranlarının daha da düşürülecek olması (FED faiz oranlarını 100 puan daha düşürmeyi hedefliyor) (5) uluslararası rantiye- finans sermayenin, parasını bu ortamda sağlama bağlamak ya da servetinin değerini korumak için daha fazla ABD tahvili almasıyla neticelenebilir.

ULUSLARARASI FİNANS KAPİTALİN İÇ ÇELİŞKİLERİ ARTIYOR

Bu durum uluslararası finansal alandaki dengeleri daha da bozup, Yükselen Ekonomiler olarak tabir edilen azgelişmiş ekonomilerin krizini derinleştirirken, finans piyasalarının aktörleri ve büyük parasal servet sahipleri arasındaki rekabeti artıracaktır. Bizim gibi ülkeler için bunun sonucu ilk olarak doların değerinin daha da artması biçiminde olacaktır.

Bu gelişmeleri The Economist: “Finansal piyasalar hep hayatlarından memnun olmakla suçlanırlardı ama bugünlerde bu mutlulukları endişeye dönüştü” (6) şeklinde yorumluyor.

İKİ EMPERYALİST GÜÇ ARASINDAKİ KAVGA BÜYÜYOR

Bu arada bugünlerde toplanan G-7 zirvesi öncesinde Çin, ABD’nin bu yılın Aralık ayında toplamda 550 milyar dolarlık Çin malına koymayı planladığı tarifelere karşılık olarak ABD mallarına 75 milyar dolarlık tarife uygulayacağını açıkladı (7).

Ekonomilerin resesyona girmekte olduğu bir dönemde ticaret savaşlarındaki bu artışın sadece Trump gibi liderlerin öngörülemeyen, irrasyonal davranışlarıyla açıklanması çok zor. Bu durum aslında küresel emperyalist-kapitalist sistemin çelişki ve çatışmalarının giderek yeni bir aşamaya evrildiğini ortaya koyuyor.

Bu gelişme bir kez daha, serbest ticaretin emperyalist hegemonyanın genişleme döneminin ve korumacılığın ise hegemonya kaybı döneminin ticaret politikaları olduğu gerçeğini yüzümüze vuruyor.

ÇÖZÜM: GARP CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK!

Kapitalist ana akım iktisat teorisi ideologlarının bu duruma önerdiği çözümlerse yaşı yaklaşık 100 yılı bulan çözümlerin ötesine gidemiyor. L. Summers gibi durumu “Kalıcı Durgunluk” olarak açıklayan Keynesyenler çözümü genişletici maliye politikaları ile harcamaların, böylece toplam talebin artırılmasında arıyorlar.

Fischer gibi Neo-klasikler (aynı genişletmenin daha uzun zaman alacağı için) maliye politikalarıyla değil, genişletici para politikalarıyla (faizlerin düşürülmesi ya da yeni bir  miktarsal kolaylaştırma gibi) yapılması gerektiğini  ileri sürerken, son dönemin moda yaklaşımı Modern Para Teorisyenleri (MMT) kamu harcamalarındaki genişlemenin borçlanma yerine para basma yoluyla sağlanabileceğini söylüyorlar. Yani “Batı cephesinde yeni bir şey yok!”

UNCTAD iktisatçısı Flashbeck’in mahcup önerisi ise reel ücretlerin bir miktar yükseltilerek toplam talebin toparlanmasının sağlanmasıyla sınırlı (8).

Diğer yandan özellikle de 1980 yılından bu yana gelir adaletsizliği küresel çapta o kadar kötüleşti ki bu durum artık zenginlerin kendini vurmaya başlayan bir bumeranga dönüştü.

Öyle ki en alttaki yüzde 60’lık yoksul grubun 1980-2016 dönemini kapsayan 36 yılda geliri sadece 1,200 ABD doları artarken, en tepedeki yüzde 1’in geliri 100 kattan fazla arttı. Bir başka anlatımla en zengin birisi gelirini en yoksul gruptan birisinin gelirinden 14,000 kez daha fazla artırdı (9). Böyle bir gelir (ve servet) farklılaşması politik gücün ve iktidarın da belli ellerde toplanmasını sağladı.

GELİR DAĞILIMINI İYİLEŞTİRMEK MÜMKÜN MÜ?

Böyle bir durumda mevcut sistem içinde ve mevcut sınıfsal ilişkiler ve bunun devletteki yansımaları  veri alındığında; resesyonu önlemek için zenginin gelirinin bir kısmını ilerici vergi politikaları gibi yeniden bölüştürücü politikalarla ya da Flassbeck’in ileri sürdüğü gibi reel ücretleri artırmaya dönük ücret politikalarıyla sağlayabilmek biraz ütopik olmaz mı?

Kapitalizmin kăr sürümlü bir sınıflı toplum olduğunu, bu sınıflar arasındaki temel kavganın da kăr-ücret düzeyleri üzerinden olduğunu ve bu iki gelir kategorisinin aynı anda, bir arada artırılmasının mümkün olmadığını bilenler açısından bu sorunun yanıtı net:   Bunu sağlayabilmek çok zor. Ayrıca resesyonu önlemek için gelir dağılımının iyileştirilmesini savunmak ne kadar etik olabilir?

KAYYUM UYGULAMASI: YANGINA KÖRÜKLE GİTMEK

Dünyada bunlar olurken ya da olması beklenirken, Türkiye’de halkın seçimle ortaya çıkan siyasal iradesi yok sayılarak bazı büyükşehir belediyelerine kayyumlar atandı. Bu uygulamanın İstanbul, Ankara ve İzmir gibi diğer büyükşehir belediyelerine de sıçraması sürpriz olmaz. Nitekim bu durum en tepeden dillendirilirken, bunu meşrulaştırmaya dönük propaganda ve ikna çalışmaları başta büyük medya aracılığıyla olmak üzere başlatıldı.

Diğer yandan bu operasyon ekonomideki ilk meyvesini  doların kurunu yaklaşık 25-30 kuruş artarak 5,80’e kadar yükselterek verdi. Bu gelişme de ülkede ekonomik krizin sadece ekonomik nedenleri olmadığı, politik müdahalelerin de krizi derinleştirdiği yönündeki tezimizi güçlendiriyor.

Kayyum uygulaması biçimindeki anti-demokratik bir politik müdahalenin dolar kurunu artırmakla sınırlı kalmayıp, emekçiler açısından hayat pahalılığını, enflasyonu, işsizliği ve yoksulluğu artıracağı, petrol, elektrik, doğal gaz, ulaştırma gibi mal ve hizmetlerde bir süredir yapılmakta olan zamlara yenilerini ekleyeceği açık. Küresel çapta yukarıda özetlemeye çalıştığımız ekonomik gelişmeler ise ülkenin kötü durumunu daha da kötüleştirecek.

DERS ALMIYORUZ

Bu arada yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, Arjantin’de Ekim ayında yapılacak olan başkanlık seçimleri öncesinde solun da içinde yer aldığı muhalefetin adayı mevcut sağcı başkandan 15 puandan daha fazla bir oya sahip (yüzde 47,6).  

Bu sonuçların açıklanmasının ardından Arjantin borsası çöktü, peso dolar karşısında yüzde 28 değer kaybetti, ekonomi bakanı azledildi, ülkenin döviz rezervleri 4 milyar daha azaldı ve ülkenin borçlanma puanı çer-çöp düzeyine indirildi (10).

Bu gelişmenin asıl nedeni kuşkusuz Arjantin ekonomisinin uzunca bir süredir içinde bulunduğu kriz hali. Üstelik bu kriz ülkeye verilen en son 56,7 milyar dolarlık IMF kredisine rağmen önlenemedi ve topyekûn bir çöküşe dönüşebilir.

Verilen bu kredilerin karşılığında halka son 3,5 yıldır Arjantin halkına kemer sıktırılıyor. Bu da yaşamı çok zorlaştırdı. Öyle ki ülke insanının yüzde 33’ü yoksulluk sınırının altında bir yaşam sürdürüyor. Sadece son 1 yılda ilave 4 milyon insan yoksullaştı (11).

Bu gelişme neo-liberal politikaların bir kez daha iflası ve aynı zamanda da solu da içine alan Peronist muhalefetin zaferi anlamına geliyor.

Kıssadan hisse, Türkiye’de iktidar blokunun beka sorunu toplumun ve ekonominin bekasının önüne geçmeye devam ettiği sürece (dış borç geri ödeme döneminin içine girildiğini de dikkate aldığımızda), olası bir IMF anlaşmasıyla sağlanacak krediler de ülkenin derin ekonomik- politik ve ekolojik krizlerle sarmalanmış genel kriz haline bir çare olmayacak.

Sizce de yapılması gereken, ancak yapılmayacak olan belli değil mi?

DİP NOTLAR:

(1) Michael Snyder, “11 Reasons Why So Many Experts Believe That A US Economic Crisis Is Imminent”, http://theeconomiccollapseblog.com (19 August 2019).
(2) Moody’s Outlook: Lowest Investment-Grade Industrial Company Bond Yields since 1956, https://www.moodys.com ( 15 August 2019).
(3) Synder, agm.
(5) Synder, agm.
(6) The Economist, “Markets are braced for a global downturn”, www.economist.com (15 August 2019).
(7) Michael  Roberts, “It’s all going pear-shaped”, https://thenextrecession.wordpress.com (24 August 2019).
(8) Heiner Flashbeck, “Germany Shows Signs of Recession – Is the Global Economy Next?” https://www.newcoldwar.org (23 August 2019).
(9) Jason Hickel, “How bad is global inequality, really?”, https://www.jasonhickel.org/blog (3 March 2019).
(10) Luciana Zorzoli, “Argentina: how inflation, debt and poverty combined to deliver a brutal primary election result for president Mauricio Macri”, https://theconversation.com (20 August 2019).
(11) Agm.






                   



13 Ağustos 2019 Salı

UÇAK TÜRBÜLASTAN ÇIKTI MI YOKSA DÜŞÜŞ DEVAM MI EDİYOR?


UÇAK TÜRBÜLASTAN ÇIKTI MI YOKSA DÜŞÜŞ DEVAM MI EDİYOR?

Mustafa Durmuş

12 Ağustos 2019

Bir kaç gün önceki resmi müjdeli haber ekonominin türbülanstan çıktığı, kara bulutların da dağılmakta olduğu yönündeydi.
Buna dayanak olarak da cari açığın kapanmaya yüz tutması, hatta fazla vermeye başlaması gösterildi. Havuz medyası bu gelişmeyi bayram öncesinde (döviz kurundaki son haftalardaki düşüşle birlikte), adeta bol fıstıklı baklava tadında sundu.

HASTA KİLO KAYBETMEYE DEVAM EDİYOR
Oysa daha önceki bir yazımızda (1), bizim ekonomimizin cari fazla vermesi ile örneğin Çin ya da Almanya ekonomilerinin cari fazla vermesinin aynı anlama gelmediğini, kanserden dolayı ciddi kilo kaybetmekte olan hasta örneğiyle anlatmıştık. Buna tekrar dönmeyeceğim o yazı güncelliğini aynen koruyor. Hatta tabloda sunduğum ve ayrıca ayrıntılı açıklamasını yaptığım gibi, o günden bu yana durum (bence) sadece ciddiyetini korumuyor, hasta sağlıksız kilo vermeyi sürdürüyor.
Tabloya bakıldığında sağlıklı bir gelişme gibi sunulan cari açıktaki yaklaşık 10 katlık azalmanın aslında dış ticaret açığındaki büyük çaptaki azalmadan kaynaklandığı görülüyor.

EKONOMİ KÜÇÜLÜP İTHALAT AZALDIĞI İÇİN CARİ AÇIK KAPANDI
Bunun da iki boyutu var: İthalat çok büyük çapta azalırken, ihracatta küçük çapta bir artış olmuş. Bu gelişme dış ticaret açığını ve cari işlemler açığını azaltmış. İhracat tarafında açığın kapatılmasına etki eden asıl faktörün ise turizm gelirlerindeki artış olduğu verilerin detayından anlaşılıyor.
Özcesi cari açığın kapanmaya yüz tutması (Korkut Boratav Hoca’nın da dediği gibi) (2) krizin, ekonominin küçülmesinin, işsizliğin ve yoksulluğun artmasının resmi olarak tescil edilmesi anlamına geliyor. Yani cari açıktaki kapanma emekçilerin ve toplumun büyük bir kısmının ağır bedeller ödemesiyle gerçekleşti (kapitalist sistemde bunun başka bir yolu da yok).

YOKSULLAŞTIRAN BÜYÜMEDEN YOKSULLAŞTIRAN KÜÇÜLMEYE
Diğer taraftan ödemeler dengesi verilerinin yayınlandığı günlerde TÜİK tarafından yayınlanan Dış Ticaret Endekslerini de dikkat almamız gerekiyor, çünkü bize (resmi görüşün söylemediği) önemli bir şey daha söylüyorlar.
Buna göre, İhracat Birim Değer Endeksi geçen yılın Haziran ayına göre bu yılın Haziran ayında yüzde 4,8; İthalat Birim Değer Endeksi ise yüzde 3,7 azaldı (3). Bunun anlamı artık hem daha ucuza dışarıya satıyoruz, hem de daha ucuza dışarıdan satın alıyoruz. Ama bu ucuzlama ihracat ve ithalat tarafında aynı ölçüde gerçekleşmemiş. İkisi arasında ihracat lehine yüzde 1,1 puanlık bir fark var. Bu da dışarıya satarken aynı zamanda fakirleşiyoruz demek.
Nitekim bunu anlatan bir diğer veri yine aynı bültende yer alan Dış Ticaret Haddi Endeksi (DTH). Bu endeksin “100’ün üstünde olduğunda ülkenin göreli olarak dış ticarette iyi durumda olduğu” kabul edilir (çünkü bu ekonominin dış ticaretteki eşitsiz değişim sarmalı içinde olmadığı anlamına gelir).
DTH hala 100’ün üstünde ama geçen yıldan bu yana Endeks azalma eğiliminde. Öyle ki İhracat Birim Değer Endeksinin İthalat Birim Değer Endeksine bölünmesiyle hesaplanan ve 2018 yılı Haziran ayında 104,1 olarak elde edilmiş olan bu Endeks, 1,2 puan azalarak 2019 yılı Haziran ayında 102,9 oldu. Ayrıca 2019 yılı ikinci çeyreğinde (Nisan-Haziran) geçen yılın aynı dönemine göre 2,5 puan azalarak 101,5’e düştü.
Genellikle ekonomi büyürken DTH azgelişmiş ekonominin aleyhine döndüğünden buna iktisat literatüründe “yoksullaştıran büyüme” adı verilir. Türkiye de bunu yaşamıştı ama artık “yoksullaştıran küçülme” yoluna sapmış bulunuyoruz.

FİNANS HESABI NE SÖYLÜYOR?
Merkez Bankası’nın yayınladığı ödemeler dengesi verilerinden olan Finans Hesabı (4) bize özetle şunları söylüyor:
(i) Sermaye girişleri 8 kata yakın azaldı:
Geçen yılın ilk altı ayına (Ocak-Haziran) göre bu yılın aynı döneminde; ülkeye toplam sermaye girişleri yaklaşık 8 kat azalarak 13,7 milyar dolardan 1,8 milyar dolara geriledi (oysa yılın üç ayındaki azalma sadece 1/3 bir oranındaydı). Yani girişler 11,9 milyar dolar azaldı. Bu arada sadece Mart ve Nisan aylarında toplam 7,2 milyar dolar yurt dışına çıktı.
Sermaye biçimleri olarak baktığımızda; uzun vadeli yabancı kaynak olarak değerlendirilen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında geçen yıl 2,024 milyar dolarlık bir çıkış varken, bu yıl bu miktarın 1,486 milyar dolara gerilediğini görüyoruz. Ancak ilk üç aya göre bu çıkışlar hızlandı.
(ii) Doğrudan yabancı sermaye gayrimenkul ve emlake geliyor:
Ülkeye gelen ve göreli olarak ekonomiye en fazla istihdam ve gelir katkısı yaptığı ileri sürülen doğrudan yabancı yatırım miktarı ise aynı dönemde 5,527 milyar dolardan 4,598 milyar dolara düştü. Yani bu dönemde ülkeye 929 milyon dolar daha az yabancı doğrudan yatırım geldi. Oysa yılın ilk üç ayında ülkeye gelen yatırım miktarında artış vardı.
Bu gelen yatırımların yeni fabrika yatırımları gibi reel yatırımlardan ziyade, ülkeden gayrimenkul alımı biçimindeki satın almalara yönelik olduğunun altını çizmek gerekiyor.
(iii) “Gelen” portföy yatırımları azalırken, “çıkanlar” artıyor:
Geçen yılın ilk altı ayında ülkeden yurt dışına olmak üzere, yurttaşlarımız 362 milyon dolarlık bir portföy yatırımı yapmışken, bu yıl bu 2,025 milyar dolara yükseldi. Bu 5,6 katlık bir artış demek. Oysa bu yılın ilk üç ayında portföy yatırımları tersine dönmüş ve ülkeye 433 milyon dolarlık bir portföy yatırımı girişi olmuştu.
Kısaca zenginlerimiz paralarını yurt dışındaki finansal piyasalarda değerlendirmeyi tercih etmişler.
Bu dönemde ülkeye yabancıların yaptığı (gelen) portföy yatırımlarında ise neredeyse 15 katlık bir portföy yatırımı artışı söz konusu olsa da (241 milyon dolardan 3,617 milyar dolara yükselmiş) bunu dikkatli yorumlamak gerekir.
Çünkü bu yılın ilk üç ayında ülkeye gelen portföy yatırımı 8,816 milyar dolar iken bu 6 ayın sonunda bu sadece 3,617 milyar dolar olabildi. Yani yaklaşık 2,5 katlık bir düşüş yaşandı.
Ayrıca böyle yatırımların sadece yüzde 23’ü borsaya-yani hisse senetlerine, kalan yüzde 77’sinin ise dünyanın en yüksek üçüncü faiz getirisini sunan Hazine bonosu ve Devlet tahvillerine gittiğini vurgulayalım.
Kısaca devlet geldiğimiz nokta itibariyle, cari açığın önemli bir kısmının finansmanını üstlenmek zorunda kaldı. Bunun sonucunda ortaya çıkan faiz oranı artışı ve bunun neden olduğu bütçedeki faiz harcamalarındaki artış ise krizin bedelinin toplumun bütününe ödettirileceğinin bir diğer göstergesi.
(iv)Ekonomi ve siyasete olan güven yitimi dövizin dışarıya kaçmasıyla sonuçlanıyor:
Bir de Finansman Hesabının “diğer yatırımlar” kalemine bakalım. Burada banka mevduatları ve banka kredileri gibi sermaye akımlarına yer veriliyor. Geçen yılın ilk üç ayında ülkedeki bankalara (ağırlığı mevduat biçiminde olan) 3,4 milyar dolar gelirken, bu yılın ilk üç ayında yurt dışındaki bankalara mevduat olarak 7,6 milyar dolar gitti.
Altı aylık süreçte (yani Ocak-Haziran döneminde) geçen yıl yerli bankalara net geliş olmadığı gibi 76 milyon dolarlık azalma söz konusu olmuş. Buna karşılık bu yılın altı ayında yurt dışındaki bankalara giden mevduatın miktarı yaklaşık 6 milyar dolar oldu.
Yani bu bir yıl içinde yurt dışındaki bankaların verdiği vadeli mevduat faizlerinin bizdekinin çok altında olmasına rağmen dövizin dışarıya kaçması, döviz sahibi yurt içi yatırımcıların ekonomiye ve siyasete ciddi bir güven sorunu yaşadığını gösteriyor.
(v) “Net Hata ve Noksan ” kaleminde normalleşme yaşanıyor:
“Kaynağı belli olmayan döviz olarak” da bilinen para geçen yılın ilk 6 ayında (artı) 9,6 milyar dolar iken bu yılın 6 ayında giderek erimiş ve eksiye dönerek (- )161 milyon dolar olmuş.
Kısaca bu tablo dikkatlice analiz edildiğinde, ileri sürüldüğü gibi türbülanstan çıkış olmadığı (en azından henüz), ekonominin irtifa kaybetmeyi sürdürdüğü görülüyor.
Kaldı ki ekonomik krizden çıkış stratejisinin yol açtığı ağır faturanın kimler tarafından ödendiği ya da ödeneceği de en az çıkışın kendi kadar önemli değil mi?
Tıkanan ücret zammı görüşmeleri, sendikaların grev aşamasına gelmiş olmaları, Hazine’nin şirketlere ortak olarak açık bir biçimde sermayeyi kurtarma girişimleri, iş kazası adı altındaki yaşanan iş cinayetleri ve yaygın bir biçimde sürdürülen doğa tahrip ve talanı krizin faturasının kimler tarafından ödendiğini göstermiyor mu?

DİP NOTLAR:
(1) Mustafa Durmuş, “Tespihe dizilmiş kriz paketleri”, http://sendika63.org(26 Mayıs 2019).
(2) 
http://haber.sol.org.tr/…/korkut-boratava-gore-damat-albayr… (9 Ağustos 2019).
(3) TÜİK, Dış Ticaret Endeksleri, Haziran 2019 (9 Ağustos 2019).
(4) T.C.M.B., Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Haziran 2019,
https://www.tcmb.gov.tr (12 Ağustos 2019).

 Tablo: Ocak-Haziran Döneminde 2018 ve 2019 Yıllarında Ödemeler Dengesi Kıyaslaması (USD doları- Kaynak: Tarafımızca yeniden derlenen TCMB Ödemeler Dengesi Verileri –Ağustos 2019)

 USD
2018 Ocak- Haziran
2019 Ocak-Haziran
Açıklama
Cari İşlemler Hesabı
- 31,7 milyar dolar
-3,3 milyar dolar
Cari işlemler açığı 9,6 kat azaldı
Dış Ticaret Dengesi
-       33,7 milyar dolar
-       8,1 milyar dolar
Dış ticaret açığı 4,2 kat azaldı
Toplam Mal İhracatı
85,8 milyar dolar
89,1 milyar dolar
Mal ihracatı sadece 3,3 milyar dolar attı
Toplam Mal İthalatı
119,5 milyar dolar
97,2 milyar dolar
Mal ithalatı 22,3 milyar dolar azaldı
Finans Hesabı
- 13,7 milyar dolar
- 1,8 milyar dolar
Yabancı kaynak girişi 11,9 milyar azaldı (yaklaşık 8 kat düştü)
Yurt Dışına Yapılan Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı (Giden)
2, 0 milyar dolar
1,5 milyar dolar
İlk 3 aya göre yurt dışına çıkışlar hızlandı
Yurda Yapılan Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımı (Gelen)
5,5 milyar dolar
4,6 milyar dolar
0,929 milyar dolar daha az doğrudan yatırım geldi
Yurt Dışına Yapılan Portföy Yatırımı  (Giden)
0.362 milyar dolar
2,025 milyar dolar
İlk 3 ayda giden paranın bir kısmı dönmüştü, ama yurt dışına giden fon 5,6 kat arttı
Yurda Yapılan Portföy Yatırımı (Gelen)
0.241 milyar dolar
3,617 milyar dolar
15 kat artış var ama yanıltıcı zira 3 aylık verilere göre giriş 2, 5 kat azaldı

10 Ağustos 2019 Cumartesi

NEGATİF FAİZ GETİRİLİ 15 TRİLYON DOLARI NE YAPARDINIZ?


NEGATİF FAİZ GETİRİLİ 15 TRİLYON DOLARI NE YAPARDINIZ?

Mustafa Durmuş

10 Ağustos 2019

Dünya ekonomisine ilişkin yeni veriler yayınlandıkça durum giderek daha da netleşiyor.

Bloomberg (1) küresel çapta 15 trilyon dolardan fazla değere sahip bulunan 10 yıl ve daha uzun vadeli tahvillerin faiz getirilerinin negatif olduğunu (eksi faiz)  açıkladı.  
Bu çapta bir negatif faiz kapitalizm tarihinde ilk kez görülüyor. Öyle ki ABD ekonomisinin yıllık hasılasının neredeyse yüzde 85’ine ve 2017 yılındaki 184 trilyon dolarlık küresel borç stokunun yüzde 8’inden fazlasına eşit (2).

HEM DEVLET HEM DE ÖZEL SEKTÖR TAHVİLLERİNİN GETİRİLERİ ARTIK NEGATİF

Bu tahviller sadece devlet borçlanma senedi biçimindeki devlet tahvillerinden değil, aynı zamanda küresel şirketlerin tahvillerinden ve Avrupalı büyük şirketlerin ve finans kuruluşlarının avro cinsinden tahvillerden oluşuyor. Uzmanlara göre özellikle bu üçüncü grup tahvil,  uluslararası derecelendirme kuruluşlarınca “çer-çöp” düzeyinde değere sahip kâğıtlar olarak değerlendiriliyor.

Kısaca habere göre, 12 Merkez Ekonomisine ait tahvillerin faizlerinin artık pozitif bir faiz getirisi olmadığı gibi, bunlara sahip olmanın maliyeti var.  Bunlardan son zamanlarda sanayi üretimi iyice gerilemekte olan Almanya’nın 30 yıllık tahvillerinin getirisi (eksi) yüzde 0,33; İsviçre’nin 10 yıllıklarınki (eksi) yüzde 0,92 olarak dikkat çekiyor. Hali hazırda 10 yıllık devlet tahvillerine pozitif (artı) getiri sunan Merkez Ekonomiler sadece yüzde 1,04 ile Avustralya, yüzde 1,51 ile İtalya ve yüzde 1,73 ile ABD.

Bu ülkelerin 20’sinde faiz oranları (pozitif olmak üzere) yüzde 0,04 ile yüzde 2,01 arasında ve 7’sinde yüzde 2,02 ile yüzde 4,55 arasında yer alıyor. Uzun vadeli tahvil faizlerine (10 yıllıklar) en yüksek faizi veren ilk üç ülke ise (pozitif olmak üzere) şöyle sıralanıyor: Yüzde 31,25 ile ilk sırada Zambiya, yüzde 15,60 ile ikinci sırada Mısır ve yüzde 15,10 ile üçüncü sırada Türkiye yer alıyor (3).

Türkiye’nin aynı kulvarda yarıştığı ileri sürülen ve kendilerine Yükselen Ekonomiler adı da verilen Meksika’da bu oran (artı) yüzde 7,43; Güney Afrika’da (artı) yüzde 8,40; Rusya’da (artı) yüzde 7,1 ve krizdeki Arjantin’de (artı) yüzde 6,20.

Yükselen Ekonomiler arasında sayılmayan ve ekonomik gelişkinlik açısından Türkiye’nin gerisinde olduğu kabul edilen Pakistan’da bu oran (artı) yüzde 13,77.

Daha da çarpıcı olan ise son 10 yıldır krizle boğuşan ve son zamanlarda küçülerek krizden çıkabilen Yunanistan’da 10 yıllık tahvillerin faizinin  (artı) yüzde 2,02 olması.
Şimdi gelin bu verileri konuşturalım.

ALMA MAZLUMUN AHINI…

İlk olarak, negatif faiz oranları, parasal servetin küresel çapta Avrupa, Asya (Japonya) ve Kuzey Amerika gibi Kuzey ülkelerinde toplanırken (üçte iki oranında), dünya nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı Güney ülkelerinin bu servetin sadece üçte birine sahip olabildiği devasa bir küresel servet bölüşümü adaletsizliğinin bir sonucu. Ayrıca ülkelerin kendi içinde de servet eşit ya da adil dağılmıyor, tersine çok büyük eşitsizlikler göze çarpıyor.

Bu eşitsizliği pekiştiren faktörlerden biri de Merkez ülkelerin yıllardır uyguladıkları miktarsal-parasal kolaylaştırma politikaları sonucunda finans kapitalin elinde devasa bir nakdin birikmesi.

Bir başka anlatımla gelir ve servet adaletsizliği o denli artmış ki dünyanın büyük çoğunluğu harcayacak para bulamazken, küçük bir azınlık para içinde yüzüyor. Somutlarsak;  2018 yılında, dünyada toplam 317 trilyon dolarlık bir servet vardı. Ama sadece 26 süper zengin bireyin servetlerinin toplamı dünya nüfusunun en yoksul yarısının (3,8 milyar insan) servetine eşitti. En zengin yüzde 10’luk nüfusun küresel servetten aldığı pay ise yüzde 85 idi (4).

BİRİLERİ İÇİN KITLIK DİĞERLERİ İÇİN BOLLUK DEMEK

Bu nedenle de emperyalist- kapitalist sömürü artıp, eşitsizlik ve adaletsizlikler daha da büyüdükçe,  para bollaşıyor; bunu soğuracak iktisadi faaliyetlerin sınırına gelindiğinde ise paranın getirisi (faiz) düştükçe düşüyor, hatta eksiye dönüyor. Son dönemde bu paranın doğayı katleden büyük projelere yönelmesi dahi onun getirisinin düşmesini önleyemedi. Yani bu durum bir tür, aynı anda bazıları için kıtlığın, diğerleri içinse bolluğun olması gibi kapitalizme özgü çelişkilerden birini yansıtıyor.

Hani bir söz vardır ya “alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”, bu durum bize bu sözü anımsatıyor.  Bu kadar eşitsiz ve adaletsiz bir bölüşüm söz konusu olduğunda, sadece ekonomik krizler tetiklenmiyor, aynı zamanda bu parasal servetin getirisi de azalıyor, giderek yok oluyor. Bu da bir süre sonra kurgusal sermaye yitimiyle sonuçlanacak olan aşırı birikim krizini doğruyor.

FED’İN FAİZ ORANLARININ DÜŞÜRMESİNİN NEDENLERİ ORTAYA ÇIKIYOR

İkinci bir sonuç FED’in faiz oranlarını düşürmesiyle ilgili. Negatif faize sahip tahvillerin değerinin 15 trilyon dolar gibi devasa bir boyuta erişmesi ve bunun 12 Merkez Ekonomide yaşanıyor olması, ABD’nin (kısmen bu gelişmeden yola çıkarak) kendi finans kapitalinin uluslararası finansal dengesizliklerin yol açacağı sonuçlardan zarar görmemesi için faiz oranlarını düşürmesine neden oldu.
Bir diğeri nedeni (önceki yazılarımızda vurguladığımız gibi) hem ABD hem de küresel ekonomide yeni bir resesyon beklentisi.

Öncelikle J. P. Morgan Küresel PMI Hâsıla Endeksi’ne göre, dünyada ekonomilerin neredeyse yüzde 80’inde imalat sanayinde daralma yaşanıyor. Bu 2015-16 mini resesyonundan daha yoğun bir duruma işaret ediyor (5).

Bloomberg kaynaklı bir habere göre (6) uluslararası yatırımcıların başta ABD olmak üzere Merkez Ekonomilerin önümüzdeki 12 ay içinde resesyona gireceklerine ilişkin beklentileri (bu yılın Nisan ayına göre) arttı (ancak ABD’de hala resesyon beklentisi yüzde 50’nin altında).

Bunun ABD’ye ilişkin nedenleri sırasıyla; ABD 10 yıllık getiri eğrisinin terse dönmesinin devam etmesi, kârların payının göreli olarak azalması ve yatırımların düşmesi ve ABD-Çin ticaret savaşlarının yeniden alevlenmesi,

Nitekim ABD tahvil getiri eğrisi (10 yıllık ile 3 aylık arasındaki ikincisi lehine faiz farkı) terse döndü. Bu durum derinleşerek sürüyor zira aradaki fark Nisan 2007’den bu yana ilk kez 32 baz puana çıktı (7) (bilindiği gibi getiri eğrisinin terse –negatife dönmesi resesyon belirtisi olarak kabul ediliyor).

Keza bu yılın ikinci çeyreğine ilişkin ABD ekonomik büyümesi yavaşladı ve yüzde 2,1’de kaldı. Kârın milli hâsıla içindeki payı ise geçen yıl binde 4, son 4 yılda ise yüzde 3,2 oranında düştü (8).

CESUR MU, KONJONKTÜRE UYGUN BİR FAİZ İNDİRİMİ Mİ?

Üçüncü sonuç, Türkiye’nin faiz oranlarını düşürmesiyle ilgili. Faiz oranlarının bu denli düşük, hatta negatif olduğu bir dünyada içerde faiz oranlarının düşürülmesi çok da sürpriz olmasa gerek.

Nitekim aynı günlerde,  Yeni Zelanda gösterge faiz oranını yüzde 0, 50; Tayland yüzde 0.25 ve Hindistan yüzde 0.35 puan düşürdü (9).

Bizde sürpriz olan indirimin büyüklüğüydü (yüzde 4,25). Belki bu çapta bir indirim cesaretle ilişkilendirebilir ama bunun cesaret mi, yoksa çılgınlık mı olduğunu yaşayıp göreceğiz.

Türkiye’deki son faiz düşürümü ve bunun olası sonuçlarıyla, döviz kurundaki gevşemeyi (biraz teknik de olsa) çok iyi anlatan üç yazıyı okumanızı önemle öneriyorum (10)

İÇ BORÇ FAİZ ORANLARI DÜŞTÜ YA DIŞ BORÇLAR?

Ancak burada dikkat edilmesi gereken Türkiye’nin politika faizini (haftalık repo faizi) düşürmüş olması. Bu dış borçlanmalarda, özellikle de 10 yıllık gibi uzun vadeli borçlanmalarda,  faiz oranlarının da düştüğü ya da düşeceği anlamına gelmiyor. Nitekim yukarıdaki habere göre, Türkiye 51 ülke arasında (pozitif) yüzde 15,10’luk bir faiz oranı ile en yüksek faizi sunan üçüncü ülke durumunda.

Bir başka anlatımla, lehteki dış konjonktürden de yararlanarak politik bir kararla içerdeki faiz oranlarını düşürerek inşaat-emlak sektörünü kurtarmaya çalışmak ve yeni kredilerle ayakta kalmak durumundaki iş-ticaret kesimi, çiftçi ve küçük esnafı geçici olarak rahatlatmak mümkün olabilir.

Peki ya dış borçlar ve onların faizleri ne olacak? Onların faiz oranları farklı kurallara tabi. Daha önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi, Türkiye kısa ve orta vadeli dış borçlar için aynı kulvarda yarıştığı ülkelerden ortalama 4 puan daha yüksek reel faiz ödemek zorunda kalıyor (kabaca yüzde 7’ye geliyor). Aksi halde ülkeye para-kredi gelmiyor. Devletin dış borcu niteliğindeki 10 yıllık tahvillerinde ise bunun iki katından fazlası, yani yüzde 15,1 oranında bir faiz  ödenmek durumunda (bu arada 2016 yılından bu yana cari açığın fonlanmasının ağırlıklı olarak devlet borçlanma senetleri (tahvilleri) aracılığıyla gerçekleştirildiğini hatırlatalım).

Böyle olunca da dış borçlar (milli hasılanın yüzde 60’ını aşıyor)  ve onların yüksek faizleri bir kâbus gibi varlığını sürdürüyor. Türkiye ekonomisi yıllardır dış kaynakla büyütülen bir ekonomiydi. Bunun bir parçası dış kredilerken, diğeri sıcak para niteliğindeki kısa vadeli kaynaklar ve devlet tahvilleri ve Hazine bonosu satışlarıydı. Ne dış kredilerin faizlerini, ne de tahvillerin faizlerini Merkez Bankası’na talimat verir gibi uluslararası kreditörler, bankalara ve finans piyasalarının diğer aktörlerine talimat vererek indirebilmek mümkün değil.

Ülkedeki politik gerilim, kutuplaşma, giderek artan otoriterleşme, büyük alt yapı projelerinden gelen kötü kokular ve doğa tahribatı üzerinden yükselen yüksek rant tartışması sürdükçe ve ülke olası bir savaş halinden çıkmadıkça, ülkenin emperyalist finans kapitalin gözcüsü konumundaki uluslararası derecelendirme kuruluşları nezdinde puanı düşmeye devam edecek,  kredi risk primleri yükselecek ve sonuçta genelde yabancı parayı kullanma maliyeti ve dış kredi-borç faizleri düşmeyecek, düşürülemeyecek.

TESTİYİ DOLDURABİLECEK MİYİZ?

Böyle bir tespit aklımızdaki önemli bir soruyu da yanıtlamamıza yardımcı olabilir: “Mademki Merkez Ekonomilerde negatif faiz uygulaması var. O halde para yön değiştirip yüksek faizden yararlanmak için bizim gibi ülkelere gelmez mi? Böylece finansal çöküşü bir müddet daha öteleyebilir miyiz?”

Türkiye ekonomisine yön verenlerin büyük bir kısmının bu beklenti içinde olması bir hayli muhtemel. Ancak bu beklentinin gerçekleşmesinin çok zor olduğunu (hadi bizim üzerimizden değil de) listenin başındaki Zambiya örneği üzerinden açıklamaya çalışalım.

Bu ülke yüzde 31,25 faiz oranı ile 10 yıllık devlet tahviline en yüksek faizi ödeyen ülke. Yani Merkez Ekonomilerden ortalama 30 kat daha yüksek faiz getirisi sunuyor.
Sizce ABD, AB ve Japonya kaynaklı finans kapital (gerçek dış borç rakamlarını bile manipüle ederek düşük gösteren), sürekli politik çalkantılar ve ekonomik kriz içinde olan, dolayısıyla da 10 yıl sonra bırakın faizini, anaparasını bile geri ödeyememe riski çok yüksek olan bir ülkenin tahvillerine, sadece faiz getirisi yüksek diye bu denli uzun süreliğine parasını getirir mi? Ya da bu ülke bu kadar yüksek faiz vermeyi nereye kadar sürdürebilir?

DİP NOTLAR:

(1)  Wolf Richter, “Financial World Gone Nuts: $15 Trillion Negative Yielding Debt”, https://wolfstreet.com (6 August  2019). 
(2)  Samba Mbaye and Marialuz Moreno Badia, “New Data on Global Debt”, https://blogs.imf.org (2 January 2019).
(3)  Richter, agm.
(4)  Oxfam, “Public Good or Private Wealth”, www.oxfam.org (January 2019).
(5)  J. P. Morgan’dan aktaran https://thenextrecession.wordpress.com/2019/05/26/global-slump-the-trade-and-technology-trigger.
(6)  Enda Curran  and Katia Dmitrieva, “World Economy Edges Closer to a Recession as Trade Dread Deepens”, https://www.bloomberg.com/news/articles (7 August 2019).
(7)  Bloomberg.
(8)  Dean Baker, “GDP Growth Slows to 2.1 Percent in Second Quarter Due to Investment Slump”, http://cepr.net (26 July 2019).
(9)  Curran  ve  Katia, agm.
(10)               Uğur Gürses, “Kendi kuyruğunu kovalayan politika”, https://ugurses.net (8 Ağustos 2019); Alaattin Aktaş, “Yüzde 0.99 faizli krediye bir de bu gözle bakalım”, https://www.dunya.com (9 Ağustos 2019). İbrahim Kahveci, “Garip bir döviz varlığı”, https://www.karar.com (29 Temmuz 2019).