Mustafa Durmuş
Türkiye’den…
Bu hafta Türkiye’de emek ve
ekonomi ile ilgili bazı çarpıcı gelişmeler oldu. Önce 15 Mayıs’ta Bursa’da OYAK Renault
fabrikasında çalışan beş bine yakın işçi, ücretlerinde yapılmasını istedikleri
iyileştirmelerin bir aydır yapılmaması üzerine, direnişe geçti ve üretimi
durdurdu. Aynı kentteki TOFAŞ işçileri
de dayanışma eylemine giderek iş bıraktı.
Aynı gün TÜİK’in rutin olarak
yaptırdığı işsizlik araştırmasının sonuçları yayımlandı. Buna göre, geçen yılın aynı dönemi
ile kıyaslandığında resmi işsizlik oranı % 1 puanlık bir artış ile % 11,2
seviyesinde gerçekleşti ve Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde
işsiz sayısı 401 bin kişi artarak 3 milyon 226 bin kişi oldu. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranının
ise 1,1 puanlık artış ile % 13,2 olduğu tahmin ediliyor. Genç işsizlik oranı 3
puanlık artış ile % 20’ye fırladı (TÜİK:
İşgücü İstatistikleri, Şubat 2015, http://www.tuik.gov.tr.). DİSK-AR’a göre ise gerçek
işsizlik oranı % 17-18 ve işsiz miktarı 7 milyona yakın.
İşsizlerin sayısı giderek
artıp, her dört gençten biri işsiz dolaşırken ve işi olanların ücretleri ve
çalışma koşullarından duyduğu rahatsızlık giderek artarken, işçilerin ücretlerinde
iyileştirme talepleri kabul edilmiyor. Artık
giderek toplumun çok büyük bir kesiminin haklı bulduğu, komik düzeydeki asgari
ücretin yükseltilmesi talebi bile siyasal iktidar tarafından sorumsuzluk olarak
nitelendiriliyor.
Emek cephesinde bunlar
olurken, sermaye cephesinde Türkiye’nin en büyük iki holdingi ciddi kârlar
açıkladılar. Buna göre, Koç Holding bu yılın ilk çeyreğinde konsolide bazda
yaklaşık 14 milyar lira gelir, 459 milyon lira net kâr elde ettiğini açıkladı.
Sabancı Holding ise aynı çeyrekte 6,7 milyar gelir ve 648milyon lira net kâr
açıkladı. Sabancı Holding, kârının geçen yıla göre % 54 oranında arttığını da bildirdi
(Hürriyet gazetesi, 12 Mayıs 2015).
Son olarak, Borsa İstanbul
BIST 100 Endeksi 87,700 seviyesine kadar yükseldi. Bu arada doların kuru
2,7’lerden 2,6’ların altına ve avronun kuru 3,0’ın altına kadar geriledi.
Dövizin kurundaki düşüşte, son iki hafta
içinde gümrük mevzuatında yapılan bir değişiklikle ülkeye nakit giriş yapan
dövizin miktarı üzerindeki kısıtların kaldırılması etkili olduğu kadar, doların
uluslar arası döviz piyasalarındaki
değer kaybı da etkili oldu.
Bu verileri yorumlamak
gerekirse; Türkiye’de işçiler giderek işlerini kaybetmeye devam ediyorlar, işi
olanlar kötü koşullarda çalışmaya devam etmek durumunda kalıyorlar, buna
karşılık en haklı talepleri dahi kabul edilmiyor ya da sorumsuzluk olarak
görülüyor.
Bu da emek ve sermaye
arasındaki çelişkileri derinleştiriyor. Sanayi işçileri direnişe geçiyor. Diğer
taraftan bu veriler büyük tekellerin, bankaların ve genel olarak finans
sermayenin kârlarını artırdığını da ortaya koyuyor. Ekonomik büyümenin
yavaşladığı, işsizliğin daha da arttığı, ücretlerin baskılandığı bir dönemde
tekel kârlarının daha da artması emek sömürüsünün daha da yoğunlaştığını ve
finansal kârlardaki artış ise sermayenin asalak yüzünün de aynı oranda
belirginleştiğini gözler önüne seriyor.
Dünyadan…
Türkiye’de bunlar olurken
dünya ekonomisine damgasını, doların değerindeki düşüşün vurduğu söylenebilir.
Dolar,
bu Perşembe, Mayıs 2014-Mart 2015 döneminde % 26 değer kazandığı diğer paralar karşısında,
yılbaşından bu yana en düşük değerine geriledi ve dolar endeksinin değeri 93.133
oldu. Avro/ dolar paritesi ise binde 35 oranında artarak 1,14450’ye yükseldi(Leonhard Foeger | Reuters, Dollar drifts lower
after US data undermines Q2 growth hopes, Euro banknotes,
http://www.cnbc.com).
Dolardaki bu gerilemenin nedenlerinden biri, ABD ekonomisindeki daralma zira bu ilk iki
çeyrekte % 1’i buldu. Perakende satışlar bu yılın ilk beş ayının dördünde ya
geriledi ya da sabit kaldı. Keza son on aydır ithalat fiyatlarında da bir düşüş
var. Üretici fiyatlarındaki düşüşün
nedeni de bu. Böylece üretici fiyat endeksi geçen ay binde 4 düştü. Bu endeks
bu yıl üçüncü kez düştü (Marc Chandler, The Dollar Bull
Argument is weakening, http://www.economywatch.com, May 14, 2015). Böylece ilk
çeyrekte cılız ilerleyen ABD ekonomik büyümesi ikinci çeyrekte de aynen devam
edecek gibi gözüküyor.
Diğer taraftan avro bölgesinde canlanma belirtileri
var. Avro Şubat 2015 ortalarından bu yana dolar karşısında en iyi pariteyi yakalayarak
1,11400’ı oldu.
Kuşkusuz bu gelişmenin en önemli etkisi Fed’in faiz
artırımını ertelemesi şeklinde olabilir (bu konuda daha önceki
bir yazımıza bkz: http://siyasihaber.org
, fed faiz artırımı yılan hikâyesine mi dönüyor).
Bankalara
kesilen cezalar
Dünya finans piyasalarında
en çok konuşulan bir diğer konu, önümüzdeki hafta beş büyük bankanın (Citigroup,
JP Morgan Chase, Royal Bank of Scotland Group, Barclays ve UBS) döviz
manipülasyonları yapmaktan dolayı suçlu bulunmalarının beklenmesi.
Bu manipülasyonlardan
emekliler başta olmak üzere, üniversite çevreleri ve belediyeler büyük zarar
gördüler. Manipülasyonlara verilecek cezalar milyarlarca doları bulacak gibi
gözüküyor. Daha önce, 2012 yılında, başta UBS ve Barclays olmak üzere büyük
bankaların sistematik olarak LIBOR manipülasyonu yaptıkları biliniyor. Aynı
yılın Haziran ayında Barclays 360 milyon dolar, UBS 1,5 milyar dolar ve Deutche
Bank 2,5 milyar dolar cezaya çarptırılmışlardı. UBS günlük 5,3 trilyon dolarlık
döviz işlemlerinde manipülasyon yapmaktan suçlu bulunmuştu (Andre
Damon, Five major banks to plead guilty to rigging currency markets, http://www.wsws.or, 15 May
2015).
2014’ün sonunda ise JP
Morgan Chase, Citigroup, Bank of America, UBS, Royal Bank of Scotland ve HSBC
olmak üzere toplam altı banka 4,3 milyar dolarlık bir ceza ödeme konusunda
anlaşma imzalamışlardı (bu konuda daha önceki bir yazımıza bkz: http://siyasihaber.org, merkez
bankası bağımsızlığı).
1 katrilyon dolarlık türev araç riski
Aynı günlerde Global Research’ten Bill Holter’in
türev piyasalardaki risk durumu ile ilgili yazısı (Bill Holter, Credit Markets have
Melted Overnight. Derivatives are a $1 Quadrillion “Ticking Time Bomb”, Global
Research, May 13, 2015, http://www.globalresearch.ca) IMF ve BIS gibi kuruluşların bir süredir dikkat çektikleri bir
tehlikenin ne denli yakın olduğunu da ortaya koyuyor.
Holter’e göre, küresel kredi piyasaları bir
gecede eridi. 1 katrilyon dolarlık türev piyasası adeta bir saatli bombaya
dönüştü. Devlet borçlanma tahvillerinin
fiyatları düştü (dolayısıyla da getirileri yükseldi). Bu finansal araçların
getirilerindeki dalgalanma pek çok metanınkinden çok daha yüksek seyrediyor.
Diğer yandan bu borçlanma senetleri finansal sistemin
temelini oluşturuyor. Finans kapital için bu araçlar güvenli bir liman, adeta öksüzlerin
sığındığı yuva gibiler. Bunlar şimdiye kadar küresel çapta emeklilik fonlarının
yöneldikleri en önemli finansal araçlar oldular. Sistemin güvenliği açısından
her şey çökse de bu araçlar çökmemeli.
Oysa geçen hafta bu araçları deyim yerindeyse
tanımak mümkün değildi. Bazılarının ileri sürdüğü gibi bunların fiyatlarındaki
düşüş (dolayısıyla da faiz getirilerindeki yükselme), örneğin Avrupa
ekonomilerindeki canlanmanın bir belirtisi değil. Tam tersine bu kâğıtlar
finansal sistem başta olmak üzere tüm ekonomide ana teminat araçları olarak
kabul görülüyorlar (Holter,age).
Özellikle çağımızda kapitalist sistemde kredi tüm
sistemin belkemiğini oluşturuyor, servetin temelinde yer alıyor ve aynı zamanda
da reel ekonominin işleyebilmesi için yağlayıcı olarak işlev görüyor. Bu
nedenle de krediler battığında her şey çöküşe geçiyor. Borçlular kredi borçlarını ödeyebildikleri
sürece kredinin kendi, veren için bir servet unsuru olabilir. Örneğin
Yunanistan kredi borçlarını ödeyemezse bu krediler üzerinden çıkartılmış olan
ve özellikle Avrupa’da yaygın dolaşımda olan türev araçların değeri de
(toplamda 1 katrilyon dolar olduğu tahmin ediliyor) eriyecektir (bu konuda daha önceki bir yazımıza bkz: http://siyasihaber.org, düşen petrol fiyatları küresel durgunluğu derinleştiriyor, kapitalist
rekabeti kızıştırıyor).
Merkez bankaları bu gidişi durdurabilmek için şu
ana kadar devredeydi, trilyonlarca dolar nakit akıtarak finansal sistemdeki bu kâğıtları
kitlesel olarak satın aldı. Ancak bir gün gelecek ki merkez bankalarının bu
politikaları da işe yaramayacak. Zira bu oyun artık çok uzadı ve kontrol
edilemez bir çılgınlığa dönüştü. Fiyatlar ancak, kredi borçları kontrol
edilebildiğinde kontrol edilebilir. Borç freni patladığında merkez bankalarının
her şeyin fiyatını kontrol edebilme gücü de ortadan kalkacaktır. Holter’e göre
son dört günde iki kez bu noktaya gelindi.
Küresel servet eşitsizliği zirvede
Bu veriler bir yandan küresel kapitalist sistemin krizlere dönük olarak ne kadar kırılgan bir hal aldığını gösterirken, aynı zamanda da sistemin giderek asalaklaştığını da ortaya koyuyor. Nitekim Forbes Dergisi’nin Mart ayında yayımlanan bir araştırması küresel servet yoğunlaşmasındaki gidişatı gözler önüne seriyor.
Bu araştırmaya göre, Şubat 2015 itibariyle küresel servet yoğunlaşması hızla devam ediyor. 2009 yılında 793 olan dolar milyarderi sayısı 2015 ‘de 1,645’e yükseldi. Bu zenginlerin toplam servetlerinin değeri 6,4 trilyon doları buluyor. Ekim 2014 tarihi itibariyle 10,000 doların altında serveti bulunan 3,3 milyar yetişkinin servetinin değeri ise 7,6 milyar dolardı (Marjorie E. Wood, Forbes World Billionaires, inequality@ips-dc.org, 15 May 2015).
Uluslar
arası anlaşmalar: TTIP ve TPP
Küresel ekonomi ile ilgili
son gelişme ise ABD’de ortaya çıktı. 12 Mayıs 2015’de ABD Senatosu, Obama
Yönetimince hazırlanan TTIP gibi anlaşmaların fast-track, yani üzerinde
tartışma olmaksızın oylanması anlamına gelen bir biçimde görüşülmesi teklifini
geri çevirdi. Oysa TTIP, ABD ile Avrupa arasında; TPP ise ABD ile Pasifik Ötesi
bazı ülkeler arasında çok önemli ticari ve dev şirketlere önemli haklar tanıyan
siyasi anlaşmalar. Bu geri çevirme yüzünden anlaşmalar en az 18 ay gecikme ile
(seçim sonrasına kalacak) görüşülebilecek. Avrupa tarafında da aynı süreç
yürüyor. 10 Haziran’da Avrupa Parlamentosu TTIP konusundaki son kararı verecek (Nick Dearden, Are the Wheels Starting to Fall Off
TTIP?, http://www.commondreams.org/views/2015/05/13).
Bu anlaşmalar hem işçi
haklarını, hem de genel olarak istihdam düzeyini olumsuz yönde etkileyebilecek
bir içeriğe sahipler. Büyük çok uluslu tekellerin (özellikle de çok uluslu ilaç
ve film/medya şirketlerinin) ulus devletleri, maliyetlerini artırarak kârlarını
azalttığı gerekçesiyle özel bir biçimde oluşturulmuş uluslar arası mahkemelere
verebilme imkânı ve devletlerin bu durumda ağır cezalara çarptırılmaları anlaşmalara
tepkinin en temel nedenlerini oluşturuyor.
Küresel durgunluğun artık
kalıcı bir hal aldığı, yeni finansal krizlerin kapıda beklediği, sistemin giderek daha da asalaklaştığı, yoksulluğun artık gelişmiş ülkelerin de temel
bir sorunu olduğu ve gelir bölüşümü adaletsizliğinin hiç olmadık düzeylere sıçradığı
bir zamanda, iktisadi ve sosyal krizlerin sözü edilen uluslar arası yeni
anlaşmalarla da aşılamaması durumunda, yükselen emek ve toplumsal mücadelelerle
baş etmek ve dünyayı yeniden paylaşmak için uluslar arası sermaye ve onlarla iç
içe geçmiş emperyalist devletler tıpkı ilk iki dünya savaşında olduğu gibi yeni
bir paylaşım savaşına hazırlık yönelmekte gecikmeyeceklerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder