Jeremy
Corbyn: Sol için yeni bir umut mu?[1]
Mustafa
Durmuş
Jeremy
Corbyn İşçi Partisi liderliğine nasıl seçildi?
Eylül ayındaki Kongre’de, İngiliz İşçi Partisi’nin liderliğine % 59,5 oy oranı
ile (en yakın rakibinin oy oranı % 19 idi)
Jeremy Corbyn seçildi. Bu yarışta
partiyi yıllardır yöneten sağ kanadın temsilcisi Blair’in adayı Liz Kendall ise
sadece % 4,5 oy alabildi. Britanya “İşçi Partisi tarihinin en solcu lideri”
olarak tanımlanan[2]
Corbyn, 1983’ten
bu yana parlamentoda var olan, ama kendi partisi tarafından marjinalleştirilmiş
bir milletvekiliydi.
Bundan üç ay önce liderlik yarışı başladığında, hiç kimse
Corbyn’nin kendini aday gösterecek 35 milletvekilini dahi bulabileceğine
ihtimal vermiyordu. Seçilmesi sonrasında, sağdan, sola yorumcular “eşi
görülmemiş”, “politik deprem” ve “isyan” sözcükleriyle bu gelişmeyi aktardılar.
Seçilmesinin ardından ilk sözleri; savaş karşıtlığı, Irak savaşı nedeniyle
İngiltere’nin özür dilemesi gerektiği, mültecilerin yanında olduğu, kemer
sıkmaya / sosyal refah harcaması kesintilerine son verilmesi gerektiği ve
adaletsizlik ve eşitsizliklerden bıktığı oldu.
Corbyn’in lider olarak seçilmesini sağlayan birçok faktörden
söz edilebilir. Ancak üç kanaldan gelen destek belirleyici oldu. Gençler en çok desteği veren ve en sıkı
kampanya yürüten grup oldu. Zira 2008 krizi ve kemer sıkma uygulamaları en çok
gençleri vurdu. Savaş karşıtı hareket Corbyn’e
açık destek verdi. Zira Corbyn’in kendisi
‘Savaşı Durdur Koalisyonu’nun başkanlığını yapıyordu. İşçi sendikaları ve özellikle kamu
sektöründe sol liderlik altındaki güçlü sendikalar seçimde Corbyn’e destek
verdiler.
Bu seçimde daha önce parti tüzüğünde yapılmış olan bir değişikliğin yarattığı imkân belirleyici oldu. Tüzük değişikliğiyle
gelen birey hukukunun geçerli kılınmasının ardından, Internet üzerinden sadece
3 pound gibi cüzi bir kayıt ücreti ödeyerek üye olan binlerce genç, çok iyi bir
kampanya yürüttü ve Corbyn’in liderliğe seçilmesini sağladı.
Kuşkusuz son 20 yıldır partiye egemen olan neo liberal Blair’ci sağ kanadın parti
kamuoyunda yarattığı hayal kırıklığı da seçim sonuçları üzerinde son derece
etkili oldu. Zira tıpkı Avrupa’daki diğer bazı sosyal demokrat partiler gibi İngiliz
İşçi Partisi de sağcı neo liberal politikalara yönelmişti. Özellikle Muhafazakâr
Parti Lideri Thatcher’in adeta bir kopyası gibi işlev gören Blair ve Gordon
liderliğindeki ‘Yeni İşçi Partisi’, neo liberalizme teslim edilmesi yüzünden, 5 milyon seçmenini kaybetti. İşçi Partisi iktidarlarında da zenginlere önemli vergi indirimleri sağlandı, özelleştirmelerle
kamu kaynakları sermayeye teslim edildi. Öyle ki 19. Yüzyıldan bu yana ilk kez İngiliz
işçilerinin reel ücretleri uzun
süreli olarak düştü, yatırımlar azaldı, büyük çaplı ödemeler
dengesi açığı ortaya çıktı. Esnafın
durumu zorlaştı ve servet odaklarına yarayan ekonomi politikaları yüzünden
ciddi biçimde kötüleşti.
Kısaca İşçi Partisi seçmeni giderek Yeni İşçi
Partisi liderliğinin, neo liberalizmin “kırmızı” versiyonundan
öte bir şey olmadığını yaşayarak gördü.
Böylece
Corbyn’in seçilmesi, toplumun neo liberal politikalara, özellikle de kemer
sıkma politikalarına olan kızgınlığının ve sistemin açıkça bir parçası haline
gelen İşçi Parti’sindeki çürümüşlüğe karşı nefretinin devasa bir dışa vurumu
oldu.
Corbyn, partideki bu gerilemenin bilincinde olarak,
seçim kampanyasında bu Yeni İşçi Partisi anlayışını ciddi bir biçimde
eleştirdi. Seçmenini, neo liberalizmin hem mavi hem de kırmızı versiyonunun çözüm
olmadığına, yeni radikal bir program ve farklı bir liderlik altında daha
fazlasını yapabileceklerine ikna etti.
Arkasına aldığı büyük destek bu çıkışının halk
nezdinde bir karşılığının olduğunu gösteriyor.
İlave olarak Corbyn
ve ekibi, uzun süredir İşçi Partisi ve Avrupa’daki benzer partilerde dışlanan, marjinalize edilen değerleri
temsil ediyordu. Bu bağlamda nükleer savaş, emperyalist işgaller ve kemer
sıkma karşıtı söylemleri, servetin yeniden bölüştürülmesine dönük,
demiryollarının yeniden kamulaştırılmasına dönük programı, kadın hakları, kira
kontrolü, mültecilere desteği parti içinde özellikle de gençler arasında
inanılmaz bir destek gördü.
Nitekim adaylığını şu sözlerle açıkladı: “Blair ve Brown liderliğinin emek yanlısı
gibi görünüp muhafazakâr parti politikalarını maskelemeye yarayan ve kemer sıkmayı
kaçınılmazmış gibi gösteren hegemonyasına son vermek için aday oldum”.
Son olarak Corbyn’e üniversite içinden ve dışından ciddi
bir entellektüel-akademik destek
sağlandı. Böyle bir destek Corbyn’in programının
“sistemi tehdit etmeyen”, “makul önerilerden
oluştuğu” yönünde güçlü bir algının
oluşmasına yardımcı oldu. Kampanya süresince 40 Keynesyen ve heterodoks
iktisatçı Corbyn’i destekleyen bir metni The Guardian’da yayımlattılar. Bu
metinde özellikle de “Corbyn’in
politikaları aşırı sol değil. Kemer sıkmaya ana akım da, IMF de karşı” ifadelerine
yer verdiler. Böylece programın kabul edilebilir, aşırılık içermeyen bir
program olduğunu açıkladılar. Sonrasında
aralarında Stiglitz ve Piketty’nin de bulunduğu ünlü Keynesyen iktisatçılardan
oluşan bir ekonomi danışma kurulu oluşturuldu.
Corbyn’in
Sağ ve Sol’dan aldığı tepkiler
Öncelikle finans
sermayesi çevreleri büyük ölçüde Corbyn’e karşı sert eleştirilerde bulundu. Ayrıca 65 iktisatçı akademisyen,
Corbyn’in iktisat politikalarının ana akımdan uzak ve İngiliz ekonomisi için zararlı olduğunu açıkladı.
Diğer yandan finans kapitalin itibarlı sözcüsü Financial
Times’ın köşe yazarı Martin Wolf, Corbyn’in
ekonomik programının iki ana direği olan “Ulusal Yatırım Bankası” ve “Miktarsal
Kolaylaştırma” gibi önerileri gerekli bularak desteklerken, yeniden kamulaştırma gibi diğer
bazılarını gereksiz bulduğunu
açıkladı.
Corbyn siyaseten ayrıca, Gerry Adams ve Lübnanlı İslamcılarla savaşa son verme yönünde yaptığı görüşmelerden dolayı sağcı basın ve partilerce ulusal,
güvenliği tehlikeye atmakla suçlandı.
Liberal The Guardian Gazetesi’nin, J. Freedland’den
P. Toynbee’ye kadar, yorumcularının hemen hepsi, özellikle de kampanyanın başlarında,
Corbyn’e karşı yazılar yazdılar. Hem
The Guardian hem de kardeş gazetesi Observer’de Corbyn’nin cinsiyetçi, Yahudi düşmanı olduğuna
ya da vatansever olmadığına dair düzmece raporlar yayımlandı. Corbyn’in bu liberal
sol medya tarafından sevilmemesinin nedeni onlara meydan okumasıydı. Zira bu gazeteler “adalet”, “eşitlik”
söylemleri altında neo liberal düşüncenin ve küresel düzenin dayattıklarını
kabul etmekten öteye gitmezken, Corbyn ısrarla, başka bir dünyanın mümkün
olduğu söylüyordu.
Lider seçilmesi parti içinden ve dışından kendine
yönelik saldırıları artırdı. Saldırıların özünde onu itibarsızlaştırmak var.
Zira Corbyn İşçi Partisi içinde ciddi bir değişim dalgasını yönetiyor. Bu
nedenle de onu itibarsızlaştırmak aslında değişim dalgasını itibarsızlaştırmak
anlamına geliyor.
Corbyn’e olan destek arttıkça İşçi Partisi içindeki,
yıllardır partiyi yöneten sağcıların iktidarı ellerinden bırakmama yönündeki mücadelesi
de arttı. Öyle ki Blair’ci sağ kanat
saldırılarını artırdı. Blair “bu
liderlik altında İşçi Partisi’nin 2020 yılında yapılacak olan genel seçimleri
kazanıp iktidar olamayacağını” ileri
sürdü.
Seçilmesinin ardından geçen sadece dakikalar içinde Başbakan Cameron, “Corbyn’nin seçilmesinin ülke, toplum ve ekonomi için
ciddi bir tehdit oluşturduğunu” tweetledi.
Medya
ise küçüğü ve büyüğü ile Corbyn’e saldırıyor; milli marşı söylemediği için Corbyn’i kraliçeyi aşağılamakla suçluyor.
Kendi partisindeki
232 milletvekilinin çoğu kendisine karşı. Blair, partinin sola yönelmesine
olan tepkisini, hıncını her gün artan bir biçimde sergiliyor. Corbyn’nin
kampanyası sol fikirlerin popüler olabileceğini ve sağ, neo liberal politikalarla
uzlaşmanın gerekli olmadığını gösterdi. Sağ kanattan Blair, Gordon ve Kinnock gibi
Partinin eski liderleri ağız birliği ederek Corbyn’i hedef alıp ona saldırılarının
sürdürüyorlar. Blair solun iktidar olmasındansa
genel seçimleri kaybetmeyi tercih eder bir konumda. Korkusu ise sol düşüncenin
popüler hale gelmesi.
Çevrecilerin
ve sosyalistlerin Corbyn’e yaklaşımları
Yeşiller
Partisi’nden Corbyn’e destek mesajları geldi. Çünkü
Yeşiller kemer sıkma, özelleştirme, nükleer silahlar ve askeri müdahaleler
konusunda İşçi Partisi ile aynı görüşlere sahip (bu durum ileri sol bir
ittifakın önünü açabilir).
‘Cornby’den
elinizi çekin’ adlı bir grup[3],
Corbyn’nin liderliğine seçilmesini
Britanya siyaset tarihinin en önemli olaylarından biri olarak görüyor. Zira onlara
göre Corbyn, kemer sıkmadan bunalmış milyonlarca insanın sesi oldu. Corbyn’in
lider seçilmesi hem düzeni hem de sağcı politikaları taklit etmekten ve partiyi
sermaye karşısında eli kolu bağlı bir konumda tutmaktan daha öteye gitmeyen partinin
sağ kanadı için adeta bir deprem niteliğinde oldu.
“Neo liberalizme fren yaptırtacak bir özellik taşısa
da” İşçi Partisi’nin parlamenter yöntemlerinin sosyalizme geçişi mümkün
kılamayacağını açıklayan Socialist
Workers Party[4],
bu gerçeğe rağmen Corbyn’nin zaferinin tüm
solu coşturduğunun ve önümüzdeki süreçte kemer sıkma karşıtlığını
yüreklendirdiğinin altını çiziyor. SWP’ye göre, yapılacak hala çok şey var ama
Corbyn’nin zaferi tüm sol tarafından kutlanacak bir zaferdir.
Kanadalı Marksist Leo Panitch (Socialist Register)[5], Corbyn’in, 1980’lerde Tony Benn gibi, kapitalizme yapısal eleştiri getirip, İşçi
Partisi’ni sosyalizmin gerçek bir aktörü haline dönüştürmek isteyen bir geleneği temsil ettiğini, sosyalist değişim için partiyi işlevsel
kılmaya çalışan yaklaşımın bir parçasını oluşturduğunu ileri sürüyor. Bu gelenek, 1960’lardaki “Yeni Sol”, “Vietnam
Savaşı Karşıtlığı”, “Kadın Hareketi” ve “Katılımcı Demokrasi” mücadelesiyle
başlayıp, 1970-1980’lerde devam eden, ama Blair liderliğindeki “Yeni İşçi
Partisi / New Labour” sağ müdahalesi ile
sonlanan bir gelenek.
Britanyalı Marksist iktisatçı Michael Robets’e göre[6]
hem Corbyn hem de ekibindeki ikinci adam konumundaki ve gölge maliye bakanı
olarak atanan McDonnell’ın “aleni
Marksist” olarak açıkladıkları iktisadi analizler çok ilgi gördü. Ona
göre, “McDonnell kendisini Marksist biri
olarak ilan ediyor. Diğer taraftan, kapitalist
üretim mekanizmasının nasıl işlediği konusunda Marx’a atıflarda bulunsa da, sorunlara önerdiği çözümler Keynesyen çözümler. Zaten danışma kurulunda Marksist
iktisatçı yok. Ama Piketty ve Stiglitz gibi Keynesyenler var. Bu, ana akımdan
gelecek eleştirileri göğüslemek için iyi bir fikir. Ancak Syriza da Marksist analizlerle yola çıkmıştı,
Maliye Bakanı Varuofakis kendisinin müzmin bir Marksist olduğunu açıklamıştı,
fakat bu durum, sonraki günlerde
Keynesyen iktisadın ya da Minsky’ci çözümlerin pratikte daha uygun olduğunu
kabullenmelerini önlememişti”.
Britanyalı Troçkist
grup wsws[7]
ise, Corbyn’in son İşçi Partisi Konferansında
kemer sıkmaya karşı gerçek anlamda bir çözüm önerememesinin nedeninin, kapitalist
sisteme gerçek anlamda karşı olmamaktan kaynaklandığını ileri sürüyor. Zira
“Corbyn kemer sıkmanın ve miktarsal kolaylaştırmanın politik bir tercih
olduğundan söz etse de, bütün bunları yöneten finans oligarşisine meydan
okumanın da politik bir kararlılık gerektirdiğini bilmesi gerekir”.
Corbynomics’in
temel argümanları / ekonomik ve politik programının ana hatları
Corbyn ve arkadaşlarının hayata geçirmek istediği
program ‘Sol Emek’ olarak adlandırılan ve 1970- 1980 başlarına
kadar Tony Benn’in benimsediği ve
demokratikleştirilmesine katkıda bulunduğu
‘alternatif ekonomik strateji’
olarak bilinen programın özelliklerini taşıyor. Nitekim gerek seçim kampanyası
sırasında, gerekse de seçildikten sonra düzenlenen ilk parti konferansında Corbyn, liderliğinin ekonomik
vizyonunu şöyle özetledi:
“Corbynomics’in vizyonu eşitlik, adalet gibi bugünün Britanya’sında olmayan bir vizyondur.
Güçlü, yoksulluğu artırmayan ve herkesin
yararına işleyen bir ekonomi inşa edilecek.
Kemer
sıkma bir ihtiyaç değil, bir politika tercihidir. Kemer
sıkmaya gerek yok. Zira yeterli kamu geliri potansiyeli mevcuttur. Buna
karşılık vergi indirimlerinden sadece en zengin % 4’lük nüfus yararlanabiliyor.
Zor tercihler karşısında her zaman kamusal hizmetler savunulacak ve yoksulların korunması öncelikli
olacak. Herkes için işleyen bir ekonomide gelir ve servet sahiplerinden daha fazla katkı istenecek.
Refahı artırabilmek için, daha fazla devlet sürümlü ekonomik genişleme, ekonomik yeniden inşa ve daha fazla yatırım
gerekiyor.
Bankalar veya büyük finansal yatırımcılar için
değil, halk için miktarsal kolaylaştırma
yapılmalı. Şirketlere verilen
sübvansiyon ve vergi indirimlerinden yapılacak tasarruflardan oluşacak milyarlarca
poundluk kaynağı altyapı, ulaştırma, eğitim, sağlık ve diğer zorunlu hizmetlere
yapılacak yatırımlar için kullanmak gerekiyor.
Bu amaçlar için bir Ulusal Yatırım Bankası kurulmalı.
Vergileme bir yük değil, modern bir toplumda
yaşamanın bedelidir. Hastaneler okullar kaynak sıkıntısı çekerken, zenginlerin
vergilerini ödememeleri kabul edilemez bir durum.
Vergi sistemi uzunca bir süredir gelir ve serveti
vergilemek yerine tüketimi; sermaye şirketleri yerine bireyleri vergiliyor. Vergileme artan oranlı olmalı, yani
vergi sistemi kazanç ile orantılı olarak artan oranlı olmalı, en çok imkânı
olanlar daha fazla vergi ödemeli, bu sadece miktar değil, oran olarak da böyle
olmalı, böylece de sermaye vergisini
adil bir biçimde ödemeli.
Servet zenginliğinin bir nedeni vergi
indirimleridir, bunlar azaltılmalı.
Kemer sıkma sona erdirilmeli, büyüme ve nitelikli istihdama dayalı dengeli bir ekonomi yaratılmalı,
işçiler yarattıkları zenginlikten adil pay alabilmeli. Emekçi ailelerini,
işsizleri, yarı zamanlı çalışanları, engellileri, emeklileri, gençleri ve kamu
çalışanlarını karşısına alan sisteme son verilmeli.
Bütçe açığını kapatmak için kemer sıkmaya gitmek
sadece zengin seçkinlerin işine yarayan bahanelerdir. Bütçe açıklarının
azaltılmasının yolu sosyal harcamaları kısmaktan geçmez. Dengeli, adil, eşitlikçi ve sürdürülebilir bir büyüme (yüksek ücret,
nitelikli istihdam ve herkes için eşitlikçi ve adil bir bölüşüm sağlamaya
dönük) bütçe açıklarını ortadan kaldırabilir.
AB’den
ayrılmak (Brexit) ve NATO’dan çıkmak, reforme edilmiş bir ‘Sosyal Avrupa’nın kurulması,
Yunanistan’a yapılan muameleye karşı çıkılması, TTIP gibi kamusal mal ve hizmetlerin özelleştirilmesi ve
ticarileştirilmesini ve bütünüyle uluslar arası sermayenin hizmetine
sunulmasını öngören uluslar arası anlaşmalara
karşı çıkılması gibi temel hedeflerin yanı sıra programın temel
politika araçları arasında şunlar yer alıyor:
“Halka yönelik kemer sıkmaya ve sosyal harcama
kesintilerine karşı çıkılırken, Trident
nükleer füzelerine yapılan harcamaların durdurularak kamusal harcama
tasarrufuna gidilmesi,
Ekonomiyi yöneten Hazine, Maliye ve Gümrükler ve Merkez Bankası gibi kuruluşların radikal
bir revizyonu, daha sıkı denetlenmesi ve özellikle merkez bankasının finans
sermayeyi büyütmek için değil, halk
için miktarsal kolaylaştırma yapmasının sağlanması,
Büyük çapta
alt yapı yatırımlarının yapılması, bu amaçla ulusal bir
yatırım bankasının kurulması,
Halk için
miktarsal kolaylaştırmanın bu banka üzerinden yapılması,
Yılda
240,000 yeni konut yapılması,
Royal Bank of Scotland’taki % 79’luk kamu hissesinin
korunması,
Demiryollarının, ulusal posta hizmetlerinin ve enerji şirketlerinin tekrar kamulaştırılması,
Sağlıkta
piyasalaşma, taşeronluk sistemi ve bir tür kamu özel
ortaklığı olan özel finans uygulanmasına
son verilmesi, kamu personelinde kısıntıya gidilmemesi,
Reel
bir yaşanabilir ücret sağlanması, sendikal hakların genişletilmesi ve cinsiyete
dayalı ücret farklılıklarının ortadan kaldırılması,
Vergi idaresinin reforme edilmesine dönük
harcamalardan yapılan kısıntıların kaldırılması,
Vergiden kaçınmanın caydırılması ve vergi kaçakçılığı ile etkin mücadele
yapılarak, yıllık maliyeti 120 milyar poundu bulan vergi açığının kapatılması. Bunun için küçük işletme
vergilemesinin reforme edilmesi,
Daha da ilerletilmiş bir artan oranlı vergileme ile vergi yükünün zengin
bireyler ve büyük şirketlere kaydırılması, böylece vergilerin bir yeniden bölüşüm aracı olarak tekrar kullanılması,
ÇUŞ’lara dönük ülke bazlı raporlama sistemine geçiş,
böylece Starbucks, Amazon, Vodafone ve
Google’ın daha fazla vergi vermesinin sağlanması,
İş
çevrelerinin daha etkin bir biçimde denetlenmesi,
regülasyonu ve şirketlerin vergilerini tam olarak ödemelerini
sağlamaya dönük yeni düzenlemelere gidilmesi,
Toplumun en
zor durumda olanlarına daha fazla yardım yapılması.
Bütçe açığının yeni
sanayi ve alt yapı yatırımlarına dayalı bir ekonomik büyüme ile sağlanacak ilave
vergi gelirleriyle kapatılması”.
Corbyn’e göre böyle bir program hayata geçirilmezse
“elde geriye sadece bir gazino kapitalizmi, eksik yatırımlar, borç balonları,
devasa bir zengin-yoksul eşitsizliği ve giderek büyümekte olan bir bölgesel
eşitsizlik kalır. Vizyon, herkesin
yararına işleyen, herkese fırsat veren, Kuzey-Güney; Doğu-Batı her yöne yatırım
yapan bir ekonomi yaratmak. Yani bir toplumun ekonomik gelişmişliğinin
ölçüsü, milyarder sayısı değil, azalttığı yoksulluk; sadece GSYH büyümesi
değil, gelir ve servet eşitsizliğinin ne ölçüde azaltıldığıdır”.
Corbyn’in
programının sosyalist sol, emek ve demokrasi mücadelesi açısından değerlendirilmesi
Program, “Marksistlerin
elinin değdiği”, ancak ileri
Keynesyen vizyon ve araçlarla sınırlı bir program görünümünde. Nitekim “Corbyn’in politikalarının aşırı sol
ya da Marksist bir içerik taşımadığı”, Corbyn’i destekleyen Keynesyen ve
heterodoks iktisatçılarca doğrulandı.
Ancak, sistemin egemenlerinin en azından bir kesimini
(bu haliyle asalak olarak nitelenen finansal sermayenin kısa vadeli de olsa
çıkarlarını) tehdit eden böyle bir programın, genel anlamda kapitalizmin
aşırılıklarını törpülemeyi amaçlayan her
reformist program gibi, açmazları söz konusu.
Örneğin programın detaylarında yer alan ve “öğrenci
harçlarının kaldırılması, yeni burslar sağlanması, kamucu bir çocuk bakımı hizmetinin
ücretsiz olarak sunulması, herkes için nitelikli kamusal eğitime katkıda
bulunulması, evsizler için her yıl binlerce yeni konut yapılması ve tüm bunların
zenginlerden alınacak yüksek gelir vergisi ve yüksek kurumlar vergisi ile
karşılanması ve boş arazilerin ve konutların kullanıma açılması gibi” öneriler emek mücadelesinin kazanımları
olarak, toplumun büyük çoğunluğu açısından iyi şeyler, ama bunların ne ölçüde
hayata geçirilebileceği ya da kalıcı kılınabileceği oldukça tartışmalı.
Corbyn’in danışmanı Murphy’nin hesaplayıp ortaya attığı ‘vergi açığı’ kavramı bu konuda önemli. Murphy’e göre, Britanya’da yıllık 120 milyar
poundluk bir toplanamayan sermaye geliri vergisi var. Yeni vergi konulmasına gerek kalmaksızın bu toplanamayan
vergiler toplanabilir. Böylece sermaye
kesimini rahatsız etmeksizin, kanunen zaten alınması gerekli olan, ama vergiden kaçınma ya da kaçakçılık gibi
nedenlerle toplanamayan vergiler toplandığında programdaki vaatler yerine
getirilebilir.
Bu bağlamda, Murphy’e göre, “yatırım yapmak isteyen,
dürüstçe ve zamanında vergisini tam olarak ödeyen, kısa vadeli hızlı kazanç
değil, uzun vadede kalıcı kazanç elde etmek isteyen sermaye sahipleri için bu
program zararlı değil, tam tersine yararlıdır”.
Ancak burada gözden kaçan husus vergiden kaçınan ya da vergi kaçıran bu kurumların tamamının özel mülkiyete
tabi kapitalist şirketler olduğu. Yani mülkiyet
biçimi değişmediği sürece bu vergilerin toplanabilmesi çok zor, hatta imkânsız.
Nitekim bir maliyeci olarak bu gerçeğin farkında olan Murphy bu miktarın ancak
20 milyar poundunun fiilen toplanabileceğini kabul ediyor.
Yani niyet ve çaba çok önemli olsa da, kapitalist
üretim tarzının ortaya çıkışından bu yana en temel dayanağı olan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet
ortadan kaldırılmadan ya da ciddi anlamda sınırlandırılmadan bu vergilerin
sermaye şirketlerinden alınması mümkün değil.
İşin
gerçeği yaşanmakta olan kâr oranlarındaki düşüş nedeniyle
bırakın vergi almayı, özel yatırımların mevcut düzeyini koruyabilmek için, devlet bu şirketlere yıllık 60 milyar
poundluk vergi indirimi ve sübvansiyon veriyor. Buna rağmen Eurostat’ın
verilerine göre, İngiltere’de yatırımların GSYH içindeki payı, diğer gelişmiş
ekonomilere göre düşük düzeyde seyrediyor. Yani özel sektör, yaşanmakta olan uzun
süreli durgunluk nedeniyle düşmekte olan kârlılık düzeylerinde yatırım yapmayı ancak bu denli büyük bir
sübvansiyon, vergi teşviki desteği ile kabul ediyor. Bu destekler kaldırıldığında
bu yatırımların daha da azalması beklenir.
Programı hazırlayanlar bu durumun da farkında olduğu için, yatırım eksikliğinin tipik Keynesyen
müdahalelerle çözülmesi planlanmış durumda. Böylece, program özel yatırımlara rakip olmayan, onları
ikame etmeye değil, onları tamamlamaya dönük ve kamu tarafından yönlendirilen alt yapı, eğitim, sağlık, konut, bilişim- teknoloji yatırımlarına ağırlık
verilmesini içeriyor.
Bu yatırımlar Keynesyen anlamda ‘sosyalleşmiş yatırımlar’ olabilir,
istihdam ve gelir yaratırlar, ama özü
itibariyle sermayenin verimliliğini ya da kâr oranlarını yükseltmeye yarayan
yatırımlar. Bu da son tahlilde işsizliği azaltmak ya da yoksulluğu
hafifletmek gibi olumlu etkiler yaratsa da, gelir ve servet dağılımını
iyileştirmeyen hatta servet ve sermaye temerküzünü ve sermayenin sadece
ekonomik değil sosyal ve politik gücünü artıran yatırımlar olacaktır.
Nitekim bu yatırımları savunurken Murphy, “bu
yatırımların ikame değil, tamamlayıcı özelliklerine ve bu yatırımlar sonrasında
ortaya çıkacak büyümenin ülkedeki irili ufaklı tüm firmalara, ölçek farkı
gözetilmeksizin, fayda sağlayacağına, bu nedenle de bu programın sermaye
tarafından sahiplenilmesi gerektiğine” vurgu yapıyor.
Sorunu doğru
teşhis etmek: Kârlılık düşüklüğü mü, yoksa talep yetersizliği mi?
Corbyn’in ekonomik programı, Keynesyen iktisatçılar ile Marksist iktisatçılar arasındaki
temel bir tartışmayı da bir kez daha gündeme taşıyor: Ekonomik durgunluğun,
büyüme sorunlarının temelinde düşük kârlılık mı yoksa toplam talepteki
(harcamalardaki) eksiklik mi yatıyor?
Keynesyenlere
göre sorun talep, dolayısıyla da harcama yetersizliğinden kaynaklanırken, Marksistlere göre sorunun özünde kâr oranlarında azalma, ya da sermaye getirisinin düşme eğiliminde
olması, bu nedenle de yeni yatırımların
azalması yatıyor.
Bu bağlamda Corbyn’in
programı kamusal yatırım harcamaları ile bu harcama ve talep eksikliğini
gidererek büyüme sorununun aşılmasını öneriyor. Yani sorun kârlılık
yetersizliği değil, talep yetersizliğidir, o nedenle de toplam talebi canlandıracak kamu harcamalarına yönelmek gerekir. Bu
yüzden de program, tipik bir Keynesyen bakış açısı altında, ne bütçe açıklarından ne de artmakta olan borç stoklarından rahatsız olmayan bir
görünüm sergiliyor.
Nitekim McDonnell, bütçe açıklarını reddetmiyor ve,
bir Keynesyen gibi, bunlarla yaşamak durumunda olduklarını kabul ediyor. Diğer yandan Muhafazakâr hükümetin mali
sıkılaştırma anlaşmasına (fiscal compact) destek vereceklerini açıklıyor. Böylece
İşçi Partisi gelecekte Muhafazakâr Parti’nin bütçe açığı ile ilgili
suçlamalarını göğüslemeyi hedefliyor ve mali
disiplinden yana tavır alıyor.
Ancak McDonnell, bütçe açığı ve kamu borçlarını,
refah harcamalarını ve diğer kamusal harcamaları kısarak değil, zenginlerin
vergisini artırarak, sermaye teşviklerini azaltarak, vergiden kaçınma ile
mücadele ederek azaltacaklarını açıklıyor. Keza borçlanma ile alt yapı
projelerinde ekonomik büyümeyi teşvik etmeyi planlıyor. Sadece Trident nükleer
füzelerine yapılan harcamayı ortadan kaldırarak 80-100 milyar poundluk bir
tasarruf sağlayabileceklerini ileri sürüyor.
Ancak tüm bu
önlemler yeterince vergi geliri yaratmayabilir. Bunun için ekonominin yılda
en az % 2-2,5 büyümesi gerekir.
Diğer yandan finans kapital açısından, hem bütçe
açıkları hem de borç stokları ekonomik istikrarın bozulması konusunda en önemli
faktörlerdir. Yani finans kapital, bütçe açıkları ve yüksek borçların neden olacağı istikrarsızlıklar, enflasyon ve bunun da servetin değerini
azaltması gibi faktörler nedeniyle böyle bir programa karşı çıkıyor.
Bu durum kendi uluslararası finans kapitalin, borsaların
Libor’un merkezi konumunda olan İngiltere’de böyle bir programın uygulanabilmesini siyaseten zorlaştırıyor. Ayrıca yeni bir
finansal krizin her an patlayabileceği
gerçeğinden hareketle, böyle büyük çaplı bütçe açıkları ve kamu-özel borç
stoklarıyla yeni bir krize yakalanması halinde ortaya çıkacak olan ekonomik çöküş ve bunun neden olacağı
politik fatura da çok yüksek olacaktır. Bu görüldüğünden özellikle de partinin
sağcı Blairci kanadı Keynesyen genişleme
tezlerinden daha çok neo liberal tezlere yakın duruyor.
Marksist analize göre kapitalizm düzenli krizlere
girer. Bu gerçeklik Marksist ekonomik analizin bir sonucudur, ancak bunu
liberal ya da Keynesyen ana akım iktisatçılar kabul etmezler. İngiltere’nin
mevcut gidişat altında 2020’ye kadar ekonomik krize girmesi hayli yüksek bir
ihtimal. McDonnell de birçok kez bu yönde açıklamalarda bulundu.
Keynesyenler, 2008 Büyük Resesyonu’nun gelişimini
göremediler ve onunla baş edecek politikaları, en azından toplumun çoğunluğu
lehine olabilecek, gündeme getirmediler. Dolayısıyla gelecek krizle ilgili Keynesyen çözümlere bağlı kalmak, ekonomik rol
üstlenme gereği olarak dahi olsa, halkın geleceğini kadere bırakmak anlamına
geliyor.
Corbynomics,
düşük faizli, bol ve ucuz para
politikasına ve kemer sıkma karşıtlığından hareketle, başta yatırım
harcamaları olmak üzere harcamaların artmasını esas alan bir genişletici maliye politikasına dayanıyor. Bu iki politikanın geleneksel Keynesyen politikalardan özde farklılığı olmasa da program
iki farklı iddia ile yola çıkıyor: Bir Ulusal
Yatırım Bankası’nın kurulması ve şu ana kadar uygulanan miktarsal
kolaylaştırmanın finans kapital için değil, halk için uygulanmasına devam
edilmesi (Halk İçin Miktarsal
Kolaylaştırma).
Bu iki temel araç ya da öneri yenilik gibi görünse
de kendi içinde ciddi çelişkiler
barındırıyor.
Ulusal
Yatırım Bankası
Corbyn’in de doğru analiz ettiği gibi, sermaye
spekülatif finansal varlıklara ya da yurt dışına yöneliyor. Bunun nedeni sanayi yatırımlarındaki kârlılığın
göreli olarak düşük oluşu. Oysa kârlılık yatırımlar, istihdam ve büyüme için
temel koşul. Bu tür Marksist bir analiz, programın çözüm kısmında yerini Keynesyen önlemlerle değiştiriyor ve Corbyn programı “yeşil, konut ve ulaştırma,
kamusal alt yapıda büyümeyi” hedefliyor.
Bu yatırımların ise kurulacak bir yatırım bankası ile fonlanması
hedefleniyor. Böylece tercihen ulusal ya da bölgesel çapta kurulacak olan bir kamu yatırım bankası tahvil ihraç edecek,
bu tahviller Merkez Bankası tarafından satın alınacak, böylece bankanın yeterince
nakdi olacak. Banka bu parayı sözü
edilen reel yatırımlar için kredi vermek biçiminde kullanacak.
Ancak bir Ulusal Yatırım Bankası’nın kurulması fikri yeni bir fikir değil. Bu
fikir A. Smith’in ‘devletin sorumluluğu’ fikrine dayanıyor[8].
Ulusal Yatırım Bankasının bir başarılı örneği, Büyük
Resesyon sonrasında Brezilya’da (BNDES) örneğinde görüldü. Bu ülkede yatırımlar
hızla arttı.
Diğer yandan,
hali hazırda Avrupa Yatırım Bankası,
Nordik Yatırım Bankası ve benzeri diğerleri mevcut. Örneğin Avrupa
Merkez Bankası (ECB) hali hazırda Avrupa Yatırım Bankası’nın tahvillerini satın
alıyor, karşılığında aktardığı para uzun vadeli projelere harcanıyor. Ama bunun etkisi hem çok cılız hem de çok zaman
alıcı.
Kuşkusuz böyle bir proje en zengin % 1yerine, % 99’a
hizmet edebilecek sürdürülebilir bir ekonomik faaliyete yardımcı olabilir. Ancak
Ulusal Yatırım Bankası’nın yeterli
büyüme sağlayabilmesi zor, zira ekonominin stratejik sektörleri hala kapitalist
kâr maksimizasyonu peşindeki büyük finans kapital kuruluşlarınca, büyük ilaç ve
uzay teknolojisi, telekomünikasyon, büyük inşaat ve ulaştırma firmalarınca
belirleniyor.
Kısaca, UYB ve RBS gibi devlet kontrolündeki bir
banka, kredi kuruluşlarını yatırım ve
istihdam artışı fonlamasında birer araca dönüştürmeye yetmeyecektir. Bu nedenle
de UYB’nin ve sermayesinin tamamı kamuya
ait bir bankanın yanı sıra diğer büyük bankalar kamulaştırılmalı ve bunlara ait
finansal kaynaklar bu amaçla kullanılmalı.
Yani stratejik
endüstrilerin kamu mülkiyeti altında demokratik kontrolü gerekiyor. Ulusal
çapta öneme sahip endüstrilerin kamulaştırılması kirlilik, gürültü vs dâhil
çevresel olumsuz etkilerin doğmasını da önleyebilir. Aşırı gibi gözükse de bu
önlemler alınmazsa, ekonominin spekülatif yatırımlardan uzun dönemli
sürdürülebilir yatırımlara dönüştürülmesi mümkün olmayacaktır.
Demokratik
bir biçimde yönetilen kamucu bir ekonomi temelinde yükselen yatırım, istihdam
ve hizmetler için bir ulusal plan gerekiyor. İşin aslı böyle bir reçete
Marksist analizin reçetesidir. İşçi Partisi liderliği ise Marksist analizi
sevse de, Keynesyen çözüme yöneliyor.
Halk
İçin Miktarsal Kolaylaştırma (HMK) : Farklılığı
ne?
Şu ana kadar ki çok büyük çaptaki
miktarsal kolaylaştırma (MK)operasyonlarının başarısız kalması, kapitalist
sistemi, kapıdaki, özellikle de bu aralar Çin’den kaynaklı olması beklenen, yeni krizler karşısında çaresiz bıraktı.
Yeni bir araca ihtiyaç oluştu.
Corbyn’in, önerdiği diğer önlemlerin yanı sıra,
HMK bu tür bir yeni araç olarak gündeme gelmesi bir tesadüften ziyade
bir ihtiyacın belirtisi.
Normal MK altında
merkez bankası kamusal kâğıtları (devlet tahvili vb) bankalardan ya da
şirketlerden geri satın alır ve bastığı yeni nakit ile özel harcamaları teşvik
eder. Ama yapılmış çalışmalar bu paranın
çok büyük bir kısmının spekülatif
faaliyetlere, riskli varlık balonlarına gittiğini, verimli yatırımlara
gitmediğini gösteriyor.
Alternatif olarak
sunulan HMK’de ise yeni para doğrudan konut
kooperatiflerine/birliklerine, yerel yönetimlere, ulusal ya da bölgesel yatırım
bankalarına, yani doğrudan alt yapı projelerini yürütebilecek olan kurumlara
verilir. Corbyn böyle bir kaynak tahsisi ile paranın, ulusal bir yatırım
bankası aracılığıyla, reel sektöre
gitmesinin ve verimli bir biçimde kullanılmasının sağlanabileceğini öngörüyor[9].
Bir başka anlatımla HMK’de merkez
bankaları büyük ölçekte konut, enerji, ulaştırma ve dijital projelere yatırım
yapılmasının sağlanması ile ilgili olarak görevlendiriliyor, böylece
bankalar, büyük fonlar yerine reel ekonomiye, üretime insanlara dönük bir
parasal bollaştırma yapılıyor.
Bu yöntemde para doğrudan verimli üretim yapacak organlara aktarılacağından
bu kurumların çıkartacağı bono ve
tahviller merkez bankalarınca satın alınıyor, karşılığında taze nakit
sağlanıyor.
Projenin ana fikrinin sahibi olduğu ileri sürülen Richard Murphy’e göre[10],
bono/tahvil ihracını ya ‘yeşil yatırım bankası’ ya da yerel yönetimler, sağlık
vakıfları vb diğer ajanlar yapar. Bunun amacı büyük sermaye ve finansal
piyasaların ekonomiye büyük çapta yatırım yapmaktan kaçınmaları durumunda
ortaya çıkan boşluğu kapatarak, ekonomiyi konut, kırsal kalkınma,
sürdürülebilir enerji, yeni ulaştırma sistemleri vb gibi alt yapıya yapılacak
yatırımlarla canlandırmaktır.
Görüldüğü gibi projenin bir ayağında
konut, sağlık, alt yapı, dijital ekonomi, eğitim gibi halkın refahını doğrudan
ilgilendirdiği kadar, ekonomide yaratacağı çarpan etkisiyle büyümeyi
hızlandırabilecek temel sektörler var. Bu büyük çaplı yatırımların fonlamasını içeren diğer ayağında ise
bir ulusal ya da bölgesel yatırım
bankası, yerel yönetimler /belediyeler gibi yatırımcı organlar var. Yani
para, bankalar, fonlar ya da diğer finans kuruluşlarına değil, doğrudan yatırım
yapması beklenen bu kuruluşlara veriliyor. Bunun finansmanı da bu kurumların
çıkartacağı tahvil ve bonoların merkez bankasınca satın alınması ile
sağlanıyor.
Halk İçin Miktarsal
Kolaylaştırma yeni bir fikir mi?
Öncelikle, Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma projesinin yeni bir fikir olmadığı, bunun ‘Açık Parasal Finansman (Overt Monetary Financing /APF, OMF)’ adı altında devlet
tahvilleri karşılığında merkez bankasının yeni para basma prosesi olduğu ve bu
taze paranın ekonomik faaliyetleri teşvik etmek için doğrudan ekonomiye harcandığı
ileri sürülüyor[11].
Nitekim Corbyn’in önerisini destekleyen Prof. B. Mitchell’e göre bunun adı
HMK değil, ‘Açık Para Finansmanı’
olmalı. Zira para doğrudan reel ekonomiye zerk ediliyor. Ona göre, APF aslında Avrupa Birliği Parlamentosunca
2012 tarihinde, AB ülkelerindeki krize
karşı bir çıkış yolu olarak getirilmiş bir öneriydi[12].
Murphy, HMK fikrinin kendine ait
olduğunu ve bu önerinin Corbyn tarafından da benimsendiğini hatta bu konuda
yazdıklarının İşçi Partisi’nin 28 Eylül tarihli konferansında dağıtılmak üzere
basıldığını ileri sürüyor[13].
Benzer
fikirler geçmişte Keynes, Friedman, Bernanke, Buiter ve Martin Wolf tarafından
savunuldu. Zimbabwe geçmişte çok benzer bir politika uyguladı.
Keynes döneminde
parasal bollaştırmanın savunulmasının nedeni, Klasik Miktar Teorisi’nin aslında
Büyük Depresyon sırasında işe yaramadığının anlaşılmasıydı. Zira Keynes’in çalışmalarında ortaya koyduğu
gibi Büyük Depresyon sırasındaki
banka çöküşleri para arzında ciddi azalmayla sonuçlandı. Bu da fiyatlardan ziyade, istihdamı vurdu.
Kaynaklar atıl kaldı. İnsanların elinde para olmadığı için üretilen malları
satın alamadılar. Ekonomide yeterli para olmayınca iş yapılamadı, girdiler
satın alınamadı, işçilere ücret ödenemedi. Çözümü para arzının artırılmasında
gören Keynes para basılmasını ve bunun adeta kömür madenlerinde üretim ve
yatırım yapılması için harcanmasını, işçilerin böylece yeni gelirler elde
edebileceğini ileri sürdü. Yani yeterli
para varsa, işler canlanacak ve işçiler iş bulabilecekti.
Bu fikir
bugün de, sistem içi çözümler açısından, giderek kabul görüyor. Keza
geçmişte Monetarist iktisadın babası sayılan M. Friedman para arzındaki yetersizliğin Büyük Resesyon’a nedeni
olduğunu kabul etmişti. Ancak o paranın maden ocaklarına gömülemeyeceğini, işsizliğin azaltılması için
deyim yerindeyse ‘helikopter para’nın gerektiğini ileri sürdü[14].
Nitekim bu ekolün takipçilerinden olan Ben
Bernanke 2006 yılında Fed Başkanı olduğunda ‘helikopter para’dan söz etmişti. Yani paranın bankalara değil,
adeta helikopterle şehrin üzerinden atılır gibi kişilerin hesabına karşılıksız olarak yatırılarak, bu yolla halkın
harcama yapmasına imkân verilmesinin çözüm olabileceğini belirtmişti. Ama
sonrasında bunu bir daha gündeme getirmedi. Keynesyen iktisatçı Simon Wren
Lewis’e göre, helikopter para aslında bir tür kamu harcamasıdır[15].
HMK’den
beklenenler
Halk İçin Parasal Kolaylaştırma’nın sağlayacağı faydalar savunucuları tarafından aşağıdaki gibi sıralanıyor:
HMK devletin doğrudan para arz etme kapasitesini kullanan ve ekonominin refah artırma potansiyelini artırmaya yarayan bir strateji işlevi görebilir. Geleneksel MK’ye nazaran uygulaması daha basittir ve birçok komplikasyondan azadedir. Bu önerinin reddedilmesini gerektiren teknik-iktisadi bir neden mevcut değildir.
HMK, resesyon ve depresyon kaynaklı sorunları gidermede maliye politikasının çok güçlü bir kısmını oluşturabilir. Yani HMK doğrudan verimliliği yüksek alt yapı yatırımlarına yöneleceğinden reel ücret, gelir ve istihdam yaratma etkisi büyük olacak, bu da ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır. Gelirler arttığında artacak olan vergi gelirleri de yatırımların kendini geri ödemesini de sağlayacaktır.
Böyle
yatırımların koordinasyonun kurulacak bir ulusal yatırım bankası tarafından
yapılması halinde, banka finansman ihtiyacını karşılamak için tahvil
çıkartacak, merkez bankası bunları satın alarak nakit aktaracak. Böylece
yatırımın finansman maliyeti de minimumda tutulabilecektir. Yani HMK ile
yapılacak fonlama, normal tahvil ihracı ile yapılmakta olan fonlama biçimleri
gibi, diğer fonlama seçeneklerinden çok daha ucuzdur. Diğerlerinde zenginlikler halktan bir avuç servet zenginine transfer
edilmektedir. HMK ise bu süreci ters yüz
edebilir[16].
Bu politika, ortodoks parasal finansmanın
tersine ulusal borç stokunu artırmaz.
Ortodoks MK tersine çevrilir, bunun için merkez bankasında tutulan devlet
tahvillerini geri ödemede gerekli para için vergileme kullanılır. Gelecekte
vergilerin artma beklentisi insanları bu yeni paranın bir kısmını harcamaktan
ziyade tasarruf etmeye yönlendirir. Ortodoks olmayan bir MK bu sorunu ortadan
kaldırır zira merkez bankasından yapılan borçlanma geri ödenmeyebilir[17].
Murphy HMK’nin haklı bir ekonomi politiğinin olduğunu ileri sürer. Zira
sırasıyla; HMK[18];
sadece bir fonlama aracı ya da basit iktisat konusu değil, politik ekonomi ile
ilgili yeni bir düşünce şeklidir. Halkın sorunlarına ilgisiz kalmaya karşı
geliştirilmiş yeni bir yoldur. Adil bir toplum için önerilmektedir. Özel
sektörden kalanları tamamlayıcı değil, asıl olandır. Piyasaların eğitim, sağlık, ulaştırma, adalet, enerji gibi
ihtiyaçları karşılamaması ya da karşılayamaması gibi durumlarda devletin rol alarak, bu ihtiyaçları karşılamak için görev
üstlenenleri, adil ücret, güvenli istihdam, bölgesel yayılım ve uygun bir
teknik eğitim gibi yollarla ödüllendirilmesi gerektiği varsayımına dayanır. Bu
politika, bankaların kamu açıklarını teşvik ederek bunu finanse etmeden sağlayacakları
kârın neden olduğu zarar örneğinde olduğu gibi, piyasa aşırılıklarının
toplumsal zarara neden olması durumunda devletin bunu önlemesi gerektiğini
anlatır. Bu politika altında enflasyonun
önlenmesi değil, istihdam ve reel ücret artışı ve sürdürülebilirlik
önceliklerimiz olmalıdır. Kaldı ki şu anda deflasyon daha büyük bir tehlike
oluşturmaktadır. Ayrıca HMK ekonominin kapasitesini güçlendirir, borç riskini
ve yeni bir finansal çöküş riskini azaltır, kamu borçlanma gücünü ve
kapasitesinin korur, net faiz maliyeti yoktur, ekonominin
demokratik bir biçimde kontrol edilebilmesine yardımcı olur[19].
Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma hem partinin sağ kanadından hem de ana akım
iktisatçılardan eleştiri alıyor. Zira enflasyon
riskine dikkat çekiyorlar. Ancak 2007’deki düzeye geri dönmüş, yatırımlarının
GSYH içindeki payı son 50 yılın en düşüğüne gerilemiş olan bir ekonomide
enflasyon riski savı anlamlı değil. Ayrıca hali hazırda enflasyon sıfır.
HMK’ye diğer itiraz (bunların bazıları Keynesyen), merkez bankası bağımsızlığının
kaybedilebileceği yönünde. Bu da geçerli bir karşı çıkış değil. Zira “bağımsız merkez bankası” şu ana kadar
finansal çöküşü önleyebilmek için her hangi iyi bir iş yapmadı. Çöküşte
panikledi. Aslında onun bağımsızlığı sahte bir bağımsızlık. Merkez bankası gerçekte
finans piyasalarına bağımlı, halktan bağımsızdır. Vergi ödeyenlerin çıkarlarını
değil, finans kapitalin çıkarlarını gözeten müdahalelerde bulunuyor. Zira
tanımı gereği, istihdam ile ilgili bir görev üstlenmiyor, sadece fiyat
istikrarını sağlamayı görev edinmiş durumda.
Bu
politikaya karşı olan İşçi Partisi
milletvekili J. Mann’a göre, HMK’den zarar görecek olanlar yoksullar,
yaşlılar ve hassas durumda olan insanlardır. Bu nedenle de HMK yanlış bir isimlendirmedir, düzeltilmesi gerekir. Ona “büyük çaplı özel sektörcü çok uluslu MK”
demek daha doğru olur, çünkü bu
programdan doğrudan bunlar fayda sağlayacaktır[20].
HMK
önerisine somut bir engel mevcut
yasal düzenlemelerden gelebilir. AB’nin
anti enflasyonist düzenlemeleri ve Avrupa Adalet mahkemesi buna örnek. HMK,
Lizbon anlaşmasının 123.maddesi ile
çelişebilir. Zira bu madde hükümetlerin kamu harcamalarını fonlamak için
para basmalarını yasaklıyor.
Buna karşılık,
hali hazırda geleneksel MK işlediği ve kamusal kâğıtlar geri alındığı
gerçeğinden hareketle, bu kâğıtların kamu harcamalarının finanse edilmesinden
başka bir anlama sahip olmadığı, bu nedenle de bu programın ekonomiye, halka ve
ulusal altyapıya fayda sağlayacak bir biçime dönüştürülmesinin mümkün olduğu
ileri sürülüyor[21]
Sınıfsal bir perspektiften Halk İçin
Miktarsal Kolaylaştırma
Geleneksel
miktarsal kolaylaştırma aracılığıyla yıllardır bol ve ucuz kamu fonu kullanan finans kapitalin, artık bu kaynağın HMK
üzerinden doğrudan reel yatırımcılara yönlendirilmesi söz konusu olduğundan, bu
önerilen programdan rahatsızlık duyması
normaldir. Nitekim bu kesimler içinde programı
“sermaye düşmanı” olarak ilan
edenler oldu.
Diğer
taraftan kapitalist toplumun sınıfsal
bölünmüşlüğü uygulanan ya da önerilen makro
ekonomik politikalar konusunda sınıfsal ayrışmayı da kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Bu bağlamda, her
ne kadar sosyal demokrasi aksini söylese de,
birbiri ile uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olan emek ve sermaye sınıflarının ortak yararına hizmet eden bir ekonomi
politikasından, özellikle de orta ve uzun vadede, söz etmek zor.
Tarihsel
olarak işçi sınıfının sendikalar başta olmak üzere çeşitli örgütlerinin
desteğini almış, ama bir o kadar da sermaye sınıfının etkisine maruz kalmış,
hatta Blair döneminde neo liberal ekonomi politikalarının savunuculuğunu yapmış
İngiliz İşçi Partisi içindeki sol
kanadın, verili koşullar altında halk için miktarsal kolaylaştırmayı diğer
başka sol-reformist önerilerle savunması sosyal demokrat partilerin yapısına
uygundur.
Ancak bu
politika konusunda sermaye örgütleri ya
da temsilcilerinin düşünceleri de bu politikanın gerçek sol bir içerik
taşıyıp taşımadığı konusunda bir ölçüt olabilir.
Nitekim, finans kapitalin sözcülerinden Financial Times’taki bir makalede, Marshall
Hedge Fonu Başkanı Paul Marshall’ın şu
yorumu yer alıyor : “Her ne kadar
dört büyük merkez bankası açısından geleneksel miktarsal kolaylaştırma
politikası artık gereksiz gibi görülmeye
başlasa da yeni bir finansal kriz söz konusu olduğunda McDonnell ve J. Corbyn’in önerdiği halk için miktarsal kolaylaştırma
ciddi bir saygınlığa sahiptir.”[22]
Avustralya’nın
en büyük yatırım bankası Macquire, para politikasında ‘nükleer opsiyon’a
geçilebileceği, yani merkez bankası
tarafından yaratılan paranın doğrudan reel ekonomiye şırınga edilmesinin doğru
olabileceğini vurguluyor. Citigroup’tan
Williem Buiter de aynı öneride bulunuyor. Ona göre 2016 yılında Çin’in tetikleyeceği küresel resesyonun
önüne geçmenin yolu HMK’nın bir diğer versiyonu olan helikopter para[23].
Bir boyutuyla Corbyn, mevcut
statükoya meydan okudu ve diğer İşçi partisi liderlerinin dahi teslim
olduğu kemer sıkmacı neo liberal politikalara karşı çıkarak safını belli etti.
Pek çok politikacı ve iktisatçının kolayı seçip ana akım politik ve ekonomik
dogmalara biat ettikleri bir zamanda Corbyn zor olanı seçti[24].
Diğer yandan “HMK neo liberal
hegemonyaya karşı oluşturulmaya çalışılan alternatifin bir parçasını
oluşturabilir mi?” sorusu
yanıtlanması gereken önemli bir soru.
Corbyn ve
ekibince çok önemli bir yatırım finansmanı aracı olarak ve geleneksel MK
uygulamasına alternatif olarak sunulsa da İşçi Partisi içindeki sol’dan da buna
eleştiriler var. Örneğin Hazine
Komisyonu’nda İşçi Partisi adına görev alan milletvekili J. Mann, HMK’nin orijinin Monetarizm, M. Friedman ve Şikago Okulu
olduğunun altını çiziyor ve acil bir çözüm olarak önerilen bu
çözümün gerçekte sağcı bir çözüm olduğunu vurguluyor. Ona göre, “HMK ekonomiyi
canlandırabilmek için yoksulları kurban eden bir Monetarist öneridir. Basit,
milliyetçi çözümler bugüne kadar işe yaramamıştır, bundan sonra da
yaramayacaktır. Eski bir ilacın yeni bir
şişede sunulmasına aldanmamak gerekir”.
Bir başka
anlatımla, Corbynomics, ilk bakışta,
kısa vadede sermaye kesimini rahatsız edici gibi görünse de, orta ve uzun vadede
birçok açıdan sermaye dostu gibi görünüyor.
Öncelikle enerji ve demiryolu, posta vb kamulaştırmaları,
fiyat artışlarından muzdarip tüketiciyi kısmen rahatlatıp, sistemden umudunu tekrar yükseltmesine yardımcı olacaktır. Vergiden
kaçınmanın azaltılması kamu gelirlerinin artmasının yanı sıra, bir yandan
kobilere uygulanan düşük kurumlar vergisi oranlarının korunmasının devam
ettirilmesi ile birlikte küçük işletmelerin büyük çok uluslular karşısında
uğradıkları haksız rekabet nedeniyle artan efektif vergi yüklerinin
hafiflemesini sağlarken, diğer yandan sermayeye sosyal sorumluluğunu ve uzun
dönemli varoluşlarının kamunun onlara duyduğu güvene bağlı olduğu gerçeğini
hatırlatırken, siyasal iktidarın küçük
esnaf ve küçük üretici nezdindeki itibarını
artıracaktır.
Keza
ulaştırma, eğitim, sağlık, konut ve dijital ekonomiye yapılacak yatırımlar özel firmaları geliştirip,
büyütecektir. Kâr oranlarının
yükselmesine katkıda bulunacaktır. Yüksek ücretler ve servetin düşük
gelirli gruplar lehine yeniden bölüştürülmesi sıradan insanların satın alma
gücünü dolayısıyla da toplam talebi artıracaktır.
Tüm bu, çözüme yönelik öneriler aslında merkez bankalarınca uygulanan
konvansiyonel olmayan para politikaları
ve miktarsal kolaylaştırmanın iflasının
somut bir ifadesi. Diğer yandan özel sektör yatırım yapmak istemediği
sürece vergi indirimi ve sübvansiyon gibi mali teşvikler de etkisiz kalacaktır.
Bu durum kapitalizmin bir gerçeği.
Son 30 yıldır İşçi Partisi liderliği, sermaye
kampında konaklıyor. Corbynomics ile bu kamptan biraz ayrılmaya ve karşıdaki
işçi kampına taşınmaya çalışıyor. Bu gelişme kuşkusuz sermayenin çıkarları
açısından aşırı bir durumdur. İşçiler açısından ise son derece mütevazı bir
durumdur. En tehlikelisi ise arada bir yerde konaklamaya çalışmaktır ki, ciddi
ekonomik krizlerde bu tür partiler bunu sıklıkla yaparlar.
Corbynomics bu boyutuyla bugünün dirilmekte olan Keynesyenizminin bir yansımasıdır. Ama bu Keynesyenizm, dayandığı felsefe ve sınıfsal temeller gereğince kapitalist sistemi değiştirmek ya da
dönüştürmek gibi bir hedefe sahip değildir. Bu nedenle de makro meselelere odaklanmakta, örneğin
iktisadi durgunluğu ya da krizi sonlandırmayı amaçlamaktadır. Bu yalınlığı ile
olmasa da ve programda başka hedefler de sıralanmış olsa da Corbyn’in programı da bundan tamamıyla
kaçınamamış ve kendini daha çok kemer sıkma karşıtı bir program olarak ifade
etmiştir.
Ancak
bu yaklaşım
kapitalizmi istikrara kavuşturabilirse paradoksal olarak kendi sonunun
başlangıcını da yapmış olacak ve son tahlilde özel sektörcü-piyasacı
kapitalizme tekrar dönülecektir. Bu her
şeyden önce, geçmişte ABD’nin Büyük Depresyon sırasında uyguladığı New Deal’ine
ve Batının sosyal devletlerinin başına neler geldiğinin de bir açıklamasıdır.
Bu örneklerin her birinde hem özel sektör yönetim kurulları, hem de devlet
bürokratlarından oluşan işverenler, işçilerin yarattığı artı-değeri, koşullar
uygun hale geldiğinde toplumu tekrardan piyasacı kapitalizme geri döndürmek
için kullandılar. İşçiler kendi artı-değerine sahip çıkmadıkları, kendi
ihtiyaçlarına uygun bir biçimde işyerlerini öz yönetme işini başkalarına
bıraktıkları sürece, kendileri açısından gerçekte değişen bir şey olmayacaktır.
Diğer
taraftan bu programa kısa vadeden bakıldığında, uzunca bir
süredir günlük yaşayan, ızdırap çeken halkın
rahatlamasını sağlayabilecek nitelikte bir program, bu nedenle de halk
arasında destek görecektir[25].
Diğer taraftan orta ve uzun vadeden
bakıldığında kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadeleyi belirsizleştireceği
için bu vadede emekçiler açısından bir kurtuluş vaat etmeyen bir program.
Corby ve İngiliz
Devleti
Corbyn, söylemleri ve
tutumu ve programı ile ekonomi alanda finans endüstrisini karşısına aldığı gibi
İngiliz devletini de rahatsız etti.
Örneğin devletin NATO, Suriye, Trident nükleer silahları konusundaki bakışı ile
Corbyn’in bunlara bakışı arasında açık bir farklılık var.
Wikileaks’ten
Assange’ye göre, İngiliz Gizli Servisi ) boş durmayacaktır, nükleer silahlar konusunda Corbyn’in karşı
duruşu sürerse, 2020 genel seçimleri öncesinde karşı atağa geçerek bazı
belgeleri ifşa edecektir. Bu parti için ciddi bir tehlike. Bu nedenle de Corbyn NATO’dan çıkma
söyleminden vazgeçmek zorunda kaldı.
Corbyn
ile
birlikte İşçi Partisi’nin demokratik-katılımcı
sol bir liderliği oluşuyor, ama parti hala sol bir parti gibi davranamıyor.
Liderlik ile taban arasındaki en büyük engeli diğer milletvekilleri
oluşturuyor. Çoğunluğu Blair-Brown döneminde seçildiler ve müzmin sol düşmanı
konumundalar. Yani bu denli az milletvekili desteği ile liderlik yapmak zor
görünüyor. Corbyn ise bu sorunu, partide temel kararları almayı yıllık
konferanslara bırakmak suretiyle aşmayı planlıyor.
Ancak Corbyn liderliğinde dahi İşçi Partisi sosyalizme
geçişi sağlayamaz. Geçmişte görüldüğü gibi sol bir alternatif doğduğunda,
partinin merkez sağı ve solu birleşip onu yok ediyor ve partiyi ele geçiriyor.
Karşısında hem büyük sermaye hem devlet var. Ve İşçi Partisi devletle mücadele etmeye yönelik olarak tasarlanmış bir parti
değil. Syriza gibi isyankâr bir örgüt de değil. Başarılı olabilmesi için Corbyn’in partiyi toplumsal
hareketten gelecek destekle, ciddi kalkışlar yapabilecek bir eylemci partiye
dönüştürmesi gerekiyor, zira parti içindeki böyle bir kalkışma kendisini
liderliğe taşımıştı.
Son üç dört aylık coşku gelecek yıllarda daha geniş
bir halk desteğine dönüşecek biçimde gelişirse, Corbyn’in programını
sürdürebilme şansı var. Tersi olursa ve hareket çözülürse Corbyn’in liderliği
eski güç merkezlerine yaslanmak zorunda kalacaktır. Bu da onun darmaduman
olmasına neden olur.
[1] 9 Ekim
2015 tarihinde SYKP’de sunulan konferans metni.
[2] http://www.theguardian.com/politics/2015/sep/12/jeremy-corbyn-wins-labour-party-leadership-election
[3] Hands Off
Corbyn! , Defend Corbyn! Fight for
Socialism!,
http://www.socialist.net/defend-corbyn-fight-for-socialism.htm, 17 September
2015.
[4] Phil Gasper, What does Corbyn's
victory mean?, http://socialistworker.org/2015/09/16/what-does-corbyns-victory-mean,
September 16, 2015.
[5] Leo
Panitch, Can Jeremy Corbyn Redeem the
Labour Party?, https://www.jacobinmag.com/2015/09/jeremy-corbyn-benn-miliband-leadership-election.
[6]
M. Roberts, British Labour,
Marxist McDonnell and deficit-denying,
ttps://thenextrecession.wordpress.com/2015/09/30/british-labour-marxist-mcdonnell-and-deficit-denying.
[7] Chris Marsden, Corbyn speech to UK Labour conference criticises austerity but offers no viable alternative, http://www.wsws.org/en/articles/2015/09/30/corb-s30.html, 30 September 2015.
[9] Robert Skidelsky, Why we should take
Corbynomics seriously, http://www.theguardian.com/business/2015/aug/19/corbynomics-why-we-should-take-it-seriously.
[11] What is People’s Quantitative Easing? Modern Monetary Theory: Real Economics, August 16, 2015 , https://petermartin, wordpress.com.
[12] Bill Mitchell, PQE is sound economics but is not in the QE family, http://bilbo.economicoutlook.net/blog, 19 August 2015.
[14] Ellen Brown, Jeremy
Corbyn’s “Quantitative Easing for People”: The UK Labour Frontrunner’s
Controversial Proposal, Global Research, September 04, 2015,The Web of Debt 2 September 2015, http://www.globalresearch.ca.
[15] M. Roberts, QE, negative rates and helicopters, https://thenextrecession.wordpress.com/2015/09/21/qe-negative-rates-and-helicopters.
[16] Richard Murphy, The political economy of
People’s Quantitative Easing, http://www.taxresearch.org.uk, August
17 2015.
[18] Murphy,
agm.
[19]
Richard Murphy,The economic
rationale behind People’s Quantitative Easing, http://www.taxresearch.org.uk,
05 August 2015.
[20]Richard Murphy and John Mann MP, Could
‘PQE’,work?http://www.progressonline.org.uk,
24 September 2015.
[21] Ellen Brown, Jeremy
Corbyn’s “Quantitative Easing for People”: The UK Labour Frontrunner’s
Controversial Proposal, Global Research, September 04, 2015,The Web of Debt 2 September 2015, http://www.globalresearch.ca.
[23] Ellen Brown, Time
for “Quantitative Easing for People instead of Banks” (PQE): Raining Money on
Main Street, http://www.globalresearch.ca, Global Research, September 23, 2015.
[24] Prem Sikka, Why
Corbynomics Could Actually Be Good for Business, http://www.truth-out.org/opinion/item/32833-why-corbynomics-could-actually-be-good-for-business, 17 September 2015.
http://www.commondreams.org/views/2015/10/02/resurgence-world-left, 2 October 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder