500
yıllık kapitalizmin insanlığı getirdiği son nokta: %1, % 99’dan daha fazla
servete sahip…
Mustafa
Durmuş
25 Ekim 2015
Credit Swiss adlı büyük bir finans kuruluşu her yıl
düzenli olarak “Küresel Servet Raporu” hazırlıyor[1] .
Ekim ayında yayımlanan bu yılki raporunda yer alan verilere göre, küresel servet eşitsizliği artarak sürüyor.
Öyle ki en tepedeki % 1’lik nüfus içinde yer alan zenginler, kalan % 99’luk
nüfusun sahip olduğundan daha fazla bir servete sahipler.
Oxfam adlı bir diğer uluslar arası kuruluştan Mark
Goldring, bu verilerden hareketle, küresel servet eşitsizliğinin artık kontrol
edilemez bir boyuta ulaştığının altını çiziyor[2].
Rapora göre küresel servetin tutarı 250 trilyon
doları aştı. Böylece servet stoku küresel çapta yıllık olarak üretilen değerin
(küresel hasıla) toplam tutarının 3,5 - 4 katına ulaşıyor. Bu durum, uluslar
arası işçi sınıfının yarattığı değerden, ekonomilerin büyümesinden (örneğin son
30 yılda dünya ekonomisinin iki kattan fazla büyümesinden) asıl fayda sağlayanların, bu değeri
üretenlerin değil, az sayıda servet ve
sermaye sahibi olduğunu kanıtlıyor.
Raporun detaylarına bakıldığında; en alttaki %
50’lik nüfusun % 1’den az bir servete sahip olduğu, buna
karşılık en üstteki % 10’un küresel
servetin % 87,7’sine sahip olduğu ve toplam
servetin geriye kalan % 12,3’ünün % 90’lık nüfusça paylaşıldığı görülüyor.
Küresel
Servet Piramidi
Küresel servet bir piramit biçiminde dağılıyor. Bu
piramidin en tepesinde ortaya çıkan gelişme de son derece önemli. Buna göre
2014 yılında en zengin 85 kişi küresel yoksulların yarısının sahip olduğundan
fazla bir servete sahipti. Şimdi bunların sayısı 80’e düştü. Yani en tepede de
bir servet temerküzü söz konusu.
Piramidin tabanında yer alan 3,4 milyar insanın
(nüfusun % 71’i) servetlerinin ortalama tutarı 10,000 doların altında. Bu büyük
grup küresel servetin sadece % 3’üne sahip. Bunun bir üstündeki yoksul % 21’luk
grup ise servetin sadece % 12,5’ine ve
bir üstteki % 7,4’lük nüfus % 39,4’üne sahip. Piramidin en üstünde yer
alan ve nüfusun binde 7’sini oluşturan 34 milyon insanın kişi başına ortalama
serveti 1,000,000 doların üzerinde (s.26) ve bu grubun toplam servetteki payı %
45,2. Geçen yıl küresel servetin % 48’ine sahip olan dünyanın en zengin % 1’lik
nüfusu ise bu yıl payını 2 puan daha artırarak
% 50,4’e yükseltti.
Toplamda 33,717 dolar milyoneri yetişkin insan var.
Bunun % 46’sı (59,000) ABD’li, % 38’i Avrupalı (% 7’si Britanyalı, % 5’i
Fransız, % 5’i Alman), % 6’sı Japon ve % 4’ü Çinli (s.26).
29,8 milyon kişinin ortalama serveti 1-5 milyon
dolar; 2,5 milyon kişinin serveti 5-10 milyon dolar; 1,34 milyon kişinin
serveti 10-50 milyon dolar ve son olarak 128, 800 kişinin serveti 50 milyon
doların üstünde.
Küresel finans aristokrasisini temsil eden bu son
grup zengin, “ultra zenginler” olarak
adlandırılıyor. Bu zenginler sadece bankaları ve şirketleri değil, aynı zamanda
hükümetleri ve uluslar arası kuruluşları etkileyebiliyorlar.
Küresel
servet coğrafi olarak simetrik dağılmıyor
Servetin küresel çapta coğrafi olarak dağılımı
tahmin edilebileceği gibi simetrik değil. Zira bu servetin 93 trilyon doları (toplamın
% 37’si) asıl olarak ABD olmak üzere Kuzey Amerika’da, 75 trilyon doları (% 30)
Avrupa’da, 46 trilyon doları (% 18) Asya-Pasifik’te, 23 trilyon doları (% 9)
Çin’de, 7 trilyon doları (% 3) Latin Amerika’da, 4 trilyon doları (% 2)
Hindistan’da ve 2,6 trilyon doları (% 1) Afrika’da bulunuyor (s.5).
Geçen yıla göre bu yıl servetini artıran ülkeler
sıralamasında başı yine ABD (4,6 trilyon dolar), Çin (1,8 tr dolar) ve Britanya
(0,4 tr dolar) çekiyor (aslında sadece bu üç bölgenin serveti artmış). Serveti
azalanların başında Japonya (3,5 tr dolar), Fransa, İtalya ve Almanya geliyor.
Toplamda AB ülkeleri, Japonya ve Rusya’daki servet stoku azalması 12,7 tr dolar
oldu (s.8).
Bu gelişmenin asıl nedeni ABD dolarının diğer
paralar karşısında aşırı değerlenmesi ya da diğerlerinin değer
kaybetmesiydi. ABD’deki servet artışı
hızı tarihinde daha önce hiç görülmeyen bir hızda gerçekleşti. Bu da asıl
olarak 2008 krizi sonrasında devletin finans kapitale sağladığı miktarsal
kolaylaştırma, düşük faiz oranları gibi desteklerle oldu.
Çin’de 1,5 trilyon dolarlık bir servet artışı olsa
da, Haziran 2015 sonundan itibaren Çin’deki borsa çöküşleri nedeniyle bu artış buharlaştı.
Ancak bu gelişme rapora yansımadı, zira rapordaki veriler Haziran 2015 ile
sınırlı.
Nüfusun servetten aldığı payın eşitsizliği açısından
en eşitsiz bölüşüm sırasıyla Kuzey Amerika ve Avrupa’da; buna karşılık göreli
olarak daha eşitlikçi bir dağılım sırasıyla; Afrika, Hindistan, L. Amerika, Çin
Asya-Pasifik’te gerçekleşiyor.
Küresel servetin kaynaklandığı sektörler ya da iş
türleri açısından servetin % 54’ü finansal sektörden, kalanı ise finans dışı
sektörlerden geliyor (s.18).
Yani servetin asıl kaynağını borsa, tahvil gibi
finansal kâğıtlar oluşturuyor. Halkın büyük çoğunluğu bu tür yatırımlardan
mahrum olduğundan en tepedeki ile en alttakiler arasındaki fark giderek büyüyor.
Hane
halklarının serveti sınırlı artmış, gerçekte büyük çapta azalmış
Hane halkları açısından bu son bir yıllık süre
içinde sınırlı sayıda ülkede hanelerin servetlerinde artış görülüyor. Bunlar;
Hong Kong, Çin, ABD ve S. Arabistan. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek
çok ülkede hane halklarının reel servetlerinde ciddi azalmalar yaşandı. Örneğin
Türkiye’de hane halkı servetinin bu yılki değer kaybı % 21 oldu (s.8). Bunun
temel nedenlerinden biri kuşkusuz Türk lirasının dolar karşısında % 30’a varan
değer kaybıydı.
Türkiye’nin
küresel servet bölüşümü içindeki payı geriliyor
Türkiye, ortalama zenginlik sıralamasındaki dört
basamak içinde ( sırasıyla en alttan yukarı doğru kişi başına düşen servet
olarak; 5,000 dolar ve altı, 5,000-25,000 dolar; 25,000 – 100,000 dolar ve
100,000 dolar ve üstü) en alttan ikinci sırada yer alıyor (s.10).
Son 15 yıllık dönemde (2000 - 2015) 20 ülke ortanca
reel servet artışı sıralamasında; en üstte % 5,3 ile Çin, sonrasında % 4,8 ile
Norveç gelirken, Türkiye % -1,1’lik bir reel düşüş ile 17.sırada yer alabiliyor.
Oysa hemen üstünde yer alan ilk 15 ülke servetlerini reel olarak artırdı.
Özellikle de 2005-2010 arasında Türkiye’deki, ortanca reel servet azalması % -5,2
gibi rekor düzeyde gerçekleşti (s.17).
Bu veriler Türkiye’deki yönetenlerin kendi söylemlerini
yalanlar nitelikteki veriler. Yani Türkiye servet/sermaye zenginliği büyümesi
açısından da diğer ülkelerin çok gerisinde kaldığı gibi, ileri sürüldüğü gibi
son dönemlerde merdivenin üst basamaklarını hızla tırmanmıyor, aşağılara doğru
itiliyor.
Buna karşılık Türkiye kendi içinde, gelir bölüşümü
adaletsizliğine ilave olarak, adaletsiz
bir servet bölüşümü gerçekleştiriyor. 2015 yılı itibariyle Türkiye’de 74,000
dolar milyoneri var. Bunun 2020 yılında 111,000’e çıkması bekleniyor (s.43).
Ancak Türkiye’de, raporda sıralanan 20 ülke içinde,
göreli olarak dolar milyarderi sayısı daha az olan bir ülke. 50 milyon dolarlık
serveti olan bireyler sıralamasında en sonuncu sırada yer alıyor (s.27).
Orta
sınıfların durumu
Raporda orta sınıfın zenginliği 22,000 dolar olarak
hesaplanıyor. Buna göre K. Amerika’da
orta sınıfların servet zenginliği içindeki payı % 39, Avrupa’da % 33, Asya
Pasifik’te % 15, Çin’de % 11. Dünya ortalaması % 14 ve Latin Amerika ortalaması
% 11. Türkiye’de 22,000 dolarlık serveti olan orta sınıfın servet içindeki payı
ise sadece % 9,9. Bu nedenle de ülkeler sıralamasında Türkiye 46 ülke içinde en
altlarda 38. sırada yer bulabiliyor (s.32).
Keza rapora göre, 2000 yılında Türkiye’de 6 milyon
orta sınıfa mensup insan varken, 2015 yılında bu sayı 5,7’ye ( % - 5,3 )
düşmüş. Bu gelişmede kuşkusuz TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının
büyüklüğü ve yaşanmakta olan ekonomik durgunluk ya da büyüme hızının düşüşü ve
bölüşüm eşitsizliği yatıyor.
Eşitsiz
küresel servet bölüşümünün küresel etkileri oluyor
Servetin giderek daha az sayıda elde toplanmasının
hem tikel olarak ülkelerin kendilerinde toplumsal istikrarı daha da bozucu
etkilerinin doğmasından, hem de tümel olarak, bu eşitsizliğin küresel çapta
güvenliği tehdit eden boyutlara erişmesinden kaygı duyuluyor. Zira bu durum
yoksulluğun azaltılması çabalarını etkisiz kılarken, geniş halk kitlelerinin
politik sisteme dâhil edilmesini zorlaştırıyor, ötekileştirerek ayrıştırmayı
hızlandırıyor ve toplumdaki diğer eşitsizlikleri de kalıcı hale getiriyor.
Diğer taraftan bu çaptaki küresel servet dağılımı
eşitsizliği emperyalist - kapitalist sistemdeki güçler arasındaki derin
farklılıkların da bir yansıması. Öyle ki çok uluslu şirketler ve büyük
zenginler servetlerini düşük ya da sıfır vergili vergi cennetlerine kaydırıyorlar
ve böylece emekçilerle kıyaslanamayacak ölçüde vergi yüklerinden kurtulabiliyorlar.
Bu büyük sermaye ve servet sahipleri, politik
sürece, burjuva partilerine ve politik aktör ve bürokratlara her yıl devasa
açıktan ya da örtülü yollarla para aktarmak suretiyle müdahale ederek, sistemin
kendileri lehinde işlemesini de garantiye alıyorlar. Bu da burjuva
demokrasilerinin halka dönük kısıtlı sayıdaki imkânının daha da daralmasına,
eşit temsil ya da vatandaşlık hakları gibi temel hakların etkisiz hale
gelmesine neden oluyor.
Küresel sermaye güçleri egemen ideolojiyi de
belirliyor. Böylece yoksulların ya da sıradan insanların da, damlayarak da
olsa, hızlı ekonomik büyümeden fayda
sağlayabilecekleri yönündeki ya da kemer sıkma politikalarının uzun vadede
onların menfaatine olduğu yönündeki piyasacı aldatmacalara inanmalarını
sağlıyorlar.
Diğer yandan, Oxfam’dan Claire Godfrey’in söylediği
gibi, rapor burjuva iktisatçıların
savunduğu “Damlama Teorisinin /Trickle Down Economics” işe yaramadığını, tam
tersine sistemin en tepedeki zenginler için mükemmel çalıştığını ortaya koyuyor
(bu nedenle de artık bu teorinin adı “trickle up economics “ olarak
değiştirilmelidir)[3].
Ayrıca nasıl ki ülke içindeki toplumsal
eşitsizliklerin iç politika üzerinde ciddi etkileri oluyorsa küresel servet
bölüşümündeki eşitsizliklerin de küresel siyaset üzerinde büyük etkileri
oluyor. ABD, Japonya, Almanya gibi emperyalist devletler ile Rusya, Çin ve İran
gibi doğal kaynaklarına ve insan kaynaklarına göz dikilmiş olan diğer
kapitalist / emperyalist devletlerarasındaki gerilim artıyor. Bu noktada ABD
emperyalizmi hem küresel çaptaki askeri üstünlüğünü hem de güçlü dolarını,
rakipleri karşısındaki ekonomik gerilemesini dengelemek için kullanmaya
çalışıyor.
Servet
eşitsizliğinde devletlerin payı büyük
Credit Swiss’in raporu kaçınılmaz olarak dikkatlerin
devlet politikalarına yönelmesine de yol açıyor. Öyle ki Pew Research Center’in
yaptığı kamuoyu yoklamalarından da görüldüğü gibi[4],
insanlar en büyük sorunlar sıralamasında yolsuzlukları hemen her yerde üst sıralara
koyuyorlar.
Bu da anlaşılır bir şey, zira pek çok başka
araştırma servet zenginliğinin önemli bir kaynağının devlet olduğunu gösteriyor.
Büyük alt yapı inşaatı ihaleleri, enerji projeleri, sağlanan lisans ya da
ruhsatlar ve ranta dayalı üst yapı inşaatları özellikle de iktidar yanlısı
sermaye çevrelerinin zenginliğinin temelini oluşturuyor.
Bu bağlamda yönetenlerin, “büyük projeleri her ne
pahasına olursa olsun devam ettirme” ve böylece “ekonomideki yükselişi
sürdürme” yönündeki iddialarının, çabalarının ve kararlılıklarının ve bunları
gerçekleştirebilmek için her tür anti demokratik girişimi göze alabilmelerinin
nedeni daha iyi anlaşılıyor. Yolsuzluk ve rüşvetin bir madalyonun ayrılmaz iki
yüzünü oluşturması siyasal iktidara yapışıp kılmayı gerekli kılıyor.
[1] Global
Wealth Report, Credit Swiss Research Institute, October 2015.
[2] Deirdre Fulton, 'Out of Control' Inequality:
Global One Percent Owns Half of World's Wealth, http://www.commondreams.org,
October 14, 2015.
[3] Deirdre
Fulton, 'Out of Control' Inequality: Global One Percent Owns Half
of World's Wealth, http://www.commondreams.org, October 14, 2015.
[4]
Jacob Poushter, Deep Divisions in
Turkey as Election Nears, http://www.pewglobal.org, October 15, 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder