KAPİTALİZMDEN ÖNCE İNSANLAR DAHA AZ ÇALIŞIP DAHA FAZLA DİNLENİYORLARDI
Mustafa Durmuş
Ekim 2016
ABD’li “Yeni Ekonomik Düşünce Kurumu” analisti Lynn Parramore bugünkü yazısında
(http://evonomics.com/capitalism-medieval-peasants-got-vaca…/, 3 November 2016), iktisatçı J. Shor’ın bir çalışmasına dayanarak, ABD işçi sınıfının bilinenin aksine, nasıl birçok azgelişmiş olarak kabul edilen ülke işçilerinin sahip oldukları dinlenme /tatil haklarından dahi yoksun olarak çalıştığını ve bu haliyle işçiler için koşulların Orta Çağ’ın köylülerin koşullarından daha geride olduğunu anlatıyor.
Yazara göre, Orta Çağ’da köylülerin açlık, salgın hastalıklar ve savaşların yıkıntıları altında yaşam sürdürdüklerini biliniyor. Ancak bugünün emekçileriyle kıyaslandıklarında çok daha fazla tatil yapıyorlar, kendilerine çok daha fazla zaman ayırabiliyorlardı. Öyle ki çok zor ve yıpratıcı koşullarda çiftçilik ve tarım yapmalarına rağmen, yılda 8 ile 24 hafta arasında tatil yapabiliyorlardı. Zira Kilise, köylülerin isyan etme fikrine kapılmamaları için sıklıkla zorunlu tatiller ilan ediyordu. Düğünler, doğumlar, yaslar için haftalık izinler veriliyor ya da kente eğlence ya da spor gösterileri geldiğinde yine tatil ilan ediliyordu. Pazar günleri zaten çalışılmazdı. Hasat bittiğinde çiftçiler dinlenmek için boş zamana sahibi olurlardı. Hatta 14. Yüz yıl gibi ücretlerin göreli olarak yüksek olduğu dönemlerde dahi İngiltere’de işçiler yılda 150 günden fazla çalışmazlardı.
Oysa bugünün modern Amerika’sında işçiler bir yıllık çalışmalarının ardından sadece yılda 8 gün ücretli yıllık izin hakkına sahipler. Diğer yandan Keynes 2030 yılına gelindiğinde ileri kapitalist toplumlarda artan refah seviyesi sayesinde insanların çok daha az çalışıp (günde 3, haftada 15 saat) çok daha fazla dinlenebilecekleri, başka faaliyetler için çok daha fazla zaman ayırabilecekleri öngörüsünde bulunmuştu. Ama Keynes’in bu öngörüsü doğru çıkmadı.
Yazara göre, bazılarımız bugün haftada ortalama 40 saat çalışmayı 19. Yüz yıldaki ortalama 70-80 saatlik çalışmaya kıyasla büyük bir başarı olarak görebiliriz. Oysa öncesinde insanlar çok daha az çalışmaktaydılar. İşçi sınıfı 20. Yüz yılda sadece bir düzeltme yapmış gibi görünüyor aslında. Yani atalarımızın sahip olduklarının bir kısmını geri kazanma anlamında bir restorasyon yapılmış gibi görünüyor. 200-400 yıl önce insanların büyük bir kısmı çok daha az çalışırlarken, ilave olarak, uzun süren yemek arası sürelerine ve öğleden sonra şekerleme yapma haklarına sahiptiler. Hayatın temposu çok düşüktü, bu da çalışma temposunu düşürüyordu. Atalarımız belki zengin değillerdi ama dinlenmek için bolca vakitleri de oluyordu.
Parramore, 21. Yüz yılda kapitalizm altında geldiğimiz son noktayı kapitalizmin en gelişmiş örneği olarak kabul edilen ABD’nin hiçbir ulusal tatil politikasının olmadığı gerçeğinin koyduğunu belirtiyor. Çünkü birçok Amerikalı işçi resmi tatillerde çalışmak zorundalar. Tatillerin de dahi e –postalar üzerinden çalıştırılıyorlar.
ABD’li işçileri hakları için yeterince mücadele etmedikleri için eleştirebiliriz, ama işsizlik bu denli yüksek, iş güvencesi bu denli kötü, sendikalar bu denli güçsüz olduğunda işçilerin uzun ve kötü çalışma koşullarına karşı direnmeleri de zor oluyor, yazara göre.
McKinsey Global Institute’nin Ekim ayında yayımladığı bir rapor yazarın bu görüşlerini destekler nitelikte veri sunuyor. Rapora göre, ABD ve Avrupa çalışabilir çağdaki nüfusunun % 20-30’u ya da rakamla ifade edersek 162 milyon işçi “bağımsız” olarak tabir edilen “güvencesiz, esnek istihdam” koşullarında çalıştırılıyorlar. Bu olgu nedeniyle son dönemde kapitalist ekonomiler güvenceli, kalıcı, nitelikli ve tam zamanlı olmayan bir istihdam yarattığı için “gig economy / gösteri ekonomisi” olarak nitelendiriliyorlar.
ABD’de 1930’lardaki Büyük Depresyon sonrası hayata geçirilen New Deal’in (Yeni Toplum Sözleşmesi) sağladıklarının 1980’den itibaren hızlıca kaybedildiği bir gerçek. Son 30-40 yıldır uygulanmakta olan neo liberal politikalarla uzun vadeli istihdam garantisi ortadan kaldırılınca insanlar işten işe sıçramak zorunda kaldılar, bu da onların iş yerinde kıdem kazanmalarını önleyerek tatil yapma haklarını da fiilen ortadan kaldırdı. Böylece 2008 Büyük Resesyonu’nun neden olduğu kısa zamanlı ve saatlik istihdam biçimi birçoğumuz için tatili sadece bir hayale dönüştürdü.
Yazar uzun, aşırı çalıştırmanın emek gücü verimliliklerini artırmadığının, tersine tatil sonrası işçilerin daha verimli çalıştıkları bir gerçek olduğunun da altını çiziyor. İktisadi krizleri gerekçe göstererek kemer sıkma politikaları uygulayan politikacılar işçilerin dinlenme zamanlarını, sosyal sigorta desteklerini kısmak, buna karşılık emeklilik yaşlarını uzatmak gibi düzenlemelerin peşine düşmüş olsalar da (örneğin Fransa ve Yunanistan’da liderler uzun tatil dönemlerinin sona erdiğini açıklamış olsalar da), kısa vadede bu durum kârları artırsa da, uzun çalıştırma süreleri ekonomi için iyi bir şey değil. Bunun somut destekleyici verisini OECD sunuyor. Bu kuruma göre, Yunanlı işçiler Avrupa’nın en uzun saat çalışan, öte yandan Alman işçiler en az kısa saat çalışan ikinci sıradaki işçileri. Buna rağmen, Almanlar verimlilikte 8. sırada, Yunanlılar ise 25.sırada yer alabiliyorlar. Ayrıca tatil yapamamak ailelerimizle, arkadaşlarımızla ilişkilerimizi kötü etkilerken, sağlığımızı kötüleştiriyor, bizleri depresyona sokuyor ve ölüm riskimizi artırıyor.
Parromore’nin tespitlerini şöyle ilerletmek mümkün olabilir. Engels’in “İngiltere’de işçi sınıfının durumu” adlı kitabında anlattığı gibi, kapitalizmin ilk sanayileşme aşamasında devletin de yardımlarıyla mutlak artık değer biçiminde bir sömürü baskındı. Sonraki aşamalarında (20. Yüz yılda, özellikle de Fordist dönemde) emek tasarruf edici teknolojilerin devreye sokulması ile nispi artı değer sömürüsü baskın hale gelmeye başladı. Bu durum emeğin çıktı başına değerini azalttı, hatta işgünü saatlerini kısaltabildi. İşçilerin tükettiği ürünlerin fiyatlarındaki düşüşler emeğin kendini düşük ücretlerle yeniden üretebilmesini sağladı. Yüksek teknolojiye sahip makineler eğitim düzeyinin de yükselmesinin önünü açtı.
Bugün ise, Avrupa’da bazı ülkelerde farklı ihtiyaçlardan dolayı çalışma saatlerinin günlük 6 saate kadar düşürülmesine rağmen, sanki eski tarz süper - sömürüye ağırlık verilmeye başlanmış gibi görünüyor. Böylece ücretler, “emeğin yeniden üretimi değerinin altına” düştü.
Bunun yansımalarını hem “yapısal reformlar” adı altında sunulan esnek- güvencesiz çalışma rejimlerinde ve toplu iş cinayetleri ve bir türlü düşürülmeyen haftalık çalışma sürelerinde (örneğin OECD’ye göre Türkiye’de ortalama haftalık çalışma saati süresi 49,2), hem de uluslar arası sermayenin ve büyük kapitalist devletlerin bir boyutuyla daha çok saat çalıştırılabileceği, ucuz, bol ve örgütsüz işçi temini için yürüttüğü emperyalist savaşlarda görebilmek mümkün.
Mustafa Durmuş
Ekim 2016
ABD’li “Yeni Ekonomik Düşünce Kurumu” analisti Lynn Parramore bugünkü yazısında
(http://evonomics.com/capitalism-medieval-peasants-got-vaca…/, 3 November 2016), iktisatçı J. Shor’ın bir çalışmasına dayanarak, ABD işçi sınıfının bilinenin aksine, nasıl birçok azgelişmiş olarak kabul edilen ülke işçilerinin sahip oldukları dinlenme /tatil haklarından dahi yoksun olarak çalıştığını ve bu haliyle işçiler için koşulların Orta Çağ’ın köylülerin koşullarından daha geride olduğunu anlatıyor.
Yazara göre, Orta Çağ’da köylülerin açlık, salgın hastalıklar ve savaşların yıkıntıları altında yaşam sürdürdüklerini biliniyor. Ancak bugünün emekçileriyle kıyaslandıklarında çok daha fazla tatil yapıyorlar, kendilerine çok daha fazla zaman ayırabiliyorlardı. Öyle ki çok zor ve yıpratıcı koşullarda çiftçilik ve tarım yapmalarına rağmen, yılda 8 ile 24 hafta arasında tatil yapabiliyorlardı. Zira Kilise, köylülerin isyan etme fikrine kapılmamaları için sıklıkla zorunlu tatiller ilan ediyordu. Düğünler, doğumlar, yaslar için haftalık izinler veriliyor ya da kente eğlence ya da spor gösterileri geldiğinde yine tatil ilan ediliyordu. Pazar günleri zaten çalışılmazdı. Hasat bittiğinde çiftçiler dinlenmek için boş zamana sahibi olurlardı. Hatta 14. Yüz yıl gibi ücretlerin göreli olarak yüksek olduğu dönemlerde dahi İngiltere’de işçiler yılda 150 günden fazla çalışmazlardı.
Oysa bugünün modern Amerika’sında işçiler bir yıllık çalışmalarının ardından sadece yılda 8 gün ücretli yıllık izin hakkına sahipler. Diğer yandan Keynes 2030 yılına gelindiğinde ileri kapitalist toplumlarda artan refah seviyesi sayesinde insanların çok daha az çalışıp (günde 3, haftada 15 saat) çok daha fazla dinlenebilecekleri, başka faaliyetler için çok daha fazla zaman ayırabilecekleri öngörüsünde bulunmuştu. Ama Keynes’in bu öngörüsü doğru çıkmadı.
Yazara göre, bazılarımız bugün haftada ortalama 40 saat çalışmayı 19. Yüz yıldaki ortalama 70-80 saatlik çalışmaya kıyasla büyük bir başarı olarak görebiliriz. Oysa öncesinde insanlar çok daha az çalışmaktaydılar. İşçi sınıfı 20. Yüz yılda sadece bir düzeltme yapmış gibi görünüyor aslında. Yani atalarımızın sahip olduklarının bir kısmını geri kazanma anlamında bir restorasyon yapılmış gibi görünüyor. 200-400 yıl önce insanların büyük bir kısmı çok daha az çalışırlarken, ilave olarak, uzun süren yemek arası sürelerine ve öğleden sonra şekerleme yapma haklarına sahiptiler. Hayatın temposu çok düşüktü, bu da çalışma temposunu düşürüyordu. Atalarımız belki zengin değillerdi ama dinlenmek için bolca vakitleri de oluyordu.
Parramore, 21. Yüz yılda kapitalizm altında geldiğimiz son noktayı kapitalizmin en gelişmiş örneği olarak kabul edilen ABD’nin hiçbir ulusal tatil politikasının olmadığı gerçeğinin koyduğunu belirtiyor. Çünkü birçok Amerikalı işçi resmi tatillerde çalışmak zorundalar. Tatillerin de dahi e –postalar üzerinden çalıştırılıyorlar.
ABD’li işçileri hakları için yeterince mücadele etmedikleri için eleştirebiliriz, ama işsizlik bu denli yüksek, iş güvencesi bu denli kötü, sendikalar bu denli güçsüz olduğunda işçilerin uzun ve kötü çalışma koşullarına karşı direnmeleri de zor oluyor, yazara göre.
McKinsey Global Institute’nin Ekim ayında yayımladığı bir rapor yazarın bu görüşlerini destekler nitelikte veri sunuyor. Rapora göre, ABD ve Avrupa çalışabilir çağdaki nüfusunun % 20-30’u ya da rakamla ifade edersek 162 milyon işçi “bağımsız” olarak tabir edilen “güvencesiz, esnek istihdam” koşullarında çalıştırılıyorlar. Bu olgu nedeniyle son dönemde kapitalist ekonomiler güvenceli, kalıcı, nitelikli ve tam zamanlı olmayan bir istihdam yarattığı için “gig economy / gösteri ekonomisi” olarak nitelendiriliyorlar.
ABD’de 1930’lardaki Büyük Depresyon sonrası hayata geçirilen New Deal’in (Yeni Toplum Sözleşmesi) sağladıklarının 1980’den itibaren hızlıca kaybedildiği bir gerçek. Son 30-40 yıldır uygulanmakta olan neo liberal politikalarla uzun vadeli istihdam garantisi ortadan kaldırılınca insanlar işten işe sıçramak zorunda kaldılar, bu da onların iş yerinde kıdem kazanmalarını önleyerek tatil yapma haklarını da fiilen ortadan kaldırdı. Böylece 2008 Büyük Resesyonu’nun neden olduğu kısa zamanlı ve saatlik istihdam biçimi birçoğumuz için tatili sadece bir hayale dönüştürdü.
Yazar uzun, aşırı çalıştırmanın emek gücü verimliliklerini artırmadığının, tersine tatil sonrası işçilerin daha verimli çalıştıkları bir gerçek olduğunun da altını çiziyor. İktisadi krizleri gerekçe göstererek kemer sıkma politikaları uygulayan politikacılar işçilerin dinlenme zamanlarını, sosyal sigorta desteklerini kısmak, buna karşılık emeklilik yaşlarını uzatmak gibi düzenlemelerin peşine düşmüş olsalar da (örneğin Fransa ve Yunanistan’da liderler uzun tatil dönemlerinin sona erdiğini açıklamış olsalar da), kısa vadede bu durum kârları artırsa da, uzun çalıştırma süreleri ekonomi için iyi bir şey değil. Bunun somut destekleyici verisini OECD sunuyor. Bu kuruma göre, Yunanlı işçiler Avrupa’nın en uzun saat çalışan, öte yandan Alman işçiler en az kısa saat çalışan ikinci sıradaki işçileri. Buna rağmen, Almanlar verimlilikte 8. sırada, Yunanlılar ise 25.sırada yer alabiliyorlar. Ayrıca tatil yapamamak ailelerimizle, arkadaşlarımızla ilişkilerimizi kötü etkilerken, sağlığımızı kötüleştiriyor, bizleri depresyona sokuyor ve ölüm riskimizi artırıyor.
Parromore’nin tespitlerini şöyle ilerletmek mümkün olabilir. Engels’in “İngiltere’de işçi sınıfının durumu” adlı kitabında anlattığı gibi, kapitalizmin ilk sanayileşme aşamasında devletin de yardımlarıyla mutlak artık değer biçiminde bir sömürü baskındı. Sonraki aşamalarında (20. Yüz yılda, özellikle de Fordist dönemde) emek tasarruf edici teknolojilerin devreye sokulması ile nispi artı değer sömürüsü baskın hale gelmeye başladı. Bu durum emeğin çıktı başına değerini azalttı, hatta işgünü saatlerini kısaltabildi. İşçilerin tükettiği ürünlerin fiyatlarındaki düşüşler emeğin kendini düşük ücretlerle yeniden üretebilmesini sağladı. Yüksek teknolojiye sahip makineler eğitim düzeyinin de yükselmesinin önünü açtı.
Bugün ise, Avrupa’da bazı ülkelerde farklı ihtiyaçlardan dolayı çalışma saatlerinin günlük 6 saate kadar düşürülmesine rağmen, sanki eski tarz süper - sömürüye ağırlık verilmeye başlanmış gibi görünüyor. Böylece ücretler, “emeğin yeniden üretimi değerinin altına” düştü.
Bunun yansımalarını hem “yapısal reformlar” adı altında sunulan esnek- güvencesiz çalışma rejimlerinde ve toplu iş cinayetleri ve bir türlü düşürülmeyen haftalık çalışma sürelerinde (örneğin OECD’ye göre Türkiye’de ortalama haftalık çalışma saati süresi 49,2), hem de uluslar arası sermayenin ve büyük kapitalist devletlerin bir boyutuyla daha çok saat çalıştırılabileceği, ucuz, bol ve örgütsüz işçi temini için yürüttüğü emperyalist savaşlarda görebilmek mümkün.