SUÇLU
AYAĞA KALK!
Mustafa
Durmuş
30
Mayıs 2018
Ülker Grubu ve Doğuş Grubu gibi ülkenin dev sermaye
gruplarının ardından, (basına sızdığı kadarıyla), AKP iktidarları döneminin en önemli
ekonomik büyüme motorlarından olan inşaat-emlak sektöründeki büyük firmalardan
da iflas vb. haberleri gelmeye başladı.
DEV İNŞAAT FİRMALARI ZORDA
Bahadır Özgür geçen ay aslında bu konu ile ilgili son
derece önemli bir yazı yazmıştı (1). Buna göre, Türkiye’nin tanınmış 4 büyük
inşaat firması (yasal engeller nedeniyle firmalara ait firma adı gibi bilgiler
resmen açıklanmamış) yaptıkları projeler, aldıkları krediler, satamadıkları
konutlar ve kur baskısı nedeniyle darboğaza düştü:
“Bu şirketlerden en büyüğü, enerjiden beyaz eşyaya çok
farklı sektörlerde faaliyet yürüten dev holdinglerden biri. Konkordato ilan
etmesine ramak kaldığı belirtilen diğerini Frank Sinatra hayranları kolayca
bulabilecektir. Üçüncü inşaatçı ise daha düne kadar Türkiye’nin her yanına
diktiği AVM’lerle övünüp duruyordu. Son firma da çok köklü ve Ankara’da
öğrencilik yapanların buluşma, adres tariflerinin vazgeçilmez mekânıyla
özdeşleşmiş” bir firma.
Özgür yazısını şöyle tamamlıyor: “Bu dördü en büyükler
içinden örnekler sadece. İrili ufaklı yüzlerce firmanın olduğu düşünülür ve
üzerine 2 milyon konut stoku biriktiği ve batık kredi miktarının 15 milyar
dolara ulaştığı iddiaları eklenirse, ülkede konut değil domino taşları dikilmiş
demektir. Ve bir büyüğün batması yangın için yeter de artar bile…”
Ben sektördeki gelişmeleri sadece mevcut krizi daha da
derinleştirmesi bağlamında değil, daha geniş bir bağlamda ele alacağım. Belki o
zaman bir kısım insanımıza, son yıllarda yapılan AVM’lere, gökdelenlere, büyük
camilere bakarak “ne kadar gelişmişiz, daha ne olsaydı” gibi yaptıkları
çıkarımların ne kadar boş olduğunu gösterebiliriz.
Bu nedenle de bizzat tanık olduğum bir inşaat
örneğinden yola çıkacağım. Bu alttaki resimde gördüğünüz 22 katlı bir rezidans
ve eklerinin inşaatına ait bir resim. Evimin tam karşısına dikiliyor. Yeri Ankara’nın
göreli olarak varsıl bir bölgesi olan Çankaya.
İTİNAYLA İNŞAAT CİNSİ DEĞİŞTİRİLİR!
Daha önce bu ucubenin yerinde (geçen yıla kadar) bir
halı saha vardı. Çünkü arsaya sadece halı saha ya da diğer spor tesisleri
yapılabiliyordu. Yani arsanın kullanım izni bununla sınırlıydı. Geçmişte
Ankara’nın Çankaya’ya yakın köylerinden birinde oturan bir aileye verilen
topraklardan biriydi.
Yani tarımla uğraşan bu aile neoliberal-neo muhafazakâr
dönemde önce buraya halı saha yaptı ve işletmeye başladı. Sonra da Gökçek
döneminde yüksek bir “girişimcilik becerisiyle” arsanın tahsis biçimini
değiştirip, bir anda buraya rezidans yapma izni aldı. Müteahhitle anlaştı ve
şimdi bu bina yükseliyor.
Şimdi gelin, bazı yoksullarımızın övünç kaynağı olan
bu müthiş ilerlemenin asıl konuşulmayan yanlarını konuşalım.
BİR DOKUNUŞLA YARATILAN MÜTHİŞ RANT VE ORTAYA ÇIKAN
ZENGİNLİK
İlk olarak, arsada halı saha işletmesi varken bunun yıllık
geliri 1-1,5 milyon lirayı geçmiyordu. Oysa bu cins/tahsis değişikliği ile
yapılan 50 lüks konut ve süpermarket, eğlence merkezi gibi inşaatın getirisi bu
para ile kıyaslanamayacak kadar yüksek. Öyle ki daireler daha şimdiden 2-3
milyon liradan satılıyor. Anlaşmanın müteahhit ile yüzde 50 - yüzde 50 olarak
yapıldığını varsaydığınızda 25 lüks konut arsa sahibine kalıyor. Buna MİGROS’un
kiralayacağı ileri sürülen süpermarket alanı ve diğer alanların işletmelerinin
gelirlerini dâhil etmiyorum.
Yani arsa sahibi bir dairesinin satışından, halı saha
işletirken elde ettiği gelirinin 2 katını elde edecek. Müteahhidin kârını
hesaplamaya makinamın tuşları yetmiyor.
Diğer taraftan ülkede milyonlarca insan ev sahibi
olmayı hayal bile edemiyor, kiralarda yaşıyor. Konut kredisi ile ev sahibi
olanlarsa, işsiz kalıp konutlarını kaybetme korkusu içinde yaşamlarını
sürdürüyor.
Kısaca ortaya müthiş bir rant çıkıyor. Yani normalde arazisinin
sağlayacağı gelirin onlarca katını sağlayan bir düzenlemeden söz ediyoruz. Buna
imkân veren, her şeyi ticarileştiren, kuralsızlaştıran bir kapitalist sistem
olduğu kadar, belediye ve devlet düzenlemeleri değil mi?
GELİR VE SERVET EŞİTSİZLİĞİ BU TÜR KONUTA OLAN TALEBİN
ASIL NEDENİ
Bu rezidanslar satılır mı? Büyük ölçüde evet. Çünkü
Türkiye’de öyle bir gelir ve servet bölüşümü adaletsizliği var ki bu tür lüks konutların
en tepedeki zenginler tarafından oturmak ya da yatırım amaçlı olarak
alınabilmesi mümkün.
Ayrıca başlar Araplar olmak üzere eski Sovyet
Cumhuriyetlerinin zenginleri de bu tür konutları satın alıyorlar. Yani bu tür lüks
inşaatlar gelir ve servet dağılımı adaletsizliğinin hem sonucu hem de nedenlerinden
birini oluşturuyor.
YEŞİL ALANI OLMAYAN BİR PROJE
Dikkatinizi çekmiş olmalı. Bu projede yeşil alan yok. Yüzlerce
insanın oturacağı, binlercesinin alış veriş yapacağı, üstelik de bir meskûn
mahalde 22 katlı dev bir bina dikiyorsunuz ama etrafında sadece 1-2 metre
karelik bir yeşil alan bırakıyorsunuz.
Normalde bu denli yüksek kata, önemli bir yeşil alan
ayrılması kaydıyla izin verilirken (binanın diğer tarafındaki çok katlı bloklar
bunun somut örneği iken), bu binaya nasıl böyle bir izin verilebilir, bu da
anlaşılabilir bir şey değil. Ancak mahallenin diğer sakinlerinin arsalarının, konutlarının
değerlerinin göreli olarak düşeceğini anlayabilmek zor değil.
Ayrıca bina adeta bir çirkinlik abidesi, bir beton
blok olarak mahallenin maksimum 3 katlı konutlarının ortasına dikilmiş durumda.
Bunun neden olacağı, ekolojik etkileri, görüntü, trafik ve gürültü kirliliği ve
bunun maliyetlerini düşünün. Ama öyle bir aşamadayız ki daire başına 2-3 milyon
liralık bir satış geliri ya da bir büyük süpermarketin sağlayacağı kâr her
şeyin önüne geçebiliyor.
Bu rezidanstaki konutların bir kısmının banka kredisi
ile satın alınacağı malum. Bu da bu projelerde bankaların (verdikleri uzun
vadeli / mortgage kredileri bağlamında) nasıl suç ortağı olduklarını
gösteriyor. Yani finans kapital Türkiye’de inşaata son 16 yılda yatırılan 551
milyar doların (2) kaynak sağlayanlarından, dolayısıyla da ortaya çıkan bu
sorunlardan sorumlu biri konumunda.
KDV İNDİRİMLERİNİ KİM SAĞLADI?
Hükümetin son 2 yıldır inşaat ve emlak sektörünü
canlandırabilmek gerekçesiyle konut satışlarındaki KDV’yi yüzde 18’den yüzde
8’e düşürdüğü biliniyor. Son Bakanlar Kurulu düzenlemesiyle konut ve işyerini
de kapsayacak bir biçimde hem tapu harçları düşürüldü hem de KDV indirimi bir
kez daha, 2018 Ekim sonuna kadar uzatıldı. Muhtemelen tekrar uzatılacak.
Bu ciddi bir vergi geliri kaybına neden oluyor. Bir
örnek üzerinden anlatırsak; 1milyon liralık dairenin satışından yüzde 18 KDV
oranından 180 bin lira vergi geliri sağlanırken, bu oran yüzde 8’e
düşürüldüğünde bu gelir 80 bin liraya gerileyecek. Yani daire başına devletin
vergi geliri kaybı 100 bin lira olacak. Bunu 1 milyon lira olarak hesapladık
çünkü satışlarda konutların gerçek değerlerinin gösterilmediği bilinen bir
gerçek. Böylece gerçek değer-satış değeri farkının neden olduğu bir vergi geliri
kaybı da söz konusu olacak.
Ayrıca tapu harçlarının düşürülmesinden dolayı da bir
gelir kaybı doğacak. Bu kayıpları devletin nasıl karşılayacağını artık sokaktaki
insan dahi biliyor: Yeni zamlar, yeni vergiler ya da daha fazla borçlanma.
Şimdi şöyle bir düşünün: Devlet ruhsat, tahsis, cins
değişikliği ile yani sihirli bir dokunuşla bazı arsaların değerini onlarca kat
artırırken, bu arsaya yapılan konutların satışlarından aldığı vergiyi de yüzde
60 oranında azaltıyor.
HANİ MÜLK ALLAH’INDI?
Müteahhitler ve arsa zenginleri acaba ne yaptılar da
böyle bir ödüllendirmeyi hak ettiler diye sorulmaz mı? Ya da hani “Mülk
Allah’ındı?” Diye sorulmaz mı? Öyle ya Allah’a it bir mülkü (üstelik daha da
cazip hale getirerek) zengini daha da zengin etmede bir araç olarak
kullanıyoruz, üstelik de almamız gereken
vergiyi tam olarak almıyoruz.
KONUT YATIRIM MALI DEĞİL, İSTİHDAM VE GELİR YARATMAZ
Hükümet 2016 yılında yaptığı hesaplama değişikliği ile
konut yatırımlarını da yatırımlardan, konut kredilerini de tasarruflardan
sayıyor. Böylece eskiden yüzde 13 olan tasarruf oranı yüzde 23’e ve yüzde 19-20
olan yatırım oranı da yüzde 29-30’a çıkmış oluyor. Bu da ekonominin mucizevi
büyümesinin nasıl kâğıt üzerinde gerçekleştiğini gösteriyor.
Yani istihdam, gelir yaratmayan, işsizliği azaltmayan
ama sadece bankaları, müteahhitleri, inşaatçıları daha da zengin eden bir
büyüme modeli ile karşı karşıyayız.
Bu tür binalara bakarak övünenlere (bir tür el atına
binip çalıp satanlara), “böyle AVM’ler, rezidanslar, TOKİ konutları yerine
fabrikalar yapılsaydı daha iyi olmaz mıydı, böylece de sizler için,
çocuklarınız için hem istihdam hem de gelir yaratılmaz mıydı ?” Diye sorulmalı.
Çünkü bu ülkede son 15 yılda yapılmış dişe dokunur tek bir fabrikadan söz
edemiyoruz.
NE YAPILMALI?
Öncelikle eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, ekonominin
krize yatkınlığını, doğa tahribatını artıran, toplumsal dokuya zarar veren bu
zenginleşme modeline son verilmeli. Bu konuda gerekli her yasal düzenleme
yapılmalı.
Bu sektörü vergi ve faiz indirimleri yoluyla
desteklemekten, bu firmaların borçlarını yapılandırmaktan, kısaca bunları
devlet tarafından kurtarmaktan ve bunun faturasını halka ödettirmekten
vazgeçilmeli.
Bu binaların bir kısmının yıktırılması gerekecek.
Diğerlerine ise ağır bir toprak rantı vergisi konulmalı. Öyle ki hem yenileri yapılmasın,
hem de haksız zenginleşme önlensin. Ayrıca Emlak Vergileri öyle düzenlenmeli ki
(gayrimenkul değer artışı vergisi gibi bir vergiyle örneğin) bu tür binalar çok
maliyetli hale getirilerek bunlara ilişkin talep ve paralelinde de arzı azaltılsın.
Gelir ve servet eşitsizliği böyle devam ettiği sürece
bu tür lüks mallara olan talebin süreceğinin bilincinde olarak bu eşitsizliği
azaltacak önlemler alınmalı. Örneğin “nereden buldun” düzenlemesine tekrar
başvurulmalı . Ayrıca gelirlerin sadece altına değil, üstüne de sınır
getirilmeli. Yani Gelir Vergisinin üst oranları ciddi biçimde yükseltilmeli. Bu
yönde hem düzenlemeler yapılmalı, hem de vergi yasaları konulmalı.
SUÇLU AYAĞA KALK!
Şimdi varsayın ki bir mahkemedeyiz ve gelinen ekonomik
kriz, eşitsizlikler, adaletsizlikler, yoksulluk ve işsizlik nedeniyle sanıklar
sorgulanıyor. Sanık sandalyelerinde birden fazla sanık oturuyor: Rant peşinde
koşan arazi, arsa sahipleri, müteahhitler, inşaatçılar, bankalar, bu izinleri
veren belediyeler, bu düzenlemeleri yapan ve vergi oranlarını düşüren devlet, politikacılar
ve bütün bunları alkışlayan ya da en iyisinden bunlara sessiz kalan insanlar.
Hakim, “suçlu ayağa kalk” diye seslendiğinde bunlardan
hangisi ya da hangileri ayağa kalkar ya da kalkmalıdır?
….
(2) Erinç
Yeldan, Betona 551 milyar dolar,
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/954947/Betona_551_milyar_dolar.html, 07 Nisan 2018.
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/954947/Betona_551_milyar_dolar.html, 07 Nisan 2018.