26 Kasım 2019 Salı
24 Kasım 2019 Pazar
YURTTAŞLIK TEMEL GELİRİ (2) İşsizlik ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur
YURTTAŞLIK
TEMEL GELİRİ (2)
İşsizlik
ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur
Mustafa
Durmuş
22
Kasım 2019
Günümüzde Yurttaşlık Temel Geliri (YTG)
düşüncesini sadece kendini Sol’da görenlerin ya da sosyal demokratların bazı kesimleri
değil, Sol liberaller, hatta bazı Sağcılar da savunuyorlar.
GENİŞ BİR YELPAZEDE SAVUNULUYOR
Programı savunan Solcular (1) programın
daha çok yoksulluğu ve eşitsizlikleri azaltıcı yönlerine vurgu yaparken,
programı eleştirenler (daha ziyade Marksistler) programın emek hareketini
zayıflatıcı yönlerine dikkat çekiyorlar.
Sağcılar ise (sermaye perspektifinden)
emekçilerin hak ve kazanımlarını ortadan kaldırdığı, emek hareketini pasifleştirdiği
için savunuyorlar.
Kendisini Marksist olarak tanımlayan ve
Syriza Hükümeti döneminde Yunanistan’da Maliye Bakanlığı da yapan Prof.
Varufakis bu programı savunuyor ve 21 Yüzyıl planlamacılarının bu programı
temel bir araç olarak kabul etmeleri gerektiğini ileri sürüyor. (2)
Sosyal demokratlar bu öneriyi “herkesin
adil bir pay alacağı dengeli bir kapitalist düzene gidiş yolu” olarak
gördüklerinden (Barnes) ve emeğin metalaştırılmasını azaltıp, işçilere
istemedikleri işi reddetmeleri imkânını sunarak emek-sermaye arasındaki sermaye
lehine olan güç asimetrisini düzeltebileceğinden dolayı (Srnicek ve Williams)
savunuyorlar. (3)
Nitekim bu öneri ABD’de Sanders,
Britanya’da Corbyn’in de başında bulunduğu İşçi Partisi ve Fransa’da Sosyalist
Parti tarafından savunuldu. Türkiye’de ise kırsal kesimdeki yoksul aile başına
ve geçici olarak aylık asgari ücret tutarında bir ödeme yapılması CHP’nin 2013
yılı tarihli Parti Programında “Vatandaşlık Hakkı Ödemesi” olarak yer alıyor.
BİREYSEL GİRİŞİMCİLİK TEŞVİK EDİLİR
Geleceğin toplumunu “bilgi toplumu”
olarak tanımlayan N. Srnicek ve A. Williams gibi bazı Sol liberaller içinse:
“Bireysel kapasitemizi geliştirmemizi
frenleyen, tam zamanlı ve güvenceli istihdam, sendika, sosyal sigorta gibi
şeyler modası geçmiş şeyler. Oysa geleceğin kapitalizm ötesi toplumunda
bireysel girişimciliğin çok büyük bir önemi var. İşte bu program insanları
özgürleştirerek geleceğin toplumuna hazırlanmasını sağlayacak olan temel maddi
unsuru olarak işlev görecek bir programdır”. (4)
SAĞ: BÜROKRASİ AZALIR, BÜTÇENİN KAYNAKLARI SERMAYEYE KALIR, SINIF
MÜCADELESİ SÖNÜMLENİR!
Yurttaşlık Temel Geliri önerisini
çalışmayı caydırdığı, tembelliği ve asalaklığı özendirdiği ve ciddi bir kamusal
kaynak israfına neden olduğu için eleştiren Sağcılar kadar buna sıcak bakanlar
da var.
Bu tür programların sosyalizmin önünü
açmayacağını bilen neo-liberalizmin fikir babaları Hayek ve Friedman gibi
Sağcılar ise devlet bürokrasisini azaltacağı, emekçilere dönük sosyal
harcamaları ortadan kaldıracağı, böylece devletin üzerindeki mali yükü
hafifleteceği, piyasaları büyütüp geliştireceği gerekçeleriyle bu programa
sıcak baktılar.
Öyle ki böyle bir Sağcı düşünceye göre,
ücret ve sosyal yardım ödemeleri vermek yerine herkese bir miktar para vermek
kamusal hizmetlere yönelik kamusal harcamaların azalmasını, böylece tasarruf
yapılmasını sağlayabilir. Örneğin sosyal güvenlik harcamaları azaltılabilir,
hatta tercihen kaldırılabilir.
Bir başka anlatımla, bazı Sağcılar
“kamusal hizmetleri, refah devleti sunumlarını ortadan kaldıracağı ve kamu
kaynaklarının doğrudan sermaye kesimine kalacağı, prekaryanın başkaldırışını
önleyeceği, gelecekteki girişimci kuşakların yetişmesi için maddi bir destek
sağlayacağı öngörüsüyle” savunuyorlar. (5)
Nitekim biraz da bu gerekçelerden yola
çıkarak Finlandiya’daki Sağcı hükümet, işsizlik yardımlarını azalttı ve bunun
yerine bu uygulamayı bazı pilot bölgelerde kısmi uygulamalarla başlattı. (6)
…devam edecek
DİP NOTLAR:
(1) Bu konuda P. Van
Parijs tarafından derlenen şu çalışmaya bakınız: Basic Income And The Left: A
European Debate, Social Europe Edition (April 27, 2018).
(2) https://www.economist.com/…/transcript-interview-with-yanis….
(3) Daniel Zamora, “The Case Against a Basic Income”, https://www.jacobinmag.com/…/universal-basic-income-inequal… (28 December 2017).
(4) Agm.
(5) Alyssa Battistoni , “The False Promise of Universal Basic Income”, https://www.dissentmagazine.org (Spring 2017).
(6) Scott Santens, “If You Think Basic Income is “Free Money” or Socialism, Think Again”, https://medium.com (8 September 2017).
(2) https://www.economist.com/…/transcript-interview-with-yanis….
(3) Daniel Zamora, “The Case Against a Basic Income”, https://www.jacobinmag.com/…/universal-basic-income-inequal… (28 December 2017).
(4) Agm.
(5) Alyssa Battistoni , “The False Promise of Universal Basic Income”, https://www.dissentmagazine.org (Spring 2017).
(6) Scott Santens, “If You Think Basic Income is “Free Money” or Socialism, Think Again”, https://medium.com (8 September 2017).
Etiketler:
Corbyn,
İşsizlik,
Sanders,
Yoksulluk,
Yurttaşlık Temel Geliri
20 Kasım 2019 Çarşamba
YURTTAŞLIK TEMEL GELİRİ (1)- (İşsizlik ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur)
YURTTAŞLIK
TEMEL GELİRİ (1)-
(İşsizlik
ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur)
Mustafa
Durmuş
20 Kasım 2019
Bir ülkede yaşayan her yurttaşa temel
bir yurttaşlık geliri verilmesi; zengin-yoksul, çalışan-işsiz ayırımı, yani her
hangi bir gelir ya da servet incelemesi yapılmaksızın, koşulsuz ve düzenli
olarak (örneğin aylık) bir nakit para ödenmesi anlamına geliyor.
Bu pratikte, bir hak olarak, ne
yaptıklarına ya da nereye harcayacaklarına bakılmaksızın herkesin hesabına
devlet tarafından sabit bir paranın düzenli olarak yatırılması demek.
KÜÇÜK ÖLÇEKTE, YAYGIN OLMAYAN VE İKİ YILLIK PROGRAMLAR
Dünyadaki uygulamalarına bakıldığında bu
programların yaygın olmaktan ziyade küçük ölçekli ve daha ziyade iki yıllık
deneysel amaçlı uygulamalardan oluştuğu görülüyor.
Bu uygulamalardan beklenen; böyle bir
gelir desteğinin yoksulluğu azaltarak ve geliri yeniden bölüştürerek yaşam
koşullarını iyileştirip iyileştirmediğini, emek gücü piyasasını, sosyal
güvenlik sistemini ve girişimciliği nasıl etkilediğini ortaya çıkartmak.
Program son yıllarda oldukça popüler
olmasına rağmen, İsviçre’de 2016 yılında yapılan referandumda reddedildi. Buna
karşılık aynı yıl, 2 yıl süreyle Finlandiya’da 2,000 kişiye (25- 58 yaş arası)
aylık 560 avro verilerek program deneme amaçlı başlatıldı.(1)
Küresel servet zenginliğinin oransal
olarak en büyük oranda biriktiği bölge olan Kuzey Amerika’da yoksulluğu
azaltmak için YTG uygulamaları denendi, deneniyor.
Örneğin ilk YTG uygulamaları ABD’de
Altın Çağ Döneminde (1945 sonrası- 1970’ler ortası) New Jersey, Pennsylvania,
Kuzey Carolina, Colorado, Washington ve Indiana’da ve daha ziyade negatif gelir
vergisi ile gerçekleştirildi.
Kanada’da ise ilk uygulaması 1974’de
başlatıldı ve Winnipeg kenti ve Dauphin kırsalındaki Manitoba’da 1000'den fazla
aileye temel gelir verildi. Bu desteklerin sonucunda temel gelir alanların
sağlık masraflarının azaldığı ve eğitim düzeylerinin arttığı görüldü. Bu
uygulamalara hem Sağ’dan (Friedman) hem de Sol’dan (Galbraith) destek geldi
(2).
Ayrıca, Avrupa Temel Gelir Ağı’nın
(BIEN) verilerine göre (3); Kanada’da biri uygulamada, diğeri planlama
aşamasında olan iki ayrı proje söz konusu. İlkinde Ontorio’daki 3 bölgede 4,000
düşük gelirliye (15-64 yaş arası) yılda 16,989 Kanada doları veriliyor (aslında
bunun bir tür negatif gelir vergisi uygulaması olduğu ileri sürülüyor). Diğeri
Kanada’daki British Columbia’da halen planlama aşamasında olan bir proje.
Benzer biçimde İskoçya’da halen planlama aşamasında bir proje çalışması var.
HOLLANDA: YEREL YÖNETİMLER ELİYLE YTG SUNUMU
Hollanda en gelişmiş YTG uygulamasına
sahip ülke konumunda. Bu program çok sayıda belediye aracılığıyla yürütülüyor,
ancak bu da 2017-2019 dönemi ile sınırlı bir uygulama. Belediyeler bu
uygulamanın sonuçlarını ölçüyorlar. İspanya’nın Bask Bölgesi’nde yer alan
Barselona’da “B-Mincome” adı altında ve 1,000 kişiyi içeren kısmen koşullu bir
gelir desteği uygulaması söz konusu.
Bunların dışında ABD’li bir sivil toplum
kuruluşu olan Give Directly’nin Kenya’da uyguladığı bir proje var. Buradaki
köylülere günde 0.50 cent ile 1 dolar arasında gelir desteği veriliyor. Benzer
bir biçimde Brezilya ve Uganda’da film yapımcılarının 2 yıl süreyle 8 eyalette
20 yoksula deneysel amaçlı olarak, yetişkinlere yılda 231 dolar ve çocuklara 77
dolar gelir sağlanması biçiminde başlattıkları bir proje mevcut.
ALASKA: SOSYAL KÂR PAYI
ABD’nin Alaska Eyaletinde ise bu program
“Sosyal Kâr Payı Dağıtımı” adı altında uygulanıyor. Alaska’da yaşayanlara
petrol gelirlerinden karşılanmak üzere, yılda 2,072 dolar (4 kişilik aileye
8,288 dolar) sosyal kâr payı olarak ödeniyor. Böylece müşterek varlıklardan
sadece zenginlerin değil, herkesin yararlanabildiği ileri sürülüyor. (4)
Ölçek olarak en büyük ölçekli YTG
projesi ise Hindistan’da sunuldu. Sikkim eyalet devletinde, iktidar partisi
eğer 2019 yılındaki seçimlerde yeniden iktidar olursa dünyanın en büyük çaplı
ve Hindistan’ın ilk YTG programını 2022 yılına kadar başlatacağını açıkladı.
Buna göre toplam nüfusu oluşturan 610,577 kişiye (sosyal refah programlarının
alternatifi olarak) düzenli bir gelir verilecek. Bu gelir ise bölgedeki
hidroelektrik santrallerinden elde edilen ihtiyaç fazlası enerjinin
satılmasının getireceği gelirler ve turizm gelirleriyle finanse edilecek. (5)
Üzerinde çok yazılıp, çok tartışılan bu
programa ait bazı bilgileri paylaşmak, bazı temel özelliklerinden söz etmek ve
programın yanında ve karşısındaki görüşleri özetlemek yararlı olacak.
YENİ BİR TEORİ DEĞİL
Yurttaşlık Temel Geliri önerisi her ne
kadar 2008 finansal krizinin ardından artan işsizlik, yoksulluk ve gelir
eşitsizlikleriyle gündeme taşınmış olsa da, dayandığı düşünce çok daha eskilere
giden bir yaklaşım ya da teori.
Öyle ki bu düşüncenin kökleri, böyle bir
gelirin etik açıdan verilmesi gerektiğini savunan 18. Yüzyıla T. Paine’ye (6),
19.Yüzyılda Ütopik Sosyalist C. Fourier’e ve 20. Yüzyılın başlarından itibaren
Hilferding, Lange, Meidner ve Roemer gibi sosyal piyasacı sosyalistlerin
gelir-servet eşitsizliği ve yoksulluk sorununun servetin ortak mülkiyete
dönüştürülmesiyle, yani ortak bir havuzda kolektifleştirilmesiyle
çözülebileceğini şeklindeki tezlerine kadar gidiyor. (7)
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Keynesyen
iktisatçı M. Kalecki bir makalesinde böyle bir yurttaşlık gelirini şu
gerekçelerle savunmuştu (8):
“ Eğer işçiler önlerine konulan ama
istemedikleri işleri ve düşük buldukları ücretleri kabul etmek zorunda
kalmaksızın yaşayabilselerdi, patronların onları işlerinden atması zorlaşırdı.
Bu nedenle, istihdamdan bağımsız olarak verilen böyle bir gelir işçiler
açısından güvenebilecekleri sürekli bir gelir kaynağı niteliğinde olacağından
işçileri güçlendirir. Yani bu bir tür kalıcı grev fonu gibi işlev görür”.
ÜÇ TEMEL GEREKÇE:
Geçmişte B. Russell gibi filozoflar
tarafından da sıcak bakılan bu düşünce günümüzde asıl olarak P. Van Parijs, (9)
Y. Vanderborght, P. Mason ve J. Hickel tarafından kuramsallaştırıldı.
Bu teorisyenler kabaca üç sorunun çözüm
yolu olarak bu programı savunuyorlar: Artan gelir ve servet eşitsizliğinin
neden olduğu kitlesel yoksulluk, artan otomasyon ve robot kullanımının yol
açtığı kitlesel işsizlik ve artan ekolojik sorunlar.
Bu üç gerekçeye ilave olarak, bu
programı; mevcut refah devleti uygulamalarının yetersizliği nedeniyle
yaşlı/hasta bakımı gibi konuların çözümsüz kalmasına karşı bir çözüm olarak
görenler ve sol feminist bir perspektiften hayatı, ödenmiş emek ya da ev içi
emek biçiminde dengeleyebileceği, kadınları güçlendireceği için savunanlar da
var. (10)
Bir başka anlatımla, insanların sadece
çalıştıkları sürece önemli oldukları biçimindeki Sağcı düşünceye karşı çıkarak,
işi olsun ya da olması herkesin saygın bir yaşam sürme hakkının olduğunu, insan
onurunun ücretli istihdama bağlı olmaması gerektiğini savunanlara göre; herkes
ortak varlıklarımızdan ve gezegenin kaynaklarından fayda sağlayabilmelidir.
Bu bağlamda programın, tarihsel olarak
eksik değerlenmiş çalışma biçimlerini tanımaya (örneğin ev kadınlarının
görünmeyen emeği), ekonomiyi dönüştürmeye ve aynı zamanda da (iklim değişikliği
ile mücadele aracı olarak), gezegeni kurtarmaya yarayan bir araç olarak
kullanılabileceği ileri sürülüyor. (11)
SOL PERSPEKTİFTEN YTG
Böylece programa Sol perspektiften
yaklaşanlara göre, servet edinimi ve birikimi meşru değil, bölüşümü ise hiç
adil değil. YTG ile adalet kısmen sağlanmış olur zira eşitleyici bir iş
yapılmaktadır. Ayrıca bu program, milyarlarca insana rahat bir yaşam imkânı
sunamayan kapitalizmin (eşitsizlikleri, yoksulluğu bütünüyle ortadan
kaldıramasa da) zalim ve adaletsiz yüzünü teşhir etmeye yardımcı olabilir.
Ancak bu noktada yoksulluk ve
eşitsizliğin kapitalizmin nedeni değil sonuçları olduğunun altının çizilmesi
gerekir. Üretimin ve bölüşümün kapitalist sınıf tarafından kontrol edildiği bir
toplumda, tek başına YTG gibi ödemelerle adaletsizlikler ve eşitsizlik ortadan
kaldırılamaz.
Herkese aynı miktarda bir ödemede
bulunmak eşitsizliği azaltmayacağı gibi (sermayenin gücü dikkate alındığında)
daha da artırabilir. Kapitalist eşitsizlikler veri iken, bu eşitsizlikleri
herkesi girişimci-kapitalist yapmaya çalışarak ortadan kaldırabilmek mümkün
değil. (12)
Ayrıca yoksulluk egemen sınıfın
yoksulları bir yönetme aracı olarak da kullanılmaktadır. Bu nedenle de
yoksulluğu durdurmak onu tamamıyla ortadan kaldırmayacağı yetmez. Serveti
toplumsallaştırılıp adil bir biçimde tüm toplumun refahını yükseltmek için
kullanmak yerine, neden böyle programlardaki gibi yeniden bölüşümün sadece
ücret gelirleri ile sınırlı tutulduğu da sorgulanmalıdır.
ROBOTLAR, YAPAY ZEKÂ, OTOMASYON
Uluslararası örgütler tarafından küresel
istihdamın yapısının dramatik bir biçimde değişmekte olduğu sıklıkla rapor
ediliyor. Öyle ki Birleşmiş Milletler Örgütü’nün bir raporuna göre, (13) hızla
artan otomasyon, robotlar ve yapay zekâ yüzünden önümüzdeki 10’lu yıllarda
Güney yarı küredeki istihdam biçimlerinin yüzde 60’ı ortadan kalkabilir.
Bu durum özellikle de tekstil ve küçük
elektronik gibi kolayca otomasyona uğrayabilen sektörlerde geçerli olacak.
Robotlar insanların yerini aldıkça yaşam standardında ciddi bir düşüş görülecek
ve bir insanlık krizi ortaya çıkabilecek. Yani mevcut işlerden elde edilen
gelirle yoksulluğu azaltmak mümkün olmayacak, bu nedenle de alternatif yollar
bulunmak zorunda.
Otomasyonun insanları işsiz ve yoksul
bırakacağı öngöründe bulunan bazı sosyal bilimcilere göre, bu yollardan biri
koşulsuz olarak her yurttaşa koşulsuz temel bir gelir sunmak. Bu yol bireyin
borcunu artıran ve yoksulluk üzerinde her hangi bir azaltıcı etkisi bulunmayan
mikro finans gibi önerilerden çok daha etkili bir öneri olarak görülüyor. (14)
Yani, 19.Yüzyılda Marksist teoride,
sermayenin organik bileşiminin yükselmesi olarak nitelenen, bugünse yapay zekâ
ve robot kullanımının artmasıyla sonuçlanan sermaye yoğunlaşması ya da
otomasyon nedeniyle işsiz kalma korkusu kısmen bu programı gündemde tutuyor.
Program, inişli çıkışlı, güvensiz bir
ekonomide böyle bir gelir uygulamasının bir sigorta gibi işlev göreceğinden
hareketle bazı işçi sendikaları tarafından da savunuluyor.
Böylece bunun işçilerin robotlara ve
otomasyona karşı korunmasının bir aracı olabileceği, böyle bir gelirle çalışma
gün ve saatlerinin azaltılarak (gelecekte daha az çalışma ütopyasının
gerçekleştirmenin bir aracı olarak görülüp) kapitalizm sonrası topluma
hazırlanmanın da mümkün olabileceği düşünülüyor. (15)
Böylece bazıları YTG’yi geleceğin daha az
çalışılacak olan dünyasında insanın kendini mutlu edebilecek faaliyetlerde
bulunabilmesinin maddi koşulu olarak gördükleri için savunuyorlar.
…devam edecek
DİP NOTLAR:
(1) Harriet Agerholm,
“Finland launches universal basic income pilot of 560 Euros a month”, http://www.independent.co.uk (3 January 2017).
(2) Evelyn L. Forget, Dylan Marando, Tonya Surman & Mıchael Crawford Urban, “Pilot lessons how to design a basic income pilot project for Ontario, Mowat Centre Ontario’s Voice on Public Policy, (September 2016), s. 4- 5.
(3) Karl Widerquist, “Current UBI Experiments: An update for July 2018”, https://basicincome.org (1 July 2018).
(4) Matt Bruenig, “The case for a universal basic income”, http://inthesetimes.com/…/universal-basic-income-federal-jo… (June 19/ July Issue -July 2018); Bir kaynağa göre Alaska Sabit Fonu son 30 yıldır vatandaşlarına yılda ortalama 1,000 dolar sosyal kâr payı ödüyor. Bkz: Scott Santens, “If You Think Basic Income is “Free Money” or Socialism, Think Again”, https://medium.com (8 September 2017).
(5) Liz Mathew, “Sikkim says it will become first state to roll out Universal Basic Income”, https://indianexpress.com (11 January 2019).
(6) Thomas Paine, Agrarian Justice, 1797, (https://www.ssa.gov/history/paine4.html).
(7) https://basicincome.org/basic-income/history; Bruenig, agm.
(8) Alyssa Battistoni , “The False Promise of Universal Basic Income”, https://www.dissentmagazine.org(Spring 2017).
(9) Pierre Van Parijs, “ Why Surfers Should be Fed: The Liberal Case for an Unconditional Basic Income”, Philosophy & Public Affairs, Vol. 20, No. 2, 1991 (Spring), s. 101-131.
(10) Sonia Sodha, “Universal basic income is no panacea for us – and Labour shouldn’t back it”, https://www.theguardian.com (18 December 2017).
(11) Alyssa Battistoni, “Jobs Guarantee or Universal Basic Income? Why Not Both?”, http://inthesetimes.com ( 20 June 2018).
(12) Rohan Grey and Raul Carrillo, “The problem is profits”, http://inthesetimes.com/…/universal-basic-income-federal-jo… (June 19/ July Issue-July 2018).
(13) Jason Hickel, The Divide –A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 269.
(14) Agk., 267.
(15) Battistoni, Jobs Guarantee, agm.
(2) Evelyn L. Forget, Dylan Marando, Tonya Surman & Mıchael Crawford Urban, “Pilot lessons how to design a basic income pilot project for Ontario, Mowat Centre Ontario’s Voice on Public Policy, (September 2016), s. 4- 5.
(3) Karl Widerquist, “Current UBI Experiments: An update for July 2018”, https://basicincome.org (1 July 2018).
(4) Matt Bruenig, “The case for a universal basic income”, http://inthesetimes.com/…/universal-basic-income-federal-jo… (June 19/ July Issue -July 2018); Bir kaynağa göre Alaska Sabit Fonu son 30 yıldır vatandaşlarına yılda ortalama 1,000 dolar sosyal kâr payı ödüyor. Bkz: Scott Santens, “If You Think Basic Income is “Free Money” or Socialism, Think Again”, https://medium.com (8 September 2017).
(5) Liz Mathew, “Sikkim says it will become first state to roll out Universal Basic Income”, https://indianexpress.com (11 January 2019).
(6) Thomas Paine, Agrarian Justice, 1797, (https://www.ssa.gov/history/paine4.html).
(7) https://basicincome.org/basic-income/history; Bruenig, agm.
(8) Alyssa Battistoni , “The False Promise of Universal Basic Income”, https://www.dissentmagazine.org(Spring 2017).
(9) Pierre Van Parijs, “ Why Surfers Should be Fed: The Liberal Case for an Unconditional Basic Income”, Philosophy & Public Affairs, Vol. 20, No. 2, 1991 (Spring), s. 101-131.
(10) Sonia Sodha, “Universal basic income is no panacea for us – and Labour shouldn’t back it”, https://www.theguardian.com (18 December 2017).
(11) Alyssa Battistoni, “Jobs Guarantee or Universal Basic Income? Why Not Both?”, http://inthesetimes.com ( 20 June 2018).
(12) Rohan Grey and Raul Carrillo, “The problem is profits”, http://inthesetimes.com/…/universal-basic-income-federal-jo… (June 19/ July Issue-July 2018).
(13) Jason Hickel, The Divide –A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 269.
(14) Agk., 267.
(15) Battistoni, Jobs Guarantee, agm.
18 Kasım 2019 Pazartesi
İNTİHARLAR, İŞSİZLİK VE YOKSULLUK- İşsizlik ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur (1)
İNTİHARLAR,
İŞSİZLİK VE YOKSULLUK-
İşsizlik
ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur (1)
Mustafa
Durmuş
17
Kasım 2019
Bir yandan işsiz ve yoksul sayısı, diğer taraftan
bireysel ve toplu intiharlar giderek artıyor. Son bir ay içinde basına
yansıdığı kadarıyla, 3 aile toplu olarak
ve 5 kişi de bireysel olarak yaşadıkları ekonomik sıkıntıları gerekçe
göstererek intihar etti.
Bu arada TÜİK verilerine göre resmi işsiz sayısı 2019
yılı Ağustos döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 980 bin kişi artarak 4
milyon 650 bin kişi oldu. Tarım dışı işsizlik oranının 3,5 puanlık artış ile yüzde
16,7 olduğu tahmin ediliyor. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,6
puanlık artış ile yüzde 27,4 oldu.(1) DİSK ise gerçek işsiz sayısının 7,3
milyonu aştığını ileri sürüyor.(2)
İŞSİZLİK
VE YOKSULLUK ARTTIKÇA İNTİHARLAR ARTIYOR
Hiçbir objektifliği kalmamış bazı medya kuruluşlarının
yayın organlarında ileri sürülen komplo teorilerine itibar etmeyeceksek,
intiharların nedenlerini (özellikle de ekonomik kriz dönemlerinde), hızla artan
işsizlik ve yoksullukta aramamız ve bu tespite uygun çözümler üretmemiz
gerekiyor. Çünkü bunlar arasında hem teorik yönden güçlü bir ilişki var, hem de
pratikte bunlar aynı yönde hareket ediyorlar.
Ayrıca bu gelişimin yakın geçmişte dünyanın başka
ülkelerinde de yaşanmış olması bu tezimizi güçlendiriyor.
Öyle ki dünyada 2008 krizi
ile bağlantılı olarak (2013 yılına kadar) 5,000 yeni intihar vakası yaşandı.
Buna asıl neden olarak insanların kriz nedeniyle yaşam koşullarının kötüleşmesi,
ağırlaşması gösteriliyor. Örneğin 2008 - 2012 döneminde kriz içindeki Yunanistan’da
ortalama birinin ekonomik sıkıntılar yüzünden yaşam koşulunun yüzde 20, İtalya’da
yüzde 12 ve İspanya’da yüzde 10 düzeyinde kötüleştiği ileri sürülüyor. (3) Yani
insanlar işsizlik ve yoksulluk nedeniyle geçim sıkıntısı çekiyor. Bu da onları
mutsuz ediyor, bunalıma sürüklüyor.
British Medical Journal’e
göre, 2009 yılında 54 ülkede kriz bağlantılı intihar vakaları yüzde 3,3 arttı. Bu
oranlar işsizliğin çok daha fazla olduğu ülkelerde çok daha yüksek oldu. (4)
Bir diğer araştırmaya göre, (5) artan intihar
girişimleri, alkol zehirlenmesi, ülser ve ruhsal hastalıklarla, özelleştirmeler
sonrası ortaya çıkan işsizlik arasında güçlü bir ilişki var. İntihar girişimi
Yunanistan ve Latvia’da yüzde 17, İrlanda’da yüzde 13 arttı. Hastalıklara yakalanma
riski ikiye katlanırken, iyileşme imkânı
yüzde 60 azaldı.
İŞSİZLİK
SOSYAL BİR SORUN
Böylece işsizliği (ve son yıllarda iyice yaygınlaşan
esnek istihdamı), sadece mal ve hizmetlere olan talebi olumsuz olarak etkileyen
bir ekonomik sorun olarak ele almayıp, onun aynı zamanda sosyal ve siyasal bir
sorun olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Yani hem işsizlik, hem de esnek istihdam koşullarında
çalıştırma tek tek işçiler için olduğu kadar, bir sınıf olarak işçi sınıfı için
de, toplumun geri kalan kısımları için de çok temel bir sorun.
Öyle ki işsizlik tekil olarak, borç batağına saplanma
ve alkole meyletme gibi davranış bozukluklarına neden olabiliyor. İşini,
gelirini yitirme, borçlarının ödenemeyeceği, çoluk çocuğun perişan edileceği
korkusu yaşanıyor. İşsizlik ve güvencesiz çalışma toplumdan soyutlanmak anlamına
geliyor, çünkü emeğin bu denli metalaştığı bir zamanda piyasa ile bağ
kuramadığında, işçinin varoluşu da tehlikeye giriyor.
Bunlar (reel sosyalizmin çöküşünden sonra
özelleştirmelerin uygulanmaya başladığı Rusya’da ve son yıllarda Yunanistan ve
Çin’de de görüldüğü gibi) Türkiye’de bireysel ve toplu intiharlar, cinnet hali
ve hane halkına dönük şiddet, kalp krizi, hipertansiyon, radikalleşme, hapis ve
psikolojik rahatsızlıklar biçiminde sonuçlanıyor.
İŞSİZLİK
SİYASAL BİR SORUN
Diğer taraftan, işsizler çalışanlar için de önemli bir
potansiyel tehdit oluşturuyor. Çünkü işsizlik, tıpkı emek sömürüsü, işverene bağımlılık
ve güvencesizlik gibi işçinin özgüvenini ortadan kaldırıyor, mücadele gücünü
zayıflatıyor, onu kolayca manipüle edilebilir ve adeta utandırılır bir hale
dönüştürüyor.
İşsiz kitlelerin gerici, faşist hareketlerin
güçlenmesinde ne denli etkili oldukları ve adeta bu yapıların yedek militan
ordusu haline geldikleri, hem geçtiğimiz yüzyılda yaşandı, hem de bu yüzyılda
gözlemleniyor.
Bu yüzden de emekten yana siyasal partilerin,
sendikaların ve toplumsal hareketlerin şimdiden, ekonomik olduğu kadar ciddi bir sosyal ve
siyasal soruna dönüşen işsizliği ve yoksulluğu önlemeye, azaltmaya ve ortadan
kaldırmaya, aynı zamanda da işçi sınıfı içinde dayanışmayı güçlendirmeye dönük
somut önerilerinin ve politikalarının olması gerekiyor.
Bunun için emek örgütlerinin asgari ücretin
yükseltilmesi, vergi dışı tutulması ve temel –zaruri mal ve hizmetlerden alınan
dolaylı vergilerin sıfıra düşürülmesi, devlet bütçesinin istihdam yaratmak için
kullanılması ve İşsizlik Sigortası Fonu’nun kaynaklarının sadece işsizler için
ve yeterince kullanılması gibi talepleri çok yerinde talepler.
Yoksullukla mücadele konusunda ise gönüllü yardım
severlik ya da hayırseverlik üzerinden, seçili yoksullara gıda, kömür ya da
gelir yardımı yapmak yerine sosyal politikaların kilit konuları olan ihtiyaç,
hak ve yurttaşlık kavramlarından yola çıkılmalı.
Ayrıca bunu devletin bir sorumluluğu ve görevi olarak
belirleyerek merkezi yönetim bütçesi aracılığıyla, ücretsiz eğitim ve sağlık ve
sübvansiyonlu gıda sunumu gibi herkese sunum biçimindeki kamusal hizmetleri
artırarak yapmak gerekiyor.
YAŞANABİLİR
BİR SOSYAL ÜCRET GEREKLİ
Bu yüzden de öncelikli olarak (asgari ücretin
belirlenme dönemi yaklaşırken ve Meclis’te vergi yasaları tartışılırken) asgari ücret düzeyi (çalışan yoksulluğunu ve
onların bakmakla yükümlü olduklarının geçimini sağlayabilmek için) işçi
sendikalarının belirlediği 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırına (6,705 lira)
(6) yükseltilmeli.
Bu ücretten her hangi bir gelir vergisi alınmamalı ve
en alt dilime denk düşen gelir vergisi oranı da yüzde 5-10 arasına çekilmeli.
Bunlar yapılırken emekçilere dönük ücretsiz kamusal hizmetler kısılmamalı, tersine
daha da genişletilmeli.
Böyle bir “yaşanabilir ücret” düzenlemesi ile en
azından çalışanların yoksulluğu önlenebilir, gelir eşitsizliği azaltılabilir,
toplam talebin artmasıyla da ekonomik büyüme hızlanır, işçilerin borçlanma
gereği azalır. Böyle bir ücretin istihdamı olumsuz etkilediği iddiaları ise
kanıtlanabilmiş iddialar değil.
Yaşanabilir asgari ücret düzenlemesine ek olarak emek
örgütlerinin iki önemli öneriyi daha tartışması gerekiyor. Bunlar; Yurttaşlık Temel Geliri ve Kamu Garantili
İstihdam Programları olarak bilinen dünyada da tartışılmakta olan programlar.
Bu programlar (eleştirilen programlar olsa da) yoksulluğun
ve işsizliğin azaltılmasına yardımcı olabilecek nitelikteki programlar. Bu
nedenle de bu yazı dizimizde bu önerileri değişik yönleriyle ele alıp değerlendireceğiz.
…gelecek yazı: Yurttaşlık Temel Geliri (YTG)
DİP
NOTLAR:
(1) TÜİK,
İşgücü İstatistikleri, Ağustos 2019,
http://www.tuik.gov.tr (15 Kasım 2019).
(2) DİSK-AR,
İşsizlik ve İstihdam Raporu (15 Kasım
2019), http://disk.org.tr (15 Kasım 2019).
(3) Justin
Dupre-Harbord, “Depressing depression: mental illness and work, http://insightsblog.oecdcode.org
(10 July 10 2014).
(4) BBC
News, “Privatisation 'raised death rate”,
http://news.bbc.co.uk (15
January 2009).
(5) Zsuzsanna
Jakab,, “Reflections on the impact of the financial and economic crisis on
health and health systems in the European Region”, WHO Regional Director for Europe, http://www.euro.who.int (15 February 2013).
(6) TÜRK-İŞ,
Ekim 2019 Açlık ve Yoksulluk Sınırı, http://www.turkis.org.tr
(15 Kasım 2019).
Etiketler:
iİsizlik,
İntihar,
Sosyal Kriz,
Yaşanabilir Ücret,
Yoksulluk
16 Kasım 2019 Cumartesi
ADALETSİZ BİR DÜZENDE VERGİLEME ADİL OLABİLİR Mİ?
ADALETSİZ
BİR DÜZENDE VERGİLEME ADİL OLABİLİR Mİ?
Mustafa
Durmuş
14
Kasım 2019
18.Yüzyılın ünlü mucit, diplomat ve politikacılarından,
ABD Bağımsızlık Bildirisi ve Anayasasının yazımında ciddi katkıları olan
Benjamin Franklin dünyada iki şeyin değiştirilemez gerçek olduğunu söylemişti:
Ölüm ve vergiler. (1)
BİR
ÖLÜM, BİR DE VERGİ!
Kuşkusuz Franklin kapitalist ABD’nin kurulduğu bir
dönemde kapitalist bir dünyayı tanımlıyordu ve onun ötesine geçen bir ufka
sahip değildi. Franklin devletin, vergileri (tıpkı kamu harcamaları gibi), hem
kendi varlığını sürdürmede hem de kapitalist birikimi hızlandırmada sahip
olduğu en önemli araç olduğunun bilincinde olarak, ölüm gerçeğinin yanına iliştirivermişti.
Antropolojik araştırmalara göre, ölüm yaşamın ortaya
çıktığı 3,5 milyar yıldan, insansılar ise 7 milyon yıldan bu yana var. Buna
karşılık yazılı tarih vergileri sadece 2,500 yıl öncesine (ilk kez
Mezopotamya’da ortaya çıktı) kadar götürebiliyor.(2)
VERGİ
KADER DEĞİL
Yani bir olgu olarak vergileme insan yaşamının çok
küçük bir kısmında mevcut oldu. Bu nedenle de (tıpkı devletlerin kökeninin de köleci
toplumun ortaya çıktığı 2,000-2,500 yıl öncesine kadar gidebildiği ve bir gün
ortadan kalkabileceği gerçeği gibi) insanlık gelecekte vergilerin olmadığı bir
toplumda yaşayabilir. Kısaca vergi kaçınılmaz bir kader değil.
Diğer taraftan en azından kapitalizmin ortaya çıktığı
dönemden günümüze kadar, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz vergilerin hiç
olmazsa adaletli olarak alınması gerektiği üzerinde çok kafa yoruldu. Sağ’dan
Sol’a çok sayıda teori ortaya atıldı. Özellikle de emek örgütleri,
sosyalistler, solcular vergi adaletinin sağlanması konusunu çok önemsediler.
Kapitalizmin en vahşi versiyonlarından biri olan ve 1980’lerden
beri içinde yaşamakta olduğumuz neo-liberal dönemde uygulamadaki vergi
sistemlerinin, (üzerinden her türlü demokratik ve adaletçi örtüsünü atarak),
açık bir biçimde nasıl yoksul emekçi sınıfların ve ezilen kimliklerin düşmanına,
buna karşılık zengin kapitalist sınıfların ve egemen kimliklerin koruyucusuna
dönüştüğünü biliyoruz.
VERGİLER
EKONOMİK KRİZİ HALKIN SIRTINA YIKMANIN BİR ARACI
Ekonomik kriz dönemlerinde ise vergiler krizin
faturasını halkın sırtına yıkmanın bir aracı olarak kullanılıyor.
Son 40 yılın en derin ekonomik krizini yaşayan
Türkiye’de de yeni 3 vergi getiren ve en üst gelir dilimine denk düşen gelir
vergisi oranını yüzde 40’a yükselten ve Meclis Genel Kurulunda oylanarak kabul
edilmesi beklenen vergi kanunlarına ilişkin teklifi iki gün önceki ekte linkini
bulabileceğiniz yazımızda (3) değerlendirmiştik.
Kanun teklifi Meclis’te görüşülürken, DİSK, TÜRK-İŞ ve
HAK-İŞ gibi işçi sendikaları “vergi adaleti” talebiyle bir araya geldiler ve Meclisteki
milletvekillerine seslenen bir ortak metin (4) yayımladılar. Bu metin ile Türkiye’deki
vergi sisteminin adaletsizliğine ilişkin tespitlerini paylaştılar ve bu
adaletsizliğin düzeltilmesi için milletvekillerinden bazı taleplerde
bulundular.
EMEKÇİLERİ
EZEN BİR VERGİ SİSTEMİ
Birçoğu yıllardır dile getirilen (asgari ücretin vergi
dışı bırakılması ve verginin ağırlıklı olarak tavana yıkılarak emekçilerin
üzerindeki vergi yükünün azaltılması gibi) bu taleplerin haklılığı konusunda
kuşkumuz yok.
Zira hem ÖTV ve KDV gibi vergi sisteminin neredeyse
yüzde 70’ini oluşturan dolaylı vergileri işçiler başta olmak üzere emekçi halk
ödüyor, hem de dolaysız olarak toplanan gelir vergisinin yüzde 65’i yine
emekçiler tarafından ödeniyor. 2 milyonun üzerinde sermaye geliri (kâr, faiz,
kira gibi, su) elde eden beyannameli mükelleflerin ödediği vergilerin toplam
vergi gelirleri içindeki payının ancak yüzde 1’i bulduğu gerçeği (5) bile tek başına
vergi yükünün kimlerin üzerinde olduğu (ya da olmadığını) gösteriyor.
Yani hem dolaylı, hem de dolaysız vergiler açısından
(kamusal hizmetlere, elektrik ve doğal gaza sürekli yapılan zamlar ve yüksek
miktarlı cezaların ötesinde) halkımızın ciddi bir vergi yükü altında ezildiği
bilinen bir gerçek.
ZENGİNİ
DAHA FAZLA VERGİLEMEK VERGİDE ADALETİ SAĞLAMAYA YETMEZ
Ancak tartışmayı (yaygın bir biçimde yapıldığı gibi) dolaylı-dolaysız vergi tartışmasına
indirgeyerek, örneğin dolaylı vergilerin sistemdeki payını azaltarak, böylece
daha çok dolaysız vergi alarak (gelir ve servet üzerinden) vergilemede adaleti
sağlamış olur muyuz? Ya da sermaye geliri elde eden zenginlerin daha fazla
vergi ödemesini sağlayarak vergide adaleti sağlayabilir miyiz?
Bu sorunun yanıtı ne yazık ki “hayır”. Kuşkusuz bunlar
haklı, bu nedenle de çok değerli ekonomik-politik talepler olarak gündeme
getirilmeli ve gerçekleşmesi için de mücadele edilmeli.
Ancak bunların vergilemede adaleti sağlamaktan ziyade,
emekçi sınıflar üzerindeki vergi yükünü bir miktar azaltmaya yardımcı
olabileceğini unutmamak gerekiyor. Ayrıca ekonomik ve politik sistemde radikal
değişiklikler yapılmadan bu iyileştirmelerin kalıcı olmayacağını sosyal
devletin yıkılışı deneyiminden biliyoruz.
KAMU
HARCAMALARINDAKİ ADALETSİZLİK
İkinci olarak tek başına vergilemede adaleti talep
etmek doğru bir yaklaşım değil. Çünkü toplanan vergilerin (kimlerden ve nasıl
alındığı konusunun dışında) nerelere, kimlere harcandığı da çok önemli.
Örneğin çok adaletli bir biçimde alınmış olsalar dahi
olsa, vergiler son derece adaletsiz biçimde; toplumsal faydası ve toplumsal
katkısı olmayan, egemen sınıfların ve kesimlerin
çıkarlarını korumaya dönük, verimsiz ve israfçı devlet harcamaları biçiminde
harcandığında biz hala adaletli bir vergi sistemimiz olduğunu söyleyebilir
miyiz? Bu noktada verginin kimlerden,
nasıl alındığı kadar; kimler için ve nasıl harcandığı da önemli değil midir?
Kaldı ki tek başına verginin yükünün bir kısmını bir
sosyal sınıfın üzerinden alıp diğerine aktarmak vergilemede adaleti sağlamaya
yetmiyor. Böyle bir operasyonda ancak vergi yükünü sosyal sınıflar arasında daha
adil dağıtmaktan söz edebiliriz.
İşin aslı, vergilemede adalet konusunun vergi yükünü
adaletli dağıtmanın ötesinde bir husus olduğu. Bu nedenle de vergilemede
adaletin nasıl olacağını ya da olamayacağını anlayabilmeniz için kapitalizmin
en temel kanunu olan Emek-Değer Kanunundan işe başlamanız gerekiyor. Çünkü
Meclis’ten çıkartılacak olan kanun emekten yana düzenlemeler içerse dahi (ki mevcut
kanun tam tersi düzenlemelere sahip) kapitalizmin temel kanunun önüne geçemez.
EMEK-DEĞER
KANUNU VE VERGİLEME
Bu nedenle de bu yazımızla birlikte “Artı-Değer Kanunu
Perspektifinden Vergileme” şemasını da sunuyoruz. Yani uzun süredir bazı
Solcuların ve hatta bir kısım Marksist’in dahi unuttuğu (hatta reddettiği) Marksist
Emek-Değer Teorisine atıf yapıyoruz.
Bu şema sadece; değerin yaratıcısının emek olduğunu ve
bu emek üzerinde kapitalistlerin gerçekleştirdiği artı- değer sömürüsünü
anlatmıyor. Aynı zamanda kapitalistlerden kurumlar vergisi ve /veya gelir
vergisi biçiminde alınan vergilerin asıl kaynağının (teknik deyimle verginin matrahının) emekçiden gasp edilen artı değer olduğunu
gösteriyor.
Bir başka anlatımla kapitalistler kendi ürettikleri
bir değer üzerinden her hangi bir vergi ödemiyorlar. Çünkü kendilerinin yarattığı her hangi bir
değer yok. Bu yüzden de patronsuz bir dünyanın mümkün ve gerekli olduğu ileri
sürülüyor.
Ayrıca bu şema kapitalist sınıf ile devlet arasında
nasıl bir organik bağ olduğunu da ortaya koyuyor. Hem vergiler, hem de harcamalar
bu organik ilişkinin ana ayaklarını oluşturuyorlar.
ORGANİK
İLİŞKİYİ GÖRMEK GEREKİYOR
Bu bağlamda örneğin KDV ya da ÖTV gibi vergiler
azaldığında devletin gelirleri de azaldığından devlet gelir ortağını korumak
için sık sık düzenleme yapmak durumunda kalıyor. Buna karşılık kapitalist
sınıfın ise kâra (artı-değer sömürüsüne) dayalı düzenini sürdürebilmek için devlet
aygıtına ihtiyacı var. Bu karşılıklı bağımlılık söz konusu organik ilişkiyi
yaratıyor.
Bir başka anlatımla, devlet ve kapitalistler,
birbirini besleyen bir yapısal bağımlılık ilişkisi içindeler. Ne devlet ne de kapitalistler
bu gerçeklikten kaçınamıyor. Devlet kendini belli sermaye gruplarının
ihtiyaçlarına uyarlamak durumunda kalıyor. Çünkü finansman kaynağı ihtiyacını
asıl olarak bu grupların aracılığıyla sağlanan vergi gelirleriyle karşılıyor. Eğer
bu gruplarla ters düşerse bunlar sermayelerini yurt dışına çıkartıyorlar, bu da
devletin önemli bir mali kaynağının azalmasıyla sonuçlanıyor. (6)
Diğer taraftan, devlet ve sermayenin karşılıklı
bağımlığı anlamında devletlerin işlevi ekonomik ilişkilere indirgenemez. Öyle
ki devletler rakip sermayedarlar arasında arabuluculuk işlevi yürüttükleri gibi,
merkez bankaları aracılığıyla ulusal parayı, bankaları ve finansal sistemi de kontrol
ediyorlar.
Ayrıca halkı sisteme, hem zor aygıtlarıyla, hem de rıza
üretme aygıtlarıyla uyumlu hale getiriyorlar. Bunlardan hangisinin ön planda
olacağı konjonktüre göre değişiyor. Bu yüzden de örneğin 2020 yılı Merkezi
Yönetim Bütçesinde (mutlak olarak) en fazla ödeneği iç ve dış güvenlik
aygıtının ve son yıllarda bütçesi birkaç bakanlığın bütçesinin toplamından
fazla olan bir başkanlığın (göreli olarak) alması tesadüf değil.
Bu tabloda ayrıca alınan vergilerin nerelere ve nasıl
harcandığının izini sürebilmek de mümkün. Şemada devletin kapitalist sınıfa
yönelik olan harcamalarında (hem nicel, hem de nitel olarak) ne kadar cömert
olabildiği, buna karşılık emekçi sınıflara yönelik harcamalarda ne denli cimri
olabildiği çarpıcı bir biçimde görülebiliyor.
KAPİTALİSTİN
EL KOYDUĞUNUN BİR KISMINI GERİ ALMAK GEREKLİ ANCAK…
Sonuç olarak, işçilerin gerçek sınıf sendikaları (en azından),
işçilerden zorla alınan artı değerin (kârın) vergilendirilmesi sırasında, bunun
daha ağır vergilendirilerek ve bu vergilerin kendilerine dönük sosyal
harcamalarda kullanılmasını sağlayarak sömürüyü azaltabilirler, böylece
verginin yükünü bir miktar kapitalist sınıfa kaydırmış olurlar. Ama sadece
bununla vergide adaleti sağlamış olmazlar.
Bu noktada kamu harcamalarının niteliği ve niceliği
göz ardı edilmemeli. Çünkü bu vergiler kamu harcamalarına dönüşüyor. Yani sendikalar
bu kısma da müdahale etmeli, kamu harcamalarını masaya yatırmalı, bunlarla
ilgili söz söylemeli ve emek- emekçi, barış, özgürlük ve demokrasi karşıtı kamu
harcamalarına karşı çıkmalıdırlar.
Emekçiler böyle bir müdahaleyi ancak yeterince örgütlü
ve güçlü olduklarında ve bu taleplerini yerine getirebilecek bir demokratik iktidarda
hayata geçirebilirler.
Bu yüzden de adil vergileme, adil kamu harcaması, adil
bütçe, bütçe hakkı gibi son derece önemli taleplerin büyük resimdeki barış ve
demokrasi taleplerinin birer parçası oldukları ve sonuçta ekonomik ve politik
mücadelenin bir bütün olduğu unutulmamalı.
Keza tıpkı gelir bölüşümünde adalet gibi, bir yeniden
bölüşüm aracı olarak vergilemede adalet talebinde bulunurken, gerçek adaletin
ancak sınıfsız ve sömürüsüz, toplumsal cinsiyet eşitlikçi- kadını güçlendirici,
farklı etnisite ve kimliklerin eşit ve özgürce yaşayabileceği, doğa ile dost
bir toplumda sağlanabileceğini aklıdan çıkartmamak gerekiyor.
DİP
NOTLAR:
(1) Richard
Murphy, The Joy of Tax, Corgi Books,
Transworld Publishers, 2015, s. 13-14.
(2) Agk.
(3) Mustafa
Durmuş, “Yeni vergi indirimleri: Kime, kimden?”, https://sendika63.org (4 Kasım 2019).
(4) http://disk.org.tr/2019/11/disk-turk-is-ve-hak-isten-vergi-adaleti-icin-ortak-basin-aciklamasi
(13 Kasım 2019).
(5) Mustafa
Durmuş, Kriz Darbe Savaş Kıskacında
Türkiye Ekonomisi, İmge Kitabevi, 2018, s. 161-162.
(6) Chris Harman, Zombie Capitalism, Haymarket Books, 2009, s. 110.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)