NEO-LİBERALİZMİN
SİYASAL İSLAM İLE STRATEJİK İTTİFAKI- “FAİZ CAİZDİR” DEDİ VAİZ (2)
Mustafa
Durmuş
28
Ocak 2020
Tarihe
baktığımızda toplumsal gelişmelerin monolitik bir biçimde gerçekleşmediğini
görürüz. Öyle ki dini kurumlar ile
siyasal iktidarların açık ya da gizli ittifaklarına tanık olunduğu gibi, az da
olsa (Latin Amerika ülkelerinin bazılarında geçmişte görüldüğü gibi, özellikle
de halkın içinden gelen) dini önderlerin siyasal iktidarlarla çatıştığı ya da yönetenlere
karşı çıktığı dönemleri yaşadık.
“İKİ PAPA”(*)
Güncel
bir örnek olarak bir önceki Papa son derece tutucu ve gerici biri iken (hatta Nazi yanlısı olduğu ileri sürüldü),
mevcut Papa Francis’in farklı bir çizgide olduğu söylenebilir. Bunun Vatikan’ın
giderek gözden düştüğü gerçeğine karşı, bu gidişatı önlemek için izlenen bir
taktik olduğu ileri sürülebilir kuşkusuz.
Ancak
Papa Francis’in kapitalizmin neden olduğu temel sorunlar konusundaki eleştirel
tutumu da küçümsenmemeli, hatta sahiplenilmeli. Bu bağlamda bizde neden dini resmi
olarak temsil eden Diyanet ve gayrı resmi dini akım ya da cemaatlerin neden iktidarların
doğa, emek, özgürlükler ve barış karşıtı politikalarına eleştirel bir tutum
takınmadıkları sorgulanabilir.
Papa
Francis, iklim değişikliği konusunda
acil eylem çağrısında bulunuyor, daha insancıl bir toplum yaratmak için
mücadele edenlere teşekkür ediyor, doğayı korumak için karbon emisyonunun
azaltılması ve gelecek kuşaklara daha yaşanılabilir bir doğayı miras bırakmak
için mücadele eden gençlere kulak verilmesini istiyor, mültecilere karşı duvar
örenlere karşı çıkıyor, barışı savunuyor.
Yoksulluk, eşitsizlik, açlık gibi, özellikle de çocukların açlıktan,
susuzluktan ve gerekli bakıma sahip olmamalarından dolayı ölümlerine kayıtsız
kalınmasını eleştiriyor. Kâr arayışı içindeki piyasa ekonomisinin bu şekilde
işleyişi, zenginlerin aç gözlülüğü ve giderek artan gelir eşitsizlikleri sürdükçe
açlık ve yetersiz beslenme sorununun ortadan kaldırılamayacağını ileri sürüyor.
(1)
OSMANLI
TOPLUMU İTTİFAKIN BARİZ BİR ÖRNEĞİ
Osmanlı toplumu (yaygın bilinenin aksine), sınıflı bir
toplumdu ve başta Öşür (Aşar) olmak üzere alınan çok sayıda şer-i ve örfi vergi
geliri saray (padişah/sultan), askeri-sivil bürokrasi ve din ulemasından oluşan
yöneten sınıfın hazinesinde toplanıp bu yöneten sınıfın bileşenleri arasında paylaştırılıyordu
(aslan payı kuşkusuz padişaha aitti).
Ulema sınıfı içinde yer alan Şeyhülislam, din
görevlileri, şeyh ve dervişlere, yaptıkları hizmetleri ödüllendirmek için ayrıca
sürekli olarak toprak dağıtılırdı. Bu ödüllendirme toprak rantının kurulan
zaviyelere terki şeklinde olurdu. Padişaha ait olan bu miri arazinin, toprak,
zaviye ve köy olarak tarikat şeyhlerine geçirilişi çoklukla ikta-istiğlal
yoluyla yapılırdı ve karşımıza, bazen hayri, bazen de aile vakıfları olarak
çıkardı. (2)
OSMANLI’DA
FAİZ VE FAİZİN VERGİSİ
Osmanlı’da geniş çaplı para ile faizcilik yapan “ribahorlar”
vergi dışında bırakıldılar. Nakit para
sahipleri, resmi sözleşmelere dayalı olarak faizcilik yapsalar da, hiç vergi
ödemiyorlardı. Ayrıca tekke şeyhleri (düaguyan), vazife ve cihet sahipleri (müderris,
imam, müezzin ve diğerleri) ve Peygamber
evladından olduklarına dair berat almış bulunanlar, Sadat, Sipahi Oğulları,
Mürtezika / vakıflardan ulufesi olan dul kadın, yetim vs.ler vergilerden muaf
tutulmuşlardı. (3)
Tanzimat sonrasında da dini vakıflar, müftüler, vücuh,
hatipler ve imamlar öteden beri olan ayrıcalıklı durumlarını sürdürdüler ve
vergi ödemediler. Peygamber soyundan olduğu gibi, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz.
Ali’nin soyundan gelenler de (isterlerse) aşar ve ağnam gibi vergi ve
resimlerden muaf kalabiliyorlardı. (4)
BÜYÜK
RESİM: ÜRETİM VE BÖLÜŞÜM BİÇİMİ DİNİ KURUMLARIN TUTUMUNU BELİRLİYOR
Kısaca Diyanet’in TOKİ faizinin caiz olduğuna dair fetvasını
izlenmekte olan kapitalist sermaye ve servet birikim stratejisi temelinde
yükselen siyasal iktidar (devlet)- din kurumu işbirliği üzerinden
değerlendirmek gerekiyor.
Çünkü kapitalist toplum sınıflı bir toplum ve böyle
bir toplumda bu sınıflar arasındaki tüm ekonomik ilişkiler ve çelişkiler üst
yapı kurumlarının tutumlarını da etkiliyor.
Nasıl ki bir bütün olarak devlet, mahkemeler, kolluk
güçleri ve merkez bankası böyle bir sınıfsal ayrışma ve çatışmanın dışında
kalamıyorsa, din kurumu da bu sınıfsal çelişkilerin neden olduğu ekonomik ilişkilerin
ve çatışmaların dışında kalamıyor. Tam tersine, din ve dini kurumlar toplumsal
sınıflar, gruplar arasındaki çatışmalarda büyük ölçüde egemenden, yönetenden
yana olmak üzere taraf oluyor.
Böyle olunca inşaata dayalı birikim stratejisi faizli
konut alımını gerektiriyorsa, en temel kural deliniyor ve bu kredilerin
faizleri caiz kabul ediliyor. Böylece inşaat, konut-emlak ve bankacılık sektörü
rahatlatılıyor.
Aslında Diyanet hep devletin yanında tavır aldı (15
Temmuz Darbe Girişimi sonrasındaki açık desteği hatırlayalım), örneğin Kurum yakın geçmişte
yaşanan Bitcoin tartışmaları sırasında Hükümetin yanında yer alarak (Merkez
Bankası’nın tutumuna karşı çıkarak), yayınladığı bir fetvada: “Bitcoin dahil
tüm dijital kripto paraların kullanımının caiz olmadığını ileri sürmüştü. (5)
İşçi haklarının gasp edilmesi, işçi
ölümleri, KHK’larla toplu işten çıkartmalar, kadın cinayetleri ve son asgari
ücret tartışmasında olduğu gibi işçileri ilgilendiren temel konularda sessiz
kalmayı tercih eden Kurum’un, dün dünya işlerinden biri olan mevcut ulusal para
birimlerini dinen caiz görüp, Bitcoin gibi alternatif para birimlerine karşı
çıkarken bugün faizi caiz görmesi, kuşkusuz bu kurumun siyasal
iktidarla kurduğu simbiyotik ilişkinin bir gereği.
Özetle bugün artık dinin “ezilenlerin ahı”
ya da “mazlumların sığındığı bir alan”
olmaktan çıktığını görmek gerekiyor. İnsanlar artık dine dayalı politikaları
egemen ideolojiden kaçmak için değil, tam tersine onun içinde bir anlam bulmak ve
anlam dikte etmek için benimsiyorlar. (6)
NEO-LİBERALİZM SİYASAL İSLAM İTTİFAKI
Kapitalizm son 40 yıldır neo-liberalizm
dönemini yaşıyor. Bu dönemin çok sayıda özelliği arasında ideolojik anlamda
neo-liberalizmin dinlerle ve neo-muhafazakârlıkla yaptığı açık ittifak ise göze
çarpıyor.
Neo-liberalizm açgözlülüğün moral ve
entelektüel yönden haklı gösterilmesidir. Yığınları yoksullaştırarak servet
biriktiren bir azınlığın kendilerini haklı gösterme ve emeklerini sömürdükleri
yığınları uysallaştırma ve uyumlu hale getirmenin ideolojisi ve pratikteki
uygulamasıdır. Diğer taraftan böyle bir amaç yüzyıllar boyunca dinler tarafından
yerine getirildi. Yoksulların kendi hatalarından dolayı, zenginlerin ise
Tanrı’nın takdirinden dolayı zengin oldukları fikri yoksul kitlelere empoze
edildi. (7)
Bu ittifak sonucunda neo-liberal
ideoloji adeta yeni bir din gibi hiçbir şeklide tartışılamayan, kesin biat
edilen bir ideolojiye dönüşürken, yeni
muhafazakârlık ve din kurumu da hem maddi olarak payına düşeni alıyor, hem de
toplum üzerindeki etkisini giderek perçinliyor.
Tarık Ali’ye göre neo-liberal ideoloji
tarafından öngörülen kamunun rolünün minimuma indirilmesi kitleler arasında boşluğa
ve ümitsiz bir politik söyleme yol açtı. Bu boşluksa radikal dinci akımlar
tarafından dolduruldu. Bu durum soğuk savaş sonraki baskıcı dönemle birlikte
birkaç on yıl boyunca laik politik aktivizmin yerini dünya çapında dinci
aktivizmin alması sürecini açıklar nitelikte. (8)
Bu yeni durum emekçiler başta olmak
üzere tüm toplumun neo- liberal politikalara ve yoğun emek sömürüsüne karşı
yükselebilecek mücadelesini bastırmada bir kültürel hegemonya olarak işlev
görüyor.
TÜRKİYE: İTTİFAKIN LABORATUVARI
Türkiye (özellikle 2003 yılından
itibaren) bu işbirliğinin açık bir biçimde hayata geçirildiği bir ülke oldu.
İslam, “Radikal İslam’dan” “Ilımlı İslam’a” ya da Piyasa İslam’ı adı verilen
bir biçime dönüşürken, siyasal iktidarlar özelleştirmeler, serbestleştirmeler,
de-regülasyon ve ilkel sermaye birikimi yöntemleri gibi yöntemleri esas alan
neo-liberal birikim stratejisini adım adım uyguladılar.
Bu yapılırken işbirliğinin tarafları da
paylarını aldılar. Siyasal iktidar çevresinde yeni sermaye ve rant zenginleri
oluşup, her taraf büyük AVM’ler, duble yollar, plazalar, rezidanslar, hava
limanları ve HES’ler gibi emlak ve alt yapı yatırımları ile dolarken, Diyanet’e
bütçeden ayrılan paylar giderek arttı.
Öyle ki çok sayıda bakanlığın ya da
üniversitenin payından daha fazla kamusal kaynak Diyanet’e bırakıldı. Bu arada
ülkenin her yanında sadece çok büyük ve görkemli Şehir Hastaneleri değil, aynı
zamanda çok büyük ve görkemli camiler de yapıldı.
Ülke ekonomisinin 2015 yılından itibaren
önce durgunluğa, ardından da krize girmesi; siyasetin giderek
otoriterleşmesi, parlamenter düzenin
etkisiz kılınması ve bunlara paralel biçimde Diyanet’in toplum ve siyaset üzerindeki
rolünün daha da artmasıyla sonuçlandı. Öyle ki gelinen nokta itibariyle bu
işbirliği Siyasal İslam-Neo-liberal - otoriter rejim işbirliğine dönüştü.
“Sabır, Sınav, Şükür, Tevekkül, Kader”
gibi dini referansları kullanan ve bunu yaparken Diyanet’in büyük desteğini
alan kültürel hegemonya toplumdaki eşitsizliklerin emekçiler tarafından normal
görülüp kabul edilmesini, itaat edilmesini sağlamaya yetmeyince otoriterlik ve
militarizm ön plana çıkartıldı. Kurumun bu paradigmaya da destek verdiğini ve
vermeye devam edeceğini söylemeye gerek yok.
Sonuç olarak, tarih boyunca kapitalizm
artı -değer sömürüsünü ve sermaye birikimini destekleyen kurum ve ideolojileri
geliştirdi. Yani yapı/sistem kendine uygun özneleri yarattı ya da özneleri
kendine uygun hale getirdi. Ülkede son 17 yıla damgasını vuran da finansallaşma
adı verilen ve en önemli ayağı bankalar ve inşaat sektörü olan bir borca dayalı
birikim stratejisi oldu. Gelinen nokta itibariyle yapılan inşaatların, konut ya
da işyerlerinin satılabilmesi için uzun süreli konut kredisine ihtiyaç var. Bu
da faizle işliyor. Bu nedenle de konut kredisi veren kamu bankalarının bu
kredilere uyguladıkları faizin dindar tabanda meşru görülmesi gerekiyor. Bunu
sağlama görevlerinden biri de son dönemde siyasal iktidarla tam bir uyum içinde
hareket eden Diyanet’e düşüyor.
DİP
NOTLAR:
Çizgi: Ercan Akyol
(*) The Two Popes adlı filmi
izlemenizi öneririz.
(1)
https://www.vaticannews.va/en/pope/news/2019-10/pope-message-world-food-day-wasting-bread-poor.html: https://globalnews.ca/news/pope-francis-greed-of-a-few-poverty(17
November 2019); https://globalnews.ca/news/pope-francis-border-walls
(1 April 2019).
(2)
Mustafa
Durmuş, “‘Hangi Osmanlı’nın torunlarıyız tartışmasına bölüşüm ilişkilerinden
yaklaşmak”, http://siyasihaber4.org
(5 Şubat 2017).
(3)
Mustafa
Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai
Tarihi Cilt 2 (1453-1559), Cem
Yayınevi, 1974, s. 286-288; 291.
(4)
Abdüllatif
. Şener, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, İşaret Yayınları, 1990, s.
180-184.
(5)
Diyanet'ten
Bitcoin fetvası, https://www.cnnturk.com (1 Ocak 2018).
(6)
Nathan
Schneider, “Neoliberal Political Economy
and the Religious Revival” (March 2007), http://citeseerx.ist.psu.edu
(24 Ocak 2020).
(7)
What
is neoliberalism?, http://thestandard.org.nz
(24 Ocak 2020).
(8)
Schneider agm.