Şimdi acıyı paylaşma, dayanışma ve yanlışları sorgulama zamanıdır!
Mustafa
Durmuş
Kahramanmaraş merkezli çok büyük iki depremin
üzerinden kritik 72 saat geçti. On il, ilçe ve köylerini kapsayan deprem
bölgesine gidenler, ortaya çıkan manzaranın TV’lerde ya da sosyal medyada yer
alan görüntülerden çok çok daha ağır olduğunu canlı yayınlarda anlatıyorlar. Dördüncü
gününde 13 bine yaklaşan ölüm ve 63 bine yakın yaralı var.(1) Enkaz altında
kalanların sayısı dikkate alındığında bu sayıların kat kat artacağı kesin.
Bu duruma nasıl geldik? Bugün artık
konuşulması gereken şeylerden biri de bu olmalı ki ilerde benzer felaketlere
karşı daha hazırlıklı olalım. Dünyanın en korkunç deprem bölgelerinden birinde
yaşadığımız gerçeği dikkate alındığında, şimdiden akılcı ve kalıcı önlemler
alalım.
Kaynaklar
inşaata ve savaşa
20 yıllık iktidarları boyunca, neden olabileceği
ekolojik zarara aldırış etmeden, her tarafa beton binalar inşa ederken, bu politikalarını
“kentlerinizi modernleştiriyoruz, refahınızı yükseltiyoruz” söylemi ile halka kabul
ettirdiler. Aslında devasa rantlar elde ettiler, kendi partilerinin tabanını
oluşturan bir kesim olan yandaş müteahhitleri zenginleştirdiler.
Sadece İstanbul’da 1 milyondan fazla bina
depreme karşı güçlendirme beklerken, özellikle de seçim öncesinde yüzbinlerce
yeni konut yapımını kapsayan popülist kampanyalar başlattılar. İmar afları
çıkartarak depreme dayanıklı olmayan yapıları meşrulaştırdılar.
Keza, ülkenin kıt kaynaklarını savaşlara
ve savaş sanayine ve ailenin çok yakınlarında bir sermaye grubunun ürettiği İHA
ve SİHA’lara ayırırken, bunu “ülke güvenliği” için yaptıklarını söylediler. Oysa
bunları Ukrayna dahi dünyanın birçok yerine satarken işin doğası gereği çatışmaları
körüklediler, bu arada büyük kârlar da sağladılar.
Ama hayat yalan ve gerçek olanı
birbirinden ayırma konusunda çok mahir. Nitekim son iki büyük deprem, yapılan ama
yeterince denetlenmeyen bu binaları, hastaneleri, yerle bir etti, hava
limanlarına, köprülere, viyadüklere ve yollara ağır hasar verdi. Çok daha
önemlisi on binlerce insan öldü ve yaralandı, milyonlarcası da bu sert kış
koşullarında soğuk altında, aç, susuz, çaresiz kaldı.
Depremlere
hazırlıksız bir ülke
Bu iki deprem, bu tür felaketlere karşı
nasıl kırılgan ve hazırlıksız olduğumuzu da ortaya koydu.
Almanya, Bohum Ruhr Üniversitesi’nce
hazırlanan ‘2022 Yılı Dünya Risk Endeksi’ adlı bir endeks var. Bu endeks deprem
kuşağındaki ülkelerdeki depreme hazır olup olmama halini (güvenlik açığı) gösteriyor.
Güvenlik açığı üç kategoride ele alınıyor: ‘Sosyal eşitsizlik durumu ve kalkınma
yetersizliği’, ‘siyasi istikrar, sağlık hizmetleri ve altyapı yetersizliği’ ve
‘ilerleme yetersizliği’.
Buna göre, Türkiye bu tür felaketlere
dayanıklılık konusunda son derece vasat bir puana sahip (100 üzerinden 29,6
puan). Özellikle ikinci kategoride olmak üzere Türkiye, doğal afetlere karşı
“çok yüksek” kırılganlığa sahip bir ülke olarak derecelendiriliyor. (2)
Depremler Suriye’yi de vurdu
Diğer taraftan, bu depremlerin son 100
yılın en büyük depremlerinden olduğu ortaya çıktı. Öyle ki Dünya Sağlık Örgütü
(WHO), Türkiye ve Suriye’de 1,4 milyonu çocuk olmak üzere 23 milyon kadar
insanın depremden doğrudan etkilendiğini ileri sürüyor. (3)
Keza bu deprem sadece Türkiye’yi değil,
aynı fay hattı üzerinde bulunan ve yıllardır iç savaşla ve emperyalist
müdahalelerle perişan hale getirilmiş Suriye’yi ve Suriye halklarını da vurdu.
Suriye’de de (Halep, İdlip ve Rojava’da) binlerce insan öldü. Suriye’deki
binaların her zaman depremlere karşı savunmasız olmasına ilave olarak, mevcut savaş
durumu daha da kötüleştirdi. (4)
Öte yandan depremlerle ilgili olarak henüz
gündeme gelmeyen bir başka durum daha söz konusu. Öyle ki Maraş’ta ölenlerin
üçte birinin, Antakya’da ölenlerinse neredeyse yarısının Suriyeli sığınmacılar
olabileceği, bölgeyi çok iyi bilen uzmanlarca dile getiriliyor. Kısaca sadece
savaş değil, depremler de hem kendi ülkelerinde, hem de sığındıkları Türkiye’de
Suriyelileri öldürdü.
Suriye’de depremden etkilenenlere Suriye devletinin yardım etmediği ya da edemediği yönünde bilgiler sosyal medyada yer alıyor. Şam Yönetiminin Suriye'ye giden yardımın kontrolünü talep ettiği ve yardım malzemelerinin bölgeye yalnızca bir sınır kapısından girmesine izin verdiği yönünde haberler çıkıyor. Yardımların Türkiye'nin depremlere maruz kalan bölgelerindeki felaketten etkilenen insanlara ulaştırılabilmesi için daha fazla geçiş noktasının açılması yönünde çağrılar yapılsa da, şu ana kadar Suriye’nin buna izin verdiğine dair bir bilgi yok.
Aslında, bu sınır bölgesi, yalnızca felakete
müdahaleyi engellemekle kalmayan, aynı zamanda deprem etkilerinin riskini
azaltmak için yapılan çalışmaları da sıklıkla engelleyen veya engelleyen
çatışmalarla dolu olan bir bölge. Yine de etkili diplomasi ve ülkelerin
gerilimlerine rağmen birlikte çalışma istekliliği büyük bir fark yaratabilirdi.
(5)
Özetle, bu durum, savaşların, özellikle de
böyle büyük felaketler ortaya çıktığında, doğal felaketleri daha da büyütme
konusundaki rolüne verilebilecek acı bir örnek. Bu savaşın başta ABD ve onun
bölgedeki müttefiki konumundaki devletler olmak üzere emperyalist güçlerin son
otuz yıldır bölgeye kanlı müdahalesinin bir sonucu olduğu unutulmamalı.
Bu
bir kader değil
Daha önce maden ocaklarında yaşanan iş
cinayetleri siyasal iktidarca “işin fıtratıyla” açıklanmıştı. Bu kez, deprem
yüzünden ortaya çıkan ölümler ve yaralanmalar “takdir-i ilahi” ile, “kader” ile
açıklanıyor. İnsanların bunu kabul etmeleri için dini retoriklere başvuruluyor.
Öyle ki daha depremin ilk gününde insanlar enkaz altında korku içinde beklerken,
81 ilde eş zamanlı olarak Diyanet tarafından camilerden sala okutulmasına karar
verildi. (6)
Oysa bu işin kaderden ziyade, yapılan
inşaatlarla, alt yapı ile ve alınmayan önlemlerle yani insan ve yönetim faktörü
ile ilgisi var. Çünkü bölgenin çoğu iki büyük fay olan Kuzey Anadolu Fayı ve
Doğu Anadolu Fayı arasında yer alıyor.
ABD Jeoloji Araştırması’na göre,
Türkiye'de depremden etkilenen birçok insan, sarsıntı ile hasar görme olasılığı
son derece yüksek, donatısız tuğla duvarlı ve az katlı beton karkaslı yapılarda
yaşıyor. Depremler sırasında ölen pek çok insan düşen tuğlalar, duvarlar ve altında
kaldıkları beton yüzünden öldü. Suriye’de ise durum, neredeyse 12 yıldır devam
eden savaşın inşaat standartlarını büyük ölçüde kötüleştirmesi yüzünden daha da
kötü. (7)
Bilim
insanları defalarca uyarmıştı
İşin uzmanları olan deprembilim insanları
yıllardır, dünyanın en tehlikeli deprem bölgelerinden birinde olduğu bilinen
Türkiye’de uzunca bir süredir, özellikle de bu bölgenin altındaki fayın kırılma
riskinin çok yüksek olduğunu anlatıyorlar, uyarılarda bulunuyorlar.
Nitekim bu depremin geleceğini başta Prof.
Dr. Naci Görür olmak üzere birçok deprem bilimci en az iki yıl önce öngörmüş ve
Prof. Görür bununla ilgili olarak devlet kurumlarını her düzeyde bilgilendirmiş
ve önlem alınması konusunda uyarmıştı. Eş anlı olarak, Jeoloji Mühendisleri
Odası’nca bu bölgedeki büyük deprem riskine dikkat çeken raporlar
Cumhurbaşkanlığı’na ve ilgili bakanlıklara sunulmuş ama her hangi bir geri
dönüş olmamıştı. (8)
Ancak, bilimin rehberliğinin unutulduğu bu ülkede, ne onları dinleyen oldu, ne de yeterince önlem alan. Üstelik bundan 24 yıl önce yine bu ülkede 17 Ağustos 1999 depremi gibi büyük bir deprem ve o günden bu yana 25 civarında küçük ve orta büyüklükte deprem yaşanmasına rağmen, neredeyse hiçbir şey yapılmadı, yapılanlardan da bir süre sonra vazgeçildi.
Aksine deprem sırasında müdahale
edebilecek askeri ve sivil yapılar çeşitli gerekçelerle dağıtıldı, deprem
sonrası toplama alanlarının bir kısmına alışveriş ve iş merkezleri yapıldı,
deprem için toplanan vergilerse bambaşka amaçlar için kullanıldı.
Sınıfta
kalındı
Bilim insanları, insanların daha fazla
deprem ve artçı şokun yanı sıra kötüleşen hava durumuna karşı kendilerini
hazırlamaları gerektiğini, mevcut hasarı daha da artırma olasılığı büyük artçı
sarsıntıların haftalarca, hatta aylarca sürebileceğini söylüyorlar. (9)
Buna karşılık siyasal iktidar depremlere
müdahale konusunda sınıfta kaldı. Depremden 72 saat sonra dahi, köylere neredeyse
hiç ulaşılamadı, kentlerde ise insanlar hala sevdiklerini kazma ve küreklerle
enkaz altından çıkarmaya çalışıyor ya da çaresizce enkazın başında iş
makinalarının “mucize” yaratmasını bekliyor.
Halkların
kardeşliği kıymetlidir, bilhassa zor zamanlarda!
Bazı çevrelerse “Atina’yı vurabilecek
öldürücü insansız hava araçları ve uzun menzilli füzeler üretmekle” övünüyorlardı.
(10) Ne gariptir ki depremin hemen ardından Türkiye’ye ilk yardım elini uzatan
ülkelerden biri Yunanistan oldu. İki kurtarma köpeği ve özel bir kurtarma
aracıyla 21 itfaiyeciden oluşan bir ekip, Elefsina havaalanından C-130 askeri
uçağıyla Türkiye'ye uçtu. (11)
Buna karşılık, deprem bölgesinin hemen
kıyısında sınır boyu bekletilen on binlerce askerimiz olmasına rağmen,
depremden 48 saat sonra ancak 3,500 asker bölgeye sevk edilebildi.
Bu yetmezmiş gibi, belediyelerin, sivil
toplum örgütlerinin ya da vatandaşların kendi aralarında organize ettikleri
yardımların deprem bölgesine ulaştırılmasını, bu yardımların AFAD’a teslim edilmesi
şartına, üstelik AFAD’ın özellikle de böyle büyük ve yaygın bir depremin neden
olduğu hasarla baş edebilmesi mümkün olmamasına rağmen, bağladılar.
Oysa AFAD bürokrasisi yüzünden enkaz
altındakilere zamanında müdahale edilemezken, iktidar medyasının iddialarının
aksine, dondurucu soğuk koşullarında halka sıcak yemek, battaniye gibi zaruri malzemelerin
dahi (bölgeye yeterince sevk edilmiş olmasına rağmen) etkin bir biçimde
verilemediği ileri sürülüyor. (12)
Kaynaklar depremlerle mücadeleye ayrılmalıydı
Bu depremlerin ardından İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında, çimento üreten firmaların hisselerinin fiyatları hızla
yükseldi (13), bazı fırsatçı firmalar ve esnaf yüzünden battaniye fiyatları
başta olmak üzere birçok malın fiyatında ciddi artışlar oldu.
Bu da bu depremin halklar için büyük bir
ekonomik zarar oluştururken, başta bir avuç finansal seçkin olmak üzere bazı
kesimler için artan kârlar demek olduğunu ortaya koyuyor ve kapitalizmin acımasız,
vicdansız yüzünü sergiliyor.
Aslında bu durum, siyasal iktidarın yapmış
olduğu sınıfsal ve siyasal tercihlerle de yakından ilgili de bir durum. Öyle ki
kaynaklarımız inşaattan ekonomik ve siyasal rant sağlamak için değil de, başta
depreme karşı alınacak önlemler olmak üzere, insanımızı, toplumu ve doğayı
korumaya dönük mal ve hizmetlerin üretiminde, alt yapının geliştirilmesinde kullanılsaydı
bugün bu fatura bu kadar ağır olmazdı.
Ayrıca, Covid-19 salgını sırasında
yaşananlara benzer biçimde; siyasal iktidar devlet gücü ile bu yapıların
yardımlarını önlemeye, her şeyin kendinde toplanmasını ve AFAD gibi hiç de
etkin olmayan merkezi bir dağıtım ağı ile bölgeye ulaştırmaya çalışmasaydı,
otoriter- tekçi zihniyet böyle büyük bir felakette ön plana çıkartılmasaydı, bu
yaralar daha hızlı sarılabilirdi.
İktidar
blokunun sorumluluğu
Kısaca, bu konuda sadece kapitalizmi
suçlamak diğer sorumluların göz ardı edilmesine neden olur. Çünkü dünyanın
diğer kapitalist ülkelerinde depremlerle ve diğer doğal felaketlerle pek ala
mücadele edilebiliyor ve yaralar olabildiğince en kısa zamanda sarılabiliyor.
Bu yüzden de asıl sorumlu, gerçekleşeceği bilimsel
olarak bilinen, bu yüzden de beklenen bu depremin neden olabileceği hasarı azaltmak
yönünde önlem almayan eyyamcı yaklaşım, sıklıkla imar afları çıkartan ve sorunlu
binaları depreme karşı güçlendirmek yerine müteahhitleri zenginleştirmeye dönük
yeni konut inşa etme politikaları uygulayan siyasal iradedir.
Dayanışma
yaşatır!
Ancak halkımız kendi yol ve yöntemleriyle
bu yardımları bölgeye göndermeyi ve depremzedelerin yaralarını sarmaya devam
ediyor. Engelleme çabalarına rağmen ülke halkları birbiriyle dayanışma içindeler.
Ülkenin her yanından, siyasal partilerin yerel örgütleri, belediyeler,
demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri, yerel inisiyatifler,
gençler, kadınlar kısaca tüm toplum tam bir dayanışma gösteriyor ve deprem
bölgesindekilere, sıcak yemek, soğuktan
korunma, hijyen ve barınma, enkaz kaldırma ekipleri başta olmak üzere her
türden yardımı vermeye çalışıyor.
Dip notlar:
(1) https://www.milliyet.com.tr/galeri/deprem-son-dakika-depremde-kac-kisi-oldu-deprem-olu-ve-yarali-sayisi
(9 Şubat 2023).
(2) https://www.statista.com/chart/29258/vulnerability-to-natural-disaster
(8 February 2023).
(3) https://www.aa.com.tr/en/world/recent-quakes-in-turkiye-syria-could-affect-up-to-23m-says-who
(7 February 2023).
(4) “Turkey–Syria
earthquake: what scientists know”, https://www.nature.com
(6 February 2023).
(5) https://theconversation.com/turkey-syria-earthquake-how-disaster-diplomacy-can-bring-warring-countries-together-to-save-lives
( 7 February 2023).
(6) https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/kahramanmaras-merkezli-buyuk-deprem-felaketin-ardindan-diyanet-devrede-tum-camilerde-sala-okutulacak
(6 Şubat 2023).
(7) “Turkey–Syria
earthquake: what scientists know”, https://www.nature.com
(6 February 2023).
(8) https://www.birgun.net/haber/uzmanlardan-deprem-sonrasi-uyari-raporlar-hazirlayip-sunduk-tek-bir-geri-donus-alamadik
(6 Şubat 2023).
(9) Agm.
(10)
Ulaş Ateşçi, “The
capitalist economics and imperialist geopolitics behind the earthquake disaster
in Turkey”, https://www.wsws.org ( 7
February 2023).
(11)
https://greekreporter.com/2023/02/06/turkey-earthquake-greece-sends-help
(6 Şubat 2023).
(12)
https://yesilgazete.com.tr/sondakika/deprem-bolgesine-kosa-kosa-gelmisti-oguzhan-ugur-canli-yayina-baglandi-adeta-isyan-etti-kameralarin-dondugu-ve-donmedigi-yerler-var-10589.html
(8 Şubat 2023).
(13)
Ateşçi, agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder