Kahramanmaraş
depremi ve komplo teorileri
Mustafa
Durmuş
19
Şubat 2023
Kahramanmaraş merkezli son deprem
sonrasında bazı çevreler bir yandan bu yıl 18 Haziran’da yapılması gereken seçimleri
erteletme çabasında, diğer yandan iktidardaki siyasal iradenin depremin neden
olduğu bu ağır zarardaki sorumluluğunun üstünü örtme gayretindeler.
Bir süredir “dünyanın neresinde olursa
olsun bu büyüklükteki bir deprem karşısında devletlerin çaresiz kalacağı” söylenerek,
AFAD’ın deprem sonrasında müdahalesindeki gecikmesine, koordinasyonsuzluğuna ve
afet yönetimindeki beceriksizliğine gerekçeler üretilmeye çalışılıyor.
Bununla da kalınmıyor, aynı zamanda (‘kader’
teorilerinin yanı sıra) bildik ‘dış güçler teorisi’ tekrar ısıtılıyor ve bu
depremin bizi sevmeyen bazı dış güçlerin işi olabileceği hikâyeleri
anlatılıyor.
“Yüzyılın
en büyük depremi mi?”
İktidar, Kahramanmaraş merkezli depremin “asrın
felaketi” olduğunu söylüyor. Le Monde Gazetesi’ne göre de, bu deprem bu yüzyılda
(yarattığı insani kayıpların büyüklüğü anlamında) dünyadaki en büyük beşinci
deprem.
Öyle ki, Endonezya’da (26 Aralık 2004) 9,1
büyüklüğünde gerçekleşen depremde 227,899 ölüm, Pakistan’da (8 Ekim 2005) 7,6 büyüklüğündeki
depremde 76,213 ölüm, Haiti’de (12 Ocak 2010) 7,0 büyüklüğündeki depremde 316,000
ölüm ve Japonya’da(11 Mart 2011) 9,1 büyüklüğündeki depremde 18,428 ölüm gerçekleşti.(1)
Türkiye’de şu an insan kaybımız 40,000’i
aşmış bulunuyor ama bu sayının böyle kalmayacağı da kesin olarak biliniyor.
Bu verilerden ortaya çıkan ilk sonuç, bir ülkenin gelişmişlik ve depreme karşı hazırlı olma düzeyinin ortaya çıkan zararın büyüklüğü ile doğrudan ilişkili olduğu.
Zira Pakistan’daki 7,6 büyüklüğündeki
deprem (resmi olarak) 76 binden fazla insanın, Haiti’de 7,0 büyüklüğündeki
deprem 316 bin kişinin ölümüne ve Endonezya’daki 9,1 büyüklüğündeki deprem 228
bine yakın insanın ölümüne neden olurken, 9,1 büyüklüğündeki Japonya depreminde
ölenlerin sayısı 18 binin biraz üzerinde oldu. Yani aynı büyüklükteki iki depremde
Endonezya’daki ölümler Japonya’dakinden 12 kattan daha fazla gerçekleşti.
Depremle mücadelenin yetersizliği bir azgelişmişlik göstergesi
Bu arada 2022 yılında Endonezya ve
Pakistan ekonomilerinin yüzde 5’in üzerinde büyürken, Japon ekonomisinin
büyümesinin yüzde 1,7’de kalacağı öngörülüyor (öte yandan Japonya’daki kişi
başı gelir Endonezya’dakinin 10, Pakistan’dakinin 24 katı büyüklüğünde). (2)
Bu da bir ülkenin gelişmişliğinin, sadece
ekonomik büyümesinin hızıyla değil, belki de daha büyük bir oranda, bu tür
büyük felaketler karşısında kayıpları en azda tutabilme hazırlığı, becerisi ve
kararlılığıyla ilgili olduğunu gösteriyor.
Şiddetli
her deprem bu kadar ölüme neden olmayabiliyor
Depremlerin büyüklüğü açısından
bakıldığında; dünyada 1956-2022 arasında 8,4 ile 9,5 büyüklükleri arasında 20 adet
deprem yaşandığı görülüyor. Örneğin bu yüz yılda (27 Şubat 2010 yılında)
Şili’de (Bio-Bio) Maule adı verilen 8,8 büyüklüğünde bir deprem ve bunun
yol açtığı tsunami gerçekleşti. Bunun sonucunda 521 insan öldü, 41 kişi
kayboldu, 1,5 milyon insan göç etmek durumunda kaldı. (3)
Kuşkusuz bu depremin Okyanus merkezli
gerçekleşmesi (Kahramanmaraş’ta olduğu gibi karada olmaması) ortaya çıkan ölümlerin
çok sınırlı kalmasının nedenlerinden biri olabilir. Ancak olayın bir de depreme
hazırlıklı olma ile ilgili bir boyutu var ki Unesco bir çalışmasında buna
dikkat çekiyor.
Depreme
hazırlıklı olmak ölümleri azaltıyor
Uluslararası Tsunami Enformasyon
Merkezi’ne göre, bu çaptaki bir depremin ve ardından gelen tsunaminin neden
olduğu insan kaybının göreli olarak düşük olmasının nedenleri:
“
İyi tasarlanmış ve inşa edilmiş binalar, etkili tsunami uyarıları, polis ve uyarı ve tahliyeye yardımcı olan
itfaiye ekiplerinin hazırlıklı olması, halkın okullarda ve topluluk içi
uygulama tatbikatları aracılığıyla deprem ve tsunami konusunda iyi eğitilmiş ve
hazırlıklı olmaları gibi faktörlerdi”. (4)
Gezegen Yerbilimleri Profesörü D. Rothery,
Kahramanmaraş depremini ele aldığı makalesinde (5); Türkiye’deki iktidarın “ bu
büyüklükteki bir felaket karşısında önceden hazırlıklı olmanın imkânsız olduğu”
yönündeki iddiasının haklı bir iddia olmadığını ileri sürüyor.
Japonya ve Kaliforniya’daki başarılı büyük
afet önlemlerinden ve yönetimlerinden örnekler vererek, örneğin, her iki ülkede
de trafik ışıklarını kırmızıya ayarlayarak ve trenleri durdurarak birkaç on
saniyelik uyarı verebilen uyarı sistemlerinin olduğunun altını çiziyor.
Prof.
Rothery: Hasar daha az olabilirdi…
Dahası Rothery, binaların büyük depremlere
dayanıklı ve yıkılmayacak şekilde tasarlanıp inşa edilebilmesinin birçok yolunun
olduğunu, büyük deprem riski olan bir bölgedeki çok katlı bir binanın, zemin
sallanmaya başladığında, her iki taraftaki dış duvarlarının aynı yönde
sallanacak şekilde tasarlanması gerektiğini vurguluyor. Aksine, karşılıklı duvarlar
birbirinden uzaklaşmak için serbest iseler, araya giren katlar bir an için
desteksiz hale geliyor ve üst katların alt katlara doğru inmesine neden oluyor.
Böyle inşaatların Türkiye’de ölümcül etki yaptığını, söylüyor.
Müteahhitlerin, binaların çökmesini
önleyecek şekilde, zeminleri ve duvarları yapısal olarak birbirine bağlayarak, binaları
biraz esneyecek hale getirerek, bunu önleyebileceklerini, bunun da daha fazla
çelik ve daha az beton kullanmak anlamına geldiğini, depreme dayanıklı bina
yapmanın en fazla yüzde 20’lik bir ek maliyet getirebileceğini ileri sürüyor ve
ülkedeki iktidarın bunları önceden bilmesine rağmen önlem almamasını, bir
trajedi ve skandal olarak nitelendiriyor. (6)
İMO:
AFAD yetersiz kaldı, yurttaş dayanışması hasarı azalttı
Keza İnşaat Mühendisleri Odası’nın
depremle ilgili ön değerlendirme raporunda, sırasıyla; zayıf zemin
koşullarından, malzeme zafiyetlerinden, konstrüktif zafiyetlerden, yapı
düzensizliklerinden ve afet yönetimindeki eksikliklerden söz ediliyor ve şu
tespitlerde bulunuluyor:
“Depremler
doğa olaylarıdır. Afete dönüşmesinin nedeni ise insan eliyle yapılmış yapılar
olmalarıdır. Yapı üretim sürecinin tüm gerekliliklerine uygun olan bir
yapılaşma söz konusu olsaydı, deprem yönetmeliğinin tasarım felsefesine uygun
olarak binalar yine hasar alacak, hatta belki büyük kısmı ağır hasar alacak,
ancak insanların içerisinden çıkmasını sağlayacak davranışı gösterecek, deprem
afete dönüşmeyecekti. Hasar büyük olsa da can kaybı asgari sınırlarda
kalabilecekti…
Arama kurtarma çalışmaları için organize
olmakta çok geç kalınmış, arama kurtarma çalışmaları çok kısıtlı bölgelerde,
yetersiz kadro ve ekipmanla yürütülmüştür. Birçok depremzede günlerce hiçbir
arama kurtarma ekibi bölgeye ulaşmadan göçük altında beklemiştir. Arama
kurtarma çalışmalarına katkı sağlayabilecek maden işçileri gibi sivil olanaklar
harekete geçirilmekte çok geç kalınmıştır. Afet yönetiminde ciddi
bir koordinasyonsuzluk tüm deprem bölgelerinde gözlenmiş, arama kurtarma
ekipleri doğru yönlendirilememiş, yardımlar ihtiyaç duyulan bölgelere
ulaştırılamamıştır. Barınma ve gıda konusunda insani kriz yaşanmıştır. Yaşanan
kriz, tüm Türkiye’den yurttaşların dayanışma seferberliği sayesinde kısmen
hafifletilse de deprem bölgelerinde yardımların dağıtılması konusunda da kaos
yaşanmıştır”.(7)
Komplo
teorileri: “Uzaydan atılan iki titanyum çubuk depreme neden olur”
Türkiye’de, bu aralar, özellikle de son
yıllarda çok sıklıkla kullanılan dış güçler söylemi ve buna uygun olarak
hazırlanmış olan depremle ilgili uydurma hikâyeler halk arasında
yaygınlaştırılıyor. Bu hikâyelerden biri Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Serdar
Hüseyin Yıldırım’ın geçtiğimiz yıllarda katıldığı bir konferansta anlattığı bir
komplo teorisinden türetilen bir hikâye.
Yıldırım, video kayıtlı bu konuşmasında uzaydan
bir uydu aracılığıyla dünyaya istenilen bir hedefe fırlatılabilecek olan 10’ar
metre uzunluğunda 2 titanyum alaşımlı çubuğun dünyaya çarparak yerin 4-5 km
derinliğine nüfus edebildiğinden ve bunun da dünyada 7-8 büyüklüğünde bir deprem
oluşturabileceğinden söz ediyor. (8)
Bu tür söylemlerle yaratılmaya çalışılan
algının neye hizmet edebileceği kabaca şöyle özetlenebilir:
Depremlerin neden olduğu büyük hasarın
nedenlerini bilimsel olarak araştırmayalım, bu konudaki çalışmalara itibar
etmeyelim, hatta bu çalışmaları yapanları gerekirse kriminalize edelim. Çünkü
asırlık düşmanlarımız olan ‘dış güçler’ ülkemizi derinden etkileyecek
depremleri yaratıyorlar (tıpkı ekonomik krizleri de çıkarttıkları gibi). Bu
nedenle de, siyasal iktidarı deprem konusunda eleştirmememiz, tersine
iktidarımızın arkasında tek yürek olarak bu güçlere karşı durmamız gerekiyor.
Bu videoya gelen yoğun tepkiler üzerine
Yıldırım, “kendisinin de tanık olduğu bir mühendislik çalışmasından söz
ettiğini, ancak bu sistemin deprem oluşturmak gibi bir etkisinin olmadığını”
ileri sürerek (9), söylediklerinden çark etti.
Diğer yandan, “yalan söz yiter, izi kalır”
misali, ülkede azımsanamayacak büyüklükte bir kesim bu tür bilim dışı sözde
teorilere inanmaya devam ediyor.
Koenig:
“Terör saldırısı olduğuna dair kanıt yok”
Oysa jeopolitik analist ve Dünya Bankası
ve Dünya Sağlık Örgütü’nün eski kıdemli ekonomisti Peter Koenig, “Kahramanmaraş
depreminin bir terör eyleminin sonucu olarak yapılmış olabileceği” iddiasını irdelediği
makalesinde, bu yöndeki 15 iddiadan yola çıkıyor ve şu sonuca ulaşıyor:
“Bu
yazının yazıldığı sırada, Türkiye-Suriye Depreminin Çevresel Modifikasyon
Teknikleri tarafından tetiklenen bir Terör Eylemi olduğuna dair şüpheler olsa da,
bunları destekleyecek somut kanıtlar mevcut değildir”. (10)
İşin aslı, komplo teorilerinin bir
parçasını oluşturan bazı gerçek ötesi (post-truth) iddialar ve yalanlarla
kitlelerin manipüle edilmesi otokratik rejimlere olan halk desteğinin
sürmesinde önemli bir rol oynuyor. Bu yüzden de böyle rejimlerde bu tür uydurma
teorilere ve haberlere sıklıkla yer veriliyor.
Türkiye’de, özellikle de 12 Eylül Askeri
Diktatörlüğü böyle bir sürecin önünü açtı, son 8-10 yıl ise bunu katmerli bir
hale getirdi. 1989 yılında reel sosyalizmin de çöküşünün sonucunda, ideolojik
üstünlüğün her türden aşırı sağcı, ırkçı ideolojilere geçmesi sonucunda, baskı
altındaki kitleler hakikatlerden kopartılarak yalanlara kolayca
inandırılabildiler.
Lozan
Antlaşması’nın gizli maddeleri olduğu efsanesi
Bu konudaki en çarpıcı örnek “Lozan Antlaşması’nın
sözde gizli maddelerinin 2023 yılında sona ereceği ve bu tarihten itibaren
ülkenin Batının kontrolünden kurtulup, ülkedeki zengin petrol ve bor başta olma
üzere doğal madenlerinin çıkartılıp, ülkenin hızlı bir biçimde
zenginleşeceği, bu ‘deli gömleği’nden
kurtulan Türkiye'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nun altın çağında olduğu gibi
yeniden süper güç olacağı” yalanı. Bu, kuşkusuz, yönetenlerin kendilerine yeni
on yıllarca yönetme imkânının tanınması için köpürtülen bir yalan.
Bu konuda çok daha çarpıcı olan şeyse
KONDA’nın yapmış olduğu araştırmaya göre ülke nüfusunun neredeyse yarısının,
üniversite öğrencilerinin ise yüzde 43’ünün bu yalana inanıyor olmaları. (11)
Grup kimliğini ön plana çıkarma kaygısı
Diğer bazı araştırmalar, komplo
teorilerinin tahmin edilebilir psikolojik faktörlerden de kaynaklandığını
gösteriyor. Bunlar, güçlü bir grup kimliğini destekleme motivasyonunu ve kendi
grubunu, düşman olduğu düşünülen insanlardan oluşan başka bir gruptan ya da
gruplardan koruma arzusunu içeriyor.
Hayali Lozan komplo teorilerinin kökenleri
bunu doğruluyor. Ancak bir akademisyenin altını çizdiği gibi:
“Lozan
komplo teorileri, yalnızca tarihsel gerçeklere karşı kayıtsızlığın ve hatta
Türkiye’deki okullarda tarihin öğretilme biçiminin, baskın bir anlatının
eleştirel düşünmeyi engellediği bir gelişimin ürünü değil. Yapısal faktörler de
söz konusu.
Öğle
ki komplo teorileri Türkiye'de neredeyse hiç eksik olmayan bir şey olan
toplumsal kriz zamanlarında güç kazanıyor. Yani sadece ülkenin şu anda maruz
kaldığı korkunç ekonomik ve politik koşullar değil, ülke insanının son birkaç
yüzyılda yaşadığı çok daha uzun vadeli bir sendromdan söz ediyoruz. Bu, Türkiye
Cumhuriyeti’ni ve öncesindeki Osmanlı İmparatorluğu’nu tehlikeli bir şekilde en
tuhaf komplo teorilerine bile eğilimli bırakan bir olgu. Kısaca, hem
Kemalistlerin hem de İslamcıların, dış güçlerin “Türk milletine karşı büyük bir
komplo” hazırladığına dair ortak bir kanıya sahip olmaları biçimindeki bir
sendrom”. (12)
Sonuç
olarak
Bugün itibarıyla 40 binden fazla
insanımızın ölümüne, on binlercesinin yaralanmasına, yüzlerce milyar liralık
ekonomik kayba, milyonlarca insanın evsiz kalmasına ve başka illere göç
etmesine ve tüm bunların devasa büyüklükte bir acıya neden olan bu deprem ‘kader’
gibi metafizik söylemlerle ya da ‘dış güçler’ gibi komplo teorileriyle
açıklanamaz.
Ortaya çıkan bu çok büyük toplumsal
zararın nedenlerini arıyorsak, öncelikle,
iktidardaki siyasal partilerin hem sermaye hem de örgütsel alt yapısının
önemli bir kısmını oluşturan müteahhitlerin kâr hırsı olmak üzere, depreme
dayanıklı olmayan, standartlara uymayan binaların yapılması, bunlara izin
verilmesi, bunların denetlenmemesi, çıkartılan çok sayıda imar affı ile bu
yapıların affedilmesi, bu süreçlerde yerel yönetimlerin ve merkezi bürokrasi ve
siyasetin de dâhil olduğu yolsuzluklar, liyakatsizlik, felaketi yönetememe gibi olgulara
odaklanmalıyız.
Bu olgular ülkede son 20 yıldır
uygulanmakta olan ve başlangıçta neo-liberal neo- muhafazakâr karakterli, ancak
2015 yılından bu yana neo-liberal Siyasal İslamcı ve milliyetçi karaktere
bürünen ve asıl olarak inşaat ve emlak üzerinden büyük rantlar ve kârlar
sağlamayı amaçlayan bir rejimin ana unsurlarıdır.
Bu depremin altında sadece on binlerce
insanımız ve diğer canlılar değil, sadece ‘Tek Adam Rejimi’ değil, aynı zamanda
bir bütün olarak kapitalist neo-liberal sermaye/servet birikimi rejimi ve onun
koruyucusu olan otokratik siyasal rejim kalmıştır. Bu da önümüze, demokratik,
sosyal ve özgürlükçü laik bir Cumhuriyet altında daha iyi bir toplumu ve ülkeyi
inşa edebilme fırsatını ve görevini koymaktadır.
Dip notlar:
(1) https://www.lemonde.fr/en/les-decodeurs/article/the-earthquake-in-turkey-and-syria-is-the-fifth-deadliest-of-the-21st-century
(16 February 2023).
(2) https://www.imf.org/en/Publications/REO/APAC/Issues/regional-economic-outlook-for-asia-and-pacific-october-2022
(13 October 2022).
(3) https://www.visualcapitalist.com/cp/mapping-worlds-major-earthquakes-from-1956-2022
(11 February 2023);
(4) “27 February 2010, MW
8.8, Off Central Chile”, http://itic.ioc-unesco.org/index.php
(17 Şubat 2023).
(5) David
Rothery , “Turkey-Syria earthquake: the scandal of not being prepared”, https://theconversation.com (15
February 2023).
(6) Agm.
(7) TBMMO
İnşaat Mühendisleri Odası, 6 Şubat 2023
Kahramanmaraş, Pazarcık ve Elbistan Depremleri Ön Değerlendirme Raporu, s.
2, 15, 16.
(8) https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/turkiye-uzay-ajansi-baskani-serdar-yildirim-uzaydan-gelen-guc-7-8-buyuklugunde-deprem-olusturuyor
(17 Şubat 2023).
(9) Agh.
(10)
https://www.globalresearch.ca/turkey-syria-earthquake-act-terror
(9 February 2023).
(11)
https://www.odatv4.com/guncel/turkiye-2023-un-ilk-gununde-bunu-konustu-lozan-bitti-mi
(1 Ocak 2023).
(12) Ozan
Özavcı, “Why do so many Turkish people believe ‘secret clauses’ in the 1923 Lausanne
treaty will be unveiled this year?”, https://theconversation.com
(13 January 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder