Zarlar
mı hileli, halk mı efsunlu, muhalefet mi yetersiz?
Mustafa
Durmuş
1
Haziran 2023
Seçimler İktidar Blokundan yana sonuçlanınca, bir
yandan ülkedeki demokrasinin işlerliği tartışılmaya başlandı, diğer yandan
üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın yaptığı balkon konuşması, dinleyenlerin
bu konuşmaya verdiği destek ve kitlenin attığı idam cezası talep eden sloganlar
ülkenin nereye doğru sürüklendiğini gözler önüne serdi.
Tek
başına seçime katılımın yüksekliği seçimlerin adil yapıldığını göstermez
İktidar yanlıları seçimlere katılım oranının
yüksekliğini ülkede demokrasinin işlediğini ve yapılan seçimlerin de adil bir biçimde
yapıldığını kanıtlamak için kullanıyor. Onlara göre aksi bir ortam olsaydı seçimlere
katılım oranı yüzde 85 gibi yüksek bir oranda olmazdı.
Oysa bu ülkede 1982 yılında, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin
gölgesinde yapılan ve darbeci Kenan Evren’in cumhurbaşkanı seçildiği yeni
anayasa oylamasına katılım oranı yaklaşık yüzde 92 idi. Böyle bir ortamda yapılan
bir oylamanın demokratik ya da adil olamayacağını söylemeye gerek yok.
Kısaca, 1982’de seçime katılım darbecilerin zoruyla,
asker korkusuyla (ayrıca oy kullanmayanlara uygulanan bir para cezası da
vardı), son seçimlerdeki katılımsa bir yandan parti -devletin kendi kitlesini
mobilize etme başarısıyla, diğer yandan toplumun diğer yarısından gelen değişim
isteğiyle yüksek oldu.
Demokraside
en fazla aşınma yaşayan dördüncü ülkeyiz
Kaldı ki dünya Türkiye’deki gelişmeleri bizim ana akım
medyamızdan daha farklı değerlendiriyor. Örneğin, yıllardır tüm dünyada olduğu
gibi Türkiye’deki demokrasi konusundaki gelişmeleri de takibe almış olan V-Dem
Enstitüsü gibi uluslararası kuruluşlar var.
Aşağıdaki görsel bu enstitü tarafından bu yılın Mart
ayında yayımlanan “Demokrasi Raporu”nda yer alan verileri kullanan S. Landin tarafından
hazırlandı. (1)
Landin, metodolojik olarak “seçimli demokrasi” ya da
“seçimli otokrasi”nin küresel çapta ne durumda olduğunu ortaya koyarken, devletlerin resmi açıklamalarını değil, asıl olarak “özgür ve adil seçimler”, “hukukun
üstünlüğü”, “bilgi edinme hakkı ve örgütlenme özgürlüğü” ve “ifade özgürlüğü”
gibi göstergelerin de içinde yer aldığı bir grup değişkeni kullanıyor.
Buna göre, son 10 yılda demokratik seçimlerin en fazla aşınmaya uğradığı ya da demokratik seçimlerden en fazla uzaklaşan ülkeler arasında Türkiye ilk 4’te yer alıyor. Öyle ki ülkenin 2010 yılında Demokrasi Endeksi’ndeki puanı 100 üzerinden 55 iken, 2022 yılında, yani geçen yıl 28’e geriledi. Bu, 27 puanlık bir düşüş ya da son 10 yılda demokraside yüzde 51’lik bir gerileme yaşandığı demek oluyor.
Dahası Türkiye, Demokrasi Endeksi’nin en alttaki yüzde
20-30’luk grubunu oluşturan, yani demokrasinin sadece kırıntılarının olduğu ülkeler
arasında yer alıyor. Bu grupta Türkiye’nin dışında Ruanda, Vietnam, Mısır, El
Salvador, Kazakistan, Etiyopya gibi ülkeler var. (2)
Zarlar hileli
Bu tespitlerin ne denli yerinde olduğu 14 Mayıs ve 28
Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan seçimlerde görüldü. Öyle ki özgür ve adil bir
seçimin yapılamadığı artık toplumun büyük bir kesimince kabul ediliyor.
Çünkü bu seçimlerde tarafsız olması gereken Yüksek
Seçim Kurulu da (YSK) dâhil, neredeyse tüm devlet aygıtı (imkânları başta olmak
üzere) net bir biçimde iktidar blokunu oluşturan partilerin yanında yer aldı, imkânlar
sadece onlar için kullanıldı.
Ayrıca, muhalefet partileri, liderleri ve seçmenleri
bir yandan şeytanlaştırıldı, terörizmle ilişkilendirildi, bir yandan da kolluk
ve yargı tarafından baskı altına alındı. Seçimden hemen önce bildik gözaltılar
yapıldı.
Geleneksel ve sosyal medya ulusal ve yerel çapta olmak
üzere yüzde 90 oranında iktidarın kontrolü altındaydı. Muhalefetin cumhurbaşkanı
adayı ile ilgili yalan, iftira, karalama ve sahte videolarla dolu ciddi bir
dezenformasyon süreci yürütüldü.
Kuşkusuz tüm bunlar seçim sonuçlarına net etkide
bulundu ve iktidar bloku iktidarda kalmayı sürdürdü. Toplumun yarısının değişim
talebi ise gerçekleşemedi.
Halkın
bir kısmı bilim dışı, hakikat ötesi ideoloji ve propagandaya maruz bırakıldı
Ancak adil bir seçimin yapılmadığı bir gerçek olsa da,
bu durum seçimde elde edilen sonuçları bütünüyle açıklamaya yetmiyor.
Hele ki, 21 yıllık iktidarında, özellikle de son
yıllarda çok ciddi bir yıpranma yaşayan, tarihimizdeki en büyük depremde resmi
olarak 55 bine yakın insanımızın kaybında ciddi sorumluluğu bulunan, üstelik
deprem sonrasındaki müdahalelerinde yetersiz kalan ve ülke ekonomisini
tarihinin en derin krizlerinden birine sokarak, insanlarını yüksek enflasyon
altında ezdiren, onları açlığa yoksulluğa, işsizliğe sürükleyen bir iktidar hala
ayakta kalabiliyorsa, burada seçim hileleri dışında başka şeylere de bakmak
gerekiyor.
Aslında, demokrasiden uzaklaşmanın, giderek otoriterleşmenin
ve gericileşmenin asıl nedenlerinin, son 21 yıldır ülkede hâkim olan neo
liberal-neo muhafazakâr/siyasal İslamcı düzen ve onun ideolojisi ve
uygulamaları olduğunu biliyoruz.
Öyle ki bu düzenin egemenleri, yönetenleri, ülke
ekonomisini krize sokarken, insanımızı hem yoksullaştırıp hem aşırı borca sokup
iktidar partisine, cemaat ve tarikatlara el açar bir hale getirerek biate
zorladılar hem de bu süreçte onları demokrasiden, insani değerlerden, özgür
düşünceden, laiklikten uzaklaştırdılar.
Yaşanan derin ekonomik sorunların üzerini örtebilmek
içinse milliyetçiliği ve militarizmi körüklediler, her türden
politikleştirilmiş dinci fikirlerle insanımızı kuşattılar ve sonuç olarak istedikleri
gibi bir kitle tabanı yarattılar.
Bu bilinçli çabanın sonucunda, aslında hayatlarından (özellikle
de ekonomik sıkıntılar yüzünden memnun olmayanlar), öfkelerini kendilerini bu
duruma sokanlara değil, yanlış bir biçimde değişim isteyen muhalefete yönelttiler.
Bu bağlamda, içinde bulunduğumuz durum sadece
demokrasiden uzaklaşma ya da devlet ve siyaset alanının tamamen gericileşmesi
değil, toplumun azımsanamayacak bir kesiminin faşizmi destekler bir hale
getirilmesidir.
Bu nedenle de durum göründüğünden çok daha sıkıntılıdır.
Kitleleri bu büyünün etkisinden kurtaracak formüller ve mücadele yöntemleri bulamadığımız
sürece, bu insanların kazanılması ve ülkenin demokratikleşmesi mümkün
olmayacaktır.
Hakiki
çözümler sunamayan bir muhalefet ile ancak buraya kadar
Seçim sürecinde oluşturulan ana muhalefet ittifakı
(Millet İttifakı) sağcı, milliyetçi ve sosyal demokratlığı tartışmalı
partilerden oluşan bir ittifaktı. Yani aşırı sağcı, otoriter popülist bir
iktidara karşı muhalefet bu iktidardan özde farkı olmayan merkez ve sağ
partilerden geldi. AKP ve MHP’den ayrılanların kurduğu partiler CHP ile
birlikte ana muhalefeti oluşturdular.
“Güçlendirilmiş parlamenter demokrasi” önerisi dışında,
özellikle de kapitalist sistemi karşılarına alan, bir yandan da kitlelere güven
veren bir programları ve duruşları da olmadığı için, 21 yıllık sağ popülist
otoriter deneyime ve sermaye ve devlet gücüne sahip mevcut iktidar bloku
karşısında başarılı olamadılar.
Yeşil Sol Parti’nin (YSP) önderliğindeki “Emek ve
Özgürlük İttifak” da alternatif bir demokrasi ve ekonomi programı sunamadı.
Ayrıca, TİP ile yapılan ittifakın neden olduğu iç tartışmalar ve milletvekili
adaylığı listelerinin oluşturulması sırasında yapılan yanlışlıklar, Üçüncü
Yol’u açacağı iddiasında bulunan bu ittifakın da seçimlerden başarısız bir
biçimde çıkmasıyla sonuçlandı.
Sonuç
olarak
Sadece zarlar hileli değildi. Topluma kabul ettirilmiş
Siyasal İslam ile sarmalanmış bir faşist ideoloji de bu seçimlerde çok etkili
oldu. Sosyalistlerin çok zayıf olduğunu, onların dışındaki demokratik
muhalefetin yetersiz kaldığını ve stratejik yanlışların yapıldığını da hesaba
kattığımızda seçimlerin neden kaybedildiği aslında ortada.
Ancak asıl tehlike ile henüz karşılaşmadık. Zira
yapılan balkon konuşması bundan böyle özellikle de yerel yönetim seçimlerine 9
ay gibi kısa bir süre kala, güç tazelemiş İktidar Blokunun daha da
sertleşebileceğinin açık işaretleri ile dolu.
Üstelik mevcut iktidar, sebep olduğu ekonomik krizin enkazının
altında kalmamak için de çaba gösterecek ve bu krizin faturasını emekçilere ve
halka yıkarken, onların sesini iyice kısmaya çalışacaktır. Seçimlerde galip
çıkmanın verdiği moral ile öncelikle bunu emek, demokrasi ve barış güçleri
üzerindeki baskısını artırarak yapacaktır.
Bu nedenle emek, demokrasi ve barış güçleri, bu
seçimlerden dersler çıkartarak, ideolojik ve örgütsel yenilenmeyi sağlamalı ve
iktidar blokunun büyüsü altındaki kesimler de dâhil, tüm toplumun karşısına
onların acil ekonomik sorunlarına emekten yana çözümlerle çıkmalı ve daha da
önemlisi, onlara güven verecek bir siyasal ve örgütsel kararlılık
sergilemelidir.
Aksi halde, “boş tencere” iktidar devirmeyeceği gibi,
giderek daha fazla kitleyi faşizmin peşine takabilir.
Dip notlar:
(1) https://www.visualcapitalist.com/cp/number-democracies-globally
(28 May 2023).
(2) V-Dem
Institute, Democracy Report 2023:
Defiance in the face of autocratization, March 2023, s. 43.