Gelir dağılımı adaletsizliğinde konuşulanlar ve konuşul(a)mayanlar
Mustafa
Durmuş
31
Ocak 2024
TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasını
açıklayınca ekonomi basınında, özellikle de muhalif olarak nitelenen medya kanallarında
bu araştırma haklı olarak geniş yankı buldu. Zira gelir dağılımı adaletsizliği
son onlu yıllarda hiç bu kadar artmamıştı.
Sadece
en zenginlerin geliri arttı
Öyle ki (1), nüfusun toplam 5 yüzde 20’lik gruba
bölünmesiyle elde edilen eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirleri
açısından en yüksek yüzde 20’lik gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir
önceki yıla göre 1,8 puan artarak neredeyse yüzde 50 olurken, en düşük gelire
sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9’a düştü.
En alttaki 3 yüzde 20’lik grubun toplam gelirden
aldığı payın yüzde 31,1’den yüzde 20,7’ye (1,4 puan gerileme) ve 4’üncü yüzde
20’lik gelir grubunun da payının yüzde 20,9’dan yüzde 20,5’e düşmesi (0,4 puan
gerileme) dikkate alındığında, gelirini artıran tek kesimin en tepedeki
zenginler olduğu, orta sınıfınsa giderek eriyerek yoksullaştığı görülüyor. Öyle
ki nüfusun yüzde 60’ı gelirin kabaca sadece yüzde 31’ini alırken, geri kalan
yüzde 40’ı yüzde 70’ine el koyuyor.
En
üst en alt farkı 15 kat oldu
Böylece, toplumun en yüksek gelir elde eden yüzde 20’sinin
elde ettiği payın en düşük gelir elde eden yüzde 20’sinin elde ettiği paya
oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı 7,9’dan 8,4’e; gelirden en fazla pay
alan yüzde 10’unun elde ettiği gelirin en az pay alan yüzde 10’unun elde ettiği
gelire oranı şeklinde hesaplanan P90/P10 oranı ise 14,2’den 15,0’a yükseldi.
Yani en üstteki yüzde 10’luk zenginler, en dipteki
yüzde 10’luk yoksullardan ortalama 15 kat daha fazla gelir elde ediyor. En
zengin yüzde 5’lik grubun ortalama geliri ise en yoksul yüzde 5’inkinin 31 katı
düzeyinde seyrediyor. Bu fark sosyal, siyasi ve iktisadi göstergelerin giderek
bozulmaya başladığı 2015 yılından bu yana düzenli olarak en zenginler lehine büyüyor.
Gini katsayısı sosyal yardımlar hariç 0,520
Böyle olunca da gelir bölüşümü eşitsizliğini ölçmede
kullanılan bir ölçüt olan Gini katsayısı büyüdü ve 0,018 puan artış ile 0,433
olarak gerçekleşti. Bu katsayı, vergi ve transferler sonrası gelir esas
alınarak hesaplanıyor ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire
yaklaştıkça gelir dağılımında kötüleşmeyi ifade ediyor.
Ancak çalışmada tüm sosyal transferler hariç tutulduğunda
Gini katsayısı 0,520; emekli ve dul yetim maaşı dâhil diğer tüm sosyal transfer
gelirleri hariç tutulduğunda ise 0,445 olarak tahmin ediliyor. Bu da sınırlı da
olsa “sosyal yardımlar olmasa gelir daha adaletsiz dağılacak” demek oluyor.
Böylece aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, Türkiye Avrupa’da gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu ülke konumundadır. (2) Bunun bir nedeni Avrupa ülkelerinde devlet bütçesinden yoksullar için ayrılan sosyal transferler biçimindeki mali kaynakların Türkiye’dekinin iki katından fazla olması.
Patronların geliri işçilerinkinden 2,5 kat daha fazla arttı
TÜİK’in verilerinde dikkat çeken bir önemli ayrıntı
ise emek ve sermaye gelirleri ve kadın ve erkek gelirlerindeki mutlak artışlar
arasındaki fark. Buna göre, sermaye sahiplerinin son bir yılda ortalama gelir
artışı 187,692 TL olurken, emekçilerin gelirleri 73,624 TL artabildi. Yani
patronların geliri 2,5 kattan daha fazla arttı.
Kadınların
geliri erkeklerin gelirinin yüzde 74’ü kadar arttı
Kadın ve erkek gelirleri artışları arasındaki farkla
ilgili olarak da benzer bir gelişme söz konusu. Öyle ki tüm gelir elde eden
erkeklerde bir yıldaki ortalama gelir artışı 57,662 TL olurken, kadınlarda bu
artış ortalama 42,948 TL olarak gerçekleşti. Yani kadınların gelirlerindeki
artış erkeklerin gelirlerinin yüzde 74’ü kadar olabildi.
Bu veriler hem emek-sermaye hem de erkek-kadın
eşitsizliğinin giderek artmakta olduğunun da birer göstergesi.
Bölgeler
arası gelir farklılığı iyice arttı
Son olarak, aynı araştırmanın bölgesel gelir
farklılıklarını gösteren önemli sonuçları da söz konusu.
Buna göre, Türkiye'de yıllık ortalama eşdeğer
hanehalkı kullanılabilir fert geliri 2023 yılında 83, 808 TL iken, İBBS 2.
Düzey bölgeleri itibarıyla en yüksek olduğu bölge 114, 634 TL ile TR10
(İstanbul) bölgesi oldu. Bu bölgeyi, 108, 036 TL ile TR51 (Ankara) bölgesi ve
101, 372 TL ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) bölgesi izledi. En düşük
yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri ise 39,173 TL ile
TRB2 (Van, Muş, Bitlis, Hakkâri) bölgesinde gerçekleşti.
Böylece aşağıdaki haritadan da görülebileceği gibi
Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları illerde elde edilen ortalama hane halkı
harcanabilir geliri Türkiye ortalamasının ancak yüzde 46,7’si ve İstanbul’dakinin
yüzde 34,1’i kadar olabildi.
Bölgenin diğer bölge ya da illere göre çok daha yoksul bir konumda olduğu açık. Ancak Bölgeye ilişkin bu veriler ortalama veriler olduğundan, Bölgedeki gelirin kendi içinde nasıl dağıldığı da önemli.
Bölgedeki sınıfsal eşitsizlik daha az
BETAM’ın 2019 yılı verilerini esas alan bir
araştırmasına göre (3), diğer bölgelerle kıyaslandığında Bölgedeki sınıfsal
ayrışma göreli olarak daha az. Bu çalışmada 2019 yılında Türkiye geneli nüfus yüzde
10’luk dilimlere ayrıldıktan sonra, en alt ve en üst yüzde 10’luk dilimde yer
alanların Bölge nüfusu içindeki paylarına yer veriliyor.
Buna göre, Güneydoğu Anadolu Bölgesi nüfusunun yüzde
30’u en alt yüzde 10’luk gelir dilimde yer alıyor. Batı Marmara Bölgesi nüfusu
içerisinde en yoksul grupta yer alan nüfus ise yüzde 8. Yani en alttakilerin
sayısı Güney Doğu Anadolu’da Batı Marmara’dakinin neredeyse dört katı
civarında. Buna karşılık, en yüksek yüzde 10’luk gelir dilimde olanların büyük
kesimi Batıdaki bölgelerde yaşıyor. Örneğin 2019’da İstanbul nüfusunun yüzde
18’i en zengin yüzde 10’luk dilimde yer alıyor. Bu oran Güney Doğu Anadolu’da sadece
yüzde 3 civarında.
Bu veriler, öncelikle, ülkenin Batısı gibi gelişkin
bölgeleri ile Güney Doğusu gibi azgelişmiş ya da geri kalmış bölgeleri arasında
ciddi gelir farklılıkları olduğunu gösteriyor. İkinci olarak Güney Doğu Anadolu
Bölgesindeki gelir eşitsizliğinin diğerine göre daha az olduğunu, yani ilkinde göreli
olarak daha eşitlikçi bir gelir dağılımı olduğunu ortaya koyuyor.
Bölgesel
teşvik politikaları işe yaramadı
Diğer yandan, “bölgesel kalkınma farklılıklarını
azaltmak için” uygulandığı öne sürülen bölgesel teşvik politikalarının uygulama
sonuçları, ülkede “Kürt Sorunu” olarak da bilinen sorunun ne denli önemli bir
sorun olduğunu gösteriyor.
Öyle ki, bu konuda yapılmış olan bir çalışmaya göre
(4), 2011-2021 dönemini kapsayan on yıllık süreçte, 6 teşvik bölgesine ayrılan
ülkede devletçe sağlanan teşvikler bölgeler arasındaki farklılıkları
azaltmadığı gibi daha da artırdı.
Sözü edilen bu on yılda Türkiye ekonomisi toplam yüzde
66 büyüdü (yıllık ortalama yüzde 5). En gelişkin illeri ve orta gelişkinlikteki
illeri kapsayan 1, 2 ve 3’ncü teşvik bölgeleri Türkiye ortalamasının üstünde,
geri kalmış illerden oluşan 4, 5 ve 6’ncı teşvik bölgelerinin büyüme hızları
ise Türkiye ortalamasının altında kaldı.
Bu süreçte Türk Lirası bazında kişi başı gelir ortalama
yüzde 355 arttı. Türkiye ortalamasının üzerine, en gelişkin 2’nci ve 3’ncü
bölgeler olmak üzere sadece iki bölge çıkarken, ağırlıklı olarak Güneydoğu
illerini kapsayan (Urfa’dan, Hakkâri, Bingöl ve Ardahan’a kadar toplam 15 il)
6’ncı Bölgedeki kişi başı gelir artışı yüzde 324 ile en alt sırada kaldı. Kişi
başı gelirde enflasyondan arındırılmış en yüksek reel kayıp ise yüzde 16,8 ile
yine 6’ncı Bölgede gerçekleşti.
Sonuç
olarak
Ana akım medya TÜİK verilerini değerlendirirken ne
sınıfsal ne de kimliksel farklılıkları dikkate alıyor. Gelir adaletsizliği emek
örgütlerinde dahi “bireysel” gelir
dağılımında artan adaletsizlik olarak adlandırıyor.
Dahası, Kürt Sorununu konuşmanın solun bazı
kesimlerinde bile tabu olarak görüldüğü ülkede, DİSK gibi emek örgütleri dahi
aynı verilerden hazırladığı son raporunda (5) bölgeler arasındaki gelir farklılıklarına
yer vermiyor.
Kuşkusuz gelir bölüşümü adaletsizliği öncelikle,
kapitalist toplumdaki üretim araçlarına sahip olup olmamak ile ilgili, yani
insanların nesnel olarak ait oldukları sınıfsal konumları ile ilgili bir durumdur.
Kısaca sosyal sınıflara ayrılmış kapitalizmde bu sınıfsal ayrışmanın bir sonucudur.
Bu yüzden de, başta işçi sınıfı, emek örgütleri ve
sosyalist sol olmak üzere emek sömürüsüne karşı çıkan herkes, burjuvazinin
herkesi aynı gemideymiş, dolayısıyla da herkesin çıkarları aynı imiş gibi
göstererek sömürüyü ve gelir eşitsizliklerini meşrulaştıran ideolojik dilini kullanmaktan
kaçınmalıdır ve emek sömürüsünü gün ışığına çıkartacak olan kendi sınıfsal
dilini kullanmalıdır.
Ancak gelir erkek ve kadınlar arasında da eşit
dağılmıyor. Bu da kapitalist toplumda gerçekte toplumsal cinsiyet eşitliğinin
olmaması, yani bu toplumun erkek egemen bir toplum olmasından kaynaklanıyor. Bu
gerçek de vurgulanmalıdır.
Son olarak, içinde yaşadığımız coğrafyada ve toplumda
sınıfsal eşitsizlikler kadar kimliksel eşitsizlikler de son derece yakıcıdır. Bu
yüzden de farklı etnisitelerin ve kimliklerin gerçekte iktisadi ve politik
anlamda eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşayamadıkları ülkede, Fırat’ın
Doğusu ile Batısı arasında üç kata kadar gelir farkının söz konusu olması ve
verilen bunca teşvike rağmen bu farkın daha da açılması, sorunun basit bir “bölgesel
kalkınma ya da gelişme farkı sorunu olmadığının” gösterdiğinden, demokratik,
barışçıl, kalıcı ve eşitleyici siyasal ve iktisadi çözümler geliştirilmelidir.
Dip notlar:
(1) TÜİK,
Gelir Dağılımı İstatistikleri, 2023, https://www.tuik.gov.tr
(29 Ocak 2024).
(2) DİSK-AR,
Bireysel Gelir Dağılımında Vahim Bozulma, https://arastirma.disk.org.tr
(29 Ocak 2024).
(3) Alpay
Filiztekin, Gelir, beşeri sermaye ve işsizlikte bölgesel eşitsizlikler:
2005-2019, Betam Araştırma Notu 23/268
(21 Şubat 2023).
(4) İsmet
Özkul, “Teşvik sisteminin 10 yıllık bölgesel büyüme karnesi”, https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/tesvik-sisteminin-10-yillik-bolgesel-buyume-karnesi
(17 Ocak 2023).
(5) DİSK-AR,
agr.