30 Ocak 2024 Salı

Gelir dağılımı adaletsizliği

 Gelir dağılımı adaletsizliğinde konuşulanlar ve konuşul(a)mayanlar

Mustafa Durmuş

31 Ocak 2024


TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasını açıklayınca ekonomi basınında, özellikle de muhalif olarak nitelenen medya kanallarında bu araştırma haklı olarak geniş yankı buldu. Zira gelir dağılımı adaletsizliği son onlu yıllarda hiç bu kadar artmamıştı.

Sadece en zenginlerin geliri arttı

Öyle ki (1), nüfusun toplam 5 yüzde 20’lik gruba bölünmesiyle elde edilen eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirleri açısından en yüksek yüzde 20’lik gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak neredeyse yüzde 50 olurken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9’a düştü.

En alttaki 3 yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı payın yüzde 31,1’den yüzde 20,7’ye (1,4 puan gerileme) ve 4’üncü yüzde 20’lik gelir grubunun da payının yüzde 20,9’dan yüzde 20,5’e düşmesi (0,4 puan gerileme) dikkate alındığında, gelirini artıran tek kesimin en tepedeki zenginler olduğu, orta sınıfınsa giderek eriyerek yoksullaştığı görülüyor. Öyle ki nüfusun yüzde 60’ı gelirin kabaca sadece yüzde 31’ini alırken, geri kalan yüzde 40’ı yüzde 70’ine el koyuyor.

En üst en alt farkı 15 kat oldu

Böylece, toplumun en yüksek gelir elde eden yüzde 20’sinin elde ettiği payın en düşük gelir elde eden yüzde 20’sinin elde ettiği paya oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı 7,9’dan 8,4’e; gelirden en fazla pay alan yüzde 10’unun elde ettiği gelirin en az pay alan yüzde 10’unun elde ettiği gelire oranı şeklinde hesaplanan P90/P10 oranı ise 14,2’den 15,0’a yükseldi.

Yani en üstteki yüzde 10’luk zenginler, en dipteki yüzde 10’luk yoksullardan ortalama 15 kat daha fazla gelir elde ediyor. En zengin yüzde 5’lik grubun ortalama geliri ise en yoksul yüzde 5’inkinin 31 katı düzeyinde seyrediyor. Bu fark sosyal, siyasi ve iktisadi göstergelerin giderek bozulmaya başladığı 2015 yılından bu yana düzenli olarak en zenginler lehine büyüyor.

Gini katsayısı sosyal yardımlar hariç 0,520

Böyle olunca da gelir bölüşümü eşitsizliğini ölçmede kullanılan bir ölçüt olan Gini katsayısı büyüdü ve 0,018 puan artış ile 0,433 olarak gerçekleşti. Bu katsayı, vergi ve transferler sonrası gelir esas alınarak hesaplanıyor ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında kötüleşmeyi ifade ediyor.

Ancak çalışmada tüm sosyal transferler hariç tutulduğunda Gini katsayısı 0,520; emekli ve dul yetim maaşı dâhil diğer tüm sosyal transfer gelirleri hariç tutulduğunda ise 0,445 olarak tahmin ediliyor. Bu da sınırlı da olsa “sosyal yardımlar olmasa gelir daha adaletsiz dağılacak” demek oluyor.

Böylece aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, Türkiye Avrupa’da gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu ülke konumundadır. (2) Bunun bir nedeni Avrupa ülkelerinde devlet bütçesinden yoksullar için ayrılan sosyal transferler biçimindeki mali kaynakların Türkiye’dekinin iki katından fazla olması.


Patronların geliri işçilerinkinden 2,5 kat daha fazla arttı

TÜİK’in verilerinde dikkat çeken bir önemli ayrıntı ise emek ve sermaye gelirleri ve kadın ve erkek gelirlerindeki mutlak artışlar arasındaki fark. Buna göre, sermaye sahiplerinin son bir yılda ortalama gelir artışı 187,692 TL olurken, emekçilerin gelirleri 73,624 TL artabildi. Yani patronların geliri 2,5 kattan daha fazla arttı.

Kadınların geliri erkeklerin gelirinin yüzde 74’ü kadar arttı

Kadın ve erkek gelirleri artışları arasındaki farkla ilgili olarak da benzer bir gelişme söz konusu. Öyle ki tüm gelir elde eden erkeklerde bir yıldaki ortalama gelir artışı 57,662 TL olurken, kadınlarda bu artış ortalama 42,948 TL olarak gerçekleşti. Yani kadınların gelirlerindeki artış erkeklerin gelirlerinin yüzde 74’ü kadar olabildi.

Bu veriler hem emek-sermaye hem de erkek-kadın eşitsizliğinin giderek artmakta olduğunun da birer göstergesi.

Bölgeler arası gelir farklılığı iyice arttı

Son olarak, aynı araştırmanın bölgesel gelir farklılıklarını gösteren önemli sonuçları da söz konusu.

Buna göre, Türkiye'de yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 2023 yılında 83, 808 TL iken, İBBS 2. Düzey bölgeleri itibarıyla en yüksek olduğu bölge 114, 634 TL ile TR10 (İstanbul) bölgesi oldu. Bu bölgeyi, 108, 036 TL ile TR51 (Ankara) bölgesi ve 101, 372 TL ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) bölgesi izledi. En düşük yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri ise 39,173 TL ile TRB2 (Van, Muş, Bitlis, Hakkâri) bölgesinde gerçekleşti.

Böylece aşağıdaki haritadan da görülebileceği gibi Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları illerde elde edilen ortalama hane halkı harcanabilir geliri Türkiye ortalamasının ancak yüzde 46,7’si ve İstanbul’dakinin yüzde 34,1’i kadar olabildi.


Bölgenin diğer bölge ya da illere göre çok daha yoksul bir konumda olduğu açık. Ancak Bölgeye ilişkin bu veriler ortalama veriler olduğundan, Bölgedeki gelirin kendi içinde nasıl dağıldığı da önemli.

Bölgedeki sınıfsal eşitsizlik daha az

BETAM’ın 2019 yılı verilerini esas alan bir araştırmasına göre (3), diğer bölgelerle kıyaslandığında Bölgedeki sınıfsal ayrışma göreli olarak daha az. Bu çalışmada 2019 yılında Türkiye geneli nüfus yüzde 10’luk dilimlere ayrıldıktan sonra, en alt ve en üst yüzde 10’luk dilimde yer alanların Bölge nüfusu içindeki paylarına yer veriliyor.

Buna göre, Güneydoğu Anadolu Bölgesi nüfusunun yüzde 30’u en alt yüzde 10’luk gelir dilimde yer alıyor. Batı Marmara Bölgesi nüfusu içerisinde en yoksul grupta yer alan nüfus ise yüzde 8. Yani en alttakilerin sayısı Güney Doğu Anadolu’da Batı Marmara’dakinin neredeyse dört katı civarında. Buna karşılık, en yüksek yüzde 10’luk gelir dilimde olanların büyük kesimi Batıdaki bölgelerde yaşıyor. Örneğin 2019’da İstanbul nüfusunun yüzde 18’i en zengin yüzde 10’luk dilimde yer alıyor. Bu oran Güney Doğu Anadolu’da sadece yüzde 3 civarında.

Bu veriler, öncelikle, ülkenin Batısı gibi gelişkin bölgeleri ile Güney Doğusu gibi azgelişmiş ya da geri kalmış bölgeleri arasında ciddi gelir farklılıkları olduğunu gösteriyor. İkinci olarak Güney Doğu Anadolu Bölgesindeki gelir eşitsizliğinin diğerine göre daha az olduğunu, yani ilkinde göreli olarak daha eşitlikçi bir gelir dağılımı olduğunu ortaya koyuyor.

Bölgesel teşvik politikaları işe yaramadı

Diğer yandan, “bölgesel kalkınma farklılıklarını azaltmak için” uygulandığı öne sürülen bölgesel teşvik politikalarının uygulama sonuçları, ülkede “Kürt Sorunu” olarak da bilinen sorunun ne denli önemli bir sorun olduğunu gösteriyor.

Öyle ki, bu konuda yapılmış olan bir çalışmaya göre (4), 2011-2021 dönemini kapsayan on yıllık süreçte, 6 teşvik bölgesine ayrılan ülkede devletçe sağlanan teşvikler bölgeler arasındaki farklılıkları azaltmadığı gibi daha da artırdı.

Sözü edilen bu on yılda Türkiye ekonomisi toplam yüzde 66 büyüdü (yıllık ortalama yüzde 5). En gelişkin illeri ve orta gelişkinlikteki illeri kapsayan 1, 2 ve 3’ncü teşvik bölgeleri Türkiye ortalamasının üstünde, geri kalmış illerden oluşan 4, 5 ve 6’ncı teşvik bölgelerinin büyüme hızları ise Türkiye ortalamasının altında kaldı.

Bu süreçte Türk Lirası bazında kişi başı gelir ortalama yüzde 355 arttı. Türkiye ortalamasının üzerine, en gelişkin 2’nci ve 3’ncü bölgeler olmak üzere sadece iki bölge çıkarken, ağırlıklı olarak Güneydoğu illerini kapsayan (Urfa’dan, Hakkâri, Bingöl ve Ardahan’a kadar toplam 15 il) 6’ncı Bölgedeki kişi başı gelir artışı yüzde 324 ile en alt sırada kaldı. Kişi başı gelirde enflasyondan arındırılmış en yüksek reel kayıp ise yüzde 16,8 ile yine 6’ncı Bölgede gerçekleşti.

Sonuç olarak

Ana akım medya TÜİK verilerini değerlendirirken ne sınıfsal ne de kimliksel farklılıkları dikkate alıyor. Gelir adaletsizliği emek örgütlerinde dahi  “bireysel” gelir dağılımında artan adaletsizlik olarak adlandırıyor.

Dahası, Kürt Sorununu konuşmanın solun bazı kesimlerinde bile tabu olarak görüldüğü ülkede, DİSK gibi emek örgütleri dahi aynı verilerden hazırladığı son raporunda (5) bölgeler arasındaki gelir farklılıklarına yer vermiyor.

Kuşkusuz gelir bölüşümü adaletsizliği öncelikle, kapitalist toplumdaki üretim araçlarına sahip olup olmamak ile ilgili, yani insanların nesnel olarak ait oldukları sınıfsal konumları ile ilgili bir durumdur. Kısaca sosyal sınıflara ayrılmış kapitalizmde bu sınıfsal ayrışmanın bir sonucudur.

Bu yüzden de, başta işçi sınıfı, emek örgütleri ve sosyalist sol olmak üzere emek sömürüsüne karşı çıkan herkes, burjuvazinin herkesi aynı gemideymiş, dolayısıyla da herkesin çıkarları aynı imiş gibi göstererek sömürüyü ve gelir eşitsizliklerini meşrulaştıran ideolojik dilini kullanmaktan kaçınmalıdır ve emek sömürüsünü gün ışığına çıkartacak olan kendi sınıfsal dilini kullanmalıdır.

Ancak gelir erkek ve kadınlar arasında da eşit dağılmıyor. Bu da kapitalist toplumda gerçekte toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmaması, yani bu toplumun erkek egemen bir toplum olmasından kaynaklanıyor. Bu gerçek de vurgulanmalıdır.

Son olarak, içinde yaşadığımız coğrafyada ve toplumda sınıfsal eşitsizlikler kadar kimliksel eşitsizlikler de son derece yakıcıdır. Bu yüzden de farklı etnisitelerin ve kimliklerin gerçekte iktisadi ve politik anlamda eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşayamadıkları ülkede, Fırat’ın Doğusu ile Batısı arasında üç kata kadar gelir farkının söz konusu olması ve verilen bunca teşvike rağmen bu farkın daha da açılması, sorunun basit bir “bölgesel kalkınma ya da gelişme farkı sorunu olmadığının” gösterdiğinden, demokratik, barışçıl, kalıcı ve eşitleyici siyasal ve iktisadi çözümler geliştirilmelidir.

Dip notlar:

(1)    TÜİK, Gelir Dağılımı İstatistikleri, 2023, https://www.tuik.gov.tr (29 Ocak 2024).

(2)    DİSK-AR, Bireysel Gelir Dağılımında Vahim Bozulma, https://arastirma.disk.org.tr (29 Ocak 2024).

(3)    Alpay Filiztekin, Gelir, beşeri sermaye ve işsizlikte bölgesel eşitsizlikler: 2005-2019, Betam Araştırma Notu 23/268 (21 Şubat 2023).

(4)    İsmet Özkul, “Teşvik sisteminin 10 yıllık bölgesel büyüme karnesi”, https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/tesvik-sisteminin-10-yillik-bolgesel-buyume-karnesi (17 Ocak 2023).

(5)    DİSK-AR, agr.

 

 

 

 

 


28 Ocak 2024 Pazar

Yasa dışı bahis ve vergi kaybı

 

“Kapitalizm yasal mafya, mafya ise yasadışı kapitalizmdir”

Mustafa Durmuş

29 Ocak 2024


Dün AA muhabirine verdiği demeçte Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Bakanlığımızca lisanssız faaliyetlerin engellenmesi ve vergi kaybının önlenmesi amacıyla yasa dışı bahis ve sanal kumar siteleriyle kararlı şekilde mücadeleye devam edilecek” dedi. (1)

Bilindiği gibi, Türkiye'de kumar oynamak ve oynatmanın yanı sıra, yetkili kamu otoritesince lisans verilmeden sanal ortamda herhangi bir şans oyunu oynatmak da yasak. 

Buna karşılık, Türkiye’de yasa dışı/ kayıt dışı faaliyet gösteren on binlerce şans oyunu, bahis ve sanal kumar sitesi faaliyet gösteriyor. Bakan’a göre, “bu sitelerin tamamına yakını yurt dışından yayın yapıyor ve bu faaliyetleri yürüten kişi veya örgütler Türkiye'de yasa dışı yollarla kazandıkları milyarlarca TL tutarındaki kaynağı yurt dışına transfer ediyorlar”.

“Vergisiz kazanç, haksız rekabet” vurgusu

Üstelik “suç gelirlerinden elde edilen kazanç hiçbir şekilde vergilendirilmiyor, dolayısıyla bu alanda faaliyet gösteren gerçek veya tüzel kişiler elde ettikleri gelir üzerinden gelir ve kurumlar vergisi vermiyor. Aynı şekilde bu platformlar, lisanslı oyun platformlarından farklı olarak, iştirakçilerden tahsil ettikleri oyun satış hasılatı üzerinden katma değer vergisi, şans oyunları vergisi ve kamu payı ödemiyor. Bu durum, ülkemiz ve kamu maliyesi açısından yüksek bir gelir kaybına neden olduğu gibi lisanslı faaliyet gösteren ve tüm vergisel yükümlülüklerini yerine getiren firmalar açısından da haksız rekabete neden oluyor”. (2)

M. Şimşek’in açıklamalarını nasıl yorumlamak lazım?

Kayıt dışılığın ülkede yüzde 50’lere kadar yükseldiğini ve şu ana kadar kayıt dışılıkla ciddi anlamda mücadele edilmediğini biliyoruz. Acaba Bakanlık yeni bir kayıt dışılıkla mücadele programı mı başlattı? Eğer öyleyse, ortada başka çok sayıda daha ciddi kayıt dışı faaliyet bulunurken işe neden şans oyunlarından başlandı?

Bakan’ın açıklamalarından, asıl derdinin vergi geliri kaybı ve kayıtlı şans oyunları şirketlerinin haksız rekabete uğraması olduğunu söyleyebilir miyiz? İlk bakışta öyle gibi görünüyor ama eğer mesele vergi geliri kaybı ise Bakanlığın öncelikli olarak giderek düşen vergi tahsilatlarını artırması gerekmez mi?

Ortada trilyonlarca liralık toplanmayan vergi geliri dururken

Ya da bu yıl “Vergi Harcaması” adı altında vergi indirimi, istisnası ve muafiyeti biçiminde alınmayacak olan 2,2 trilyon TL’nin alınmasından işe başlanamaz mı? Öyle ki kurumlar vergisi olarak bu yıl vaz geçilen miktar 657 milyar TL’yi, katma değer vergisinden alınmayacak olansa 342 milyar TL’yi aşıyor. (3)

Durum bu iken neden yasa dışı bahisçilerin yol açtığı vergi kaybı ön plana çıkartılıyor? Oysa bu sektördeki vergi kaybının diğerleri kadar büyük olması mümkün görünmüyor.

Acaba biri yasal, diğeri yasal olmadığı için mi bu yapılıyor? Ya da etik bir sorgulama mı yapılıyor? O zaman yasalarla da olsa, haksız bir biçimde vergi kaybına neden olan bir düzenleme meşru kabul edilebilir mi?

Bir diğer husus “yasal şans oyunu işletmelerinin haksız rekabete uğraması” hususu. İyi de bu yılın ilk vergi düzenlemesi olarak bu alandan alınan vergilerin oranı yarı yarıya azaltılarak, bu işleri yürüten yasal patronların kârları artırılmadı mı? (4)

Halk bu yılbaşından itibaren yüzde 55,8 oranında yeniden değerleme oranından her türlü kamu alacağını ödemeye mahkûm edilirken, şans oyunları adı altında aslında kumarhanecilik yapanlardan daha az vergi alınması adil bir tutum mudur?

Etik bir sorgulama yok!

Son olarak,  Bakan’ın yaptığı açıklamada arayıp da bulamadığımız çok önemli bir gerçek var. Öyle ki şans oyunlarına ve kumara insanlarımız, özellikle de gençlerimiz, giderek artan bir biçimde yönelmeye başladılar. Ancak açıklamada ne bu duruma ilişkin bir tespit ne de bir çözüm önerisi mevcut.

Oysa özellikle de bu düzende yaşanabilir bir gelir elde etmekten umudunu kesmiş olan milyonlarca genç, yaşlı giderek bu ve benzeri sanal para kazanma platformlarının kölesi olmaya başladılar. Bu yüzden de çok ocaklar sönüyor.

Apolitik bir toplum isteniyor

Ama olsun, yeter ki bu insanlar politikleşmesinler, düzeni ve düzenin egemenlerini sorgulamasınlar, sokaklara çıkmasınlar, isyan etmesinler, içinde bulundukları durumun gerçek nedenlerini ve sorumlularını sorgulamasınlar.

İşin aslı, neo liberal bir bakış açısı ciddi bir sosyolojik sorunu basit bir haksız rekabete ve vergi geliri kaybına indirgeyebiliyor. Bakan’ın açıklamalarından bizim çıkardığımız sonuç bu.

Oysa Dario Betancourt-Maria Garcia'nın dediği gibi “mafya yasa dışı kapitalizm, kapitalizm ise yasal mafyadır”. Kapitalizmi yok etmeden yasa dışı ya da yasal kumarhaneleri ya da bahis gibi faaliyetlerin neden olduğu toplumsal zararı yok edemezsiniz, etik çürümeyi önleyemezsiniz.

Dip notlar:

(1)  https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/hazine-ve-maliye-bakanliginca-kapattirilan-yasa-disi-kumar-sitesi-sayisi-gecen-yil-6-katina-cikti (27 Ocak 2024).

(2)  Agh.

(3)  2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve Bağlı Cetveller, s. 170.

(4)  28.12.2023 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 8003 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı.

 

İki yüzlülük

 

 “Kuzuları da, kuzu pirzolasını da seviyorum” diyemezsiniz!

Mustafa Durmuş

23 Ocak 2024


Küresel kahve zinciri Starbucks 1971 yılında Seattle, Washington'da kuruldu. Bu dev işletme Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ikinci en hızlı perakende kahve sunum zinciri konumunda.

Kurulduğundan bu yana Starbucks, kapılarından içeri giren herkese kahve (veya tercih ettiği başka bir içecek) sunma misyonuyla 80’den fazla ülkeye yayıldı.

Etiyopya köylülerine uygulanan baskı

Bu arada, şirket kahve çekirdeğini ağırlıklı olarak Etiyopya gibi ülkelerden sağlıyor. Ancak bu ülkelerdeki kahve üreticisi köylülere uyguladığı kolonyalist baskı ve sömürü nedeniyle çok eleştiriliyor.

Şirket (yüzde 48 oranında), şube lisans sahiplerinin diğer zincir markalarla aynı derecede bağımsızlığa sahip olmadığı ve merkezin şubelerin görünümü, menüsü ve diğer operasyonel yönleri üzerinde daha fazla kontrole sahip olduğu bir franchising anlayışı ile yönetiliyor. Şirket merkezinin bu sunumu karşılığında, Starbucks lisans sahibi olan şubeler, merkeze royalty ücreti veya satışların belirli bir yüzdesini ödüyor.

Tipik bir Starbucks işletmesinin gelirlerinin yüzde 74’ü kahve türü içeceklerden, yüzde 22’si yiyecekten ve kalan yüzde 4’ü ise diğer hizmetlerden oluşuyor.

Küresel çapta 40,000’e yakın şube

Kahve zincirinin yaklaşık 40.000 şubesinin çoğunun hangi bölgelerde ya da ülkelerde olduğu ise aşağıdaki haritadan görülebilir (Ekim 2023 itibarıyla). (1)


Türkiye’deki Starbucks protestoları

Görüldüğü gibi, Türkiye toplam 676 şube ile dünyada en fazla Starbucks şubesine sahip olan 7’nci ülke.

Öyle ki kişi başına gelir açısından neredeyse bizdekinin iki katından daha fazla bir gelir düzeyine sahip olan Tayvan’daki şube sayısından çok daha fazla şubeye sahibiz.

Ya da sadece 13-14 milyon daha fazla nüfusa sahip olduğumuz ama kişi başı gelir açısından ancak dörtte bir gelirimizin bulunduğu Birleşik Krallık’taki şube sayısının yarısı kadar Starbucks şubesi var Türkiye’de.

Starbucks’lar AKP döneminde açıldı

Hepsinden önemlisi de, bu emperyalist-kolonyalist şirket asıl olarak son 22 yıllık AKP iktidarları döneminde Türkiye’de bu şubeleri açtı. İlk şube AKP’nin iktidar olduğu ilk yıl olan 2003 yılında İstanbul’da Bağdat Caddesi’nde açıldı.

Bu gerçeğe rağmen, bir süredir Türkiye’de bazı politik çevrelerce yönlendirilmiş olan gruplar Starbucks şubelerini basarak kahve içenleri taciz ediyor.

Bu gruplar, İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamı ve onun ardında duran ABD’yi, sözüm ona, protesto ediyorlar. Ancak her zaman olduğu gibi işin aslını da asla sorgulamıyorlar, sadece iktidar blokunun değirmenine su taşıyorlar.

Kıssadan hisse!

• Hem “İsrail devletinin katliamlarına hem ABD’nin İsrail’e verdiği desteğe karşıyım” hem de “Starbucks’ın 676 şubesinin açılmasına izin veririm ve İsrail ile ticari ilişkimi sürdürürüm” diyemezsiniz.

• Hem “İsrail devletini işgalci ilan edip” hem de aynı coğrafyada benzer girişimlerde bulunamazsınız.

• Hem Hamas’ı “özgürlük savaşçısı” ilan edip hem de PYD’yi terörist ilan edemezsiniz.

• Hem “NAS deyip” hem faizleri artıramazsınız hem de faizciden aldığınız vergiyi sıfırlayamazsınız.

• Hem “emekliyi enflasyona ezdirmedik” deyip hem de işçi emeklilerinin maaşlarına sadece enflasyonun üçte biri oranında zam yapamazsınız.

• Hem “israfa karşıyız” deyip hem de kamuda har vurup harman savuramazsınız.

Özcesi, yazının başlığında da yer aldığı gibi: Bir yandan, çocuklarımızı severken de çok sıklıkla kullandığımız, “kuzuları” da, kuzu pirzolasını da seviyorum”  diyerek küçücük bedenlerin katledilmesine razı olamazsınız.

Ekonomisiyle, siyasetiyle, ahlakıyla bir toplumsal çöküş yaşamakta olduğumuz bugünlerde ülkede yapılan tam olarak budur.

Sizce de bu tipik bir ikiyüzlülük değil midir?

Dip notlar:

 (1) https://www.visualcapitalist.com/wp-content/uploads/2023/12/Starbucks-Global-Presence (29 December 2023).

 

21 Ocak 2024 Pazar

2024 Yılı (2): Üretim, istihdam, yoksulluk ve vergiler

 

2024 Yılı: Daha iyi mi daha kötü mü?

(2-Üretim, istihdam, yoksulluk ve vergiler)

Mustafa Durmuş

21 Ocak 2024

Önceki yazımızda vurguladığımız üzere, Türkiye’de enflasyon çok yüksek seyretmeye devam ediyor ve şu ana kadar alınan özellikle de para politikası alanındaki önlemlerin yeterince işe yaramadığı görülüyor.

Bu arada üretim alanında da sıkıntılar söz konusu. Bu sıkıntılara işaret eden bir gösterge olarak imalat PMI verisi hala eşik değer olan 50’nin altında (47,4)  seyrediyor. Bu endeks son beş aydır eşik değer olan 50’nin altında kaldı. Bu da iç ve dış talep koşullarının imalat sanayiini zayıflattığını gösteriyor. (1)

İmalat sanayi yavaşladı, işsizlik yükselişe geçti

Paralel bir biçimde, sanayi üretimi son beş aydır, imalat sanayi başta olmak üzere, daralıyor. Öyle ki Kasım ayında üretim aylık yüzde 1,4 daralırken, yıllık sadece yüzde 0,2 arttı. Üç aylık dönemde ise sanayi üretim yıllık büyümesi yüzde 2,8’den yüzde 1,8’e gerileyerek belirgin bir yavaşlama gösterdi. Kasım’da tüm ana sanayi gruplarında aylık bazda daralma yaşanırken, sanayi üretimindeki azalışa ara malı ve dayanıklı tüketim malı üretimindeki düşüşlerin öncülük ettiği görülüyor. (2)

Kuşkusuz bu durum ülkedeki istihdam ve işsizliği de etkiliyor. Nitekim TÜİK’e göre, işsizlik oranı beş aylık düşüş sonrasında tekrar Kasım’da 0,4 puan artışla yüzde 9,0 seviyesine yükseldi. Toplam işsiz sayısı 115 bin kişi artarak 3,1 milyona çıktı. Kasım ayında işgücüne katılım oranı ise yüzde 52,9’a geriledi. İstihdam aylık 236 bin kişi düşüşle 31,6 milyon olurken, istihdam oranı 0,4 puan düşerek yüzde 48,2’ye indi.

Ancak bu veriler gerçek durumu tam olarak yansıtmıyor. Nitekim DİSK-AR'ın “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporuna” göre gerçek işsiz sayısı 3,1 milyon değil, 8,7 milyon oldu. TÜİK'in verilerine göre dar ve geniş tanımlı işsizlik arasındaki puan farkının 13,7 olduğuna işaret edilen bu raporda, geniş tanımlı işsizlik oranının genel olarak yüzde 22,7 olduğu, ancak kadın işsizliğinin yüzde 30’u aştığı kaydediliyor. Diğer yandan işsizlerin yüzde 88’inin işsizlik ödeneği alamadığının da altı çiziliyor. (3)

Emeğin milli gelirden aldığı pay diplerde seyrediyor

Bölüşüm ilişkileri açısından baktığımızda, emek ve sermayenin milli gelirden aldığı pay arasındaki farkın belirgin bir biçimde sermaye lehine giderek açıldığını görüyoruz.


Yapılan bir çalışmaya göre (4), 2001’den sonra İSO 500 kuruluşlarında emek verimliliği ile reel ücret artışları arasındaki bağ, emek aleyhine olmak üzere, koptu. Sanayinin yarattığı katma değerin paylaşımında sanayi ve finans sermayesi arasındaki bölüşüm dengesi de sanayi lehine çözümlendi. 2020’de yaşanan Covid-19 krizi ve ardından ekonomi politikalarında yapılan değişiklikler bölüşüm perspektifinden sanayi kuruluşları lehine sonuçlar verdi.

Kısaca, 2022’de büyük sanayi kuruluşlarının üretim sürecinde yaratılan net katma değerden aldığı pay rekor kırarken, emeğin katma değerden aldığı pay son 40 yılın en düşük seviyesine indi.

Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, özellikle de 2019’dan itibaren emeğin katma değerden aldığı pay sert şekilde düştü ve 2022 itibariyle emeğin payı tüm serinin en düşük seviyesine indi (2023 yılında emeğin payının yüzde 36’ya kadar yükselmesinin asıl nedeni ise EYT ödemeleri gibi bir kerelik ödemeler oldu).


Emek verimliliği artarken, reel ücretler düştü

Türkiye’de emek verimliliği konusunda kafaların karışık olduğunun altını çizelim. Zira bu verimlilik “Toplam Faktör Verimliliği” (TFV) adı altında ölçülüyor. IMF’ye göre TFV son yıllarda belirgin bir biçimde azaldı. Bu yüzden de, kuruma göre, verimlilik odaklı bir büyüme modeline geçiş, iş ve düzenleyici ortamı, işgücü piyasası esnekliğini ve beşeri sermayenin kalitesini iyileştirmek için odaklanmış ve dikkatle sıralanmış yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekiyor. (5)


Oysa bu TVF kavramı işçilerin çok daha verimli bir biçimde çalıştırıldığı, yani emek verimliliğinin arttığı, dolayısıyla da, emek sömürüsünün, nispi artı değerin giderek arttığı gerçeğini gizlemeye yarıyor.

Öyle ki, emek verimliliği ve reel ücretler arasındaki ilişki bağlamında, 1982-2001 döneminde çalışan başına reel katma değer artışı (emek verimliliği) yıllık ortalama yüzde 4,1 iken, aynı dönemde çalışan başına reel ücret artışı yıllık ortalama yüzde 4,3 oldu.

2002-2022 dönemindeyse (AKP Dönemi) emek verimliliğindeki artış yıllık ortalama yüzde 4,3’e çıkarken, çalışan başına reel ücretler (bırakın artmayı), yıllık ortalama yüzde 0,9 geriledi. Bir başka ifadeyle 2022’de çalışan başına reel ücretler 2002’deki seviyesinin yüzde 10,5 altında kaldı. (6)

Bu durum AKP ve 2015’ten itibaren hayata geçirilen AKP-MHP İktidar Blokunun sermaye dostu, emek karşıtı yanını net bir biçimde ortaya koyuyor.

İnsanlar sosyal yardımlarla ve borçla ayakta kalabiliyor

Yüksek enflasyon ve ağır vergilerle birlikte böyle bir gelir (ve servet) eşitsizliğinin doğrudan sonucu kuşkusuz hızla artan yoksullaşmadır. Bu da kaçınılmaz olarak ülkede “sosyal yardımlar” adı altında yardım alanların sayısını giderek artırıyor.

Öyle ki sosyal yardım alan insan sayısı 27 milyon kişiye, toplam nüfusa oranı yüzde 32’ye dayanmış durumda. Dahası 2017 yılından bu yana sosyal yardımlardan yararlananların sayısı 8 milyon artış gösterdi. Seçmenlerinse yüzde 29’u sosyal yardımlardan faydalanıyor. (7)

Kısaca, ülkede yoksullaştırma bilinçli bir biçimde uygulanan bir stratejiye dönüşmüş durumda. Zira bu strateji en geniş yığınları çaresiz ve iktidara mahkûm bir hale düşürürken, aynı zamanda da onları borçlandırarak bankaların kârlarının artmasına ve finans sermayenin daha da büyümesine hizmet ediyor.

Nitekim haneler, son yıllarda, yüksek enflasyon ortamında her gün düşen satın alma güçlerini biraz olsun koruyabilmek için kredi kartı ve ihtiyaç kredisi kullanımına yöneldiler. Öyle ki, Türkiye’de hane halkı borçlarının toplamı Mart 2018- Eylül 2023 arasında yüzde 337 artış gösterdi ve borç tutarı 2,5 trilyon lirayı geçti.  Yine Merkez Bankası’nın verilerine göre, 2019 sonunda16,6 milyon kişi tüketici kredisi kullanırken bu sayı Eylül 2023’te 19,7 milyon kişiye ulaştı.

Merkez Bankası verilerine göre, bireysel kredi kullanımında ücretli kesimin payı da her geçen yıl arttı.  Buna göre, kredi kartlarının yüzde 60 kadarı ihtiyaç kredisine, bu kredilerinin yaklaşık yüzde 73’ü ise maaş ve ücretle geçinenlere ait. Son Finansal İstikrar Raporu’na göre ise, bireysel kredi kartı aktif kullanıcı sayısı ve kişi başı borç tutarında da artış kaydedildi. 2019 sonunda 20 milyonu geçen kişi sayısı, Eylül 2023’te 27 milyona yaklaştı. Yani kredi kartı kullananların oranı dört yılda yüzde 30 artış gösterdi. Dikkat çeken bir diğer veri ise ihtiyaç kredisi ile kredi kartlarının toplamındaki artış oldu. Buna göre ihtiyaç ve kredi kartlarının toplamı 2018’de yüzde 56 iken, şuan itibariyle bu oran yüzde 74’e, yani toplam nüfusun üçte ikisine kadar ulaştı. (8)

Sermayeye vergi indirimi

Ülkede yüksek enflasyon, faiz artışları, borç yükü ve vergi artışları ve diğer kamusal mal ve hizmetlere yapılan zamlarla krizin faturası halka kesilirken, tuhaf bir biçimde, şans oyunları vergisi oranlarında yüzde 50 oranında indirim yapıldı.

Buna göre, spor müsabakalarına dayalı müşterek bahislerde (daha önce yüzde 10 olarak uygulanmakta iken) yüzde 5, at yarışlarında (daha önce yüzde 14 olarak uygulanmakta iken) yüzde 7, diğer şans oyunlarında ise (daha önce yüzde 20 olarak uygulanmakta iken) yüzde 10 olarak uygulanacak. (9)

Böylece, bu düzenleme bu alanda faaliyet gösteren şirketlerin kârlarını artırarak sektörün daha da büyümesine hizmet edeceğinden,  iktidarca fiilen kumarı, yolsuzluğu ve kumarhane kapitalizmini teşvik eden bir tutum sergilendi.

Ayrıca, Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 67’nci maddesinde yer alan bazı kazanç ve iratlardan yapılacak stopaj oranlarındaki indirim uzatıldı. Yapılan değişiklik ile mevduat faizleri ve katılma hesabı karşılığı ödenen kâr paylarında,  devlet tahvili ve Hazine bonoları ile Hazinece kurulan Varlık kiralama şirketlerince ihraç edilen kira sertifikalarından elde edilen gelirlerde,  bankaların ihraç ettiği tahvil ve bonolar ile fon kullanıcısının bankalar olduğu varlık kiralama şirketlerinin ihraç ettiği kira sertifikalarından elde edilen kazanç ve iratlarda, yatırım fonlarından elde edilen gelirlerde, varlığa dayalı menkul kıymetler, ipoteğe dayalı menkul kıymetler, ipotek teminatlı menkul kıymetler ve varlık teminatlı menkul kıymetlerden elde edilen gelirlerde indirimli gelir stopaj oranı uygulaması 30 Nisan 2024 tarihine kadar uzatıldı. (10)

Halka vergi artırımı

Diğer yandan Resmi Gazetenin mükerrer sayısında yayımlanan tebliğe göre Motorlu Taşıtlar Vergisine (MTV) yüzde 58,5 yeniden değerleme oranında zam yapıldı. Böylece 1301-1600 cc motorlu araçlarda değeri 316,400 TL'yi aşanlar için MTV yeni yılda 7,026 TL'ye yükseltildi. İdari para cezaları da yüzde 58,5 oranında zamlandı.

• Cep telefonunda yıllık harç artışı beş katı geçti.  Yurtdışından şahsi kullanım için yolcu beraberinde getirilen cep telefonlarındaki harç tutarı 2023 yılı başında 6.091 TL idi ve yıl ortasında 20.000 TL yapılmıştı. Şimdi yeniden değerleme oranı kadar artırılarak 2024 yılı için 31.692 TL'ye yükseltildi. Bir yıllık artış yaklaşık 5,2 kat gerçekleşti.

• Üç yıllık pasaport harcı 7,833 TL oldu.  2023 Ocak ayında üç yıl ve üzeri bir pasaport harcı 3,295 TL iken, Temmuz 2023 tarihinde yüzde 50 zamlanarak 4,943 TL'ye çıkarılmıştı. 2024 yılı için ise 7,833 lira olarak belirlendi. 790 lira defter bedeli eklendiğinde bu tutar toplamda 8,623 lirayı buluyor.

• 2023 yılında mobil telefon aboneliğinin ilk tesisinde alınan 260 TL'lik özel iletişim vergisi yüzde 53,8 artırılarak yeni yılda 400 liraya yükseltildi.

• Mahkemeye başvuru harçları artırıldı. Yeniden değerleme oranında artışla yeni yılda mahkemeye başvurma harcı 195,8 lira ile 3,518 lira arasında değişen tutarlarda olacak. İcraya başvurma harcı 427 lira, maktu iflas harcı da 704,5 liraya yükseltildi. Kısaca güvencesiz çalışan yoksulların yargı hizmetlerinden yararlanmak gibi temel yurttaşlık haklarının dahi kullanılması giderek imkânsız hale getiriliyor. (11)

Özetle, halka bu yılın başından itibaren yeni vergiler ve yeni zamlarla yüklenen iktidar bloku, faiz gibi kazanılmamış gelirleri vergi indirimleri ve istisnalarıyla desteklemeye devam ederken, bu desteğini kumarbazları, bahisçileri, kara paracıları dâhil ederek daha da genişletti.

Devam edecek…

Dip notlar:

(1)    İSO, İstanbul Sanayi Odası Türkiye PMI İmalat Sanayi Raporu, Aralık 2023,  https://www.iso.org.tr/projeler/iso-turkiye-imalat-pmi (14 Ocak 2024).

(2)    TÜİK, Sanayi Üretim Endeksi, Kasım 2023, https://data.tuik.gov.tr (10 Ocak 2024).

(3)    TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Kasım 2023, https://data.tuik.gov.tr (10 Ocak 2024),  DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu, https://arastirma.disk.org.tr (10 Ocak 2024).

(4)    Osman Berke Duvan, “1980’lerden Günümüze: Neo liberal Politikalar Altında Türkiye’nin En Büyük 500 Sanayi Kuruluşunda İstihdam, Verimlilik ve Bölüşümün Seyri”. http://www.emekarastirma.org/index.php (15 Aralık 2023).

(5)    IMF, Republic of Türkiye 2021 and 2022 Article IV Consultation—Press release and staff reports (June 2021, January 2023).

(6)    Agr.

(7)    Veriler Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın Yıllık Programlarından alındı. Yardım alan seçmen sayısı R. Hakan Özyıldız tarafından hesaplandı. “Seçmenin üçte biri sosyal yardımlarla geçiniyor” (25 Kasım 2023).

(8)    “2023'te ekonomiden geriye enkaz kaldı”, https://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler (28 Aralık 2023).

(9)    28.12.2023 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan “8003 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı.

(10)  28.12.2023 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan “8002 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı”.

(11)  https://www.bloomberght.com/2024te-gecerli-olacak-vergi-ve-harclar-belirlendi (30 Aralık 2023).

 

 

17 Ocak 2024 Çarşamba

2024 ve sonrası ekonomik beklentiler

 

2024 ve sonrası: Daha mı iyi daha mı kötü?

(1-Enflasyon beklentileri)

Mustafa Durmuş

17 Ocak 2024

Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, bu yılki yeni yıl mesajında şunları söyledi: “Küresel krizlerin artarak sürdüğü bir dönemde biz farkımızı bir kez daha göstererek üreten, istihdam eden, büyüyen, gelişen Türkiye'nin yıldızını yükselteceğiz. Evet, 2023 hedefleri başlangıçtı. Asıl çıkışımızı 'Türkiye Yüzyılıyla 2024’le birlikte başlatıyoruz. Bu mücadeleyi de sizlerin desteğiyle zafere ulaştıracağımıza yürekten inanıyoruz.” (1)

“Ayinesi iştir kişinin…”

AKP 22 yıldır ülkeyi tek başına yönetiyor ve başında önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı sıfatıyla R.T. Erdoğan var. Nitekim bundan 11 yıl önce hazırlanan 10’uncu Kalkınma Planı’nın Temel Amaç ve İlkelerini açıklayan ikinci bölümünde şu ifadeler yer alıyordu:

“2023 yılında GSYH’nin 2 trilyon dolara, kişi başına gelirin 25 bin dolara yükseltilmesi; ihracatın 500 milyar dolara çıkarılması; işsizlik oranının yüzde 5’e düşürülmesi; enflasyon oranlarının kalıcı bir biçimde düşük ve tek haneli rakamlara indirilmesi hedeflenmektedir.” (2)

Planda böyle yazılsa da, geldiğimiz durum itibarıyla işsizliğin iki kat, resmi enflasyonunsa defalarca kat yüksek olduğu çok açık. Dahası iktidar blokunun elinde kalan tek savunma göstergesi olan “ekonomik büyüme verileri” açısından da büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Toplumun büyük çoğunluğunun ekonomik refahı ise, bırakın artmasını, daha da azaldı.

Gerçekleşme, hedeflenenin yüzde 50 gerisinde kaldı

Öyle ki bu planın hazırlandığı 2013 yılında cari fiyatla GSYH (milli gelir)  850,5 milyar dolar ve kişi başı gelir 12,582 dolar idi.  2022 yılı sonunda GSYH cari fiyatla 906 milyar dolara çıkarken (10 yılda toplamda sadece 55 milyar dolarlık bir artış oldu), kişi başı gelir 10,659 dolara geriledi. 2023 yılında ise rakamların 1,067 milyar dolar ve 12,415 dolar olacağı tahmin ediliyor. (3)

2024-2026 yıllarını kapsayan üç yıllık Orta Vadeli Programa (OVP) göre GSYH büyüklüklerinin sırasıyla: 2024’te 1,119 milyar dolar ve 2025’te 1,205 milyar dolar, 2026’da 1,318 milyar dolar ve kişi başı gelirin sırasıyla: 2024’te 12,875 dolar, 2025’te 13,717 dolar ve 2026’da 14,855 dolar olması bekleniyor. (4)

Özetle, 22 yıllık AKP iktidarının yönetimi altında geçirmekte olduğumuz Cumhuriyetin ikinci yüzyılında gerçekleşeceği söylenen 2 trilyon dolarlık toplam milli gelir büyüklüğü hedefinin yüzde 47, kişi başına gelir hedefinin yüzde 51 ve 500 milyar dolarlık ihracat hedefinin yüzde 49 gerisindeyiz. Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek ise artık hayal edilemeyecek kadar uzak bir hedef haline geldi.

Artan gelir ve servet dağılımı adaletsizliği, derinleşen yoksulluk, patlayan yolsuzluklar, hukuksuzluk, anayasa tanımazlık, demokratik hak ve özgürlüklere ve insan haklarına ilişkin yaygın ihlaller, haksız soruşturma ve tutuklamalarsa bu süreçte siyasal ve sosyal alanda yaşanan kötüleşmeden bazılarını oluşturuyor.

Yüksek enflasyon

Sıradan insanların hayatını en çok etkileyen enflasyonla başlayalım. TÜİK’e göre tüketici fiyatları endeksi (TÜFE), Aralık’ta aylık yüzde 2,9 ve yıllık yüzde 64,8 seviyesine yükseldi.  Gıda, ulaştırma, sağlık ve eğitimde enflasyon ise yıllık enflasyon yüzde 71 ile yüzde 82 arasında oldu. ENAG’a göre, aylık artış yüzde 4,1 ve yıllık artış yüzde 127,2 oldu. İTO’nun açıkladığı verilere göre ise, İstanbul 2023 yılını yıllık yüzde 74,9 enflasyonla geride bıraktı.

Yani birbirinden ciddi anlamda farklılıklar gösteren üç enflasyon rakamı ile uzunca bir süredir karşı karşıyayız. Ancak enflasyonun üç haneli olduğunu aslında pazara, çarşıya çıkanlar, kiracılar, elektrik, doğal gaz faturasının ödemekte zorlananlar çok iyi biliyor.

Ekonomi yönetimi enflasyondaki bu durumu “enflasyon beklentilerinin henüz iyileşmemesi” ile açıklıyor ve faiz artırımı ve vergi artışları gibi talep kısıcı önlemleri artırarak sürdürüyor.

“Beklentiler Yaklaşımı” aslında son zamanlarda IMF’nin de benimsediği bir yaklaşım. Buna göre, “insanlar fiyatların artacağına inanırlarsa, fiyat artışlarından zarar görmemek için bugünden daha fazla şey satın almaya yönelirler, bu da aşırı talebe ve dolayısıyla fiyatların yükselmesine neden olur”. Nitekim IMF ekonomistleri, 2020’den bu yana “yakın vadeli enflasyon beklentilerinin” gelişmiş ekonomilerde fiyat artışlarının en büyük, gelişmekte olan piyasalarda ise ikinci en büyük etkeni olduğunu iddia ediyorlar. (5)

Enflasyon psikolojik değil

Yani bu yaklaşım altında yükselen enflasyon, tüketicilerin “irrasyonel beklentilerinin sonucu” olarak açıklanıyor, böylece enflasyon teorisi psikolojiye indirgeniyor. Oysa aşağıdaki grafiğe bakıldığında, şirket kârlarındaki artışın ve ithalat faktörleri gibi etkenlerin (arz tıkanıklıklarından kaynaklanan yüksek maliyetler gibi) yükselen enflasyonun ana etkenleri (başta şirket kârları olmak üzere) olduğu kolayca görülebilir. (6)


Zincir marketlerin fiyatlama davranışları enflasyon nedeni

Türkiye’deki yüksek enflasyonun ardındaki gerçek faktörleri anlamaya yardımcı olabilecek bir çalışma ise yakınlarda Merkez Bankası bünyesinde yapıldı.

Bu çalışmada, Türkiye’de gıda perakende sektöründe faaliyet gösteren zincir marketlerin fiyatlama davranışları betimsel olarak inceleniyor, günlük olarak düzenli veri temin edilebilen ve Türkiye genelinde yaygın olan zincir marketlerden derlenen saha verileri kullanılıyor ve tüketici fiyat endeksi sepetinde görece yüksek ağırlığa sahip ve birbirine benzer gıda ürünleri gibi ürünlerin fiyat dinamikleri analiz ediliyor.

Çalışmadan elde edilen bulgular, marketlerin kendi markalı ürünlerinde fiyat değişikliklerini eşzamanlı/yakın zamanlarda yaptıklarını ve zaman içinde marketler arası fiyat farklılıklarının azaldığını ve fiyat seviyelerinin birbirlerine belirgin bir şekilde yakınsadığını ortaya koyuyor. (7)

Nitekim aşağıdaki grafik TÜFE sepetinde yüksek ağırlığa sahip UHT süt, dana eti, tavuk eti, kuru fasulye ve nohut ürünlerinin A, B, C ve D zincir marketi fiyat seviyelerinin nasıl birbirlerine yakınsadığını gösteriyor. (8)


Özetle, perakende gıda piyasasının yüzde 85’inden fazlasını kontrol eden A101,  Ekomini, BIM, Şok ve Migros gibi zincir marketlerin bir oligopol piyasası gibi çalışarak fiyat belirledikleri ortaya çıkıyor. Bu da en azından manşet enflasyonun ortalama 10 puan üzerinde çıkan gıda ve alkolsüz içecekteki enflasyonun ardındaki asıl faktörün bu şirketlerin fiyatlama davranışlarından kaynaklanan yüksek kâr marjları olduğunu gösteriyor. Bu aynı zamanda “işçi ücretlerine yapılan zamların enflasyona neden olduğu” biçimindeki iddianın da içinin boş olduğunu ortaya koyuyor.

O halde bu noktada bu şirketlerin mevcut iktidar bloku tarafından, küçük üretici, tüketici ve küçük köylü aleyhine olmak üzere neden yıllardır desteklenip büyütüldüğünü de sorgulamak gerekiyor.

Maddi temeli olmayan beklenti yol gösterici olmaz

Bizdeki ekonomi yönetiminin de sıkı sıkıya sarıldığı Beklentiler Yaklaşımına geri dönelim. İşin özü, “her beklentinin maddi temeller üzerinden şekillendiği ya da bir başka anlatımla beklentilerin gerçek nedenleri takip ettiğidir”.  Bu konuda aşağıda verdiğimiz iki örnek yeterlidir.

Örneklerin ilki küresel ısınmanın neden olduğu kuraklık ile ilgili ve yine bir IMF araştırmasından. Buna göre, Panama Kanalından her ay yaklaşık 1.000 gemi geçiyor ve bu gemilerle toplamda 40 milyon tondan fazla mal taşınıyor (küresel deniz ticareti hacminin yaklaşık yüzde 5’i). Ancak son zamanlarda Atlantik ve Pasifik Okyanusları arasındaki bu hayati bağlantıdaki su seviyeleri, kanalın 143 yıllık tarihindeki en kötü kuraklık nedeniyle kritik seviyelere düştü. Kanalı besleyen Gatún Gölü'ndeki yetersiz yağış nedeniyle uygulanan kuraklık kısıtlamaları, sevkiyatta gecikmelere neden oldu ve 2023 yılında 15 milyon tonluk bir azalmaya yol açtı. Panama, Nikaragua, Ekvator, Peru, El Salvador ve Jamaika'daki limanlar, toplam deniz ticaret akışlarının yüzde 10 ila yüzde 25’inin etkilenmesiyle en çok zarar gören limanlar oldular. Ancak kuraklığın etkileri Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’ya kadar hissediliyor. (9)

Böylece kuraklıktan kaynaklı uluslararası meta ticaretindeki daralmanın bu metaların fiyatlarını artırması, bunun da ithalattan kaynaklı enflasyonu yükseltmesini doğal karşılamak gerekiyor.

Savaşlar ve çatışmalar enflasyon nedeni

İkinci örnekse savaşların ya da jeopolitik gerginliğin fiyatlar üzerindeki etkisi ile ilgili.

Savaşlar ya da çatışmalar yüzünden ortaya çıkan sevkiyattaki aksamalar, birçok ülkeye giden ve birçok ülkeden gelen mal trafiğini etkilediğinden, potansiyel olarak dünya çapında çok daha büyük etkilere sahip. Bu noktalara alternatif güzergâhlar bulmak imkânsız olmasa da zor. Bu durum belki de en etkileyici biçimde 2021 yılında Süveyş Kanalı tıkanıklığında, bir konteyner gemisinin kanal boyunca sıkışması ve yaklaşık bir hafta boyunca günlük 9,6 milyar dolarlık ticareti engellemesiyle ortaya çıkmıştı. (10)

Nitekim Holland ve Xie bir makalelerinde, “Batı, Süveyş’e giderken ya da Süveyş’ten gelirken Bab’dan geçen dünya ticaretinin yüzde 10’unun aksamasının maliyetine katlanmak zorunda kalacak” diye yazıyorlar. Onlara göre tehlike, “küresel ticaretin çarklarına büyük bir avuç dolusu kum dökülmesidir ki bu da büyüme ve birçok piyasa için kötü haberdir.” Aşağıdaki grafik ise Hamas-İsrail çatışmasını ilk gününden bu yana uluslararası konteyner taşımacılığı fiyatlarının nasıl arttığını gösteriyor. (11)


Orta Doğu’da savaşın yayılma ihtimali artıyor

Ayrıca, İsrail hükümetinin bazı üyelerinin savaşı Lübnan’a ve kuzeyde İsrail güçleriyle çatışan İran destekli Hizbullah’a doğru genişletmekten yana olduğu biliniyor.

Böylece savaş Orta Doğu’da yayılma riski taşırken, ABD öncülüğündeki “Uluslararası Koalisyon Güçlerinin” geçtiğimiz Perşembe gecesi Yemen’deki Husi hedeflerine yönelik saldırılarıyla Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ne de sıçradığını gösteriyor. Öyle ki Yemen’e ve halkına yönelik saldırılar düzenlendi, uçaklar ve donanma birçok şehri vurdu, havaalanlarını ve diğer altyapıyı bombaladı.

Nitekim BM Genel Sekreteri A. Guterres, Gazze’de devam eden savaşın ortasında Kızıldeniz'deki çatışma durumunun daha da tırmanmasını önlemek için ülkelere çağrıda bulundu.  BM Güvenlik Konseyi, Gazze’deki savaş 100’ncü gününe yaklaşırken önce Gazze’den zorla göç ettirme tehditlerini, ardından da Kızıldeniz ve çevresinde tırmanan çatışmaları ele alarak Orta Doğu'da kötüleşen durumla ilgili iki toplantı düzenleme kararı aldı. (12)      

Bu savaş Kızıldeniz’den geçişi çok daha çok tehlikeli hale getireceğinden, en azından bir süre için Uzak ve Orta Doğu'dan mal ve hammadde nakliyatının maliyetinin artması kaçınılmazdır. Zira Süveyş kanalı devre dışı kalabilir.  Bu durum, hali hazırda düşmekte olan enflasyonun tekrar yükselişe geçeceği endişesi ile Avrupa ülkelerindeki faiz indirimine yönelik alınan kararların ertelenmesine, hatta faiz oranlarının tekrar yükseltilmesine dahi neden olabilir. 

Sonuç olarak                

Tüm bu olgular, “beklentilerin” ancak daha sonra, yani insanlar fiyatların keskin bir şekilde artmaya devam edeceğini anlamaya başladıklarında kötüleşmeye başladığını kanıtlayan maddi temellerdir.

Bu yüzden de örneğin iklim değişikliğinin neden olduğu kuraklıklara önlem almadan ya da jeopolitik gerilimlerin yol açtığı çatışmaları ortadan kaldırmadan veya ülke içindeki kutuplaştırıcı, savaşçı-militarist, anti demokratik politikalara ve uygulamalara son vermeden ekonomide enflasyon beklentilerini iyileştirmek, buradan hareketle de enflasyonu aşağıya çekebilmek mümkün değildir.

Türkiye’de ise enflasyon Avrupa ülkelerindekinden 10 kattan daha yüksek seyrediyor ve bu enflasyonun sadece yüksek bütçe açıkları, pompalanmış tüketim harcamaları gibi değil, aynı zamanda yüksek kur ve yükselen faizlerden kaynaklı maliyet yönlü nedenleri de ve politik nedenleri de var.

Bu yüzden de bu yıl da resmi enflasyon yüzde 60-70 bandında olmak üzere yüksek seyretmeye devam edecektir. Bu bağlamda faiz artırımları biçimindeki talep kısmaya yönelik önlemlerin enflasyonu düşürücü etkileri sınırlı kalacağı gibi, bu önlemler kaçınılmaz olarak üretimi ve ekonomik büyümeyi yavaşlatacak, şirket iflaslarını, işsizliği ve yoksulluğu artıracak ve ekonomik krizin faturasının bir kez daha yoksul halklara kesilmesiyle sonuçlanacaktır.

Devam edecek…

Dip notlar:

(1)    https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-2023-hedefleri-baslangicti-asil-cikisimizi-turkiye-yuzyili-ile-2024te-baslatiyoruz (31 Aralık 2023).

(2)    https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/08/Onuncu_Kalkinma_Plani-2014-2018.pdf, s. 27 (25 Temmuz 2023).

(3)    Age; TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, IV. Çeyrek: Ekim - Aralık, 2022, https://data.tuik.gov.tr (28 Şubat 2023); Orta Vadeli Program (2024-2025-2026) Tablo 1.1, s. 41. 

(4)    Orta Vadeli Program (2024-2025-2026) Tablo 1.1, s. 41. 

(5)    https://thenextrecession.wordpress.com/assa-2024-part-one-the-mainstream-growth-uncertainty-inflation-confusion-climate-paralysis (8 January 2024).

(6)    https://www.imf.org/en/Blogs/Articles/charts-spotlight-inflation-economic-growth-globalization-and-climate-change (12 January 2024).

(7)    Muhammed Bahça, Tunç Bayram, Huzeyfe Torun, “Gıda Perakende Sektöründe Fiyat Belirleme ve Değiştirme Dinamikleri, TCMB Ekonomi Notları Sayı: 2023-10  (5 Aralık 2023).

(8)    Agr., s. 5.

(9)    https://www.imf.org/en/Blogs/Articles/climate-change-is-disrupting-global-trade (15 November 2023).

(10) https://theconversation.com/red-sea-crisis-suez-canal-is-not-the-only-choke-point-that-threatens-to-disrupt-global-supply-chains (15 January 2024). 

(11) https://www.bloomberg.com/news/newsletters/2023-12-30/bloomberg-new-economy-how-geopolitics-might-crash-a-2024-soft-landing (30 December 2023).

(12) https://news.un.org/en/story/2024/01/1145497(15 Ocak 2024).