Zenginlerden
alınan ek vergi öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek oluyor
Mustafa
Durmuş
10 Ocak 2024
ABD’nin Massachusetts Eyaleti’nde geçen yıl bir
uygulama başlatıldı. Zenginlerden alınan ek bir gelir vergisi ile temel
eğitimdeki öğrencilere ücretsiz okul yemekleri, eskiyen toplu taşıma sisteminde
ihtiyaç duyulan iyileştirmeler ve kamu üniversitelerinde okuyan öğrenciler için
harçsız eğitim gibi, daha ziyade eğitimdeki sorunları gidermeye yönelik ek bir
kamusal finansman sağlandı.
Kısaca,1 milyon doların üzerinde geliri olan
kişilerden yıllık yüzde 4 oranında ek vergi alınmasını öngören “Adil Paylaşım
Değişikliği” ile bir yılda 1,5 milyar dolar ilave gelir elde edildi. Üstelik
iddia edilenin aksine, hiçbir zenginin bu vergi yüzünden eyaletten ayrılmadığı da
ortaya çıktı. (1)
“Ayırıcı
Vergileme”
Böylece “Ayırıcı Vergileme” tekniği (2) kullanılarak
belli bir vergi özgün bir amaç için toplanmış ve kullanılmış oldu.
Bu tür bir vergilemeyi sağlık ve alt yapı alanlarında
da uygulamak mümkündür. Keza özü itibarıyla ayırıcı vergiler olan Türkiye’deki
sosyal güvenlik amacıyla alınan vergi benzeri gelirleri (SGK primleri) daha
etkin, verimli ve yerinde kullanabilecek sistemler geliştirilebilir. Böyle
olunca da emekçilerimizi ve emeklilerimizi özel emeklilik sigortaları gibi
geleceği belirsiz programlara muhtaç etmeye gerek kalmaz.
Yerelleştirme
İkinci olarak, bu örnek yerelleştirmenin ne denli
etkin kullanılabileceğinin iyi bir örneğidir. Zira federalizm altında, merkezi
yönetimin böyle bir vergiyi (doğal felaketler ve savaş halleri dışında) hayata
geçirme ihtimali, bütçe kısıtları ve diğer öncelikler gibi gerekçelerle,
zayıftır. Bu yüzden de yerel yönetimler hızlıca böyle bir vergi kararını
bölgesel olarak hayata geçirebilirler.
“Tek
Adam” istese!
Türkiye’nin aşırı merkeziyetçi bir yönetime sahip bir
ülke haline geldiği biliniyor. Bu yüzden de, örneğin her türlü kararın iki
dudağı arasında olduğu Cumhurbaşkanı istese, öğrencilere günde bir öğün
ücretsiz yemek sağlamak da dâhil olmak üzere, eğitimle ilgili birçok sorunu
vergileme ile çözebilir. Bunun için, vergi ödeme gücü yüksek olan zenginlerden
daha fazla vergi almak ve bu geliri bu işlerde kullanmak yeterlidir.
Ancak neo- liberalizme sadık siyasal İslamcı iktidar, pratikte
tam tersini yapıyor ve vergilemeyi gerici bir biçimde hayata geçiriyor. Örnek
olarak, büyük bir kısmı zenginlerin yararına olan 2,2 trilyon liralık vergi
indirimi, istisnası ve muafiyeti yetmiyormuş gibi, ‘Şans Oyunları Vergisi’nin
oranlarını da yarıya indirerek kumarhane patronlarının kasalarını dolduruyor.
Halka
daha fazla kaynak ayrılmalı
Oysa ortada bir gerçek var. Zengini, sermayeyi vergilendirmeden ve bu
vergilerle finanse edilen kamu harcamalarını insan ve toplum için faydalı ve
doğa ile uyumlu hizmetlerle sınırlı tutmadan, bazı temel ekonomik ve sosyal sorunları
çözebilmek mümkün değildir. Yani militarizme, savaşlara, faize ve
otoriterleşmeye harcanan kaynaklar kesilmelidir. Tüm kaynaklar halkın
ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmalıdır.
Meselenin bir diğer boyutu bölgesel gelişkinlik farklılıklarıyla
ilgilidir. Zira Türkiye’de bölgesel gelir farklılıkları çok fazla. Öyle ki
Kürtlerin ağırlıklı yaşadığı Güney Doğu ve Doğu Bölgelerindeki hane başına ortalama
gelir Türkiye ortalamasının yüzde 49’u kadar. Yani Bölge halkı ülke
ortalamasından daha yoksul durumda. Bunun kuşkusuz, ekonomik olduğu kadar,
tarihsel ve siyasal nedenleri de var.
Ayrıca, yoksulluk sadece parasal bir gelir
yetersizliği olarak da ele alınmamalıdır. Yoksulluk aynı zamanda, eğitim,
sağlık, barınma, ulaştırma, iletişim gibi temel hizmetlere erişememekle ilgili
de bir durumdur.
Zira bu hizmetlerden farklı nedenlerle de olsa
yararlanamayanlar yeterli geliri olmayan yoksullardır ve bu hizmetlerden
yararlanamazlarsa ömür boyu yoksul kalacaklardır. Yani çok boyutlu yoksulluk
göstergelerine bakılmalı ve ücretsiz, nitelikli kamusal hizmetlerin kapsamı tüm
halkı kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
Hizmet
sunumuna ilişkin kararlar yerelleştirilmeli
Bu yüzden de, merkezi yönetim ayırıcı vergileme uygulaması
ile zenginlerden alacağı benzer bir ek vergi ile öğrenci yemeklerini ücretsiz
sunabilir ve diğer temel kamusal hizmetlerden halkın, özellikle de yoksulların
ücretsiz faydalanmasını sağlayabilir.
Bunun için başvurulabilecek temel kalıcı finansman
biçimi ilerici vergilemedir. Ancak her bölgenin vergi kapasitesi farklı ve
bazıları da yeterli olmadığından, merkezi yönetim bütçesi vergi gelirlerinin
bir kısmı bölge halkları için bölge yerel yönetimlerince kullanılmalıdır. Yani finansman
merkezden sağlansa da, yerellik ilkesi gereği bu finansmanın kullanımında yerel
yönetimler de eşit biçimde söz sahibi olmalıdır. Bu da merkez-yerel yönetim
ilişkisinin masaya yatırılmasını ve yerinden yönetim uygulamalarının güçlendirilerek
hayata geçirilmesini gerektirir. Mart ayında yapılacak olan yerel yönetimler
seçimlerini bu perspektiften de ele almakta yarar var.
“Hayırseverlik”
değil “Yurttaşlık hakkı”
Burjuva iktidarlar genellikle vergilemeyi emekçilerin
aleyhine kullandıklarından, yukarıda sayılan hizmetleri eksik ve niteliksiz
sunarlar ve aradaki farkın da hayırseverlik mekanizmaları üzerinden
kapatılmasını isterler. Bunun dini cemaatler için bir ideolojik ve örgütsel
genişleme fırsatı ve imkânı olduğu açıktır.
Oysa özellikle de kamusal hizmet sunumunda,
başvurulacak en sakıncalı yöntemi hayırseverliktir. Zira böyle bir yol öncelikle,
öğrencilerin ve ailelerinin cemaatlere ve yerel zenginlere, buradan hareketle
de iktidara olan biat ilişkisini güçlendirir. İkinci olarak “eşit etkin yurttaşlık”
yerine “kulluk” kavramını koyar.
Hayırseverlik
sömürüyü gizliyor
Ayrıca hayırseverlik anlık olarak iyi bir şeymiş gibi
görünse de, yoksulluğu meşru kılar çünkü yoksullar bir süre sonra
yoksulluklarının gerçek nedenleri hakkında düşünmekten ya da yoksulluğu
sorgulamaktan vaz geçerler. Öyle ki hayırseverlik yoksulluğun asıl nedenlerinin
üzerini örter, yoksulun mücadele etmekten vazgeçmesini sağlar ve sistemin
ömrünü uzatır.
Hayırseverlikle, Şubat depremleri sırasında sergilenen,
eşit durumdaki insanların, halkların kendi aralarındaki dayanışması ya da bazı
belediyelerin öğrencilere bedava yenmek vermesi aynı şey değildir.
Hayırseverlik yardımlarının asıl amacı kapitalizmin
neden olduğu adaletsiz bölüşümün insanlar tarafından fark edilmesini önlemektir
ve bu özellikle yapılır. Yardımı servet sahipleri yaptıkları sürece, bu servet
sahiplerinin bu serveti nasıl bir yoksullaştırma ve sömürü ile elde ettikleri
gerçeğini sorgulamamızı önler. Kısaca, sosyal adaletin olmadığı yerde
hayırseverlik pislik örtmeye yarar.
Ayrıca sözde hayırseverlik kisvesi altındaki bazı
uygulamalarla, oy takasının, siyasal
rant sağlamanın, emek ve doğa sömürüsünün, kadın ve çocuk tacizlerinin de önü
açılabilmektedir.
Bir başka anlatımla, hayırseverlik doğal bir olgu
değildir. Bundan fayda sağlayan zengin bireyler, zengin uluslar ya da çok
uluslu şirketler tarafından yaratılmış, yani sistemin aktörlerince dikkatlice
planlanmış ve tasarlanmış bir olgudur. Bu
durumdan onlar yararlanırlar, geriye kalanlarsa faturayı öderler. Resmi değerlendirmeler
bu gerçeği gizleyerek dikkatlerimizi başka yöne çekmeye çalışırlar. Yardım ya
da hayırseverlik aracılığıyla, sorunun gerçek nedenlerinin üzerini örterek,
apolitik konularla bizi yönetirler.
Sistemin fayda sağlayıcılarını, sistemin fedakârları, kahramanları
olarak gösterirler. Biz de onların sözde
cömertliğini alkışlayarak mutlu oluruz ve statükonun değiştirilmesine gerek
kalmaksızın yoksulluk sorununun çözümlenebileceğine inanırız.
“Doğrusu
hiç yoksulluğun olmayacağı bir toplumsal düzen inşa etmektir”
Oscar Wilde’nin dediği gibi: “ Yoksulluğu yoksullara
yardım ederek ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Doğrusu hiç yoksulluğun
olmayacağı bir toplumsal düzen inşa etmektir. Tarihte köle sahipleri kölelerine
iyi davrandıklarında köleliğin açığa çıkmasını önleyebildiler. Çok kötü köle sahipleri ise kölelere
yaptıkları zulüm ile aslında kölelere iyilik yaptılar. Çünkü hayırseverlik
insanın gardını düşürür, etik yargılarını alt üst eder.” (3)
Sonuç:
“Adil olmak hayırsever olmaktan çok daha iyidir!”
Bugünden, sistem içi radikal reform önerilerini
gündeme getirmemiz ve bunların gerçekleşmesi için mücadele vermemiz gerekiyor.
Bu reformlar öncelikle finansman modelleri ile ilgili olmalıdır.
Yani köklü bir biçimde yeni bir kolektif (sosyal/kamusal)
finansman perspektifi oluşturmalı, buna
uygun vergi sistemleri tasarlamalı ve servet vergisi gibi vergileri böyle daha
büyük bir çerçeve içinde tasarlamalıyız. Bu anlamda, nitelikli, ücretsiz kamusal
hizmetlerle desteklenen bir “Temel Gelir Güvencesi” kapitalizm içinde bile
yoksullukla mücadelede en adil çözümlerden biridir.
Perspektif olarak, öncelikle, kolektif/kamusal
finansman ile insan ve doğa hakları arasında bağ kurmak zorundayız. Hem kamu
parası hem kredi/finans hem de vergileri içeren mali sistemleri ve politikaları
tasarlarken, uygularken, izlerken ve değerlendirirken bir çatı olarak, emek
haklarının yanı sıra, temel insan hakları ilkelerini ve doğanın korunmasını
esas almalıyız.
Yani para, mevcut uygulamanın aksine, finans ve vergi
sistemleri temel insan haklarının gerekliliklerine göre yeniden tasarlamalı ve
uygulanmalıdır. Bu sistemler ve politikalar böyle hakların hayata
geçirilebilmesi amacının birer aracı olarak kurgulanmalı, uluslararası insan
hakları beyannamesinin ilke ve yükümlülüklerine tabi tutulmalıdır.
Devlet bütçeleri de, sosyal adaletin, temel hak ve
özgürlüklerin önlenmesi ya da sınırlandırılması için değil, bunların hayata
geçirilmesi ve daha da genişletilmesi ve güçlendirilmesi için kullanılabilecek
araçlar olarak hayata geçirilmelidir.
Dip notlar:
(1) https://www.commondreams.org/news/tax-rich-massachusetts
(2
January 2024).
(2) Stephen
J. Bailey, Public Sector Economics,
2rd Edition, Palgrave, 2002, s. 231-238.
(3) Jason
Hickel, The Divide, Penguin Random
House, London, 2018, s. 255.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder