Enflasyon
raporunda manşete çıkmayan iki önemli konu!
Mustafa
Durmuş
10
Ağustos 2024
Açıklanan üçüncü enflasyon raporu (1), ekonomi
yönetiminin önümüzdeki süreçte enflasyondaki gidişata ilişkin bakışını büyük
ölçüde koruduğunu gösteriyor.
Her ne kadar Orta Doğu’da yoğunlaşan savaş, ABD’nin
durgunluğa girme ihtimali gibi jeopolitik riskler ve bunların petrol ve gıda
maddelerinin fiyatları üzerindeki artırıcı etkilerinden yola çıkılarak, örneğin
yılsonundaki enflasyonun belli bir sayı olmaktan ziyade yüzde 34-42 arasında
bir değer olabileceği Merkez Bankası Başkanı Karahan tarafından belirtilmiş
olsa da, metinde daha önceki enflasyon raporunda açıklanmış olan, enflasyonun
bu yıl yüzde 38’e, 2025’te yüzde 14’e ve 2026’da yüzde 9’a indirileceği
yönündeki öngörü aynen korunuyor.
Raporda Ağustos ve Eylül oranları yüzde 2,5 ve son
çeyrekteki aylık enflasyon oranı da (yüzde 1,5’in biraz altı) olarak
hedefleniyor. Bu haliyle bile yüzde 40’ın üzerinde bir yılsonu enflasyonu
olacağı bir yana, enflasyonda böyle bir indirimin nasıl sağlanabileceğine
ilişkin bir ikna edici açıklama ya da bilgi raporda yok.
Belli ki yine beklentileri yönetmeye dönük bir
açıklama söz konusu. Daha da önemlisi 2025 ve 2026 yıllarındaki enflasyonun
sırasıyla yüzde 14 ve yüzde 9 olarak belirlenmesi, asgari ücrete, memur ve
emekli maaşlarına daha düşük zam yapılacağını gösteriyor. Çünkü bundan böyle
ücret zamları beklenen enflasyona göre yapılacak.
Reel
işçi ücreti artışı işgücü verimlilik artışının altında kaldı
Oysa aynı raporun 25.sayfasında yer alan bir grafik
reel işçi ücretlerinin 2021 yılından bu yana nasıl verimlilik artışlarının
gerisinde kaldığını gösteriyor. Yani bırakın ekonomik büyümeden alınacak refah payını,
eğer işgücü verimliliğindeki artış kadar ücretlere zam yapılsaydı, bugün
işçiler çok daha fazla ücret alacaklardı. Bu sonuç raporun kendi verisinden
çıkıyor.
Yani kârlar artıyor. Ancak enflasyonla mücadele
faturasını emekçiye kesen iktidar asgari ücret artışına ve emekli ücretlerinin
yükseltilmesine karşı çıkıyor.
Ters Getiri Eğrisi
Raporda dikkat çeken ama ekonomi basınının gözünden
kaçan bir önemli saptama daha var: Devlet İç Borçlanma Senetlerinin (DİBS)
vadelerine göre olan getirilerindeki terslik.
Raporun 16.sayfasında yer alan aşağıdaki grafiğe göre,
kısa vadeli Hazine kâğıtlarının yıllık getirisi (faizi) uzun vadelilerin
üzerinde seyrediyor. Bu durum Geçen yıl Ekim ayından bu yana böyle. Yani “ters
ya da negatif bir getiri eğrisi” ile karşı karşıyayız.
Bu durum raporda şöyle açıklanıyor:
“Enflasyon
görünümünde beklenen iyileşme henüz orta ve uzun vadeli DİBS getirilerine
yansımamıştır (Grafik 2.2.6). Son dönemde DİBS piyasasına yönelik artan yabancı
yatırımcı ilgisinin kısa vadeli kıymetler üzerinde yoğunlaştığı
değerlendirilmektedir. Önümüzdeki dönemde dezenflasyon sürecinin güçlenerek
devam etmesiyle birlikte piyasa beklentilerinin daha etkili biçimde çıpalanması
ve DİBS piyasasında yatırımcı ilgisinin daha uzun vadelere kayması
beklenmektedir”
Bu
ne anlama geliyor ve emekçiler için nasıl bir tehlike içeriyor?
Getiri Eğrisi iktisatçılar tarafından gelecekteki
ekonomik büyümeyi ya da durgunluğu tahmin etmede kullanılan bir eğri. Çünkü
farklı vadelere sahip devlet tahvillerinin getiri oranlarıyla oluşturuluyor.
Piyasa analistleri de ekonomik büyüme beklentisi ve resesyonu öngörmek için bu
eğriyi kullanıyorlar.
Eğri normalde yukarı doğru (pozitif) eğimlidir zira
riskleri ortadan kaldırabilmek için uzun vadeli tahvillerin getirisi daha
yüksek olmalıdır. Ancak bu durum Türkiye’de tersine döndü.
Bir başka anlatımla Getiri Eğrisi, çeşitli vadelerdeki
benzer devlet borçlanma senetlerinin getirilerini grafiksel olarak temsil eder.
Kısa vadeli borçlanma araçları, aynı kredi riski profiline sahip uzun vadeli
araçlardan daha yüksek getiriye sahip olduğunda ters bir getiri eğrisi oluşur.
Ters bir getiri eğrisi olağandışıdır, normal bir getiri eğrisi yukarı doğru
eğimlidir ve vadeler arttıkça düşükten yükseğe doğru ilerleyen getirileri
gösterir. (2)
Ters Getiri Eğrisi, tahvil yatırımcılarının uzun
vadeli faiz oranlarında düşüş beklentilerini yansıtır ve bu genellikle resesyon
ya da en azından ekonomik durgunlukla ilişkilendirilir. Yani eğri tersine
dönmüşse ekonomi de durgunluk içine girecek demektir. Ters getiri eğrisi sadece
gelecekteki bir durgunluğa değil, hâkim ana akım makro iktisadın çaresizliğine
de işaret eder.
Aslında ekonominin ve piyasaların durumu ve açıklanan kârlılık
rakamları ve giderek artan şirket iflasları ve konkordatolar bu durumu
doğruluyor. Öyle ki İSO 500 Anketine göre, çok büyük şirketlerin dahi kârları miktar
olarak artsa dahi kârlılıkları azalıyor. KOBİ’lerse ciddi finansman
maliyetleriyle karşı karşıyalar. Bu yüzden dolayı da ekonomideki güven
endeksleri ikinci çeyrekten itibaren gerilemeye başladı. (3) İkinci çeyrekteki
ekonomik büyüme sıfıra yakın gelirse, hatta negatif olursa bu bizim için
sürpriz olmaz.
Faiz
artı değer üzerinden yürütülen bir sınıf kavgasıdır
Bu nedenden dolayı da, başta sanayiciler olmak üzere burjuvazinin
bir kesimi faiz oranlarının düşürülmesi için iktidara baskı yapıyor. Diğer yandan,
adı konmamış IMF programına sadık hareket eden Şimşek ise enflasyon üzerinde
artırıcı etkiye neden olacağı gerekçesiyle faiz indirimlerine (en azından
birkaç ay daha) sıcak bakmıyor.
Bu durum faiz oranlarının teknik bir konu olmaktan
ziyade sanayi sermayesi ile finans sermayesi arasında bir bölüşüm kavgası
olduğunu gösteriyor. Faizler arttıkça sanayi sermayesi kârının bir kısmını daha
fazla faiz olarak finans sermayeye vermek zorunda kalacaktır.
Faizler düşürüldüğünde ise bu kez ülkeye gelen ve son
zamanlarda belirgin bir şekilde yavaşlama eğilimi gösteren sıcak paranın gelişi
iyice azalacaktır. Yani burjuvazinin çeşitli fraksiyonları açısından tam bir “aşağı
tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” durumu söz konusudur.
Sonuç
olarak
Faiz işçi sınıfı ve burjuvazi arasında da bir bölüşüm kavgasıdır.
Yani faizler arttıkça ücretlerin milli gelir içindeki payı düşer. Aynı zamanda yüksek
faizler yüzünden ekonomi durgunluğa girdiğinde işsizlik artar. Bu da ücret
düzeylerinin baskılanmasına ve sendikaların giderek daha fazla güç kaybetmesine
neden olur.
Bu durum kapitalizmin açmazıdır. Yüksek faiz
(durgunluğa yol açarak) yaygın işsizliğe, düşük faizse (yüksek enflasyona neden
olarak) derin yoksulluğa neden olur. Çözüm bu çelişkiyi barındıran sisteme son vermektir.
Dip notlar:
(1) TCMB,
Enflasyon Raporu 2024-III (8 Ağustos
2024).
(2) https://www.investopedia.com/terms/i/invertedyieldcurve.asp
(7 July 2024).
(3) https://www.iso500.org.tr/500-buyuk-sanayi-kurulusu,
2023 (4 Ağustos 2024); TÜİK, Ekonomik Güven Endeksi, Temmuz
2024, https://data.tuik.gov.tr (6
Ağustos 2024).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder