8 Eylül 2024 Pazar

Ekonomi büyüme

 

Ekonomiyi büyütme konusunda iki farklı yol

Mustafa Durmuş

9 Eylül 2024


Geçen hafta açıklanan büyüme verilerini analiz ederek başlayalım: Türkiye ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde (Nisan-Haziran) bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 2,5 ve bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,1 oranlarında büyüdü. (1) Bu gelişmeler iktisatçılar tarafından son 22 yıldır (istisnai bazı dönemler dışında) yıllık ortalama yüzde 4’ün üzerinde büyüyen “ekonominin uzun sürecek bir durgunluk ve ardından küçülme sürecine gireceği” biçiminde yorumlanıyor.

“Ekonomik durgunluk”, ekonomik faaliyetlerin ve hâsıla artışının yavaşlaması demek. Bir ekonominin iki çeyrek üst üste (6 ay boyunca) küçülmesine ya da negatif büyümesine ise “resesyon” adı veriliyor. Şu an Türkiye ekonomisi durgunluk aşamasında ama eğer bir toparlanma söz konusu olmazsa, bu yılın geri kalan kısmında ve 2025 yılında ekonominin küçülmesi kaçınılmaz olacaktır.

Sanayideki küçülme alarm veriyor

Sektör bazında bakıldığında sorun daha net görülüyor. Tarım sektöründeki büyüme yüzde 3,7 ile sınırlı kalırken, sanayi sektörü yüzde 1,8 oranında küçüldü. Ülkede açlık riskinin giderek arttığını ve sanayi sektöründeki belirgin olumsuz gelişmeninse bir yandan ihracat, diğer yandan da istihdam açısından olumsuz başka gelişmelerin habercisi niteliğinde olduğunu vurgulamak lazım.

İkinci çeyrekte özel tüketim harcamalarının sadece yüzde 1,6 ve kamu nihai tüketim harcamalarının yüzde 0,7 ve gayrisafi sabit sermaye yatırımlarının yüzde 0,5 artması; diğer yandan mal ve hizmet ihracatının yüzde 0,04 artarken, ithalatın yüzde 5,7 azalması, ekonominin yönünü aşağıya doğru çevirdiğinin ve daraldığının bariz göstergelerini oluşturuyor.

Ücretlerin payı arttı ama ücretli sayısı da arttı

Büyüme verilerinde bu çeyrekte işgücü ödemelerinin gayrisafi katma değer içindeki payının yüzde 40,8’e yükseldiği görülüyor. (2) İlk bakışta işçilerin milli gelirden aldıkları pay artmış gibi görünse de gerçek durum daha farklı. Bu öncelikle, yılbaşında asgari ücretin yükseltilmesiyle ilgili bir durum. Ayrıca son 1 yıl içinde (Haziran 2023-Haziran 2024) istihdam edilen işçi sayısının 500 bin kişi civarında arttığını da hatırlatalım. (3) Yani ekmek geçici olarak büyüdü ama sofraya oturanların sayısı da arttı.

Türkiye ekonomisinin durgunluğa sürüklenmesinin (sistemik nedenler dışında) başlıca nedenleri; enflasyonu düşürmek gerekçesiyle uygulanan yüksek faiz politikası, uygulamaya konulan yeni vergiler ve asgari ücrete yarıyılda zam yapılmaması gibi sıkılaştırıcı para, maliye ve gelir politikalarıdır.

Diğer bazı göstergeler de ekonomideki bu daralmayı ortaya koyuyor. İşyeri kapanmaları, şirket iflasları, konkordato ilanlarındaki artışlar ve sadece son 1 ayda artan 234 bin işsiz bu durumu açıklıyor. (4) Ayrıca, Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI) son 5 aydır sürekli olarak düştü ve Temmuz’da 47,6’ya geriledi. Yeni siparişlerde üst üste 14 ay yavaşlama kaydedildi. Sanayi üretiminde Kasım 2022’den bu yana en belirgin daralma yaşandı. İlk 7 ayda tüketim mallarında ithalat artışı yaklaşık yüzde 16’ya çıkarken, üretimde yavaşlayan çarklar nedeniyle ara malı ithalatı yaklaşık yüzde 4 azaldı. (5)

Yeni Orta Vadeli Program: Davul emekçinin boynunda, tokmak sermayenin elinde!

Öte yandan, 2025-2027 yıllarını kapsayan yeni Orta Vadeli Program (OVP) 5 Eylül’de açıklandı. Asıl olarak iktidarın ekonomiye ilişkin beklentilerini içeren ancak bu beklentilerin nasıl hayata geçirileceğine ilişkin ayrıntıların yer almadığı, dolayısıyla da temennilerle sınırlı kalındığı bu program (emekçileri bir kenara bırakalım),  piyasalarda dahi güven oluşturacak bir bütünlükten, tutarlılıktan ve kararlılıktan uzak görünüyor. Sanki büyük ölçüde taşımalı döviz spekülatörlerinin (carry trade) memnun olabilecekleri bir program gibi görünüyor.

Öngörüler ekonomik olmaktan ziyade politik!

Öyle ki bu yıla ait ekonomik büyüme gerçekleşmelerinin ve diğer öncü göstergelerin stagflasyonist bir sürece girildiğini göstermesine rağmen, programda 2024 yılı büyüme oranı (sadece yüzde 0,2 oranında düşürülerek) yüzde 3,5 olarak öngörülüyor. 2025’te bu oranın yüzde 4, 2026’da yüzde 4,5 ve 2027’de yüzde 5 olması hedefleniyor. (6) (Stagflasyon, kısaca yüksek enflasyonla aynı anda düşük ekonomik büyüme ve yüksek işsizliğin bir arada yaşandığı bir ekonomik kriz sürecidir).

Bu çerçevede OVP’de bu yıl 15,551 dolar olarak tahmin edilen kişi başı gelirin gelecek yıl 17,028 dolara yükselmesi öngörülüyor. Ekonominin TL cinsinden yüzde 4,0 büyümesi hedeflenirken, dolar cinsinden yüzde 9,5 büyümesinin beklenmesi ve buradan hareketle de gelecek yıl kişi başına gelirin 2,523 dolar birden artması, ancak dolar kurunun ciddi anlamda baskılanması, hatta düşmesi yani TL’nin aşırı değer kazanmasıyla ve nüfus artışının iyice yavaşlamasıyla mümkün olabilir.

Ekonominin daraldığı bir yılda kişi başı gelir 2,523 dolar nasıl artar?

Diğer yandan, programdaki ihracat hedeflerinin tutturulabilmesi için döviz kurunun yükselmesi, TL’nin değer kaybetmesi gerektiği biliniyor. Nitekim OVP’den 2025 yılı için dolar kurunun ortalama 42,0 TL olarak öngörüldüğü anlaşılıyor. Özetle, kurdaki bu yüzde 13,5’lik artış, dolar cinsinden kişi başı milli gelir artışı açısından ciddi bir çelişki oluşturuyor.

Dünya ekonomisindeki belirsizlikler, jeopolitik gerilimler ve özellikle de ülke ekonomisindeki üretime ve faktör verimliliklerine ilişkin olumsuz veriler ortada iken bu büyüme oranlarının tutturulması zor görünüyor.

Enflasyonla büyüme seçeneğine dönüş mü?

Bu hedeflere yaklaşmanın bir yolu enflasyonla büyümeye geri dönüştür. Nitekim yeni OVP’deki enflasyon hedeflerinde belirgin bir artış söz konusudur. Öyle ki bu programda, daha önceki OVP’deki hedeflere göre,  2024 yılı sonu enflasyon oranı yüzde 41’5’e; 2025 yılı yüzde 17,5’e; 2026 yılı yüzde 9,7’ye ve 2027 yılı yüzde 7,0’a yükseltildi. Bu da ancak izlenmekte olan daraltıcı politikaların gelecek yıldan itibaren gevşetilmesiyle mümkün olabilir. Bu, iktidar bloku bir erken genel seçimi önümüzdeki iki yıl içinde öngörüyor demek olabilir.

Güvencesiz çalıştırma pratikleri ve emek sömürüsü artacak!

Enflasyon reel ücretleri aşağıya çeken bir olgudur. Bunu tamamlayan ve ihracat açısından önemli bir diğer yol ise emek gücünün daha sıkı ve verimli çalıştırılarak ücret devalüasyonuna (ücretlerin değerinin düşürülmesi) gitmektir. Program hedefleri arasında yer alan “işgücü piyasalarının etkinleştirilmesi” aslında bunu anlatıyor. Kısaca, özellikle de ihracatı artırabilmek için, iktidar bloku reel ücretleri olabildiğince düşük tutacak yeni düzenlemelerin hazırlığı içindedir.

Bu çerçevede OVP’deki  “yapısal reformlar” başlığı altında, “yeni nesil çalışma biçimleri ve sektörel dönüşümler, işgücü piyasasının değişen koşullara uyum sağlamasını ve daha esnek ve verimli bir yapıya kavuşmasını hedeflemektedir” (7) denilerek, yeni esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinin gündeme geleceğine işaret ediliyor.

Yani yeni OVP döneminde güvencesiz çalışma biçimleri daha da artacak, örneğin daha önce gündeme gelen “belirli süreli iş sözleşmeleri” (geçici işçilik) yaygınlaştırılacaktır. (8) Bu aynı zamanda, emek sömürüsünü daha da artıran ve örgütsüzleştirmeyi, sendikasızlaştırmayı hızlandıran bir uygulama olacaktır.

Ayrıca, “yönetilen ve yönlendirilen fiyatlar politikası” başlığı altında ücret artışlarının gerçekleşen değil, “beklenen (hedef)” enflasyona göre yapılmak istendiği de anlaşılıyor. (9) Bu hayata geçtiğinde ise gelecek yılın ilk yarısında işçiler için en fazla yüzde 17,5- yüzde 20 gibi bir asgari ücret artışı söz konusu olabilecektir.

Özetle, bu yol işçiye, emekçiye ve yoksul halklara ağır bedeller ödettirerek ekonomik krizden çıkma, ekonomiyi ve kârları büyütme yoludur ve iktidar bloku ve etrafındaki sermaye çevrelerinin hayata geçirmek istedikleri sınıfsal ve politik tercihleri yansıtmaktadır.

Adil bir ekonomik büyüme serveti vergilendirmekle mümkün olabilir!

Alternatif olarak bir başka yol denenebilir. Bu emekten yana bir büyüme yolu ya da stratejisidir. Bu yolun sonunda ekonomik büyümenin nimetlerinin eşit paylaştırılması, yoksulluğun, işsizliğin ve gelir ve servet dağılımındaki adaletsizliğin azaltılması vardır.

Bu yol altında adil bir büyüme sağlayabilmek için büyük servetler vergilendirilmelidir. Bunun gerekçesi servet zenginlerinin gelir (ve servetlerinin) çok büyük bir kısmını tasarruf etmeleri yani harcamamaları ve böylece ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olmalarıdır. Çünkü tasarruflar fiilen dolaşımdan kaldırılan paradır. Oysa eğer söz konusu gelir/servet, onu harcayacak olan düşük gelirlilere dağıtılırsa harcanacaktır ve bu da ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır. (10)

Türkiye’nin belki en az konuşulan ancak gerçekte en büyük sorunlarından birisi de bölüşüm eşitsizliği, özellikle de servet bölüşümü eşitsizliğidir. Ülkede onlarca milyon insan mutlak yoksullukla boğuşmaktadır ama şaşırtıcı miktarlarda büyük servete sahip insanlar da mevcuttur. Böylece ülke nüfusunun (gelir yetersizliği yüzünden) yüzde 90’ının tasarruf yapma kapasitesi yokken kalan yüzde 10’un inanılmaz bir tasarruf kapasitesi söz konusudur.

Serveti vergilendirmek milli geliri artırır

Eğer milli geliri büyütmek istiyorsak serveti vergilendirmek son derece mantıklıdır. Büyük servetleri olanlardan bu servetlerin bir kısmını “servet vergisi” ya da “sermaye kazançları vergisi” gibi vergilerle alıp bunu,  kalkınmacı ve doğa dostu kamusal yatırımları fonlamak için kullanmak gerekir.

Ayrıca, bu vergilerden sağladığımız geliri; ücret ve gelir artışları, temel gelir güvencesi, sosyal yardımlar gibi yollarla tasarrufları olmayan ve bu nedenle gelirleri açısından oldukça savunmasız durumda olanlara yani daha düşük gelirli olanlara yeniden dağıtırsak yaptığımız şey, aldıkları her lirayı neredeyse harcayacak olan insanlara para vermekle aynı şey olacaktır. Bu insanların marjinal tüketim eğilimleri çok yüksek olduğundan (1’e yakın), bu paranın çok büyük bir çoğunluğu harcanacaktır. Bu da Keynesyen çarpan etkisiyle milli geliri büyütecektir.  Ayrıca böyle bir ücret sürümlü büyümenin avantajları konusunda ekonomi literatüründe yer alan çok sayıda bilimsel araştırma da mevcuttur.

Sonuç olarak

Birikmiş gelir anlamında servetin zenginlerden vergileme yoluyla alınıp yeterli geliri olmayanlara doğru yeniden dağıtılması aslında ekonomiye bir bütün olarak önemli bir iktisadi destek sağlar. Burada dikkat edilmesi gereken husus, servet vergisinin artan oranlı olması ancak servetin tamamının değil, sadece bir kısmının vergilendirilmesidir. Çünkü servetin tamamını vergilendirmek, servet sahiplerinin ve onların etkisiyle hareket edenlerin direnişiyle karşılaşabileceği için politik olarak hayata geçirilmesi zor bir iş olduğu gibi, enflasyona da yol açabilir.

Servetin vergilendirilmesini savunan teze, bu stratejinin ekolojiyi tahrip edeceği ve elde edilecek ekonomik büyümenin tüketim yönlü bir büyüme olacağı ve bunun sürdürülemez olduğu, yeni yatırımları asıl etkileyen faktörünse kârlılık olduğu biçiminde daha çok da Marksist bakış açısından eleştiriler yapılabilir. Gerçekten de yeni yatırımları teşvik eden şey kredi faiz oranları, işçilik maliyetleri, vergiler gibi maliyetler olduğu kadar, belki de daha büyük oranda sermayenin getirisinin yüksekliği veya düşüklüğü yani kâr oranlarının ya da kârlılığın yüksek olup olmadığıdır.

Eğer kriz dönemlerindeki gibi kâr oranları azalıyorsa (yatırım sonucunda üretilecek olan mala talep ne kadar yüksek olursa olsun), yeni yatırım yapmak söz konusu olmayabilir. Tüketim harcamalarındaki artışsa ekonomiyi sürdürülebilir bir büyümeye götürmeksizin enflasyona sürükleyebilir.

Bu durumda gündeme getirilebilecek politikaların antikapitalist politikalar olması gerekir. Bunlar; demokratik planlama, kamulaştırmalar, işçi kooperatifleri gibi kolektif mülkiyet biçimlerine geçiş, piyasaların sınırlandırılması ve etkin kontrole tabi tutulması gibi demokratik ekonomi stratejileridir. Bu da sistem değişikliği olmasa da bir paradigma değişikliğini gerektirir.

Dip notlar:

(1)  TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, II. Çeyrek: Nisan-Haziran, 2024, https://data.tuik.gov.tr (2 Eylül 2024).

(2)  Agb.

(3)  TÜİK, Ücretli Çalışan İstatistikleri, Haziran 2024, https://data.tuik.gov.tr (15 Ağustos 2024).

(4)  TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Haziran 2024, https://data.tuik.gov.tr (12 Ağustos 2024).

(5)  İstanbul Sanayi Odası Türkiye PMI İmalat Sanayi Raporu, Ağustos 2024.

(6)  T.C. Cumhurbaşkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Orta Vadeli Program (2025-2027), Eylül 2024), s. 69.

(7)  OVP, s. 37-38.

(8)  İşgücü uyum programının yürütülmesine ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmelik, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler (24 Ağustos 2024).

(9)  OVP, s. 42.

(10)               https://www.taxresearch.org.uk/Blog/if-the-government-wants-growth-it-should-be-taxing-wealth (11 August 2024).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder