12
Eylül Darbesinden siyasal İslamcı rejime doğru 44 yıl
Mustafa
Durmuş
12
Eylül 2024
Geçen yüzyılı belirleyen olgulardan birisinin askeri
darbeler ya da darbe girişimleri olduğu bilinen bir gerçek.
Azgelişmiş ülkelerde 1960 sömürgecilik sonrasında, Şili
gibi iktidara gelen bazı “Ulusal Kalkınmacı Yönetimler”, “batılı kapitalist devletlerin
çıkarlarına ters düşen strateji ve politikalar izlediklerinden” ve Türkiye gibi
diğer bazıları da “küresel sermayenin yeni birikim stratejilerini hayata
geçirebilmek için”, başta ABD olmak üzere, diğer emperyalist devletler
tarafından düşman olarak ilan edildiler ve CIA destekli askeri darbelerle
devrildiler.
Türkiye’de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasındaki
askeri yönetim döneminde resmi kayıtlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı,
230 bin kişi askeri mahkemelerde yargılandı. Bu dönemde, 1 milyon 683 kişi
fişlenirken, binlerce kamu görevlisi 1402 Sayılı Kanun gereğince kamu
görevinden mahrum edildi. Tespit edilebilen gözaltında ya da hapishanelerde,
işkence vb. yöntemlerle ölüm sayısı 229 oldu. 700 kişinin idamı istendi ve
bunlardan 50’si (17 ‘si siyasi hükümlü olmak üzere) idam edildi (1).
Darbelerin ekonomik ve politik nedenleri
1960 sonrası özellikle Latin Amerika ve Türkiye’deki
darbelerde ABD emperyalizminin ve NATO’nun payı elbette çok büyüktür. Çünkü
(ekonomik-parasal ilişkileri bir yana bırakın), darbeciler ve temsil ettiği
ordular doğrudan ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) ve artık bir küresel suç
örgütü olduğu bilinen NATO’ya bağlıydılar.
Diğer taraftan, tüm askeri darbeleri sadece ülke
yönetimlerinin emperyalizmle ters düşmesi ya da çatışması ile açıklamak doğru
değildir. Zira darbelere neden olan diğer bazı (daha ziyade içsel) ekonomik,
politik ve jeopolitik etkenler de söz konusudur. Bunların başında kuşkusuz
derin ekonomik krizler ve politik krizler geliyor.
Bunların örneğin 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinde son
derece etkili olmuşken, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve ardından 20 Temmuz OHAL ile
gelen ve genelde “sivil darbe” olarak nitelendirilen gelişmede, spesifik
olarak, ekonomik faktörden daha ziyade iktidarın iki kanadı arasında başlayan
çatışmayla ayyuka çıkan politik kriz etkili oldu.
Keza 1980 öncesinde İran’da Amerikancı Şah Rejiminin
devrilmesi ve yerine Mollalarca yönetilen bir rejimin iş başına gelmesi, ABD
tarafında, Rusya’ya karşı önemli bir hegemonya kaybı olarak görüldü ve bunu
telafi etmek için Türkiye bir askeri rejimle tahkim edilmek istendi.
12
Eylül 1980 Darbesine giden süreç: Ekonomik ve politik kriz
12
Eylül Askeri Darbesi öncesinde dünya kapitalizmi uzun süren bir iktisadi
durgunluk, Türkiye ekonomisi ise derin bir iktisadi ve politik kriz içindeydi.
Türkiye’nin krizi aslında 1962’den itibaren uygulamakta olan kapitalist “ithal
ikameci büyüme modeli”nin (en azından Türkiye’deki versiyonunun), bir kriziydi
ve kendisini “döviz krizi” biçiminde gösteriyordu.
Yani
ağırlıklı olarak iç pazara, dolayısıyla belli düzeyde satın alma gücünü
garantileyen, göreli olarak yüksek işçi ve memur ücretlerine dayalı ithal
ikameci birikim ve büyüme stratejisi 1970’lerin ortalarından itibaren hem iç
hem de dış ekonomik nedenlerden dolayı krize girdi.
Sermaye
birikim rejimini bu krizden çıkartmak ancak yeni bir birikim rejimi ile mümkün
olabilirdi. Bu artık iç pazara değil, kapitalist küreselleşmeye paralel olarak “dış
pazara/ihracata yönelik bir model” olmak durumundaydı. Bu modelin ekonomi-politik
temelini ise rekabetçi işçi ücretleri (yani düşük ücretler), işçi sınıfının
örgütlerinin dağıtılması ve genel olarak hak ve özgürlüklerin ortadan
kaldırılması oluşturuyordu.
24 Ocak 1980 Kararları: Filmin
fragmanı
Krizden
çıkış için önce “24 Ocak 1980 Kararları” adı altında IMF-Dünya Bankası kaynaklı
“istikrar tedbirleri ve yapısal uyum programları” uygulandı. Bu kararlar
Türkiye’yi hızla küreselleşen kapitalizme -emperyalizme yeni ve daha sağlam bir
biçimde eklemlemeyi hedefleyen kararlardı.
Bu
kararların hayata geçirilebilmesi için (aksak işlese de) mevcut parlamenter
demokratik rejimin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Çünkü işçi sınıf hareketi
ve sendikalar güçlenmiş, toplumsal muhalefet ayağa kalkmıştı. On binlerce işçi
grevde, öğrenciler boykottaydı. İşçi ve emekçilerin haklarını, ekonomik ve
politik örgütlerini ortadan kaldıran bir tür açık diktatörlüğe ihtiyaç vardı.
Bu ihtiyacı 12 Eylül Askeri Darbesi ile kurulan askeri diktatörlük karşıladı.
Bu
süreçte, bu kararlara ve bu kararları
uygulayan askeri ve sivil yönetimlere uluslararası sermaye, emperyalist devletler,
IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar da destek verdiler.
Kârlılık restore edildi
24
Ocak Kararları ve 12 Eylül Askeri Diktatörlüğünün sonucunda; Türkiye
ekonomisinin makroekonomik performansı artırıldı; yerli ve uluslararası
sermayenin kârlılığı restore edildi ve ekonomi yeniden dış borç geri ödemesi
yapabilir hale getirildi.
Bunun
faturası ise (açık diktatörlük şartlarında) işçi ve emekçi sınıflara
ödettirildi. İşçilerin reel ücretleri ve köylülerin gelirleri düştü, gelir dağılımı daha da bozuldu. Düşük ücret,
yüksek reel faiz, zamlar ve devalüasyonlar ile halk daha da yoksullaştırıldığı
gibi, ekonomik ve demokratik haklarından mahrum bırakılarak askeri diktatörlük
altında ağır bir zulme uğratıldı (2).
12
Eylül ile birlikte işçilerin kıdem tazminatlarına esas kabul edilen gün sayısı
45 günden 30 güne indirildi (bugünlerde bu hak tamamen ortadan kaldırılmak
isteniyor).
Darbeden
bu yana geçen 44 yıl boyunca, özellikle de son 22 yıldır, Türkiye neoliberal politikalara teslim
edilerek bir bütün olarak hızla dönüştürüldü, özelleştirmeler ve serbestleştirme
politikalarıyla ekonomi küresel kapitalizme ve emperyalizme daha da bağımlı
hale getirildi, kalkınma ve sanayileşme çabalarından vazgeçildi.
“15
Temmuz 2016 Darbe Girişimi” ve OHAL
Bu
darbeden sonra da ülkede post modern darbeler gerçekleşti. Bunlardan en
sonuncusu ‘15 Temmuz Başarısız Darbe Girişimi’ olarak tarihe geçti. Bazılarına
göre ‘kontrollü bir darbe’ olan bu girişim aslında 12 Eylül 1980 darbesi öncesindeki
gibi ekonomik kriz koşullarının yol açtığı bir darbe değildi.
Çünkü
darbe öncesi yıla göre, darbe yılının ilk 6 ayında borsa yüzde 15 yükselmiş,
yabancı sermaye girişleri son yılların en yüksek seviyesine ulaşmış ve 10
yıllık devlet tahvillerinin faizleri de geçen yıllara göre düşmüştü. Yani
ekonomi göreli olarak iyi durumdaydı.
Kısaca,
15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminin ardındaki faktör ekonomik krizden ziyade
politik krizdi. Bu krizin bir ayağı 2013 yılından beri iyice belirginleşen
FETÖ-AKP çatışmasıydı. Diğer ayağı ise Orta Doğu’da Türkiye’nin de parçası
haline geldiği savaşla birlikte iyice karmaşık bir hal alan Kürt Sorunuydu.
Öyle ki 2015 yılında çatışmasızlık sürecine son verip savaş konseptine geri dönüşü
sağlayan üst akıl darbe mekaniğini de harekete geçirdi.
Tek adam rejimi!
Darbe
girişiminden sadece 1 hafta sonra ilan edilen OHAL ve devreye sokulan KHK’ler
neo liberal, neo popülist ve siyasal İslamcı neo otoriter bir rejimin
kurulmasının ilk adımları oldu. Geçen 8 yıl boyunca parlamenter demokrasi
ortadan kaldırılıp, güç ve iktidarın tek elde toplanmasına izin veren bir “Türk
Tipi Başkanlık Sistemi” kuruldu.
OHAL
döneminin yol açtığı çok ağır insani, sosyal, siyasal ve ekonomik maliyetleri
görebilmek için ise çarpıcı bir yazıya bakmak (3) ve geniş çaplı bir
araştırmaya dayalı olarak hazırlanan yaklaşık 1,000 sayfalık raporu incelemek
yeterlidir (4).
Ancak
bu rejim altında da politik kriz atlatılamadığı gibi, ekonomi derin bir krize
sürüklendi. 2016 yılı ekonomik olarak “kayıp yıl” sayılırken, 2017 yılında,
biraz yeni büyüme hesaplama yönteminin etkisi, biraz da Kredi Garanti Fonu’nun
devasa boyutlara ulaşan kredileriyle ekonomi hormonlu bir biçimde büyütüldü.
Ancak 2018 yılından itibaren ekonomi sert biçimde yavaşladı ve tüm parasal ve
reel göstergelere göre derin bir kriz girdi.
Sonuç olarak
Bu
günlerde Türkiye ekonomisi 12 Eylül Askeri Darbesinden bu yana karşılaştığı en
derin ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Üstelik bu kriz sosyal, siyasal ve
ekolojik krizlerle birlikte “çoklu bir krize” dönüşmüş durumdadır.
Hatta
hayatın hem özel hem de kamusal alanlarında sık sık karşılaştığımız
yolsuzluklar, kamu kaynaklarının kullanımındaki usulsüzlükler, liyakatsizlik, etik
sorunlar, kadın cinayetleri, çocuklara dönük tecavüzler ve katliamlar ülkedeki mevcut
durumun kriz kavramıyla açıklanamayacak kadar ciddi bir durum olduğunu, bunun “toplumsal
bir çöküş” olduğunu gösteriyor.
Bu
yolu açan 44 önce yapılan bir askeri darbe idi. Bu darbe ile toplumu ilerici,
emekten, doğadan, barıştan, eşitlik ve adaletten yana dönüştürecek olan
kesimlerin bir silindir gibi ezilmesi, buna karşılık bu boşluğun
militarist-milliyetçi, siyasal İslamcı yapılar, cemaatler ve siyasal parti ve hareketler
tarafından doldurulmasıyla, bu antidemokratik süreç en son ülkeyi yöneten
İktidar Bloku aracılığıyla doruğa çıkartıldı. Bunun faturası da her alandaki
çöküşler ve toplum bunların altında kaldı.
Buna
rağmen bu ülkeyi, emek, demokrasi, eşitlik ve adalet ve barış temelinde yeniden
inşa etmek hem mümkün hem de gereklidir.
Dip notlar:
(1) Mustafa
Durmuş, “12 Eylül Askeri Darbesinin Ekonomi Politiği”, Memleket Siyaset Yönetim Dergisi, 2011/15, s. 95-139.
(2) Agm.
(3) Nejla
Kurul, “KHK’lilerin yası tutulabilir mi?”, https://www.gazeteduvar.com.tr
(20 Temmuz 2019).
(4) Mağdurlar
İçin Adalet Topluluğu, İkinci Yılında
OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Araştırma Raporu (Ocak 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder