Suriye’nin belirsiz geleceği: Suriye’nin
işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler (3)
Mustafa Durmuş
17 Aralık 2024
2011 ayaklanmasının arifesinde 1.500
dolar kişi başına gelire sahip Suriye ekonomisi, aynı yıl başlayan iç savaşın
ekonomiye ağır bir darbe vurmasının ardından yüzde 70’e yakın oranda azaldı.
Son 13 yılda işsizlik ve yoksulluk
giderek derinleşirken, Beşar Esad rejimi askeri olarak Rusya ve İran sayesinde
ve başta muhalifler olmak üzere halkın üzerinde kurduğu ağır baskılarla, tıka
basa dolu hapishanelerle bu yılın Kasım ayına kadar dayanabildi.
Otoriter baskıcı rejimler
yıkılmaya mahkum!
Bir başka anlatımla, 53 yıllık Esad Hanedanlığı
(yaklaşık 25 yılı Beşar Esad yönetiminde olmak üzere) her zaman yıkılmaya mahkumdu.
Çünkü çürümeye yüz tutmuş baskıcı rejimler -özellikle de yolsuzluğa
batmışlarsa, halklarına yeterli hizmet sunamıyorlarsa, onları yoksulluğa
sürüklemişlerse ve politik sistemlerini değişen iç ve dış koşullara adapte
edemiyorlarsa- genellikle de halk ayaklanmalarıyla eninde sonunda çökerler.
Nitekim içten içe çürüyen bu rejim, ABD
ve Türkiye’nin desteklediği silahlı selefi cihatçı gruplar (Suriye Milli Ordusu/SMO
gibi) ve Heyet Tahrir el-Şam Örgütünün (HTŞ) iki hafta önce başlattıkları
saldırılarla kısa süre içinde devrildi.
Esad herhangi bir açıklama yapmadan
Suriye’yi terk etti. Şam'daki eski hükümet yetkilileri, bazı üst düzey
liderlerin de Şam düşmeden önce onunla birlikte ayrıldığını gittiğini söylüyor.
Halkını düşünmeyeni halk
da düşünmez!
Esad’ın, halkına herhangi bir cesaret
verici söz söylemeden hazinesini de yanına alıp ülkeden kaçması devletin kendilerini HTŞ gibi grupların
saldırılarından koruyacağına temelden inanan pek çok Suriyeliyi şaşkına
çevirdi.
Rejime bağlı Cumhuriyet Muhafızları’nın
şehri savunmaya çalışmaması ise aslında rejimin halktan nasıl koptuğununun bir
göstergesi oldu. Bu da ancak halklarının refahını ve güvenliği korumak için
çaba gösteren ve kendi halklarından destek alan iktidarların direnebileceğini
ve kazanabileceğini bir kez daha gösterdi.
Defolu iki yaklaşım!
Bazı yorumcular (bunlara bir kısım sol
ve sosyalist çevreler de dahil), saldırıların ABD ve İsrail tarafından
düzenlendiğinden ve HTŞ ve SMO’nun siyasal İslamcı karakterinden yola çıkarak
Esad rejimine destek anlamına gelen açıklamalar yapıyorlar.
Diğer bazıları ise bu selefi cihatçı güçlerin,
2011'de Esad rejimini neredeyse devirecek olan halk devrimini yeniden
canlandırdığı gerekçesiyle her hangi bir eleştiriye tabi tutmadan romantikleştiriyor.
Her iki yaklaşımın da bugün Suriye'de
ortaya çıkan karmaşık dinamikleri tam olarak yansıtmadığı için defolu olduğunu
vurgulamakla başlayalım..
Bölgede yıllarca
sürebilecek bir kaos ve belirsizlik dönemi
Öncelikle, her şey bitmedi, hatta
yeni başladı denilebilir. Hatta bundan sonra Suriye’nin parçalanması söz konusu
dahi olabilir. Çünkü dış ve iç aktörler, ortadaki kadavranın her birinin
yapabildiği kadar çok parçasını ele geçirmeye ve/veya kontrol etmeye çalışacaklar.
Bölgede yıllarca sürecek olan bir kaos ve çekişme dönemi de bunu izleyecek.
Suriye şu anda Rusya, İran, Türkiye,
ABD, Körfez ülkeleri ve İsrail’den çeşitli derecelerde destek alan farklı
silahlı gruplar tarafından kontrol edilen bölgelere bölünmüş durumda. Bu
silahlı grupların her biri, bölgesel çıkarlarının korunmasını sağlamak için
yarışan bu büyük uluslararası güçler tarafından desteklenmeye devam edecektir.
Bölgede çok farklı dinamikler
söz konusu
Bölgedeki birbirinden çok farklı ve
birbiriyle çatışmaya hazır dinamikleri ihmal etmemek gerekiyor. Örneğin Suriye’de
şimdilik en büyük kazananlardan biri olarak nitelendirilen İsrail,
gerçekleştirdiği işgal ile birlikte selefi cihatçılarla sınır komşusu oldu. Şu
anda çatışmıyorlar ama mevcut çatışmasızlığın uzun süre devam etmesi beklenmemeli.
Suriye'deki rejimin hızla çökmesi,
Rusya ve İran'ın nüfuzuna aşağılayıcı bir son verirken, Türkiye'nin nüfuzunu
arttırmasına kapı açsa da iktidarı ele geçiren selefi cihatçılar henüz tam
niyetlerini ortaya koymuş değiller.
2017’de bir dizi silahlı grubu bir
araya getiren ve Suriye'nin kuzeybatısındaki bazı bölgeleri kontrol altına alan
Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO), bütünlüklü ya da merkezi bir yapıya
sahip değil ve bünyesindeki çeşitli gruplar sık sık birbirleriyle çatışıyor. Buna rağmen
Suriye'de önemli bir oyuncu olmaya devam ediyor ve Kürt silahlı gruplarının
Türkiye için bir tehdit oluşturmasını önlemek için Türkiye sınırı yakınlarında
bir tampon bölge oluşturmayı hedefliyor. (1)
ABD, HTŞ, SMO ve SDG
HTŞ'nin Türkiye'nin kontrolü altında
olan Suriye'nin İdlib vilayetindeki sicili oldukça karışık. HTŞ, IŞİD
deneyiminden ders alarak, çok sert davranmaktan uzak durmaya çalışıyor gibi görünse
de, hala demir yumrukla yönetiliyor. HTŞ’liler Esad'ın hapishanelerini
özgürleştirirken bile, kendi hapishanelerindeki muhaliflere çok kötü muamele
etmeyi sürdürdüler.
Suriye'nin düşmesi, ABD’nin Suriye’nin
kontrolünü ele geçirmesiyle birlikte Türkiye için bir sorun haline geliyor. Çünkü
Washington bundan böyle HTŞ'yi kendi çıkarları için kullanmaya çalışacaktır ki
bu da Türkiye'nin yapmak istedikleriyle pek uyumlu olmayabilir. YPG’nin vurucu
gücünü oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ülkenin doğusundaki büyük
petrol, gaz ve buğday tarlalarının kontrolünü elinde tutuyor. Şam’da hükümet
olmak isteyen herkesin devleti finanse edebilmek için bu kaynaklara erişmesi
gerekecek. (2)
Ekonomik maliyetler
Aynı zamanda, Türkiye’deki Suriyeli
sığınmacı sorununun daha da ağırlaşması hayli muhtemel. Türkiye şu anda (resmi
verilere göre) 3 milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapıyor (gerçek
sayının bunun birkaç katı olduğu iddia ediliyor).
Suriye’ye geri dönüşler
hedeflendiğinden çok daha yavaş sürerken, özellikle de yandaş medya düşük ücretli
sığınmacı işgücü kaybının üretim maliyetlerini artırmak (böylece ihracatı
düşürmek) ve enflasyonu körüklemek gibi ekonomiye ciddi zarar vereceği endişesini dile getiriyor.
Türkiye uzun vadede “en
büyük kaybeden” de olabilir!
Yaygın kanı Esad iktidarının
devrilmesinde en büyük kazananın Erdoğan olacağı yönünde olsa da, Türkiye uzun vadede en büyük kaybeden de olabilir.
Daha fazla mültecinin akınına uğrayabilir. Suriyeli aşırılık yanlıları Esad'ı
devirme hedefinde artık birleşmedikleri ve ülkeyi yönetmek gibi zor bir görevle
karşı karşıya kaldıkları için, kendi aralarında Türkiye’yi bir grubu
desteklemeye ve böylece yeni düşmanlar edinmeye zorlayacak uzun süreli güç
mücadeleleri söz konusu olabilir. Savaşın Türkiye’ye sıçraması ve 2010’ların
ortalarında ülkenin başına bela olan terör saldırılarına geri dönülmesi
-muhtemel olmasa da- tamamen mümkün. Ayrıca Türkiye'nin İsrail'e devam eden
örtülü desteği nedeniyle içeride de bir gerginlik söz konusu ve Suriye meselesi
bu gerginliği bir süreliğine örtbas edebilirse de, bu gerginliğin ortadan
kalkması pek mümkün görünmüyor. (3)
Büyük inşaat şirketleri
için kậrlı işler kapıda!
Bu “zaferin” Türkiye için ne gibi
ekonomik faydaları olacağı ise belirsiz. Financial Times'a göre, “zaten yüksek
enflasyon ve resesyonla mücadele eden Türkiye, 900 km’lik Suriye-Türkiye sınırı
boyunca iş ve ticaret ilişkilerini yeniden başlatmaktan fayda sağlayacaktır.
Erdoğan'la yakın bağları olan inşaat sektörü, yüz milyarlarca dolara ulaşması
beklenen yeniden inşa faturasından para kazanabilir.”(4)
Ancak burada yapılacak kậrlı inşaat,
alt yapı ve üst yapı işlerinin Türkiye (ve Suriye) halklarına her hangi bir
ekonomik bir fayda sağlayacağı da son derece tartışılır.
Türkiye tuzağa mı
düşürülüyor?
Ayrıca, Türkiye mucizevi bir şekilde
barış ve güvenliğe kavuşmadıkça bunun nasıl gerçekleşeceğini görmek de zor. Tüm
bunların Türkiye’nin elinde patlaması çok daha muhtemel. Çünkü Amerikan’ın konumu
Türkiye’den çok farklı. En önemli farklardan birisi, ABD’nin ortalığı
karıştırıp iki okyanus arasındaki evine çekilebilmesi. Oysa Türkiye’nin Suriye
ile sınırı var ve ABD Esad'ı devirmek için Türkiye liderliğindeki operasyona
verdiği destekle sadece Suriye'yi değil Türkiye'yi de istikrarsızlığa
sürüklüyor olabilir. Öyle ki Ankara Esad, Rusya, İran ve Hizbullah'ı ve onların
sağladığı istikrarı ilerde özleyebilir.
(5)
HTŞ ve SMO’nun ve gerici, faşizan
doğaları ve sahip oldukları siyasi projeler bölge halklarını endişeye sevk
ediyor. SMO, çoğunlukla İslami muhafazakar politikalara sahip silahlı
gruplardan oluşan bir koalisyon. Çok kötü bir üne sahip ve özellikle kontrolü
altındaki bölgelerde Kürt nüfusa karşı çok sayıda insan hakları ihlalleriyle
suçlanıyor. Özellikle 2018'de Afrin'de çoğunluğu Kürt olan yaklaşık 150 bin
sivilin zorla yerinden edilmesine yol açtığı biliniyor.
Arap Alevileri, Kürtler,
Süryaniler, Rum-Ortodoks, Rum-Katolikler ve diğer halklar endişeli!
HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani’nin
geçmişte yaptığı ve Suriye’de Nusayri, Hıristiyan ve diğer azınlıklara yer
olmadığını açıkça belirttiği açıklamalar, bölgede yaşayan tüm halklar ve inançlar
için derin bir kaygı ve endişe yaratmıştı. Bu on binlerce insanın evlerini terk
etmesine neden olmuştu.
Özellikle Nusayriler, Kürtler,
Süryaniler, Rum-Ortodoks, Rum-Katolikler ve diğer halklar kendilerini çok ciddi
bir tehdit altında hissediyorlar. HTŞ’nin yanı sıra Suriye Milli Ordusu’nun
(SMO) ülkede yaşayan Alevilere zulmettiklerine dair haberler kamuoyuna yansıyor.
Bu da on binlerce Aleviyi, yeniden göç yollarına düşürüyor.
Ülke ise yeni hükümet konusunda
kutuplaşmış durumda. Savaş ve yaptırımlar nedeniyle yaşam tarzlarının
bozulduğunu gören bazı halk kesimleri gelişmeleri memnuniyetle karşıladı ve yeni durumu kutlamak
için sokaklara döküldü. İsrail'in eylemlerine bağlı olarak bu durum
değişebilecek olsa da, Orta Doğu'nun daha geniş bağlamı onları doğrudan
ilgilendirmiyor. Önemli bir kesim, Sünni olmayan Müslümanlara karşı “Nusayriyye”
(Esad ailesinin topluluğu olan Aleviler için) ve “Rawafid” (Suriye'deki büyük
Şii nüfus gibi) gibi aşağılayıcı terimler kullanan İslamcıların
davranışlarından endişe duyuyor. Sünni olmayan Müslümanları “ehl-i batıl” ya da
"yitikler" olarak adlandırmak ve dinden dönme ve bunun cezası
hakkında güçlü bir Selefi dil kullanmak, saldırıların hedefi olabilecek kişiler
arasında korku yaratıyor. Yeni hükümetin bu mezhepçi ideoloji tarafından motive
edilen güçlerini kontrol edip edemeyeceği ise belirsiz. (6)
Ayrıca Suriye'deki isyancı grupların
birlik ve istikrar içinde bir geçiş hükümeti kuramamaları halinde, Rusya ve
İran diğer aktörlerin boşluğu doldurmak için hızla harekete geçeceği de
beklenmelidir.
İlerici güçlerin şansı?
“HTŞ’nin iktidar olması ülkedeki ilerici güçlere devrimci mücadeleyi
yenilemeleri ve hem rejime hem de İslami köktenciliğe bir alternatif sunmaları
için alan ya da alanlar açacak mı”, sorusu yanıtı aranması gereken asıl
sorudur.
Keza Esad rejiminin kovulduğu
bölgelerde aşağıdan mücadele ve özörgütlenme mümkün olacak mıdır? Gramsici anlamda
sivil toplum örgütleri (devlet dışı halk oluşumları) ve demokratik ve ilerici
politikalara sahip alternatif siyasi yapılar kendilerini kurabilecek,
örgütlenebilecek ve HTŞ ve SMO’ya karşı siyasi ve toplumsal bir alternatif
oluşturabilecekler mi? HTŞ ve SMO güçlerinin geriletilmesi yerelde örgütlenmeye
alan açacak mı ve yereldeki yeni ekonomik ve siyasal örgütlenmeler eskinin
tekrarı olmaktan öteye geçebilecek mi?
Bunlar net cevapları olmayan kilit
sorular. Ancak net olan bir şey var: HTŞ ve SMO’nun geçmişteki politikalarına
bakıldığında, demokratik bir alanın gelişmesini teşvik etmediklerini, tam
tersine otoriter davrandıkları çok açık.
Tarih bize otoriter-faşizan güçlere
güvenilmemesi ve sadece demokratik ve ilerici talepler için mücadele eden halk
sınıflarının özörgütlenmesinin ve öz savunmasının bu alanı yaratabileceğini ve
gerçek kurtuluşa giden yolu açabileceğini defalarca gösterdi.
Örneğin, “Rojava Kuzey ve Doğu Suriye
Özerk Yönetimi, Suriye iç savaşının siyasi bir boşluk yaratmasından bu yana
özyönetim kurallarını yeniden yazan Kürtlerin liderliğindeki bir bölge. IŞİD, SMO
ve Suriye rejiminin kuşatması altındaki Rojava halkı, doğrudan demokrasi, toplumsal
cinsiyet eşitliği ve çevresel sürdürülebilirlik temelinde özerk bir bölge
oluşturdu. Rojava halkının inşa ettiği şey
hayatta kalmanın çok ötesinde. Bu, tiranlığa direnmek ve daha iyi bir şey
yaratmak için tasarlanmış, toplumun tamamen yeniden tasarlanmasıdır. Bunu kararlılıkla ve otoriter rejimlerin değil, toplulukların
kendi geleceklerine karar vermesi gerektiğine olan inançlarıyla inşa ettiler”.(7)
Bu örneklere bir yenisini daha ekleyebilmek,
savaş yorgunluğundan baskıya, yoksulluğa ve toplumsal yerinden edilmeye kadar
pek çok engelin aşılabilmesine bağlı olacak.
Sonuç yerine
Suriye rejimine ve selefi cihatçı köktendinci
güçlere açıkça karşı çıkabilecek ve örgütlenebilecek bağımsız, demokratik ve
ilerici bir cephenin henüz yokluğu gibi acı bir gerçek söz konusu.
Böyle bir cephenin inşası zaman
alacak. Böyle bir cephenin otokrasiye,
sömürüye ve her türlü baskıya karşı mücadeleleri birleştirmesi gerekecek.
Ülkenin sömürülen ve ezilenleri arasında dayanışma inşa etmek için demokrasi, barış,
eşitlik, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve kadınların özgürlüğü
taleplerini yükseltmesi gerekecek. (8)
Türkiye tarafında ise, ülkedeki
iktidar blokunun etnik-milliyetçi
neo-Osmanlıcı yükselen kanadı, Kürtlerin zorla da olsa kontrol altına alınması
kadar askeri sanayi karması sektörün hızla büyütülmesini de istiyor. ABD'nin
Türk savunma sanayisine uyguladığı yaptırımlar, Suriye'nin doğusundaki varlığı
ve Kürtleri desteklemesi gibi nedenlerle, Kürt meselesi ile askeri sanayi
karması sektör ve savunma sanayinin büyütülmesi iç içe geçmiş durumda.
Aslında Suriye’deki gelişmelerin açıkça ortaya koyduğu
şey; Türkiye'nin alt emperyalist hırslarının ABD’ninkilerle çok da uyumsuz
olmadığıdır. Yeter ki bundan sonra Türkiye, ABD-İsrail ortak hedeflerine de
uyacak şekilde davranabilsin.
Suriyeliler zengin etnik ve dini çeşitlilikleriyle her
zaman gurur duydular. Tüm Suriyelilerin eşit yurttaşlık haklarını da garanti
altına alan kapsayıcı ve demokratik bir hükümet, ülkenin bir bütün olarak ayakta
kalmasını ve mezhepsel bir kaosa sürüklenmemesini sağlamak için elzem.
Otoriter bir yönetimin yerini bir başkasının alması ya
da ülkenin silahlı gruplara bölünmesi felaket demek olacaktır. Her ne kadar
belirsizlikler devam etse ve önümüzde büyük zorluklar olsa da Suriyelilerin
acil ihtiyaçlarına öncelik vermek mantıklı bir ilk adım olacaktır. Ve her
şeyden önemlisi, Suriye halkının olağanüstü direncini, cesaretini, umutlarını
ve hayallerini yansıtan barışçıl, savaş sonrası bir Suriye'nin kaderine yön
verenler olması sağlanmalıdır. Suriyelilerin- hem geri dönenlerin hem de hiç gitmeyenlerin-
yeni Suriye devletini kendi şartlarına göre yeniden inşa etmeleri kritik önem
taşıyacaktır. (9)
Dip notlar:
(1) https://theconversation.com/what-syrias-rebel-takeover-means-for-the-regions-major-players-turkey-iran-and-russia
(9 December 2024).
(2) https://www.moonofalabama.org/syria-winner-and-losers-or-both
(9 December 2024).
(3) https://www.nakedcapitalism.com/2024/12/did-turkiye-win-the-battle-but-lose-the-war
(11 December 2024).
(4) Agm.
(5) Agm.
(6) https://www.theleftchapter.com/post/the-fall-of-the-assad-government-in-syria
(12 December 2024).
(7) https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/communalism-in-rojava
(20
November 2024).
(8) https://www.counterpunch.org/understanding-the-rebellion-in-syria
(10 December 2024).
(9) https://www.counterpunch.org/syria-at-the-crossroads
(13
December 2024).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder