Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya
da kimler? (1)
Mustafa Durmuş
12 Aralık 2024
Tunus-Mısır-Libya’da halk ayaklanmaları
14 yıl geriye gidelim.
2010 yılının 17 Aralığında Tunus’ta, 26 yaşındaki
elektronik mühendisi bir işsiz, sokaklarda sebze satarak hayatını kazanan M. Bouazizi
adlı Tunuslu bir genç kendini yakmış; ardından on binlerce Tunuslu sokaklara
çıkarak hükümeti ve işsizliği protesto etmiş ve isyan diktatör Ben Ali Tunus’u
terk edene kadar sürmüştü.
Bundan yaklaşın 45 gün sonra 31 Ocak 2011’de bu kez Mısır’da
Tahrir (Kurtuluş) Meydanı’nda yüz binlerce Mısırlı: “İş, Ekmek, Özgürlük ve
Sosyal Adalet” sloganlarıyla isyan etti. On binlerce genç-yaşlı,
Müslüman-Hıristiyan, örtülü- modern kadın-erkek meydanı tuttu. Onlarcası
öldürüldü ama Mısır Devlet Başkanı Mübarek ülkeyi terk edene kadar da kitleler meydandan
ayrılmadı. Sonrasında Libya Batılı emperyalist güçler tarafından işgal edildi
ve Devlet Başkanı Kaddafi öldürüldü.
Kuzey Afrika’nın bu üç ülkesinin ikisinde (Tunus ve
Mısır) ortak sorunlar vardı. Buğday ve diğer temel gıda maddeleri ve enerji
fiyatlarının çok hızlı artması, derin yoksulluk, açlık, işsizlik, dışa
bağımlılık, neo liberal politikalar ve 30 yıldır süren baskı-zulümle özdeşleşmiş
kanlı diktatörlükler halkları isyana sürüklemişti.
Libya’da ise durum daha farklıydı. Kaddafi de bir
diktatördü ama ülke ekonomisi kötü durumda değildi. Günde 1,8 milyon varillik
mükemmel kalitede petrol üretimi yapılıyordu. Ülke, doğalgaz kaynakları
açısından da çok zengindi ve bu doğal zenginlikler Libya’da ortalama yaşam
süresinin 75’e çıkmasını ve Afrika’nın kişi başına yıllık geliri en yüksek
ülkesi olmasını sağlamıştı. Ülkenin sert çölün altında muazzam bir fosil sıvı
denizi vardı. Tüm bunlar emperyalist güçlerin iştahını kabartıyordu. Nitekim
ABD bu ülkeyi işgal etmek üzere NATO’yu devreye sokmakta tereddüt etmedi.
Devasa ekonomik sorunlar ve devrimci durum
Kısaca, devasa ekonomik sorunlar, gıda fiyatlarındaki artışlar
ve iktidarların halkın sorunlarına ilgisizliği ayaklanmaların önünü açtı. Halk
mevcut rejimleri bu sorunlarla özdeş tuttuğundan rejimin değişmesini istiyor, rejimle
uzlaşmaya yanaşmıyordu. “Ekmek, özgürlük
ve adalet” sloganlarıyla yürüyen kitleler olağanüstü hâl uygulamalarının
kaldırılmasını, parlamentonun feshini ve yeni bir anayasanın yapılmasını talep
ediyorlardı.
Bir başka boyutuyla ise bölgede devrimci bir durum yaşanıyordu
ve bu devrimin dürtüsü sadece diktatörlük karşıtı olmak değil, aynı zamanda
anti-emperyalist, IMF karşıtı ve İsrail karşıtı olmaktı.
Çalınan devrim!
Bu nedenle de ABD ve müttefikleri bu devrimi
durdurmak, bunu yapamazlarsa da onu bölgedeki Amerikan egemenliğini
sürdürülebilmesi için yeniden bir biçime sokma niyetindeydiler. Nitekim bunu da
sağladılar. Diktatörler devrildi ve halkların gazı alındı ama gerçek bir devrim
fırsatı da böylece halkların elinden alınmış oldu. Sonrasında bu ülkeler yeniden
bir kaosun içine sürüklendiler ve iç savaşlar ortaya çıktı. Mısır’da yeniden
askeri diktatörlük tesis edildi.
Suriye’ye emperyalist müdahale ve iç savaş
Bu gelişmeler 2011 yılının sonlarına doğru Orta Doğu’ya
da sıçradı ama bu kez hedefteki Suriye beklenmedik bir direniş göstererek o
tarihten bu yılın aralık ayına kadar direndi. Bu süreçte “Büyük Orta Doğu
Projesi” kapsamında başta IŞİD olmak üzere, selefi cihatçı gruplar Esad’a karşı
ayaklandırıldı, 13 yıl sürecek olan bir iç savaş başlatıldı.
Ancak bu terör örgütleri hem Suriye ordusunun hem de
Bölgedeki Kürtlerin direnciyle karşılaştılar. Yine de El Kaide ve El Nusra
yenilmiş olsa da bölgeye hâkim devletlerin desteğiyle İdlib gibi belli
bölgeleri tutmayı başardılar. Bu süreçte Esad ülkede demokratikleşmek yerine
Baasçı eski rejimi sürdürmeye kalkışınca iyice gözden düştü ve yenildi. Ülkesinden
kaçarak Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı. Ülke Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve arkasındaki
devletler ve İsrail tarafından işgal edildi.
Nesnel değerlendirmeler gerekiyor!
Suriye’nin işgali konusunda çok farklı
değerlendirmeler yapılabilir. Nitekim Suriye’yi işgali alkışlayanlar (bizdeki
iktidar medyası gibi) gibi, bunu emperyalist bir müdahale olanlar da mevcut.
Ancak, ülkeyi işgal eden güçler “ülkede diktatörlüğü
ortadan kaldırmak, demokrasiyi inşa etmek, kendi sınırlarını güvence altına
almak” gibi mazeretler ileri sürebilirse de, bunun doğru olmadığı ve bu eylemin
açıktan bir işgal olduğu inkar edilemez bir gerçek. Nitekim daha önceki Irak’ın
işgali de bu gerekçelerle yapılmış ama bölgeye demokrasi de gelmemişti.
Esad’ın serveti ile birlikte ülkeden kaçması
diktatörlerin genelde yaptıkları bir şey. Ülkesini düşünüyor olsaydı zamanında
ülkesindeki Araplar, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Dürziler gibi
tüm halklarla birlikte tek bir ulusa dayalı olmayan demokratik bir Suriye’yi
inşa edebilir ve emperyalist ve alt emperyalist güçlere geçit vermeyebilirdi.
Oysa, beklendiği gibi, bunu yapmadı ve kendi ülkesinin emperyalist, Siyonist ve
selefi-cihatçı bir yağmaya terk etti.
Rusya ve İran kaybetti
Suriye’deki bu gelişmelerden isyancı grupların
ardındaki hangi devletlerin nasıl kazançlı ya da zararlı çıkabileceğini konusunda
değerlendirme yapmak gerekirse sırasıyla:
Rusya, Beşar Esad
rejiminin önemli bir destekçisiydi. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) öncülüğündeki
isyancı grupların iktidarı ele geçirmesi bu devlet açısından çok büyük bir
kayıp olabilir. Zira Moskova 2015 yılında binlerce Rus askeri göndererek ve
Suriyeli isyancı gruplara ve sivil altyapıya hava saldırıları düzenleyerek
Esad'ı desteklemişti. Ancak Rusya, Ukrayna'daki savaş nedeniyle Esad'ın ihtiyaç
duyduğu destek düzeyini sürdüremedi. Sonuç olarak Rusya'nın Orta Doğu'daki
projesi büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Bu durum Rusya’nın Suriye'nin
Akdeniz kıyısındaki üslerini kaybetmesiyle sonuçlanabilir.
Esad rejiminin yıkılması, rejimi destekleyen ve Lübnan’daki
Hizbullah’a silah göndermek için Suriye’ye bel bağlayan İran için de bir
darbe anlamına geliyor. Yani İran devleti için de Esad'ın devrilmesi büyük bir
kayıp. Doğu Akdeniz'e uzanan bir kara köprüsünü, Hizbullah gibi İran'ın
vekilleri konumundaki örgütler için önemli bir üssü ve silahların Lübnan'a
ulaşabileceği bir yolu kaybetmiş oldu. İran'ın Suriye'deki stratejik
derinliğini kaybetmesi, İsrail ile çatışması nedeniyle ciddi şekilde
zayıfladığı bir dönemde Hizbullah'ı destekleme kabiliyetini de zayıflatacaktır.
(1)
Diğer taraftan, bu gelişmeler Hizbullah için
varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Hizbullah İran'dan Suriye üzerinden Lübnan'a
uzanan son derece önemli karasal yaşam hattını kaybetti. HTŞ muhtemelen
İran'dan gelen silah ve diğer malzemelerin akışını durduracak ve İran'ın
İslamcı Devrim Muhafızları ve Kudüs Gücü danışmanlarının Hizbullah'ı
desteklemeye devam etmesini engelleyecektir. (2)
Savaşın asıl kazananı İsrail!
Rejimin düşmesinden sadece birkaç saat sonra İsrail
ordusu Hermon Dağı'nın Suriye tarafını ele geçirdi. Ordu, 1974 ateşkes hattına
yakın beş köyün sakinlerine evlerinde kalmalarını ya da olası çatışmalar
nedeniyle köyleri boşaltmalarını söyledi. Başbakan Benjamin Netanyahu bölgeyi
ziyaret etti ve İsrail'i bölgeden askerlerini çekmeye zorlayan 1974
anlaşmasının artık geçerli olmadığını açıkladı. İsrail hava kuvvetleri, stratejik
askeri varlıklar içerdiği iddiasıyla Büyük Şam'daki bazı askeri bölgelere
baskın düzenledi. Kuzeyde ise çatışmaların yeniden alevlendiği haberleri
üzerine Türk hava kuvvetleri Kürt mevzilerini bombaladı. (3)
ABD, HTŞ'yi de “terör örgütü” olarak
tanımlasa da uzun süredir Esad rejimine karşı çıkıyor ve onu devirmek için
uğraşıyordu. Bu yüzden de istediği oldu. Bölgedeki en temel müttefiki olan İsrail ise
bu savaşın asıl kazananı konumunda. Zira Golan tepelerini işgal edip Şam’a
doğru ilerleyerek “Büyük İsrail Projesi” için önemli bir adım daha atarken,
İran’ın bölgedeki konumunu da zayıflattı. Suriye'nin en stratejik yeri olan
Cebel Şeyh'i işgal etmesi ise bölgede kendine çok önemli bir stratejik mevzi
kazandırdı. (4) İsrail bu hafta Suriye’de
en az 350 hava saldırısı gerçekleştirdi.
Türkiye kazandı mı?
Son
haftalarda Türkiye, Esad rejiminin Ankara ile ilişkileri normalleştirme
çabalarını reddetmesinin ardından isyancı örgütlere yeşil ışık yaktı. Elde edilen
sonuç dikkate alındığında, bundan böyle Türkiye muhtemelen ülkedeki en etkili
dış aktör olarak ortaya çıkacaktır.
Kısaca, Türkiye’deki iktidar bloku Esad'ın şiddet
yoluyla devrilmesini zımnen destekledi ve Şam'daki yeni rejimi şekillendirme
fırsatına sahip oldu.
Nitekim birçok uluslararası yorumcu bu görüşü
destekliyor. Örnek olarak bir yoruma göre: “Esad’ın düşüşünden potansiyel
olarak asıl kazançlı çıkacak olan devlet Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan
Suriye’de uzun bir yol kat etti; bir zamanlar Esad’ın hamisiyken onun
devrilmesini talep etti ve ardından Esad rejimiyle normalleşme arayışına girdi.
Geçtiğimiz haftalarda Erdoğan Esad'ın şiddet yoluyla devrilmesini zımnen
destekledi. Ankara şimdi Şam'daki yeni rejimi şekillendirmek için bir fırsata
sahip oldu”. (5)
ABD, İsrail, Türkiye aynı çizgide mi?
Keza Orta Doğu uzmanı gazeteci Conor Gallagher, “ABD’nin
vekilleri (Ukraynalı neo-Naziler, İslami köktendinciler ve Siyonist
soykırımcılar) aracılığıyla Suriye
Devlet Başkanı Esad'ı devirmek ya da en azından olası bir çözüm öncesinde daha
fazla toprak koparmak ve Tahran'ın ülkedeki etkisini zayıflatmak için Suriye'de
yeniden bir araya geldiğini; Türkiye’ninse, eski adıyla Nusra Cephesi olarak
bilinen İslamcı paramiliter örgüt HTŞ’nin en büyük destekçisi olarak merkezi
bir rol oynadığını” ileri sürüyor.
Neo Osmanlıcı girişimler
Türkiye’nin ABD ve İsrail ile iş birliği yaptığını
ileri süren yazara göre: “Erdoğan’ın çıkarları ABD-Ukrayna-İsrail grubun
çıkarlarıyla örtüşüyor. Türkiye'nin eski imparatorluğun büyük bir kısmı
üzerindeki etkisini güçlendirdiğini görmek isteyen Erdoğan ve kliğinin katı
neo-Osmanlı hırsları, ABD-Ukrayna-İsrail'in bölgedeki Rus ve İran etkisini
azaltma arzusuyla örtüşüyor. En azından Türkiye, mültecilerin geri dönüşü için
herhangi bir kalıcı çözümden (potansiyel olarak Trump II döneminde) önce
Suriye'de kendisinin ve vekillerinin kontrolü altında daha fazla toprak elde
etmek istiyor ve bu da Ankara'nın tehdit olarak gördüğü Kürt güçlerini etkisiz
hale getirmek için daha iyi konumlanmasını sağlayacak. Türkiye üç milyondan
fazla Suriyeliye ev sahipliği yapıyor ve Erdoğan bu konuda bir şeyler yapması
için ülke içinde baskı altında ve binlerce kişiyi "gönüllü geri
dönüş" beyanlarını imzalamaya zorlamakla suçlanıyor. Suriye'de güvenlik
ortamı “güçlendikçe” Erdoğan daha fazla Suriyelinin Türkiye'den sınır dışı
edileceğini söylüyor”. (6)
Devam edecek…
Dip notlar:
(1) https://theconversation.com/what-syrias-rebel-takeover-means-for-the-regions-major-players-turkey-iran-and-russia
(9 December 2024).
(2) https://www.cfr.org/expert-brief/syria-after-assad-what-know-about-hts-hezbollah-and-iran
(9
December 2024).
(3) https://geopoliticalfutures.com/after-the-fall-of-assad-the-middle-east-braces-for-unrest (10
December 2024).
(4) https://www.cfr.org/expert-brief/after-fall-assad-dynasty-syrias-risky-new-moment
(8 December 2024).
(5) Agm.
(6) https://www.nakedcapitalism.com/2024/12/erdogan-backstabs-his-way-into-center-of-middle-east-conflict.html (2
December 2024).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder