Adalet
Perspektifinden 2026 Bütçesi (a)
2026 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesinin Analizi (5)
Mustafa
Durmuş
16 Aralık 2025
“Adalet”, yüzyıllardır tartışılan ve genellikle farklı insanlar için farklı şeyler
ifade eden bir kavramdır. Adalet, genelde onu ihlal edenleri cezalandırmak da
dahil olmak üzere, hukukun tarafsız yönetimi ile ilgili olsa da sosyal ve
ekonomik alana uygulandığı için, cezalandırıcı
olmaktan çok onarıcı olmalıdır.
Böylece
“adaletli bütçe” denildiğinde bir toplumda refahın, fırsat ve ayrıcalığın nasıl
paylaşıldığı ve bunların bazı eşitlik ve adalet tanımlarına ne ölçüde uydukları
kastedilir. Ayrıca adaletin geliştirildiği ve gerçekleştirildiği süreci ele
alan usule ilişkin konular da dikkate alınır.
Bütçeler
eşitliği teşvik edici olmalı
Eğer
“bütün insanların eşit yaratıldığı gibi genel bir kabul varsa, o zaman adalet, devletlerin
eşitliği teşvik etmelerini ve sağlamalarını gerektirir. Ancak bu eşitlik, başta
toplumsal cinsiyet eşitliği olmak üzere farklı cins ve kimlikler arasındaki
eşitliğin sağlanması, fırsat eşitliğinin sağlanması ve/veya servet ve gelirdeki
eşitsizliklerin kaldırılması dahil olmak üzere farklı biçimlerde gündeme
gelebilir. Bu bağlamda örneğin adil bir bütçenin “eşit yurttaşlığı” teşvik edici
olması gerekir.
Bu
anlamda devlet bütçesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yanı sıra toplumdaki
diğer eşitlik biçimlerini sağlamak için kritik bir araçtır. Çünkü ne kadar
vergi toplanacağı (kamunun büyüklüğü), bu gelirin nereden geleceği (hangi sınıfların
ve kesimlerin ne oranda katkı sağlayacağı) ve mevcut bütçe ödeneklerinin nasıl harcanacağı
gibi önemli kararların alındığı alandır. Bu da onu sosyal sınıflar ve farklı
kimlikler arasındaki mücadele alanlarından biri yapar.
Eşitliği
sağlayan politikalar arasında; örneğin düşük gelirli bireyleri ve küçük
işletmeleri korurken; yüksek gelirli bireylerin ve büyük şirketlerin vergi
kaçırma ve vergiden kaçınma imkanlarını ortadan kaldıran vergi düzenlemeleri yer
alır.
Harcama
tarafındaki eşitlikçi politikalar arasında örnek olarak; cinsiyet uçurumunu
azaltmayı ve kadınların işgücüne katılımını teşvik etmeyi amaçlayan bakım ekonomisi
yatırımları ve buna uygun kaynak tahsisatları bulunur.
Toplumsal
cinsiyet eşitliği sağlanmalı
Bu
politikalar, zamanla vergi tabanının ve mali alanın genişlemesine katkıda
bulunur. Bütçe ve bununla ilişkili süreçler neyin finanse edileceğini (harcama
öncelikleri), nasıl finanse edileceğini (vergi/transfer ve bütçe dışı araçlar)
ve kimin denetleyebileceğini (hesap verilebilirlik ve şeffaflık) değiştirdiği
için toplumsal cinsiyet eşitliği açısından çok önemlidir.
Toplumsal
cinsiyet eşitliği perspektifinden bütçe politikalarını ele almak özellikle günümüzde
son derece önemlidir. Çünkü onlarca yıldır verilen mücadelelerle elde edilen
kazanımlara rağmen, birçok ülkede siyasi desteğin genel olarak azalması ve genel
olarak geri çekilme nedeniyle toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı önemli saldırılar
söz konusudur.
Bu
durum, yalnızca son on yıllarda elde edilen kazanımların tersine dönmesine yol
açmakla kalmayıp, gelecekte de elde edilebilecek kazanımların önünü kesme riski
taşıyor. Türkiye’de mevcut otoriter rejim altında siyasal iktidarın ‘İstanbul
Sözleşmesi’ni geçersiz sayması ve paralel biçimde kadına yönelik şiddetin
artması bu olumsuzlukların örneklerinden sadece biri.
Temel ihtiyaçların
karşılanması adaletin gereği
Temel
ihtiyaçların karşılanması, yaygın olarak paylaşılan “daha fazlasına ihtiyacı
olan daha fazlasını almalıdır” fikrine dayanır ve toplumun en yoksul üyeleriyle
ilgili bir endişeyi yansıtır. Aynı zamanda “tüm insanların temel ihtiyaçlarının
karşılanması gerektiği” şeklinde de yorumlanabilir ve bu da herkesin asgari de
olsa bu kaynaklardan payını alması gereğini içerir.
Çabanın
ödüllendirilmesi adaletin gereği
Bireylerin,
çabalarıyla orantılı olarak kaynaklardan yararlanmayı hak etmeleri gerektiği
görüşü genel olarak kabul edilen bir görüştür. Bu bağlamda (eşitsizliği artırsa bile) daha fazla emek-çaba
harcayan insanların daha fazla kaynağa erişebilmeleri adaletin gereğidir.
Katılımcı
bütçe süreçleri adaletin gereği
Politikalardan
ve onların sonuçlarından bağımsız olarak, kararların alındığı süreçler adil oldukları
konusunda uzlaşılan ilkeleri içermeli ve örneğin ilgili tüm tarafların tam
bilgiye erişimi sağlanmalı ve onları etkileyen kararları etkileme imkanları bulunmalıdır.
Bu da katılımcı bütçe pratiklerinin hayata geçirilmesini gerektirir.
Pratikte bütçede adaletin
sağlanmasına yön veren temel ilkeler: Eşitlik, Sürdürülebilirlik, Etkinlik ve
Kapsayıcılık
Sağlıklı bir ekonomi,
aşırı yoksulluğu ve aşırı zenginliği önlemek, insan haklarını korumak ve
desteklemek ve mevcut ve gelecek nesiller için doğal çevreyi korumak için ne
yapılmalıdır? Bu bağlamda kamu yararını (ihtiyaçları ve istekleri olan
insanları) hükümetin politika yapımının merkezine koyan bir kamu maliyesi ve
bütçe anlayışı nasıl oluşturulabilir?
Bu konuda dört temel ilke
dikkate alınabilir (1):
(i) Eşitlik ilkesi: Adil
bir bütçelemenin ilk ve en önemli hedefi, bütçe politikalarının maliyet ve
faydalarının toplumda adil bir şekilde dağıtılmasını sağlayarak, herkesin
ihtiyaçlarını karşılayarak ve herkesin insan ve yurttaş olarak gelişmesi için
yeterli fırsatlar sunarak eşitliği ve sosyal adaleti teşvik etmektir. Bu hedefi
gözetmek; temel hizmetlerin evrensel olarak sağlanmasını ve örneğin hedefli
programlar ve transferler yoluyla yoksul, savunmasız ve dezavantajlı gruplara
özel ilgi gösterilmesini gerektirir.
Ayrıca bu ilke, örneğin
artan oranlı vergilendirme yoluyla ama aynı zamanda sadece sermayeye fayda
sağlayan vergi indirimleri ve vergi istisnaları ve muafiyetlerinin ortadan
kaldırılmasıyla, gelir eşitsizliğinin kabul edilebilir seviyelere indirilmesini
de gerektirir.
(ii) Sürdürülebilirlik
ilkesi: İkinci hedef, hükümetlerin belirli bir mali disiplin
düzeyini koruması ve aşırı borçlanmaktan kaçınması gerekliliğinin
genişletilerek yeniden formüle edilmesidir. Bu hedef, demografik eğilimler,
iklim değişikliği, doğal sermayenin tükenmesi gibi daha geniş mali
sürdürülebilirlik konularını dikkate alırken, hükümetlerin uzun vadede
kullanabilecekleri mali alanı en üst düzeye çıkarmayı amaçlar. Bu hedefi takip
etmek, vergi reformları yoluyla yerli kaynakları harekete geçirmek, doğal
kaynakların dikkatli yönetimini teşvik etmek, mevcut borçları yeniden müzakere
etmek ve kamu-özel iş birliği projeleri konusunda daha dikkatli olmak gerektiği
anlamına gelir.
Ayrıca bu ilke, bir
ekonominin başarısının temel ölçütü olarak kişi başı GSYH ölçütünün ötesine
geçerek, sadece mali sürdürülebilirliği değil, çevresel ve sosyal
sürdürülebilirliği de dikkate alan daha kapsamlı ölçütlere geçmek demektir.
(iii) Etkinlik ilkesi:
Üçüncü hedef, mevcut kaynakların beklenen etkisini en üst düzeye yükseltecek ve
fonları nitelikli kamusal mal ve hizmetlerin sunumuna en iyi şekilde
dönüştürecek şekilde yönetmektir. Bu hedefi izlemek, kamu kaynaklarının daha
etkili bir şekilde kullanılmasını sağlayan kamu mali yönetimi ve insan
kaynakları veya satın alma gibi diğer ilgili sistemlerin iyileştirilmesi
anlamına gelir. Ayrıca, özellikle yoksul vatandaşlara büyük maliyetler yükleyen
ve kalkınmanın önünde engel oluşturan yolsuzluk sorununu da bu perspektiften ele
almak anlamına da gelir.
(iv) Kapsayıcılık ilkesi:
Son hedef, bütçe süreçlerinin demokratik katılımcılığı teşvik edecek ve
marjinal gruplar da dahil olmak üzere, herkesin politika seçimlerinde söz
sahibi olmasını sağlayacak şekilde düzenlenmesini sağlayarak, diğer hedeflerin
gerçekleştirilmesine yardımcı olmaktır. Bu hedefe odaklanmak; bütçe
politikalarına ilişkin bilgilerin üretilmesi, tasarlanması ve dağıtılması
biçiminde, herkesin erişebileceği ve anlayabileceği şekilde büyük bir değişiklik
gerçekleştirilmesi anlamına gelir. Ayrıca, yurttaşların bütçe sürecine
katılabileceği ve hükümeti kamu maliyesini yönetme biçiminden sorumlu
tutabileceği yeni, yenilikçi katılım ve müzakere alanları yaratılması anlamına
da gelir. Bu bağlamda toplumun komünler, meclisler, kooperatifler, sendikalar,
emek ve meslek örgütleri ve diğer sivil toplum örgütleri biçiminde örgütlenmesi
son derece önemlidir.
Kamuyu (halkı) kamu
maliyesine yeniden dahil etmek adaletin ön koşulu
Çoğu insan, kamu maliyesinin
kendi hayatlarıyla hiçbir ilgisi olmadığını düşündüğü için mali konular
hakkında konuşmaktan hoşlanmadıklarından, kamu maliyesini insanların
endişelerine cevap verecek şekilde yeniden yapılandırmak ya da kamu maliyesine “kamu”
unsurunu geri kazandırmak gerekir. Bu, bütçelerin herkesin yararına çalışmasına
yardımcı olmakla kalmayacak, demokrasiye olan umudu geri kazanmaya da yardımcı
olacaktır. (2)
Bunun pratikteki
karşılığı; bazı ciddi yeniden düşünme ve düzenlemenin gerekli olduğu bir dizi
politika sorununu belirlemek, önerilen yeniden çerçevelemenin önereceği analiz
ve reformları hayata geçirmektir.
Bu bağlamda, adil bir bütçe
politikasına ilişkin konular kabaca dört başlıkta incelenebilir: (i).
Mali reformlar ve vergi adaleti. (ii). Kaynak tahsisi ve harcama
etkinliği. (iii). Kamusal hizmet sunumu ve performansı. (iv).
Bütçe açığı, borç ve finansman.
Mali reformlar ve vergi
adaleti
Devletin mali kurumlarının
antidemokratik güçlerce ele geçirilmesi, devlet bütçesinin halktan yana
düzenlenmesine engel oluşturan faktörlerden biridir. Örneğin Türkiye’de TÜİK ve Merkez Bankası
gibi kurumların antidemokratik işleyişi ve Hazine ve Maliye Bakanlığının
uluslararası finans kapitalin ve IMF’nin etkisi altında olması, ülkenin
demokrasi ve insan hakları konusundaki karnesini de zayıflatıyor. Bu
durum, kurumsal alanda da yapılması gereken bazı reformlara olan ihtiyacı
gösteriyor.
Bu bağlamda ekonomi
yönetiminin tepesindeki atamalar şeffaf ve demokratik olmalıdır (atamalar tek
bir kişinin takdirine bırakılmamalı ve nepotik atamalardan kaçınılmalıdır). Ancak
teknik yeterlilik ve teknokratların göreceli özerkliği etkili mali yönetim için
gerekli bir koşul olsa da yozlaşmış bir siyasi yapı karşısında sonuçta etkisiz
kalınabileceği de unutulmamalıdır.
“Adil mali reform”
genellikle şunların kombinasyonunu içerir: artan oranlı gelir vergileri, servet
vergilerinin hayata geçirilmesi, çok uluslu şirketlerin daha etkili bir şekilde
vergilendirilmesi, orantısız bir şekilde büyük şirketlere fayda sağlayan vergi
muafiyetleri ve istisnalarını ve teşvikleri en aza indiren düzenlemeler ve daha
fazlası.
Bu reformlar, harcama
tarafında fiziksel ve sosyal altyapıya (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çocuk
ve yaşlı bakımı) yapılan yatırımlar; nüfusun en yoksul kesimlerine yönelik
nakit transferleri ve diğer sosyal koruma önlemleri, ücretli ebeveyn izni
politikalarının uygulanması ve ayrımcılıkla mücadele, cinsiyete dayalı şiddet
ve evlilik ve boşanmada eşitlikle ilgili yasaların uygulanması için uygun
kaynak tahsisleri olarak yapılabilir. Bunların tümü, bütçe politikasının toplumsal
cinsiyet eşitliği ve daha genel olarak eşitlik için çalışmasını sağlamaya dönük
teknik seçeneklerdir. (3)
Adaleti sağlamaya dönük
vergi politikası
Bir devletin
vatandaşlarını nasıl vergilendirdiği (örneğin doğrudan veya dolaylı
vergilendirme yoluyla ya da kişisel veya kurumsal gelirlere ve servete karşı
tüketimi vergilendirmeye ağırlık vererek) kamu harcamalarının finansman yükünün
nasıl dağıtılacağını belirler. Bu alanda, bir vergi sisteminin genel artan
oranlılığı veya orantısal olarak gelir ve servet açısından daha iyi durumda
olanlardan daha fazlasını isteyip istemediğine bakmak önemlidir.
Bu bağlamda Türkiye’deki
vergi sistemine bakıldığında, vergi yansıması ve artan oranlılık konusunda
yeterli veriye sahip olmasak da üç temel özellikten dolayı çok gelişkin
ekonomilerle kıyaslandığında daha adaletsiz olduğu görülüyor.
İlk olarak, gelir vergisi
ve kurumlar vergisi tahsilatları oldukça yetersizdir. Öyle ki toplam vergi
gelirlerinin maksimum yüzde 20’si gelir vergisinden, kabaca yüzde 10’u kurumlar
vergisinden oluşuyor. Gelir vergisinin yüzde 92’si stopajlardan ve bunun yüzde
65’i ücret ve maaşlardan yapılan stopajdan sağlanıyor. Ücret dışındaki
gelirlerden alınan (zenginlerden) gelir vergisi ve emlak vergisi ise son derece
yetersiz. Dolayısıyla da kentlerde emlak fiyatları hızla artarken bunlardan
alınan vergiler son derece yetersizdir.
İkinci olarak, halk vergi
dışı kamusal fiyatlandırmalarla (elektrik, doğal gaz, su gibi) aslında ciddi
bir mali yük altında. Resmi ve gayrı resmi kullanıcı ücretleri ya da özel
sektöre mahkûm bırakılma; rüşvet ya da “hızlandırıcı ödemeler” ve vergi
kayıpları gibi devlet bütçesine girmeyen gelirler; geleneksel yapılara, dini cemaatlere
vs. devlet bütçesinden yapılan transferler bunlardan bazıları.
Kısaca, kayıt dışı
vergileme fırsat ve teşviklerini azaltmak gerekir. Adaletsiz bir karaktere
sahip kayıt dışı vergiler yerel vergi sistemlerini sadeleştirerek, temel
hizmetlerin finansmanını iyileştirerek ve hem kamu hem de özel sektörü daha iyi
denetleyerek yapılabilir.
Vergi kaçakçılığı, vergiden
kaçınma ve vergi harcamaları
Bütçe politikasının bir
diğer önemli yönü ödenmeyen vergilerle ilgilidir. Bu, vergi kaçakçılığı ve
vergiden kaçınma konusundaki tartışmaları veya bireylerin ve şirketlerin yasal
olarak olması gerekenden daha az vergi ödemek için benimsediği stratejileri
içerir.
IMF tarafından yapılan bir
araştırma, tüm azgelişmiş ülkelerde vergiden kaçınmadan kaynaklanan gelir
kaybının, bu ülkelerin dış yardımda aldığından daha fazla (her yıl yaklaşık 200
milyar dolar) olduğunu tahmin ediyor. (4) Kısaca vergi kaçakçılığı ve vergiden
kaçınma faaliyetleri en aza indirgenmelidir.
Ayrıca vergide adalet,
hükümetler tarafından yasal olarak onaylanan, farklı türlerdeki vergi
indirimleri dahil olmak üzere büyük miktardaki “vergi harcamalarının” eleştirel
bir değerlendirmesini de içermelidir. Çünkü vergi harcamaları genellikle bütçe
dışı tutuluyor ve GSYH'nin birkaç yüzde puanına ve toplam vergi gelirlerinin yüzde
20'sinden fazlasına denk gelebiliyor. (5)
İki yüzlülük
Diğer taraftan, zengin
ülkelerin liderleri vergi kaçakçılığının boyutundan endişe duysalar da ulusal
çıkarlarına hizmet etmenin en iyi yolunun çok uluslu şirketlerin emirlerine ve
gizlilik yargılarının taleplerine boyun eğmek olduğuna ikna olmuş durumdalar. Öyle
ki OECD ülkeleri dünya çapında çok uluslu şirketlere ve en zenginlere yönelik
yıllık vergi kayıplarının yüzde 78'inden sorumludur. En ikiyüzlü ülke ise
denizaşırı topraklar ağı ve “taç bağımlılıkları” ile küresel kayıpların yüzde 39'undan
sorumlu olan Birleşik Krallık’tır. (6)
Diğer taraftan, çok
uluslu şirketlerin ve zengin bireylerin vergiden kaçınması ve vergi kaçırması
(ve buna hoşgörüyle yaklaşılması) devletleri temel vergi kaynaklarından yoksun
bırakır ve böylece insan haklarına doğrudan bir saldırıyı temsil eder. Nitekim
Covid-19 Pandemisi sırasında bu fonların yokluğunda, kemer sıkma programlarının
sürekli saldırısı altında olan yetersiz kaynaklarla virüse karşı savaşan
binlerce sağlık emekçisi hayatını bu yüzden kaybetti.
Ayrıca yeterince vergi
geliri olmadan altyapıyı finanse etmek veya içme suyuna ve hijyene ya da kreşlere
ve bakım evlerine erişim sağlamak da mümkün değildir. Kısaca vergi adaleti
teknik bir uyuşmazlıktan ziyade, insan haklarını geliştirmek için kullanılabilecek
çok önemli bir araçtır.
Vergi reformunda doğru
hedefler
Öncelikle, sadece
ücretlerden alınan değil, diğer gelir kaynaklarından alınan gelir vergileri artırılmalıdır.
Çünkü gelir vergileri artan oranlı vergilemenin en önemli kaynağıdır yetersiz gelir
vergisi tahsilatı ise az gelişmiş ülke vergi sistemlerinin en belirgin zayıflığıdır.
Emlak vergileri
sadeleştirilerek geliştirilmelidir. Tıpkı gelir vergileri gibi emlak vergileri
de az gelişmiş ülkelerde yetersizdir ama politik bir destekle geliştirilmeye en
açık vergi geliri türleridir. Bu vergiler geliştirildiğinde yerel yönetim
hizmetleri de artacağından düşük gelirliler bundan fayda sağlayacaklardır. (7) (Ancak
bunun içi yerel yönetimlerin mali özerkliğinin güçlendirilmesi gereklidir).
KDV temel vergi kaynağıdır
ama düşük gelirliler açısından son derece adaletsiz bir vergi türüdür.
Prensipte ilerici bir kamu harcaması sistemini fonlamada ilerici bir vergi
sisteminin temel faktörü olabilir. Ancak araştırmalar, pratikte KDV’nin
yoksulları ezdiğini ve asla sosyal transferlerle bunun dengelenemediğini ortaya
koyuyor.
Yani kamusal hizmetler
çok kötü durumda kaldığında KDV yoksulluğu artırıyor. Benzer bir durum ÖTV için
de söz konusudur. Bu iki verginin Türk Vergi Sistemi içindeki payı en az yüzde
50’dir. Bu nedenle KDV iyileştirilmeli, ÖTV’nin kapsamı
daraltılmalıdır. Düşük gelirli grupların kullandığı temel mallar ve
hizmetlerden alınan KDV oranı sıfıra kadar düşürülmelidir.
Ancak her şeyden önce
ilerici, adil bir vergi sistemi için kamusal hizmet ve harcamaların niteliğini
ve adaletini geliştirmek gereklidir. Yani adaletli ve verimli bir vergi sistemi
için bu gelirlerin harcanacağı kamu hizmetlerinin ve devlet bütçesinin
işleyişinin adaletli ve verimli olması gereklidir.
Devam edecek…
Dip notlar:
(1)
https://internationalbudget.org/fiscal-futures-putting-the-public-back-into-public-finance
(6 Şubat 2019).
(2)
Agm.
(3)
https://www.brookings.edu/articles/fiscal-politics-the-missing-link-between-fiscal-policy-and-gender-equality
(28 Kasım 2025).
(4)
Ernesto Crivelli, Ruud De Mooij and
Michael Keen, Base Erosion, Profit Shifting and Developing Countries. IMF
Working Paper No. 15/118 (Mayıs 2015).
(5)
Zhicheng Li Swift, “Managing the Effects
of Tax Expenditures on National Budgets”. Policy Research Working Paper; No.
3927. World Bank. http://hdl.handle.net
10986/8449
License: CC BY 3.0 IGO. (19 Haziran 2012).
(6)
Magdalena Sepúlveda, “Tax justice—a
crucial tool to advance human rights”, https://socialeurope.eu (10 Aralık
2021).
(7)
Targets for Equity-Enhancing Tax Advocacy,
https://www.ictd.ac/blog/targets-equity-enhancing-tax-advocacy, (4 Mart
2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder