McKinsey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
McKinsey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2018 Çarşamba

MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ (3) (Borçlandırma emperyalizmin tarihsel sömürgeleştirme yöntemlerinden biridir)


MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ (3)
(Borçlandırma emperyalizmin tarihsel sömürgeleştirme yöntemlerinden biridir)
Mustafa Durmuş

3 Ekim 2018

Kreditörler (alacaklılar) açısından Türkiye’nin Mc Kinsey ile yaptığı anlaşmanın öneminin altını çizmek gerekir. Çünkü faizi hariç 457 milyar dolarlık bir kredi alacağından söz ediyoruz. Batılı bankalar ve diğer uluslararası kreditörler doğal olarak, bu kredilerin (borçların) geri ödenmesini garantilemek istiyorlar.
Tarihe baktığımızda emperyalist finans kapitalin, borçlu ülkeler ödeme zorluğuna girip borçlarını ödeyemediklerinde, değişik yollarla bu alacaklarını tahsil edebildiğini görürüz.

MCKINSEY ‘YENİ OSMANLI’NIN YENİ DUYUN-U UMUMİYE'Sİ
19. Yüzyılda bu tahsilat üç yöntemle yapılırdı: Yüksek faiz oranlarından ödeme yapılabilmesini sağlayacak “Mali Kontrol Komisyonları” gibi araçları devreye sokmak, borçlu ülkeyi fiilen işgal etmek ve borçlu ülkenin denizlerine savaş gemilerini göndererek onu anlaşmaya zorlamak (1).
Bunlardan ilk yöntemin en somut örneği Osmanlı’da kurulan Duyun-u Umumiye Ofisi’dir. Bu uygulama ile toplanan vergi gelirlerinin en az üçte birine Osmanlı’nın dış borçlarına karşılık olarak imtiyaz sahibi alacaklı ülkelerin memurlarınca el konuluyordu (Rosa Lüksemburg, Sermaye Birikimi adlı eserinde bu duruma değinir).
20.Yüzyıldaki mali kontrol yönteminin en güzel örneği ise Versay Anlaşması’dır (2). 1919 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gündeme getirilen Versay Anlaşması ile Almanya’nın, savaş tazminatı olarak 32 milyar dolar (bugünün parasıyla 442 milyar dolar) borç ödemesi kararlaştırılmıştı. 1921-1922 yıllarında bu borçları ödeyebilmek için Almanya para basmaya başlayınca hiperenflasyon ortaya çıktı ulusal parası ciddi olarak değersizleşti. 1924’te ABD, İngiltere ve diğer Avrupalı devletler Almanya’ya yeni bir para birimi oluşturabilmesi için borç vermeyi kabul ettiler ama bunun karşılığında Alman Merkez Bankası’nda ciddi bir kontrol sağladılar. 1953’te ise ABD ve İngiltere Hükümetleri Almanya’nın borçlarının yarısını sildiklerini, kalanının ise Almanya’nın dış ticaret fazlasıyla tahsil edileceğini açıkladılar.

FİİLİ İŞGAL BORÇ TAHSİL YÖNTEMİDİR
İkinci yöntemde borcunu ödemeyen ülkenin ya ekonomisine el konulurdu (1869 yılında Fransa’nın, sömürgesi Tunus’a yaptığı gibi) ya da ülke fiilen işgal edilirdi (1882' de Mısır'ın İngiltere tarafından işgal edilmesi gibi). Üçüncü yöntem ise 1900’lerin hemen başlarında dış borçlarını ödeyemeyen Venezüella açıklarına Batılı devletlerin savaş gemilerini göndermek biçimindeki gibi bir tehditti (3).
20. Yüzyılda yavaş yavaş bu yöntemlerden vazgeçildi. Bu borçların tahsili için IMF gibi kuruluşlar görevlendirildi. Buna rağmen fiili işgal bir kez daha yaşandı. Borçlarını hammadde ile ödemek zorunda bırakılan Almanya birkaç kez bu borcu ödemede güçlüğe düşünce 1923 yılında alacaklarına karşılık olarak kömüre el koymak için Fransız ve Belçika devletleri Ruhr Bölgesi’ne asker göndererek bölgeyi işgal ettiler (4).

MCKINSEY “ULUSLARARASI KRİZ YÖNETİMİNİN” BİR ARACIDIR
IMF’li süreç asıl olarak 1982 yılında Meksika’nın, sonrasında 1989’a kadar onlarca diğer geri bıraktırılmış ülkenin borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmesinin ardından başladı. Bu ülkelerin bir kısım borçları sözde silinirken, yüksek faiz oranlarıyla borçları yeniden yapılandırılırdı. Dahası bu ülkelere Washington Uzlaşması’nın koşulları olan “mali disiplin”, “özelleştirmeler”, “deregülasyon” ve “uluslararası sermayenin serbestçe dolaşımı” gibi düzenlemeler dayatılarak neo-liberal program hayata geçirildi.
Böylece neo-liberal dönemde bu yöntemler daha yumuşak gibi gözüken, ama özünde eski yöntemlerden sömürgeci, yoksullaştırıcı, mülksüzleştirici yanlarıyla temelde bir farklılığı bulunmayan ‘uluslararası kriz yönetimi’ adı altında gerçekleştirilmeye başladı (5).
İşte Türkiye bugünlerde, bir yandan tarihte alacak tahsilinde ilk yöntem olarak karşımıza çıkan adeta yeni bir Duyun-u Umumiye koşullarını yaşarken, diğer yandan IMF üvertürü olarak McKinsey’in sahne alışı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyor.
2015 yılında Yunanistan’a borçlarını yeni kredilerle ödeyebilmesi için dayatılan programın ardında Troyka olarak adlandırılan ve IMF, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası’ndan oluşan bir üçlü çete vardı. Türkiye’deki programın yürütücüsü ise bütünüyle özel sektöre, uluslararası sermayeye ait bir şirket olan McKinsey olacak.

MCKINSEY SIRADAN BİR DANIŞMANLIK ŞİRKETİ DEĞİLDİR
Kısaca emperyalist sermaye açısından McKinsey bir yönüyle, alacaklarının tahsilinde kullandığı bir aracıdır. Bu yüzden de bu şirketin işlevini sıradan bir yönetim danışmanlığına indirgemek büyük hata olur.
Nitekim şirketin işlevinin bunun ötesine gittiği de görülüyor. Öyle ki dünyadaki en şiddetli borç krizi yaşayan ülkelerin başında gelen Porto Riko’nun borç krizini atlatmak, mali disiplin sağlamak ve devlet tahvilleriyle yeni borçlanma yapmak konusunda 50 milyon dolar karşılığında anlaşma yaptığı McKinsey’in grup şirketlerinden birinin (CSS) bu ülkenin borçlanma tahvillerinin önemli bir kısmına sahip olduğu ortaya çıkmıştır (6).
Özetle, Türkiye’yi yöneten iktidar blokunun acil ihtiyacı dış borçları çevirerek bir finansal krizin patlamasını önlemek, emperyalist sermayenin hedefi ise verdiği borçları yüksek faiz oranlarıyla uzun vadeye yayarak geri tahsil etmek. McKinsey tam da bu ikili ihtiyacı karşılayan bir model olarak, IMF’nin sahne almasından önce sahneye çıktı.

TÜRKİYE KAPİTALİZMİNİN KRİZİ SADECE İKTİSADİ DEĞİL
Diğer yandan bu anlaşmanın Türkiye açısından işe yarayıp yaramayacağı tartışmalıdır. Çünkü öncelikle Türkiye'nin krizi sadece iktisadi değil. Türkiye’de politik, sosyal ve ekolojik krizler anlamında çoklu krizler yaşanıyor. Bu önlem olsa olsa ekonomik krizin öncülü olan finansal krize çare olabilir.
Yani ülkede sadece bir borç krizi anlamında finansal kriz riski yok. Aynı zamanda ülke ekonomisi bu yılın ikinci yarısından itibaren resesyona girdi, yani ekonomi küçülmeye, işsizlik artmaya başladı.
McKinsey’in IMF’ye vekâleten uygulatacağı politikalar ise kemer sıkma politikaları. Bu politikalar tarihte tüm örneklerinde görüldüğü gibi belki kur, dış borçların çevrilmesi gibi sorunları hafifletse de ekonomiyi resesyondan çıkartamıyor. Tam tersine resesyonu daha da derinleştirip, işsizliği ve yoksulluğu daha da artırıyor.
Bunun en son iki örneği Arjantin ve Yunanistan’ın son 15 yılda uyguladıkları kemer sıkma politikaları. İlki onca yıldan sonra tekrar bir finansal krize girerken, 2060 yılına kadar borç ödemek zorunda olan Yunanistan hala ekonomik daralma, işsizlik gibi sorunları yaşamaya devam ediyor.

MC KINSEY’İN BAŞARI ŞANSI COCU’LU FENERBAHÇE’NİNKİ KADAR OLABİLİR
Fenerbahçe’ye büyük ümitlerle getirilen Hollandalı teknik direktör P. Cocu nasıl 7 haftada 5 maç kaybettirip takımı neredeyse tarihindeki en kötü durumuna düşürdüyse (14. sıraya), polit büronun lideri konumundaki McKinsey de ülke ekonomisinde benzer sonuçlara yol açabilir.
Çünkü Cocu’nun Fenerbahçe takımının yapısal sorunlarını görmezden gelerek ithal ettiği ve nasıl oynatacağını da tam olarak bilemediği üç-beş futbolcu ile sonuç almaya çalışması gibi, McKinsey de konumu gereği ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarını görmek ve bunları çözmeyi hedeflemek gibi bir vizyona ve amaca sahip değil. Bildiği şey kemer sıkma politikaları tasarlamak.
Yani tıpkı IMF gibi, McKinsey’in önerdiği strateji ya da çıkış yolları kapitalizmin yapısal sorunlarını görmezden geliyor. Doğası gereği kapitalizm karşıtı değiller. Oysa sorunlu olan kapitalist sistemin kendi.
Yani ülkenin sorunları sistemik. Alınan önlemlerle, yapılan düzenlemeler ve iyileştirmelerle ekonomi kısmen toparlanabilse de, söz konusu yapısal sorunlar devam ettiğinden, ekonomi bir süre sonra yeniden krize giriyor. 2001 krizinden 16 yıl sonra Türkiye’nin yeniden daha derin bir krizin içine girmesi bu durumun en somut örneğidir.
Bu yapısal sorunlardan kurtuluşumuzu sağlayabilecek nitelikte radikal ekonomik ve demokratik çözümlere yönelmedikçe, ne Türkiye ekonomisinin, halkının ve emekçilerinin sorunları çözülebilecek, ne de insanımız özgürleşebilecektir.
Doğru tedavi öncelikle doğru tanıyı gerektirir. Konulan tanı yanlış olduğu için McKinsey de doğru tedavi yolu değildir.
……..

(1) Jerome Roos, “The New Debt Colonies”,https://www.viewpointmag.com/2018/02/01/new-debt-colonies (30 September 2018).
(2) 
https://jubileedebt.org.uk/history-of-debt (30 September 2018).
(3) Roos,Agm.
(4) Jubileedebt, Agm.
(5) Ross, agm.
(6) Mary Williams Walsh, “McKinsey Advises Puerto Rico on Debt. It May Profit on the Outcome”, 
https://www.nytimes.com (26 September 2018).




MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ (2) : (IMF’nin Üvertürü olarak McKinsey)


MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ (2) :
(IMF’nin Üvertürü olarak McKinsey)

Mustafa Durmuş
2 Ekim 2018

DIŞ BORÇ KRİZİ İKTİDARI ZORLUYOR
McKinsey'e başvurulmasının asıl nedeni ülkenin içinde bulunduğu dış borç krizi hali. Bunun da iki açıdan ele alınması gerekiyor: Türkiye açısından ve yabancı kreditörler (uluslararası finans kapital) açısından.
Türkiye açısından, 2018 Haziran sonu itibarıyla Türkiye'nin 457 milyar dolarlık dış borç stoku var. Bunun 130 milyar doları kamu kesimine, yaklaşık 327 milyar dolarlık kısmı ise özel sektöre ait. 12 ay içinde ödenmesi gereken dış borç ise 179 milyar dolar (1).
Özel sektörün (hem bankacılık sektörü hem de reel sektörün) dış borçları çevrilmesi çok zor bir düzeye geldi. Çünkü özellikle de reel sektörde işler iyi gitmiyor. Üst üste büyük şirketlere ait konkordato haberleri geliyor.
Bu çok ciddi bir durum. Bu şirketlerin büyük bir kısmı, özellikle de döviz cinsinden olan borçlarını ödeyemiyorlar, ya da ödemekte zorlanıyorlar. Muhtemelen önümüzdeki aylarda bu gelişmenin bir yansıması olarak şirket batışları da artacak.
Bu durum, yüksek döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik ve bu yılın ikinci yarısından itibaren negatif büyümeye (küçülme) dönen bir ekonomi altında büyük bir çöküş anlamına geliyor. Bunun da çok ciddi siyasal sonuçları olduğunu tarihteki örneklerinden biliyoruz.

ÖZEL BORÇ KAMUNUN SIRTINA YIKILIYOR
Bir başka anlatımla, mali disipline başvurmanın nedeni derinleşen ekonomik kriz altında artan iflaslar, konkordato ilanlarıyla özel sektörün (bankalar dahil) dış borcunun giderek devlet tarafından üstlenmek zorunda kalınacağı gerçeği.
Yani sadece verilmiş olan garantiler ya da koşullu, koşulsuz yükümlülükler nedeniyle değil, şirketlerin borçlarını ödeyememeleri nedeniyle de an azından büyüklerin dış borcu devletin borcuna dönüşüyor.
Bir süredir cari açığı hazine borçlanması ile finanse eden devlet artık dış borçları da üstleniyor. Bu da son tahlilde tüm bu yükün halkın sırtına bineceği anlamına geliyor.
Üstelik artık ülke iktisadi olarak yönetilemez bir hale geldiğinde bu siyasal iktidarın ayakta kalma imkânını ortadan kaldıracaktır. İşte dış borçların neden olduğu ekonomik ve siyasal kaygılar siyasal iktidarı uluslararası sermayenin sözcülerinden biri olan McKinsey ile anlaşmaya zorunlu kılıyor.

IMF’NİN ÜVERTÜRÜ OLARAK MCKINSEY
McKinsey neler yapacak? Örgüt özel ve kamu sektörüne dönük olarak yaptığı çalışmalar sonucunda verimlilikleri artırdığını, böylece de daha düşük maliyetle daha fazla hâsıla üretilmesini sağladığını ileri sürüyor (2).
Bunun Türkçesi halka dönük kamu harcamaları daha da kısılacak, alınan vergiler daha da artırılacak, enerji başta olmak üzere temel mal ve hizmetlere sürekli zamlar yapılacak, kamuda yeni istihdam pratikleri uygulanacak, esnek çalışma yaygınlaştırılarak ve personel çıkartılacak demektir.
Böylece de kamu sektöründe verimlilikler artırılmış olacaktır. Bu işler McKinsey’in onlarca yıldır en iyi yaptığı ve bildiği işler. Bu nedenle de bunu ön plana çıkartarak pazarlıyor.
Ayrıca iktisatçı U. Gürses’in yazdığı gibi (3), ayağının tozuyla yaptığı işler arasında İşsizlik Sigortası Fonu’na, Halk Bank, Vakıfbank ve Eximbank’ın yaklaşık 11 milyar liralık tahvilini satın aldırarak işçinin parasını kullandırmak gibi cinlikler de olabilir.
Yani McKinsey, bizlerin vergisinden kendine ödenecek büyük paralar karşısında bizlere kemer sıktıracak. Böylece borçları geri ödeyebilmek için gerekli olan ekonomik artığın yaratılması konusunda iktidara yardımcı olurken, borçların geri ödenebileceği garantisini ve güvenini de uluslararası sermayeye vererek, iktidarın yeni yabancı kaynak bulmasına yardımcı olmaya çalışacaktır.

GÜVENLİK HARCAMALARINDA TASARRUF YOK
Ancak kurum pek çok alanda verimlilik artışını gündeme getirirken güvenlik alanına hiç girmiyor. Bu demektir ki devletin güvenlik harcamaları ve bürokrat ve siyasetçilerin lüks harcamaları kısılmayacak, çok sayıda polis ve asker gibi kolluk görevlisi alımına devam edilecek ama kemerler halka sıktırılarak bir ekonomik fazla yaratılacak ve böylece 5-10 yıl içinde bu borçların geri ödenmesi sağlanacak.
Bu durum aslında ideolojik olarak tepki duyulan IMF’nin kurum olarak bypass edilirken, ona ait kemer sıkma programının, vekâleten bir özel sermaye şirketi aracılığıyla uygulattırılmasından başka bir şey değil.
Bir başka anlatımla McKinsey bir tür IMF öncesi işlevi görecek, IMF’nin sahne alması öncesindeki üvertürü üstlenecektir. IMF’ye doğrudan gidilmemesinin nedeni ülkede IMF’ye yönelik olarak haklı bir tepkinin varlığı ve şu ana kadar siyasal iktidarın “IMF’ye borç bile verdik” biçimindeki söylemleri.
Bu söylemler ortada iken IMF ile yapılacak yeni bir kredi (Stand By) anlaşmasını iktidar partisinin tabanına anlatılması zor olacaktı.
Kaldı ki IMF açısından da yeni borç verilmesini sağlamak için anlaşma yapılmasının garantisi yoktu. Çünkü Avrupa ülkeleri ve ABD ile sorunlar devam ediyor ve bu ülkelerin olası bir kredi anlaşmasını veto etme hakları var.
Bu yüzden de McKinsey ile yapılan anlaşma bir tür IMF'ye doğrudan gitmeksizin IMF programının uygulanması için uygun zemini hazırlayacak bir özel sermaye kuruluşu işe başlama anlaşmasıdır. Bazı yorumcuların anlaşmayı “ülkeye kayyum ataması” (4) olarak yorumlamasının nedeni de budur.

..devam edecek: “Dış borçlar emperyalizmin sömürgeleştirme yoludur!”

……..

(1) Türkiye Brüt Dış Borç Stoku, https://www.hazine.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri (28 Eylül 2018).
(2) McKinsey Center for Government, Government Productivity, Discussion Paper, (April 2017).
(3) 
https://t24.com.tr/…/ugur-gurses-sordu-mckinseyin-ilk-isi-n… (30 Eylül 2018).
(4) 
https://www.gazeteduvar.com.tr/…/mckinsey-olayi-alacaklilar… (29 Eylül 2018).




MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ (1)


MCKINSEY, ‘YENİ REJİM’ VE EKONOMİK KRİZ (1)
Mustafa Durmuş
1 Ekim 2018

Kısa bir süre önce “Yeni Ekonomi Programı” açıklandı. Bu programın bir parçası olarak “Maliyet ve Dönüşüm Ofisi” adında bir yeni bir ofis kuruldu.
Bu ofis, sayısı yeni rejimde 16 olarak belirlenen bakanlıkların yetkililerinin bir araya gelerek ülkede uygulanacak ekonomi politikalarının belirledikleri bir tür polit büro gibi çalıştırılacak. Bakanlıkların bütçeleri, yatırım kararları, izlenecek maliye ve para politikaları gibi son derece önemli ekonomi-politik kararların bu ofis bünyesinde alınması bekleniyor.
Devletin tepesinde böyle bir ofisin kurulması, yeni rejim altında sadece siyasi kararların değil, ekonomik kararların da tek elden alınacağı, temsili demokrasi altındaki kararlara katılım mekanizmalarının dahi dışarda tutulacağı anlamına geliyor.

 OLİGARŞİ GÜÇLENDİRİLİYOR
Bu ofisin kurulmasının hemen ardından McKinsey ile yapılan anlaşma ile taşlar yerine oturmaya başladı. Çünkü bu ofiste liderlik, kontrol-denetim görevi bu uluslararası kuruluşa bırakıldı.
Bu işleve uygun olarak McKinsey kendi raporlama, izleme, denetleme sistemlerini uygulamaya geçirecek. Böylece ülke ekonomisine ait tüm veriyi, bilgiyi toplayıp, işleyecek ve buradan hareketle bu 16 Bakanlık için (muhtemelen diğer kurumlar için de geçerli olacak) yeni stratejiler geliştirip, yol haritaları hazırlayacak.
Yani McKinsey’in işi sıradan bir yönetici danışmanlığını fazlasıyla aşan bir iş olacak. Ofisin, dolayısıyla da ekonominin kontrolü bu kurumun elinde olacak.
Böyle bir anlaşmanın bir takım siyasal ve ekonomik sonuçları olacaktır. Öncelikle oligarşik yönetim biçimi güçlü bir biçimde ortaya çıkıyor. Yani iktidarın biçimlendirilmesi işi artık parlamentonun, bakanlıkların ya da bir zamanlar ileri sürüldüğü gibi (asla hayata geçmeyen) “yönetişim” anlayışına uygun olarak sivil toplum örgütlerinin de geniş katılımıyla değil, dar bir grubun inisiyatifine bırakılıyor. Bırakın kararlara en geniş demokratik katılımı, bakanlıkların dahi artık söz sahibi olamayacağı anlaşılıyor.
McKinsey’in bu yapıya dâhil edilmesiyle (bizim gibi ülkelerde emperyalizmin içsel bir olgu olduğu gerçeği dikkate alındığında) ‘yeni rejim’de oligarşinin bu ayağı sağlamlaştırılmış oluyor. Böylece McKinsey’in yönlendiriciliği altında bu yapılanma ekonomik anlamda (dolayısıyla da siyasal anlamda) hayatımızda belirleyici olacak.

MCKINSEY YABANCI YATIRIMCI İÇİN GÜVEN SAĞLAMA ARACI
İktidarın McKinsey ile anlaşarak, istikrar arayan ama yüksek getirisinden de vazgeçmeyen uluslararası finans kapitale güven vermek istediği anlaşılıyor. Zira böyle bir oligarşik yapılanma altında bu kesimlerin talepleri çok daha kolay ve çok daha hızlı gerçekleştirilebilecektir.
Aslına bakılırsa, gelinen nokta itibariyle ciddi düzeyde dış borç stoku ve kısa vadeli dış borç ödemesi olan, dolayısıyla bir borç krizinin içinde olan, döviz kuru sürekli yükselen, bu arada enflasyonu hızla yükselirken, ekonomisi resesyona giren, CDS’leri rekor düzeye çıkarken, kredi notu sürekli olarak düşürülen ülkeye yabancı yatırımcıların gelmekte tereddüt etmeleri, tersine çıkışlarının hızlanması son derece normal. İşte böyle bir momentte siyasal iktidarın dışarıyla güven tazeleyici işler yapmaktan başka çaresi yok.
Bu çerçevede uluslararası finans çevrelerine “bakın sizin tanıdığınız, sizin işbirliği yaptığınız ve milyarlarca dolarlık cirosu olan, alanında uzman bir firma ile çalışacağız, bize güvenebilirsiniz” mesajı verilmeye çalışılıyor.

“DIŞ GÜÇLER” İDDİASI BOŞA DÜŞTÜ
Diğer taraftan bu kararın siyasal iktidar açısından ortaya çıkartacağı bazı sorunlar da söz konusu. İlk olarak, şu ana kadar Türkiye ekonomisinde ortaya döviz kuru krizi başta olmak üzere tüm olumsuzlukların sebebi olarak sürekli bir biçimde “dış güçler” gösterildi. Özellikle de ABD kastedilerek, Batının döviz kurlarını manipüle ettiği, Türkiye’ye karşı bir ekonomik bir savaş açtığından söz edildi.
McKinsey kararı ile bu dış güçlerin merkezinde olan, onların akıl babalığını yapan bir kuruluş ile anlaşma yapılması öncelikle bu dış güçler iddiasını çürüten bir gelişme. Çünkü bu suçlamayı yapanlar, dış güçlerin en önemli temsilcilerinden biri ile muhtemelen en az üç yıllığına bir anlaşma yaptılar.
Hatta ekonominin yönetiminden sorumlu bakanlıkların tüm planlamaları ve denetimleri de artık “dış güçlerin” en önemli temsilcisine bırakılmış oldu. Üstelik devlete ait en gizli bilgilerin de bu dış güçlerin ellerine bu şirket aracılığıyla geçmesi tehlikesi söz konusu. Nitekim bir politikacı bunun ekonominin kozmik odasının ele geçirilmesi olarak nitelendirdi (1). Bu gelişme aslında devlet yönetiminin özelleştirilmesinin de uç örneklerinden birini oluşturuyor.
Sayıştay’a dahi verilmeyen böyle bir yetkinin ya da böyle bir makro planlama ve izleme, denetleme işinin ülkedeki üniversitelerin ekonomi bölümlerinde yüzlerce ekonomist öğretim üyesi varken yabancılara verilmesi de “yerli ve milli” olma iddiasını çürütüyor.
İşin bazı siyasal İslamcı yazarları dahi rahatsız eden bir de ticari boyutu da var. Çünkü bu tür şirketler çok yüksek paralar karşılığında hizmet verirler, yani bunlara danışmanlık hizmeti karşılığında on milyonlarca dolar ödenir.
McKinsey Türkiye'de yeni bir şirket de değil aslında. Yıllardır özelleştirme idaresinin danışmanlığını yaptı. 2001 krizinde banka batışları sonrasında bu bankaların özelleştirilmesinde danışmanlık yaptı, hali hazırda çok sayıda özel şirkete danışmanlık hizmeti veriyor. Çok ciddi bir cirosu var. Şimdi bu ciro daha da büyütülecek. Ve bu şirketin Türkiye’de iki ofisi var ve bunlardan birinin başında eski bir AKP’li bakanın damadı olduğu ileri sürülüyor (2). Yani beklendiği gibi böyle şirketler bu tür siyasal destekler olmadan böyle büyük işleri alamazlar.
Ayrıca “hepimiz aynı gemideyiz” diyerek her kesimden kemerleri sıkarak fedakârlık yapılmasının istendiği, ülkenin bu denli büyük ekonomik zorluklar içerisinde olduğu bir dönemde böyle yüksek bedeller ödemeyi göze alarak bir anlaşma yapmanın adaleti nerede?
  
MCKINSEY’E NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?
Gerçi geçmişte istifa ettirilen dört bakanın Zarrab ile kurduğu yakın ilişkilerden “bal kavanozu tutanın bal yaladığını” bir kez daha görmüş olsak da, bu anlaşmayı sadece siyasal iktidara yakın birilerinin yüksek düzeyde havadan kazanç sağlamak için yapılmasına indirgemek doğru olmaz.
Bu anlaşmanın asıl olarak ülkenin “madendeki kanarya” konumundaki dış borç krizi ile ilgisi var. Hatırlanacağı gibi, Yeni Ekonomi Programı’nda sıralanan üç amaçtan birinin mali disiplininin sağlanması olduğu belirtilmişti (3).
“Mali disiplin” kamu maliyesi alanında disiplin sağlamak demektir. Yani kamusal alanda bir “ekonomik fazlanın/artığın ya da “net tasarrufun” yaratılması demektir.

RESESYON ORTAMINDA MALİ DİSİPLİN GEREKLİ Mİ?
Peki, şu anda ekonomide acilen sağlanacak bir mali disipline ihtiyaç var mı? Bunun yanıtını bütçe açığına bakarak verebilmek mümkün. Türkiye'de bütçe açığı (geçen yıllara göre giderek artmakta olsa da) hala Maastrich Kriteri olan yüzde 3’ün altında seyrediyor. Yani ciddi bir bütçe açığı yok.
O halde ekonomi resesyona girmişken, bütçe açığı yönetilebilir bir durumdayken neden böyle bir bütçe disiplini/mali disiplin üzerinden bu disiplini örgütleyecek, denetleyecek olan bir ofis kuruluyor ve bu kurulacak ofisin de yönetimi, denetimi böyle bir uluslararası kuruluşa veriliyor?
McKinsey’in bazı raporlarına göre (4), örgüt mali disiplini sağlamak için kamu kesiminde verimlilikleri arttıran çalışmalar öneriyor. Bu bağlamda yüksek mali açığın (harcama-vergi açığı) varlığından hareketle kamu harcamalarını kısacak, vergi gelirlerini arttıracak düzenlemelerle, açığın kapatılacağını, böylece de kamuda verimliliğin artırılacağını ileri sürüyor.
Türkiye'de ise bu tanıma uyacak (en azından şimdilik) böyle bir tablo yok. Türkiye'deki bütçe açığı diğer ülkelerle kıyaslandığında hala çok düşük. O halde mali disipline, bunu da denetleyecek bir uluslararası kuruma neden ihtiyaç var?
Kaldı ki böyle bir açık varsa bunu yerli ve milli unsurlarla yapamayacak kadar geri kalmış mıyız? Ülkenin buna uygun bürokratı, akademisyeni mi kalmadı artık?

…Devam edecek: "Dış borç krizi iktidarı zorluyor"
……………
(1) http://www.cumhuriyet.com.tr/…/Faik_Oztrak__Yeni_kozmik_oda… (1 Ekim 2018).
(2) https://odatv.com/ekonomi-mckinsey-sirketine-emanet (27 Eylül 2018).
(3) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Yeni Ekonomi Programı, Dengelenme-Disiplin-Değişim 2019-2021.
(4) McKinsey Center for Government, Government Productivity, Discussion Paper, (April 2017).


Formun Üstü