Bu yılki “Dünya Barış Günü” diğer
yıllardakinden neden daha önemli?
Mustafa Durmuş
4 Eylül 2025
1939 yılında 1 Eylül günü Alman orduları Polonya’ya
karşı saldırıya geçerek işgali başlattıktan sonra Polonya’da tarihin en büyük
katliamları yaşandı. Bunu hatırda tutarak savaşlara karşı çıkmak için 1 Eylül
günü dünya çapında ‘Dünya Barış Günü’ olarak anılıyor. Birleşmiş Milletler ise
21 Eylül’ü (2002 yılından beri) “dünya barışına ve özellikle insani yardım
erişimi için bir savaş bölgesinde geçici bir ateşkesin neden olabileceği gibi
savaş ve şiddetin olmamasına adanmış bir gün” olarak kutluyor.
Bu yılki Dünya Barış Günü, dünyayı ve özgün bir
biçimde Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu yakından ilgilendiren bazı gelişmelerden
dolayı önceki yıllardakinden çok daha önemli.
Bu yıl Dünya barışı için neden daha önemli?
İlk olarak,
dünya hiç olmadığı kadar topyekûn bir üçüncü paylaşım savaşına doğru gidiyor. ABD
Başkanı Trump’ın ikinci kez işbaşına gelmesinden bu yana, ticaret savaşlarının
yanı sıra, ABD’nin izlemekte olduğu militarist-savaşçı politikalar ve İsrail’in
ABD ve batılı diğer emperyalist devletlerin desteğini alarak Gazze’yi işgal
etmesi ve yayılmacılığını Suriye içlerine kadar sürdürmesi bunun kanıtlarından
bazıları.
Bir diğer kanıt askeri harcamalardaki devasa artışlar.
ABD ve müttefiklerinin askeri söylemlerinin yanı sıra bu yöndeki harcamaları da
hızla artmaya devam ediyor.
Askeri harcamalarda 1 trilyon dolarlık
artış!
ABD'nin baskısı altında NATO ülkeleri askeri
harcamalarını 2035 yılına kadar milli gelirlerinin yüzde 5'ine yükseltmeyi tartışmasız
bir biçimde resmen kabul ettiler. Bu ülkeler toplamda şu anda savaş için yılda 2,7
trilyon dolar harcıyor. Yeni kararla birlikte bu rakam 3,8 trilyon dolara
yükselecek ki bu da önceki yıllara kıyasla 1 trilyon dolar daha fazla demek. Bu
gelişmenin zorunlu bir sonucu olarak (artan silah üretimi ve alımlarını karşılayabilmek
için), sosyal harcamalar kısılacak, yani halka kemer sıktırılacak. Diğer bir
deyişle, Avrupa ve ABD savaş ve kemer sıkma yolunu seçti. Bu, emperyalistlerin önümüzdeki
dönem için dünyaya vaat ettikleri şeydir. (1)
Savaş bütçelerinin iki katına çıkartılması büyük
ölçüde ABD'nin F-35 nükleer kapasiteli savaş uçakları gibi Amerikan silahlarını
tedarik etmek için gerekli olacak. Avrupa'nın ayrıca ABD'nin Ukrayna'ya tedarik
edeceği Patriot füzelerini de finanse etmesi bekleniyor.
Kısaca bu eylemler ABD için somut faydalar sağlıyor.
2024 yılında ülkenin silah ihracatı 318,7 milyar dolara ulaşırken, Ukrayna'daki
çatışma 2015-2019 ve 2020-2024 yılları arasında Avrupa'ya yapılan satışlarda
yüzde 233'lük bir artışa katkıda bulundu. SIPRI verilerine göre ABD şu anda küresel
silah ihracatının yüzde 43'ünü gerçekleştiriyor. Ticaret cephesinde, yeni
gümrük vergileri haziran ayında federal hükümete 100 milyar dolar kazandırarak
tüm vergi gelirlerinin yüzde beşini oluşturdu ve ABD'nin ticaret açığını
ortadan kaldırdı. (2)
Türkiye’de 2,5 katlık bir silahlanma
artışı
Türkiye’ye gelince, bu karar ile Türkiye, mevcut yüzde
2,09’luk payı yüzde 5,0’a yükselteceğinden, yıllık 22,8 milyar dolar olan
savunma harcamalarını 47 milyar dolar artırarak 70 milyar dolar seviyesine
çıkaracak. (3)
NATO bünyesindeki böyle bir askeri yığınağın sadece
Rusya ve Çin'e yönelik olduğu düşünülmemeli. Bu silahlar (gerektiğinde) her
ülkedeki işçi sınıfını ve diğer ezilenleri de susturmak için kullanılacaktır.
Dahası, askeri harcamalardaki bu artışların neden olduğu faturayı, bu
savaşlardan kâr ve siyasal rant sağlayanlar değil, yoksul halklar ödeyecektir.
Çünkü eğitim, sağlık, kalkınma ve yoksulluk yardımları gibi sosyal hizmetler ve
işçi sınıfının yaşam standartları da bundan büyük zarar görecektir.
Dünya barışı tehlikede
Kısaca, bu askeri harcamalar ve artan militarizm ortada
iken dünya halkları arasında barış ve devletler arasında diplomasi beklemek beyhude
bir çaba. Bu nedenle de dünyanın ayağa kalkması ve barış ve kalkınma temelli
alternatif bir yol çizmesi gerekiyor. Yani önümüzde iki seçenek var: kemer
sıkma- savaş ve kalkınma- barış. Kaynaklarımızı ya savaşa ya da barışa ya savaş
araçlarının üretimine ve satın alımına ya da kalkınmaya ve yoksulluğun
azaltılmasına ayıracağız. Çünkü silahlarla barış olmadığı gibi füzelerle de
kalkınma olmaz.
Bu bir siyasal tercihtir. Bu tercihteki sessizliğimiz
silahlara, füzelere ve savaşa yol açar; sesimiz ise başkalarının sesleriyle
birlikte yeterince yüksek çıkarsa, bizi barışa ve kalkınmaya, alacakaranlıkta
korkusuzca oynayan çocukların kahkahalarına götürebilir. (4)
İklim değişikliği savaş ve faşizme yönelim
sebebi olabilir!
İkinci olarak, “geri
dönüşü olmayan bir iklim felaketinin eşiğindeyiz. İklim değişikliği küresel
gıda güvenliğini ve tarımsal üretimi tehdit ediyor. Bu hiç şüphesiz küresel bir
acil durumdur. Dünya üzerindeki yaşamın dokusunun büyük bir kısmı tehlike
altında. İklim krizinin kritik ve öngörülemez yeni bir aşamasına adım atıyoruz.
Uyarılara rağmen hala yanlış yönde ilerliyoruz; fosil yakıt emisyonları tüm
zamanların en yüksek seviyesine çıktı, 2024 yılının temmuz ayında şimdiye
kadarki en sıcak üç gün yaşandı ve mevcut politikalar bizi 2100 yılına kadar
yaklaşık 2,7°C en yüksek ısınmaya doğru götürüyor. Trajik bir şekilde, ciddi
etkilerden kaçınmakta başarısız oluyoruz ve artık yalnızca zararın boyutunu
sınırlamayı umabiliriz. İklim etkileri arttıkça, dünyanın dört bir yanında eşi
benzeri görülmemiş felaketlere ve insani ve insan dışı acılara yol açan
tahminlerin acımasız gerçekliğine tanık oluyoruz. Kendimizi, insanlığın varoluş
tarihinde daha önce hiç karşılaşılmamış vahim bir durum olan ani bir iklim
değişikliğinin ortasında buluyoruz. Şu anda gezegeni, bizim ya da homo cinsi
tarih öncesi akrabalarımızın hiç tanık olmadığı iklim koşullarına getirdik”.
Yukarıdaki tespitler, Bioscience Dergisinde yayınlanan
ve 'insanlığı artan tehditlere karşı uyarmanın bizim ve kurumlarımızın ahlaki
görevi' olduğunu düşünen 14 saygın iklim bilimcinin kaleme aldığı bir makalenin
(5) açılış paragrafında yer alıyor.
Makale, gezegenin yaşamsal belirtilerindeki son
eğilimleri analiz ediyor, iklimle ilgili son felaketleri gözden geçiriyor ve
iklim sorunları yelpazesinin (örneğin insan nüfusunun büyüklüğü ve tüketimi,
enerji, ormanlar, mercanların beyazlaması, sosyal adalet, geri besleme
döngüleri ve devrilme noktaları ve toplumsal çöküş riski) kısa özetlerini sunuyor.
İklim krizi ve sosyal gerilim
Keza Global Sustainability Dergisinde yayınlanan bir araştırma
(6) artan eşitsizlik ve çevresel zararın, hükümetlerin iklim değişikliği gibi
varoluşsal tehditleri ele alma kabiliyetlerini zayıflatan tehlikeli bir geri besleme
döngüsü yarattığını ortaya koyuyor. Araştırma, bu yüzyılın geri kalanı için
birbirinden tamamen farklı iki senaryo ortaya koyuyor: "Çok Az Çok
Geç" senaryosunda, mevcut ekonomik politikalar eşitsizliği artırmaya devam
ederken, küresel sıcaklıklar 2°C'yi aşıyor ve araştırmacıların "giderek
daha gri ve daha parçalanmış bir dünya" olarak tanımladığı durumu
tetikliyor.
Araştırmada bir “sosyal gerilim endeksi” ve bir “refah
endeksi” birbirine entegre biçimde kullanılarak, iklim senaryolarında sosyal
dinamiklerin önemi ortaya koyuluyor.
Böylece, seçkinler daha da öne çıkarken, sıradan insanlar yaşam
standartlarının durgunlaştığını hissettiklerinde, sosyal gerilimlerin dramatik
bir şekilde yükseldiği görülüyor. Ortaya çıkan böyle bir güven erozyonu, 3°C'yi
aşan sıcaklıklara, yaygın ekolojik çöküşe ve iç bölünmelere ve toplumların
yönetilememesine neden oluyor. Araştırmacılar bu gidişatı "insanlık için
birbiriyle bağlantılı bir dizi felaket" olarak tanımlıyor.
Özetle, bu araştırmanın zamanlaması, mevcut küresel
politikaların 2100 yılına kadar 3,1°C ısınmaya işaret etmesi ve hemen olağanüstü
önlemler alınmazsa dünyayı distopik bir yörüngeye oturtacak olması nedeniyle
özellikle önemli. Araştırma, eşitsizlikleri
azaltmanın ve sosyal güveni yeniden inşa etmenin, iklim değişikliğini etkili
bir şekilde ele almak için gereken siyasi uzlaşmanın ön koşulları olabileceğini
öne sürüyor.
Oligarşi iklim krizi nedeniyle
saldırılarını daha da artıracak
Dahası, iklim krizi oligarşilerin demokrasiye sırt
çevirmesinin en büyük nedenlerinden birini oluşturuyor. Çünkü egemen sınıflar
iklim felaketlerinin kitlesel göçü, gıda kıtlığını, ekonomik istikrarsızlığı ve
kaynak savaşlarını tetikleyeceğini biliyor. Krizi çözerek değil aksine özel güvenlik
güçlerine, yeraltı sığınaklarına ve protestoları ve iklim mültecilerini
bastıracak otoriterleşmeye yönelerek kitlesel huzursuzluklara hazırlanıyorlar.
(7)
Barış Türkiye ve Ortadoğu coğrafyası için
her zamankinden çok daha önemli
Bu yılki dünya barış gününün Türkiye ve Ortadoğu
bölgesi açısından önemi çok daha büyük. Zira bir yandan 2015 yılında aniden ortadan
kaldırılan “barış ya da çatışmasızlık süreci” bir süredir başka bir adla tekrar
yürütülüyor. Bu amaçla silahlar yakıldı, örgüt feshedildi. TBMM’de bu konu ile
ilgili bir komisyonun kurulması taraflarca büyük bir adım olarak
nitelendiriliyor. Böylece yüz yılı aşan bir geçmişe sahip olan Kürt Sorununun
demokratik yollarla çözüme kavuşturulması (en azından Kürtler tarafından) umut
ediliyor.
Ancak süreç hala bıçak sırtında ilerliyor zira gerekli
olan hukuksal düzenlemeler hala yapılmadığı gibi, kısa süre içinde yapılacağına
dair işaret de mevcut değil. Devlet, ileriye dönük anayasal bir adım atmak
yerine, bölgeyi ve çevresindeki alanları militarize etmeye öncelik vermeye ve militarist
bir dil kullanmaya devam ediyor ve birçok bölgede çatışmalar sürüyor. Devletin
Rojava’ya ve PYD-SDG’ye ilişkin olarak söyledikleri ve zaman zaman sürdürülen
operasyonlar kalıcı bir barış umudunu giderek zayıflatıyor.
Hangi hükümetle barış yapacağınızı seçemezsiniz. Bu
iktidar sağcı ya da solcu olabilir. Kolombiya'da barış sağcı bir hükümetle
yapıldı. Ancak barış sürecinin ve bir halkın özgürlüğü meselesinin anayasal
koruma altına alınması konusunda ısrarcı olabilirsiniz ve olmalısınız. Türkiye
uzun zamandır darbelerin ya da sağcı ve aşırı sağcı partilerin egemenliği
altında yönetiliyor. İster Kemalistler ister İslamcı muhafazakârlar ya da aşırı
milliyetçiler olsun, bu aktörler her zaman gerçek gücü ellerinde tuttular.
CHP’ye yönelik operasyonlar arttı
Barış ve demokratikleşme sürecini sabote etmeye
yönelik bir diğer saldırı ülkenin birinci partisi konumuna gelmiş bulunan
CHP’nin seçimle kazandığı belediyelere yönelik olarak yapılan operasyonlar, muhalif
belediye başkanları ve bürokratlarının tutuklanması, buralara atanan kayyımlar.
Dahası iktidar bloku artık saldırılarını doğrudan CHP’nin örgütlülüğüne
yöneltmiş durumda. Yargı eliyle İstanbul İl Başkanlığına atanan kayyım ve
İstanbul İl Başkanı hakkında açılan dava bunun örneklerinden sadece biri.
Bu yüzden de eğer barış ve demokratik toplumun inşası
gerçekten hedefleniyorsa artık devlet adım atmalıdır: Bölgeyi askerden
arındırmalı, ardından iktidar tarafından atanan kayyum uygulamasına son vermeli
ve siyasi tutukluları serbest bırakmalıdır. Devlet her anlamda askeri güç
kullanımından vazgeçmelidir. Şiddetsiz bir ortamı garanti altına almak için
acil adımlar atılmalıdır. Uluslararası delegasyonların, kurumların ve
aktörlerin katılacağı uluslararası bir barış konferansının bu sürece büyük
katkı sağlayabilir.
Devlet tarafından atanan kayyumların kaldırılması,
koruculuk sisteminin lağvedilmesi ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra
çıkarılan ve olağanüstü hali andıran yasaların kaldırılması da hayati önem taşıyor.
En önemlisi, silahların susmasıyla başlayan çatışma sonrası dönemin anayasal
güvence altına alınması, Türkiye tarihindeki en anlamlı demokratik tepkilerden
biri olabilir. Bu noktadan sonra süreç kaçınılmaz olarak dil hakları, kimlik,
eşit vatandaşlık ve ademi merkeziyetçi bir yerel yönetim modeli gibi daha geniş
taleplere doğru evrilebilir. (8)
Oysa şu anda bunların hiçbirinden eser yok. Durum bu olunca
ülkede barışın (demokratikleşme olmaksızın) nasıl inşa edileceği konusu haklı
olarak son derece tartışmalı bir hale geliyor. Barış talebinin yeterince toplumsallaşmamasının
nedenlerinden biri işte atılması gereken bu adımların atılmaması.
Devlet otoriter iktidarından vazgeçmeyi
reddederse ne olur?
Diğer yandan, Kürtlere güvenerek demokratikleşme
yolunda adım atmak ve barışın yükünü sadece Kürtlerin omuzlarına yüklemek
sorunu saptırmak anlamına gelebilir. Asıl risk şu soruda yatıyor: Devlet
otoriter iktidarından vazgeçmeyi reddederse ne olur? Yeniden savaş mı? Bu
felaket olur ve geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş olur.
Bunu önlemek için Kürt Sorununun Kürtleri aşıp Türk
toplumu içinde zemin bulması gerekiyor. Kürt halkı zaten sürecin farkında ve
kendi örgütlü gücüne dayanarak silahsızlanma aşamasını dikkatle izliyor. Bu
nedenle iktidarın elinde bir şantaj aracına dönüşen barış meselesini onun
elinden alıp toplumsal bir meseleye dönüştürmek gerekiyor. Aynı zamanda Türkiye
kamuoyunun da bu sürece dahil edilmesi gerekiyor. Kürt meselesini
"terör", “çatışma ve nefret” bağlamından çıkartıp yeni bir siyasi
sürece oturtmak acil bir ihtiyaç alanı olarak görünüyor. Bugün Türk
entelektüellerinin topluma barışı anlatmak ve barışın inşasına yardımcı olmak
gibi riskli ama hayati bir sorumluluk taşıdığı açıktır. Bu sorunlar şimdi cesur
bir ırkçılık karşıtı tavırla ele alınmazsa, ne zaman ele alınacaktır? Uzun
süredir darbeler, şiddet ve ırkçılık gerçekliği içinde var olan Türk Solu,
hiyerarşik üslubunu, başkalarına tepeden bakma alışkanlığını terk etmeli ve bu
süreci güçlü ve anlaşılır bir şekilde açıklamaya başlamalıdır. (9)
Sonuç olarak
Kürt Sorununun çözümüne katkıda bulunmak ve toplumsal
barışın inşasına yardımcı olmak, barışın toplumun her kesimine yayılmasına da ülkenin
demokratikleşmesine ve kalkınmasına da yardımcı olacaktır. Çünkü bu süreç, bu
savaş ekonomisi en çok işçileri ve yoksulları vuruyor. Gerçekte barış, aynı
zamanda bir sınıf meselesidir. Kalıcı bir barış ve demokratikleşme ortak bir ekonomik
demokrasinin yaratılmasına da katkıda bulunacaktır.
Dip notlar:
(1) https://thetricontinental.org/newsletterissue/peace-development-nato-brics
(17 July 2025).
(2) https://www.socialeurope.eu/americas-systemic-chaos-strategy-europe-must-forge-a-new-path
(16 July 2025).
(3) https://www.sozcu.com.tr/erdogan-dan-trump-a-47-milyar-dolarlik-soz
(24 Haziran 2025).
(4) https://thetricontinental.org/newsletterissue/peace-development-nato-brics
(17 July 2025).
(5) Peter
Sainsbury, https://johnmenadue.com/environment-the-future-of-humanity-hangs-in-the-balance
(24 November 2024).
(6) https://scienceblog.com/two-futures-face-humanity-social-collapse-or-global-leap
(4 July 2025).
(7) https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/why-are-oligarchs-turning-to-authoritarianism
(24 July 2025).
(8) Engin
Sustam, https://links.org.au/politically-conscious-kurdish-society-emerging
(4 Haziran 2025).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder