ULUSLARARASI FİNANS KAPİTALİN YENİ
TİCARET VE YATIRIM REJİMİ (II)
Mutlak
Kapitalizm
Mustafa Durmuş
Temmuz 2015
Bu anlaşmaların birbirinden farklı yanları olsa da her
üçünün de ortak özelliği olan bazı önemli hususlar söz konusu. Dolayısıyla da
beklenen etkilerinin neler olabileceğinin değerlendirmesine geçmeden önce bu
ortak yanların neler olduğuna bakılmalı.
Bunlar sırasıyla; gizlilik içinde yürütülmeleri ve sadece büyük sermaye örgütlerinin
temsilcileri tarafından izlenebilmeleri, “hızlı
şerit” (fast track) adı verilen bir yasalaştırma biçimiyle yasalaştırılmaları
ve öngördükleri bir ulus üstü mahkemeler
ile ulus devletlerin teslim alınması (ISDS ve Düzenleyici İşbirliği).
A. Gizlilik:
Sızan Wikileaks belgeleri[1]
her üç anlaşmanın, özellikle de ABD tarafında nasıl bir gizlilik içinde
yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Gizli yürütülen bu çalışmalarda devlet görevlileri
ve çok uluslu şirketlerin temsilcileri masadaki müzakerecileri oluşturuyorlar.
Müzakereler başladığından bu yana Kongre üyeleri dahi bu toplantılara
alınmıyor.
Örnek
olarak TPP müzakerelerinde 28 ilgili sanayi müzakere ediliyor.
Müzakerelere 566 grup çağrıldı ve bunların 480’i açıktan, iş çevreleri ve
sanayi ve ticaret gruplarının temsilcileri konumundalar. Kalan ise serbest
ticaret yanlısı akademisyenler, sivil toplum örgütleri ve bir- iki yandaş
sendika temsilcisinden oluşuyor. Vatandaşlar güvenlik gerekçesiyle içeriye
alınmadıkları gibi, çok küçük bir azınlık grup dışında her iki partinin
senatörleri de anlaşmanın ne içerdiğini bilmiyorlar[2]. Yani müzakere metinleri ne halka
ne de onların temsilcileri konumundakilere açık değil.
Resmi yetkililer dahi belgeleri sadece ‘Okuma
Odası’nda okuyabiliyorlar, ama yanlarına bir kopya alamıyorlar, detaylı olarak
inceleyemiyorlar. AB üyesi ülkelerin seçilmiş AB parlamenterleri dahi örneğin ABD’nin
taleplerinin neler olduğunu bilmiyorlar[3].
TTIP için Avrupa tarafında sermayenin müzakerecileri
büyük şirketlerce tayin edildiler. Brüksel’deki hazırlık toplantılarının % 93’ü
iş çevrelerince yapıldı. Bu nedenle de
müzakerelerde işçi haklarını ya da işçi sağlığını veya iş güvenliğini, çevre
güvenliğini gündeme getirecek hemen hiç kimse yok[4].
Sızan
belgeler ilk çıkartılacak yasa olan TPP’nin, sermaye şirketlerinin kapalı
kapılar ardında ulusal yasaları (çevre, emek, kamusal sağlık ve diğer sosyal
koruma yasaları) kolayca bertaraf etmelerini sağlamayı amaçladığını ortaya
koyuyor[5]. Bir başka anlatımla TPP, gizli kapılar
ardında küresel seçkinlerin anlaşmalarındaki yer göstericilik yapan bir Truva Atı
işlevi görüyor[6].
Gerçekte
bu anlaşmaları kaleme alanlarsa Wall Mart, Goldman Sachs, Exxon Mobil,
Citibank, HSBC gibi dev sermaye kuruluşları. Bunlar istihdam yaratmak ve küçük
işletmeleri korumak için değil,
kârlarını maksimize etmek için çaba gösteriyorlar. Anlaşmalar da sadece
kendilerinin çıkarlarına hizmet edeceğinden bu müzakereleri halktan gizli
yapıyorlar. Bu anlaşmalar ise zamanla dış ticaretin de facto yasal organları
haline gelecekler[7].
Müzakerelerin
gizli yürütülmesine ilave olarak anlaşmaların imzalandıktan sonraki beş yıl kamuoyunun
bilgilenmesine açık olmamasının nedeni ise bu anlaşmaların çok küçük bir azınlığın
çıkarlarına hizmet etmek dışında toplumun bütününe vereceği zararın büyüklüğü
ile ilgili.
(Jim Armitage, US firms could make billions from UK via secret tribunals, http://www.independent.co.uk, 9 October 2014)
B.
Hızlı
şeritten yasalaşma:
Bu
üç anlaşmaya ait yasal düzenlemeler de “hızlı şerit” (fast track) adı verilen
bir biçimde oylanarak geçirilecekler. Bu anlaşmaların ya da
buna ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde, aleyhinde ya da lehinde hiç
konuşulmaksızın “evet- hayır” biçiminde oylanması anlamına geliyor.
Yani işçi, çevre ve tüketici karşıtı bu anlaşmalar müzakere masasındakiler tarafından
bağlandığı biçimde ve geri çevrilmeden, üzerinde her hangi bir değişiklik
yapılmadan yasalaşacak.
Yani
hızlı şerit’e “evet” denilerek kalan diğer tüm yasaların ona uyarlanması
sağlanmış olacak. Bu anlamda hızlı şerit şeytanca bir düşüncenin ürünüdür[8].
Dünya
ekonomisindeki kötüye gidiş yönündeki beklenti Kongre’nin TPP’yi hemen kabul
etmesi bağlamında hızlı şerit yasasının çıkartılması için bir gerekçe oluşturdu[9] ve başta çevreci gruplar ve işçi sendikalarının
Kongre üyelerine mektup yazarak hızlı şerit yasasını reddetmesini talep
etmelerine rağmen[10], 23 Haziran 2015
tarihinde Senato 13 Demokrat senatörün de destek vermesiyle 37 hayır oyuna
karşı 60 evet oyu ile hızlı şerit yasasını onayladı[11].
Artık bundan böyle TPP ve
TISA’nın hızlı şeritten onaylanması bekleniyor.
Daha
ziyade TTP ile gündemde olan ve bu anlaşmaya yapılan en sert eleştirilerin
başında gelen “Yatırımcı-Devlet Uyuşmazlık Mahkemeleri (ISDS)” düzenlemeleri
aslında uluslararası ticaret alanında yeni bir şey değil. Birçok iki taraflı ticaret
anlaşmasının içerisinde, özellikle de 1990’lardan itibaren, sıkça yer alan bir
düzenleme[12].
Burada
önemli olan nokta ISDS’lerde son dönemlerde bir patlama yaşanması. Öyle ki 1996
yılında görülen vaka sayısı 38’den 2013’te 568’e yükseldi. En
sonuncusu bir Fransız şirketinin Mısır devleti aleyhine, asgari ücretin
yükseltilmesi nedeniyle uğradığı zararının tazmin edilmesi için açtığı dava[13].
TPP,
TTIP, TISA gibi anlaşmalar ise 50’den fazla ülkeyi içine alacak şekilde bu ulus
üstü mahkemeleri daha mutlak ve kalıcı hale getiriyorlar ve uluslararası
sermaye-ulus devlet ilişkilerinde yeni bir rejim kuruyorlar.
ISDS’nin savunucuları, uluslararası yatırımcıların
haklarının güvence altında olmadığını ileri sürdükleri Vietnam ve Malezya gibi ülkeleri örnek gösterek bu düzenlemeyi bu
anlaşmaların içine dahil etseler de, aynı düzenlemenin TPP’nin müzakereci ülkeleri olan Kanada ve
Avustralya’yı kapsaması[14]
ya da Avrupa Birliği ülkelerini içine alan TTIP içinde yer alması bu gerekçeyi
geçersiz kılıyor[15].
ISDS
mekanizması ile çok uluslu şirketler bir devleti, yaptığı ya da yapmayı
planladığı yasal düzenlemelerle, zarar
edecekleri ya da gelecekteki kârlarını önleyeceği iddiasıyla mahkemeye verebilecekler.
Çok uluslu şirketlerin kontrolü altındaki böyle bir mahkeme bu konularda karar
verebilecek, hükümetlerden söz konusu zararı tazmin etmelerini ya da
düzenlemelerden vazgeçmelerini isteyebilecek. Tek başına davanın açılmasının dahi yasal düzenlemelerini henüz oluşturma
yolundaki hükümetler açısından caydırıcı bir etki yaratacağı açık.
Uluslar
arası sermaye açısından bu mekanizma paralel bir yargılama olanağına kavuşmak
anlamına geliyor zira ulus üstü mahkemeler aracılığıyla ulus devletler
yargılanabiliyor, parlamentoları etkisizleştiriliyor.
(Matthew Rimmer, Trojan Horse Clauses:
Investor- State Dispute Settlement, www.exploringthenews.com, April 2014).
Bu
mahkemelerin tütünden petrole, bankacılık sektöründen asgari ücret
düzenlemelerine, zehirli atık yasaklarından, çevre korumaya, kamusal sağlık ve kamusal
ulaştırmadan, ilaca erişime ve sosyal güvenliğe ve hatta yerel düzeyde mevzi
imar planlarına kadar çok geniş kapsamdaki mal ve hizmetlere ilişkin olarak ulus
devletlerin kamu yararına alacakları her karar, çıkartacakları her yasa ya da
düzenleme tazminat ödemeye mahkûm edilmeleriyle sonuçlanabilecek.
Nitekim
2011
yılında Ekvator Hükümetinin çok uluslu bir şirkete ödemek zorunda kaldığı 2,3
milyar dolarlık tazminat ve Phillip Morris - Avustralya, Lone Pine
Resources - Kanada ve Vattenfall -
Almanya örnekleri ÇUŞ’ların nasıl ulusal yargıyı etkisiz kılabileceğinin en
güzel örnekleri. Bu nedenle de bu düzenlemeler büyük sermaye çevrelerince adeta
kutsanıyor. Uluslar arası sermayeyi düzenlemelerden korumak adına
Atlantiğin her iki yakasında gösterilen çaba ve istek ISDS dâhil uluslar arası
ticaret ve yatırım rejiminin sermayeyi demokrasiye karşı koruma gücünü, kapasitesini
ortaya koyuyor. Böylece hem ABD hem AB kendi düzenleyici yasalarını
zayıflatırken, sermaye birikimine yardım eden bir uluslar arası hukuk rejimi
inşa ediyorlar ya da bunu yeniden oluşturuyorlar. Bu kamusal alanı, kamusal
düzenleme alanını kısıtlayıcı bir ulus üstü anayasa anlamına geliyor ve bir kez
yapıldı mı değiştirilmesi imkânsız bir hal alacaktır. Bu uluslararası
sermayeyi bağımsız devlet statüsüne yükselterek demokrasinin temelini de
zayıflatan bir durumdur, demokrasiye
açık bir saldırıdır. Bugün değişen, sermayenin demokrasi ile ilişkisi değil,
Batılı devletlerle olan ilişkisidir[16].
Bir başka anlatımla, ISDS, uluslar arası sermayeye, şeffaf
olmayan ve uluslar arası standartları yeterince dikkate almayan ulus üstü
mahkemeler aracılığıyla ulusal mahkemeleri by pass etme biçiminde özel bir
hak tesis ederek, ulus devletlere meydan okuma
imkânı veriyor ve böylece de demokratik meşruiyete sahip yasal sistemi
etkisizleştiriyor. Bu da kapitalizm- piyasalar ve burjuva demokrasisi
arasındaki uzun süreli birlikteliğin sonuna gelinmekte olduğunun
göstergelerinden birini oluşturuyor.
Dünya Bankası tarafından da teşvik edilen ve geçici
olarak kurulan bu ISDS mahkemelerindeki yargıçların nasıl seçildiğine
ve davaların nasıl ele alındığına bakıldığında bu mekanizmanın ve bunu esas
alan uluslararası anlaşmaların ‘mutlak kapitalizm’e gidişin araçları[17] olduğu
görülecektir.
Öncelikle, bağımsız olduğu ileri sürülen bu mahkemelerin
yargıçları, her hangi bir demokratik
seçim yoluyla gelmiyor, az sayıda hukuk
firması ve hukukçudan oluşan bir yapıca belirlenen, dava başına ücretleri toplamda 4 milyon doları
bulabilecek ölçüde yüksek ücretli üst düzey Batılı üç hukukçudan
oluşuyor. Bunlar uluslar arası sermaye güçlerinin kontrolü altındalar[18].
Bu yargıçlar anlaşma esaslı yatırımcı mahkemelerinde
uzman ya da danışman olarak da yer alabildiklerinden, ulus üstü bu mahkemelerde
yargıç olarak yer almaları objektif karar almalarını önlüyor, tam tersine
onları menfaat kollaması biçiminde bir konuma itiyor. Bu da onları rüşvet gibi
satın alma biçimlerine açık hale getiriyor.
Bir başka anlatımla her dava esas olarak,
bağımsız yargıçlar yerine kâr için hareket eden hukukçular tarafından görülüyor
ve mahkemeler davaları esas olarak ticaret yasaları perspektifinden ele
aldıklarından çatışmalı durumlardaki kamu refahı ya da yararı ihmal ediliyor[19].
Bu mahkemelerin
kararlarına itiraz edecek bir üst mahkeme ya da mercinin mevcut bulunmaması, bu mahkemelerin takdir haklarını en üst düzeyde kullanarak
hem kuralları yazabilmelerini hem de istedikleri gibi yorumlayabilmelerini, hem
de tazminat miktarını istedikleri gibi belirleyebilmelerini sağlıyor[20].
Uzlaştırıcı konumundaki yargıçlar çok sayıda yoruma
açık imkâna sahip olduklarından kamu yararına olan pek çok devlet müdahalesine
karşı çıkabiliyorlar bu durum da onların demokratik olarak meşruiyete sahip olan
yasa ya da politika yapıcılara ayrılmış olan kamusal işlevleri ele
geçirmelerine neden oluyor[21].
Ayrıca, sadece
yabancı yatırımcıların dava açma hakları olduğundan, yerli yatırımcılara karşı
bir ayrımcılık anlamında, yasa önünde eşitlik ilkesi de çiğneniyor[22].
Kısaca, ISDS mekanizması ile donatılan TPP gibi
uluslararası anlaşmalar, aralarındaki bölünmeye rağmen
uluslar arası finans kapitalin ekonomik ve sosyal hayat üzerindeki etkilerini
sağlamlaştırmaya, bunun yanı sıra çok uluslu şirketlerin kârlarını azaltmaya
neden olabilecek kamusal düzenlemelerin etkisizleştirilmesine, dolaylı ya da
dolaysız kamulaştırma ya da el koymaların imkânsız kılınmasına hizmet etmek
üzere tasarlandılar. Bu nedenden dolayı da ISDS gibi mekanizmalar bu anlaşmalar
için bir ön koşul oluşturuyor.
TISA
açısından da benzer bir koruma söz konusu. ISDS benzeri bir mekanizma ile uluslar
arası şirketler, kârları engellendiği gibi gerekçelerle ulus devletleri
hizmetler sektöründeki yaptıkları düzenlemelerden ötürü sözde uluslar arası
hakemlerden oluşan mahkemelere verebilecek ve zararlarını tazmin
ettirebilecekler.
Örneğin
finansal
hizmetler sektörü açısından böyle bir koruma hükmü (standstill clause) söz
konusu. Buna göre hükümetler riskli yeni finansal araçların uygulamasını önleyemeyecekler.
Oysa bu tür araçlar 2008 finansal krizinin ana tetikleyicisi oldu.
Yatırımcıları ya da mevduat sahiplerini korumayı amaçlayan ulusal düzenlemeler
ise asla TİSA ile çelişemeyecek[23].
Düzenleyici İşbirliği
Meclisi:
Meclis’in
amacının Atlantiğin iki tarafındaki düzenlemeleri, ihracatı ve ithalatı
kolaylaştıracak biçimde aynı hizaya getirmek olduğu ileri sürülüyor. Pratikte bu gıda güvenliğinden
kimyasallara kadar tüm düzenlemeleri kapsayacak. Büyük sermaye için özel
ayrıcalıkların mevcut olmayacağının altı çizilse de kamuoyuna sunulan bilgi ile
Wikileaks belgeleri arasında ciddi farklılıklar var.
Bu
düzenleyici işbirliği farklı düzeyde gerçekleşecek, sektör düzeyinde ve yatay
olarak tüm alanlarda etkili olacak. Bu alana belediyeler ve diğer yerel yönetim
birimleri de dâhil. Sızan belgelere göre özellikle yatay düzeydeki işbirliği
ile ilgili olarak sermaye lobileri çok aktifler ve yaptıklarına “düzenlemelerin birlikte hazırlanması” adını
veriyorlar. Bu konudaki Wikileaks belgeleri Avrupa Komisyonu’nun kamu yararını
korumaya dönük düzenlemeleri kısıtlama konusundaki kararlılığını ortaya
koyuyor.[24]
Çünkü
böyle bir Meclis, yasa yapıcı ile çok uluslu şirketler arasında bir yerde
konuşlanacak ve yasalar çok uluslu şirketlerin talepleri dikkate alınarak
yapılacak. Bu meclis büyük sermayenin karar almadaki rolünü daha da güçlendirip
kalıcı hale getirecek.
( Haar and Bank,
agm.)
Bir
başka anlatımla, bu yapılanma altında sırasıyla; “erken uyarı/erken lobicilik imkânı” ile
daha planlama yapılırken bilgilendirilecek olan sermaye grupları önlemlerini
alabilecekler ve müdahalelerde bulunabilecekler; “etki değerlendirmesi” ile sermayeye zarar verecek hiçbir kurala
izin verilmeyecek, “düzenleme mübadelesi”
ile sermayenin önünü açan diyaloglar gerçekleştirilecek (örneğin taraflardan
biri mutsuz ise bu mübadele mutlaka gerçekleştirilecek) ve “düzenleyici işbirliği organı” (AB tarafında Avrupa Komisyonu ve
ABD tarafında OIRA olacak) ile düzenleyiciler bu gelişmeleri izleyecekler[25]. Böylece “düzenleyici işbirliği”
altında sermaye grupları yasaların sonuçlarını etkileme, yeni düzenlemeleri, hatta mevcutları etkileme olanağına kavuşacaklar.
Kısaca, bu Meclis’in işi serbestleştirmelerin
(deregülasyon) uygulamasını izlemek ve gelecekteki yeni devlet düzenlemelerini
önlemek olacak . Çok uluslu şirketlere (ÇUŞ) yönelik her hangi bir düzenleme daha
getirilmeden önce bu şirketlerin haberinin olması sağlanacak. Böylece aşama
aşama güçlü bir sermaye yanlısı mekanizma kurularak devletlerin kamu yararı
için müdahalelerde bulunmaları önlenecek.
Böyle meclislerin ve bunu içeren anlaşmaların
gelecekte işçi sınıfı, halklar ve çevre
yararına düzenlemeler yapılmasını olanaksız hale
getireceği ve bu meclisi içinde
barındıran TTIP’in
sıradan insanların değil, sermaye ve büyük şirketlerin çıkarlarını
korumaya dönük yeni bir anayasa haline geleceği ve bundan böyle hükümetlerin çıkartacakları yasaları ve düzenlemeleri bu
anayasaya uygun yapacakları, işçi sınıfı ve emekçi halkların göreli olarak
nefes alabildiği kamusal koruma alanlarını da ortadan kaldıracağı açıktır.
Düzenleyici
Yakınsama, Askıya Alma, Mandallama:
Bu anlaşmada öngörülen bir diğer sermaye yanlısı
düzenleme, “Düzenleyici Yakınsama”
(regulatory convergence) adı
verilen ve gıda ve çevre koruma
alanlarında göreli olarak yüksek düzeyde kalan AB standartlarını , düşük
düzeyli ABD standartlarına çekecek olan bir düzenleme. ABD, AB’deki gıda
ithalatı ile ilgili yüksek standartları delmek, düşürmek istiyor. Zira
bu standartlara göre insan sağlığını tehdit eden gıda ürünleri AB’ye
sokulmuyor. Böyle bir durumda şirketler sağlığı tehdit eden bir durumun olmadığını
kanıtlamak durumundalar. Bu da onlara ilave maliyetler getiriyor[26].
TISA bünyesinde yer alan iki madde, “askıya alma”
(standstill) ve “mandallama”
(racheting) GATS altında güvence altına alınmış olan
özelleştirmeleri daha da güçlendiriyor ve özelleştirilmiş olan belediye
hizmetlerinin tekrar kamulaştırılmasının önünü kesiyor.
İlki mevcut serbestleştirmeyi sınır
ötesi olmak üzere kalıcı hale getirerek donduruyor, ikincisi ise yeni
kamulaştırmaları imkânsız hale getiriyor. Bu hizmetler; su, elektrik gibi daha ziyade doğal
tekel özelliği olan hizmetler. TISA kamulaştırmayı, doğal kamusal monopoller ya
da rekabetçi olmayan sanayiler kurulmasını yasaklayarak önlemeyi hedefliyor.
Ancak bu hizmetler belediye hizmetleri ile sınırlı değil. Örneğin devlet sigortasının yanı sıra,
geçici olarak dahi olsa özel sigorta sistemi uygulamasına da geçildiğinde
ilerde bu hizmetin tekrar kamusallaştırılması bu maddeler çerçevesinde mümkün
olmayacaktır[27].
Yukarıda
sıralanan ortak özelliklerinin yanı sıra her bir anlaşmanın küresel kapitalist
-emperyalist sistemin geleceği, işçi sınıfı mücadeleleri ve kamusallığın
dönüşümü açısından ayrı ayrı etkileri söz konusudur.
Devam edecek…
[1]
Wikileaks, https://wikileaks.org/tpp/pressrelease.html.
[4] People’s Movement, “Everything a Trade Union Should Know About TTIP: Stop
the TTIP,” www.people.ie.
[5] Sarah
Lazare, “TPP vs. Democracy: Leaked
Draft of Secretive Trade Deal Spells Out Plan for Corporate Power Grab”, http://www.commondreams.org,
March 26, 2015.
[7] David
Korten, “Do Corporations
Really Need More Rights? Why Fast Track for the TPP Is a Bad Idea”, http://truth-out.org, 10 March
2015.
[8] Gaius Publius, “Fast Track will also fast-track TISA,
a privatizing "Trade in Services" deal”, http://digbysblog.blogspot.com.tr/2015/06/fast-track-will-also-fast-track-tisa.html,
June 08, 2015.
June 08, 2015.
[9]
Jack Rasmus, agm.
[10] Kevin Zeese and
Margaret Flowers,
“White House Reveals Desperate Lack
of Support for TPP”, http://www.truth-out.org,
08 April 2015.
[11] Deirdre Fulton, “A
Great Day for Corporate America': US Senate Passes Fast Track”, http://www.commondreams.org,
June 23, 2015.
[12] AB ülkeleri şu ana kadar 1400 iki taraflı uluslararası
yatırım anlaşması (BIT) imzaladılar ve ISDS mekanizmasını yatırımcılar bolca
kullandılar. Bkz: Everything a Trade Union Should Know About TTIP: Stop the
TTIP, People’s Movement, www.people.ie.
[13] Park
MacDougald, “Trade Agreements
Rigged to Protect Capital From Democracy”, http://truth-out.org,
2 March 2015.
[14] Dean Baker,
“Victory Over Fast-Track TPP Must Be
Cautious of Rich People's Rules”, http://www.truth-out.org, 15 June 2015.
[17] Lambert Strether,
“The TPP: Toward Absolutist Capitalism”, http://www.truth-out.org,
25 April 2015.
[19]
Traidcraft, “ International Investment
Agreements Under Scrutiny Bilateral Investment Treaties, EU Investment Policy
and International Development”, www.traidcraft.org.uk, 2015.
[21] Traidcraft, agr.
[22] Traidcraft, agr.
[23]
David Dayen, The Scariest
Trade Deal Nobody's Talking About Just Suffered a Big Leak, http://www.newrepublic.com/article/121967/whats-really-going-trade-services-agreement.
[24] Kenneth Haar (CEO) , Max Bank
(LobbyControl), “TTIP: Regulations Handcuffed”, http://corporateeurope.org,
January 28th 2015.
[25] Haar,
agm.
[26] Nick Dearden,
“The United States of TTIP: A Big Business Constitution for Europe”, http://www.commondreams.org, March 12,
2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder