ULUSLARARASI FİNANS KAPİTALİN YENİ
TİCARET VE YATIRIM REJİMİ (III)
TPP: Pasifik
Ötesi Ticaret Anlaşması (Trans- Pasific Partnership)
Mustafa Durmuş
Temmuz 2015
Daha
önce de vurgulandığı gibi TPP hayata geçirildiğinde bu anlaşma tarihteki en
kapsamlı ticaret anlaşması olacak. Trilyonlarca dolarlık bir ticaret hacminin
gerçekleşmesi bekleniyor.
Diğer
taraftan uluslar arası ticaretin kuralları zengin-yoksul ya da gelişmiş
–azgelişmiş ülke ayırımını da geçerek, çokuluslu şirketlerin lehine yazılıp
işlediğinden NAFTA gibi daha önceki anlaşmalarda olduğu gibi TPP’den küçük bir
azınlık grup fayda sağlarken geniş emekçi yığınları bundan zarar görecek.
(Sarah Lazare, TPP vs. Democracy: Leaked Draft of Secretive Trade Deal Spells Out Plan
for Corporate Power Grab, http://www.commondreams.org, March 26, 2015)
Çünkü
uluslar arası ticaretin fiilen işleyen biçimi ülkelerin çoğunluğunda dış
ticaret açıklarının devasa biçimde artmasına, istihdamın, ucuz ve örgütsüz
işçilik nedeniyle dışarıya kaydırılmasına, bu da içerde ücretlerin
baskılanmasına yarıyor.
Nitekim
TPP’nin ABD’li işçiler üzerindeki olası etkilerini araştıran bir çalışmaya göre[1], TPP ile ABD’deki ücretler
arasındaki eşitsizlikler artıracak. Zira geçmişte Çin ile olan dış ticaret
açığı milyonlarca iyi konumdaki ücretli işçi için sorun oldu. Sadece 2011
yılında 2,7 milyon böyle işçi işinden oldu ve ortaya 37 milyar dolarlık bir
kayıp çıktı. Bu anlaşmadan sadece en
tepedeki % 1,5 içinde yer alan büyük şirketlerin sahipleri ve gelir dağılımının
en tepedeki % 10’unda yer alanlar fayda sağlayabilecekler. Sıradan bir ABD’li
şirket bundan fayda sağlayamayacak. Amerikalı iktisatçı Baker’e göre ise[2], son 30 yıldır yürürlükte olan
uluslar arası ticaret anlaşmaları geliri üst gelirliler lehine yeniden
bölüştürmeye yarıyor. ABD’li sanayi işçilerini, az gelişmiş ülkelerin düşük
gelirli işçileriyle karşı getiriyor. Bunun doğal sonucu ise içerde ücretlerin
düşmesi ve işsizliğin artması. Sanayide ücretlerin düşmesi ekonominin diğer
sektörlerinde de ücretlerin düşmesiyle sonuçlanıyor.
Şu
anda tarifeler zaten en düşük seviyelerde olduğundan TPP’nin (ya da TTIP’in) tarifeleri indirerek ticareti
artırmakla ilgisi yok. Yani günümüzde uluslar arası ticaret neredeyse bütünüyle
serbestleştirilmiş olduğundan daha fazla serbestleştirmenin faydaları çok
sınırlı kalacaktır.
Nitekim TPP aslında sadece uluslar
arası yatırımcılarla ilgili bir anlaşma. Zira 30 bölümün sadece 6’sı uluslar
arası ticareti ilgilendiriyor. Onlar için yeni haklar ve olanaklarla ilgili. Buna
rağmen “serbest ticaret” sözcüğü kulağa daha hoş geldiğinden, serbest ticaret
anlaşması olarak sunuluyor.
Bu
tür uluslar arası ticaret anlaşmaları, uyum yasaları adı altında işçi
hakları ve tüketici haklarının tırpalanmasını, çevre korumanın etkisiz hale
getirilmesini hedefliyor. Böylece ilaç fiyatlarının yükselmesi, gdo’su
değiştirilmiş gıda üretiminin teşvik edilmesi ve türev araçların daha rahat
pazarlanabilmesi daha da kolaylaşacaktır[3].
İlaç
patentleri ile ilgili düzenlemelerin ilk etkisi az gelişmiş ülkelerdeki ilaç
konusundaki araştırmaları caydırması, diğer yandan da ABD gibi ilaç üreten ülkelerde
reçeteli ilaç fiyatlarının yükselmesi biçiminde olacaktır.
Kaldı
ki patent uygulaması tipik bir devlet eliyle monopol oluşturma örneğidir,
korumacılıktır ve ilaç fiyatlarının yüksek olmasının temel nedenidir. Örneğin
Hepatit C ilacı patentli olarak ABD’de 84,000 dolara, patentsiz –genel olarak
ise aynı ilaç Hindistan’da 1000 dolara satılabilmektedir[4].
Nitekim
sızdırılan belgeler TPP’nin, büyük sermaye şirketlerinin kapalı
kapılar ardında çevre, emek, kamusal sağlık ve diğer sosyal koruma yasalarını
kolayca bertaraf etmelerini sağlamayı amaçladığını ortaya koyuyor. Daha
önce de vurgulandığı gibi, ISDS mekanizması ile çevre koruma (zehirli atık
yasakları), kamusal sağlık (ilaca erişim) ve kamusal ulaştırma ile ilgili
korumacı politikaların da etkisizleştirilmesi hedefleniyor.
Ürün
ticaretinden ziyade, TPP konteyner taşımacılığı, internet gibi daha çok hizmet
sektöründe ve ülkelere sermayenin daha kolay girip çıkması, çok uluslu
şirketlerin kâr transferlerinin kolaylaştırılması gibi konular üzerinde yoğunlaşmış
durumda. Bu
nedenle de bu tür hizmet ticaretinin önündeki ulusal engellerin kaldırılması
hedefleniyor.
Nitekim
TPP’nin taraf ülkelerin milli gelirlerine % 1’den fazla bir katkı sağlamayacak
olması bu savı doğruluyor. Çünkü bu denli küçük bir katkıya rağmen anlaşmanın
yapılması için bunca ısrarın nedeni bu tür ticari anlaşmaların ürün ticareti
yönünden ziyade patent, ruhsat, lisans, alametifarika gibi entelektüel mülkiyet
haklarıyla ilgili olması. Wikileaks’ın sızdırdığı belgelere göre, ABD bu
hakların korunmasıyla daha fazla ilgileniyor.
Burada Hollywood ve büyük ilaç firmaları çıkarları ön plana çıkıyor.
Patent gibi haklar ise firmalara marjinal maliyetleri sıfır iken monopol fiyatı
uygulama imkanı sağlıyor[5].
TPP’nin
sadece bir ticaret anlaşması olmadığı insanların yaşam biçiminden, finansal
sektördeki reformlara ve neo liberal sermaye hegemonyasının tam olarak
pekiştirilmesinden ABD’nin ekonomik-militarist rolünü pekiştirmeye kadar çok değişik
stratejik hedeflerini olduğunu da görmek gerekir.
Nitekim
TPP, dünyada insanların nasıl yaşayacaklarını, ne yiyeceklerini, ne
ödeyeceklerini, hangi ilacı alacaklarını ve her hangi bir işlerinin olup
olmayacağını etkileyecektir[6].
TPP
son dönemde performansları birçok gelişmiş ülkede özel bankaların önüne geçen
kamu bankalarının özelleştirilmesi ile sonuçlanabilecektir.
Nitekim
bir araştırmaya göre[7],
TPP
doğrudan kamu bankacılığını hedef alıyor.
Çünkü ABD’de, Almanya’da ve İsviçre’de kamu bankalarının performansları
özel bankaların üzerine çıkıyor. Ama hem TPP hem de TTIP ile kamu bankaları bu
avantajlarını Atlantiğin iki yakasında da kaybedecekler. Zira haksız rekabet
gerekçesiyle özel bankalar, hükümetleri mahkemeye verebilecek, böylece de kamu
bankalarının avantajları ortadan kalkacak. Özel bankalar kamu bankaları
karşısında bu dezavantajlı durumlarını ortadan kaldırabilmek için Basel 3 ve
TPP ve TTIP’yi kullanıyorlar.
Stiglitz’e
göre, TPP müzakerecilerinin başında Citibank’ın geliyor olması 2008 krizi
sonrasında gündeme gelen bankacılık ve genel olarak Wall Street’e yönelik
reform girişimlerinin rafa kaldırılacağının işareti[8].
TPP’nin,
sermayenin küreselleşmesinin ve neoliberalizasyonunun resmi ilanı, sermayenin
uluslar arası hegemonyasının tesis edilmesi olduğu, işçi sınıfını küresel çapta
birbirine rakip hale getirmek, ücretleri düşürmek, güvencesizliği artırmak,
artı değer sömürüsünü artırmak ve servet zenginlerini kollamak biçiminde bir
sınıf projesi olduğu gerçeği ise bu anlaşmanın sınıfsal temellerini ortaya
koymak açısından önemlidir.
(Pete Dolack, Trans-Pacific Partnership says if a corporation claims it’s true, it must
be true, https://zcomm.org, April 13, 2015)
Asya Pasifik’te ABD’nin pivot
rolünün aracı olarak TPP:
Son
olarak TPP, aynı zamanda stratejik - politik hedefleri olan bir anlaşmadır.
Obama’nın, ABD ordusunun ve ABD’nin yeni muhafazakarlarının Asya’da pivot rolü
oynaması ile ilgili siyasetinin bir aracıdır. TPP gerçekleşmezse ABD’nin Çin’i tam
olarak denetimi de gerçekleşmeyecektir.
Kaldı
ki Çin hali hazırda ABD’ye sıkıntı veriyor. Çin’in 50 milyar dolar
sermayeli ‘Kalkınma Bankası’ ABD’nin denetimindeki Dünya Bankası’na alternatif
olarak tasarlandı; Rusya Çin’e ekonomik olarak daha fazla yakınlaşıyor; Çin Almanya’nın ana iktisadi ortağı haline
geliyor; İngiltere ile finansal sektöre
dönük anlaşma yapmaya hazırlanıyor; İtalyan
devlet tahvillerini satın alıyor, Avrupa ve Baltık ekonomilerine bol kaynak
aktarıyor ve Yunanistan’a maddi yardım yapmaya hazır. Eğer TPP gerçekleşmezse
Çin’in 11 ülkeyi kendi yörüngesine alması ve kendi bölgesel serbest ticaret
anlaşmasını gerçekleştirmesi muhtemeldir.
Bu olursa ABD’nin bölgedeki politik ve askeri pivotları olarak sadece
Güney Kore ve Japonya kalacak. Hammadde ve mamul mal ticareti açısından ağır
biçimde Çin’e bağımlı olan Avustralya, Çin’e daha fazla yönelecek, bu da bu
ülke üzerindeki ABD etkisinin zayıflamasına neden olacaktır. Kısaca TPP,
ABD’nin Asya Pasifik’te pivot olabilmesi demektir[9].
Tıpkı
TPP’nin Çin’i köşeye sıkıştırma operasyonu olduğu gibi, TTIP’de Rusya’yı köşeye
sıkıştırma operasyonudur. Bu nedenle de TTIP, NATO’nun iktisadi biçimi olarak tanımlanıyor. Bu
anlaşma ile ABD yeni doğal gaz kaynaklarını Batıya açılacak ve Batının
Rusya’dan gelen enerjiye olan bağımlılığını azaltacaktır.
Devam edecek…
[2]
Dean
Baker, Trade and the Fed: Making the Rich Richer, Al Jazeera America,
March 16, 2015.
[3] Katrina
vanden Heuvel, Trans-Pacific Partnership Proves Rules Are Rigged in
Favor of the 1 Percent, http://www.commondreams.org,
March 31, 2015.
[4] Dean Baker,
Victory Over Fast-Track TPP Must Be
Cautious of Rich People's Rules, http://www.truth-out.org,
15 June 2015.
[5] Paul Krugman,
Trans-Pacific Partnership Trade Deal:
Few Benefits, Many Questions, http://truth-out.org,
26 March 2015.
[6] Alexandros Orphanides, Joseph Stiglitz on the Trans-Pacific Partnership: "This Is A Big
Deal", 19 March 2015 ,http://www.truth-out.org.
[7] Ellen Brown,
Why Public Banks Outperform Private
Banks: Unfair Competition or a Better Mousetrap? http://truth-out.org,
11 February 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder