İNGİLİZ İŞÇİ PARTİSİ’NİN ‘SEÇİM
BİLDİRGESİ’NDEN ÖĞRENMEK
Mustafa Durmuş
31 Mayıs 2017
8 Haziran’da İngiltere’de genel seçimler
yapılacak. Geçen yıl çok küçük bir farkla kabul edilen Brexit’in ardından bu
seçimlerin sonuçları hem ülke, hem Avrupa Birliği, hem de Dünya siyaseti
açısından önemli olacak. Zira Brexit ile birlikte iktidardaki Muhafazakâr Parti
kan kaybetmiş, hatta bölünmenin eşiğine gelmişti. Bu seçimlerde üçüncü parti
konumundaki Liberal Demokratlar’ın etkisiz kalması bekleniyor.
Buna karşılık Jeremy Corbyn’in liderliği
altında ciddi bir biçimde atağa geçen İşçi Partisi’nin yıldızının parladığı
görülüyor. Bu biraz da Parti’nin yeni vizyonu ile ilgili bir durum zira
kitlelere giderek daha çok umut veriyor.
Seçim Bildirgesi
Corbyn, Partisi’nin iktidar vizyonunu,
16 Mayıs’ta düzenlediği bir basın toplantısı sırasında, 128 sayfalık, oldukça
kapsamlı olarak hazırlanmış bir seçim bildirgesi aracılığıyla sundu (1).
Bu bildirgede, özellikle de vergileme
ile ilgili yer alan öneriler ve bunun beraberindeki kamusal hizmet taahhütleri
oldukça cesur, bir o kadar da bazı kesimler için rahatsızlık verici nitelikte.
Bu bağlamda, bu bildirgenin analizi,
sadece metropol ülkelerde sağda ve solda yer alan siyasal partilerin
programları arasındaki farkı görmek açısından değil, aynı zamanda, örneğin
bizdeki iktidar partisinin ya da kendini “sosyal demokrat” olarak nitelendiren
ana muhalefet partisinin bu konudaki yetersizliklerini anlayabilmek açısından
da son derece önemli.
Vergiler temel araç
Vergileme ile başlayalım. İşçi Partisi
gelirler ve kurum kârları üzerinden alınan vergileri artırarak ve yeni bir
finansal işlem vergisi konularak yaklaşık 62 milyar dolarlık (49 milyar pound)
bir ek vergi geliri sağlamayı hedefliyor.
Bu gelirlerle de kabaca eğitim, sağlık
gibi kamusal hizmetlere daha fazla kaynak ayırmak istiyor. Örneğin, son
dönemlerde özelleştirmelerle tahribata uğratılan 'Ulusal Sağlık Sistemi’nin
(NHS) tekrar etkin bir kamusal sağlık sistemi haline dönüştürülmesi için 37
milyar pound ayrılacak, üniversite harçları bütünüyle kaldırılacak ve yeni
yatırımların fonlanmasına aracılık yapacak 250 milyar poundluk bir kaynağa
sahip olacak bir Ulusal Yatırım Bankası kurulacak.
Sermayenin vergileri artırılıyor
Yıllık 80,000 poundun üzerinde gelir
elde edenlerin vergi oranı yüzde 40’tan yüzde 45’e ve 123,000 poundun üzerinde
olanların vergisi yüzde 50’ye çıkartılırken, şirket yöneticilerine yılda
330,000 pounddan fazla ücret ödeyen kurumlardan ilave yüzde 2,5 oranında vergi
alınacak. Ayrıca kurumlar vergisi oranı (büyük şirketlerde halen yüzde 26) üçte
bir oranında artırılacak.
En az bunlar kadar önemli bir yeni
vergi, “Robin Hood Vergisi” olarak da tanımlanan finansal işlemler vergisi
hayata geçirilecek. Türev araçlar ve tahvillerin her alım satımında binde 2
oranında tahsil edilecek olan bu vergiden tek başına 4,7 milyar poundluk bir
vergi alınması hedefleniyor (bu arada bizde borsa kazançlarının yüzde 0, hazine
bonosu ve tahvillerinin yüzde 0 - yüzde 10, mevduat faizlerinin yüzde 10-15
oranında ve bir asgari ücretliden daha düşük oranda vergilendirildiğini
hatırlayalım).
Kamulaştırmaya geri dönüş
Seçim bildirgesinde yer alanlar
vergilerle sınırlı değil. Kendinden önceki iki neo liberal lider olan Blair ve
Cameron’un özelleştirmeci, ticarileştirmeci görüşlerinin tersine, Corbyn
bildirgede demiryolları, içme suyu ve atık su, enerji gibi bir süre önce
özelleştirilmiş bulunan kamu hizmetlerinin tekrar kamulaştırılacağı sözünü veriyor.
Ayrıca emekli maaşlarının her yıl
düzenli olarak (en az enflasyon oranında ya da yüzde 2,5) artırılması ve
emekçilerin ödeyebileceği fiyatlardan yılda en az 100,000 yeni konut yapılması
sözü de veriliyor.
Savaş karşıtlığı ve "İki Devletli Çözüm"
Bildirge Orta Doğu için de son derece
cesur taahhütlerde bulunuyor. Daha önceki İşçi Partisi liderleri ABD
emperyalizmi ve İngiliz devleti ile birlikte hareket ederek Irak, Libya ve
Afganistan’a askeri müdahaleyi, S. Arabistan’ın Yemen’ e saldırısını yani savaşları
desteklemişken, Corbyn altındaki İşçi Partisi bu müdahaleleri reddediyor, NATO
ile ilişkileri sorguluyor.
Dahası Filistin için iki devletli bir
çözümü öneriyor. İsrail’in Filistin topraklarını işgaline, sürdürdüğü blokaja,
hukuksuz yerleşimlere ve İsrail devlet terörüne karşı çıkıyor. Bir Filistin
devletinin kurulması halinde onu hemen kabul edeceğini açıklıyor.
İktisadi etkinlik ve bölüşümsel adalet için sermaye vergilemesi
Tekrar vergilere dönersek. Corbyn’in
önerilerinin hem iktisadi olarak, hem de bölüşümsel adalet açısından haklı bir
zemini var, ancak özellikle de Trump ile birlikte ABD başta olmak üzere tüm
metropol ülkelerde zenginlerin gelir vergisi ve kurumlar vergisi oranlarının
indirilmesinin bir trende dönüştüğü (Türkiye’de de koşullar uygun hale
geldiğinde bu indirimler sürdürülecektir) bu öneri nasıl savunulabilir, nasıl
hayata geçirilebilir?
Öncelikle, zenginlerin vergilerini düşük
tutmanın ekonomiyi büyüttüğünün ya da yüksek tutmanın ekonomik büyümeyi
yavaşlattığının bilimsel kanıtları yok. Bunlar sadece ana akım iktisat-maliye
anlayışının soyut modellerden yola çıkarak kabul etmemizi istedikleri
çıkarımlar.
Bunun nedeni kuşkusuz modellerin defolu
olması kadar, ekonomik büyümeyi etkileyen vergileme dışında çok sayıda başka
faktörün söz konusu olması. Yani vergi indirimleri, deyim yerindeyse, “gümüş
mermi” değiller (örnek olarak ABD’de Clinton döneminde sermaye vergileri daha
yüksek, buna karşılık Bush döneminde daha düşüktü, ama ilkinde ekonomik büyüme
hızı diğerinden yüzde 1,1 puan daha yüksek gerçekleşti).
Yani “mucizevi” Laffer Eğrisi, iddia
edilenin aksine, ampirik çalışmalarla doğrulanmıyor. Çünkü örneğin yüksek
gelirliler emek arz ederken vergi oranlarına kayıtsız kalıyor, buna karşılık
düşük gelirliler iş bulma kaygısı yaşadıklarından bütünüyle duyarsın hale
geliyorlar.
Kârı ve diğer sermaye kazançlarını daha
düşük oranda vergilendirmek reel tasarruf ve yatırımlardan ziyade spekülatif
yatırım biçimlerini özendiriyor. Ayrıca zenginlere sağlanan vergi indirimleri
girişimciliği teşvik etmiyor, zira bu kesimler devletin bu güvencesi altında
kendilerini daha az risk altında hissediyorlar. Teşvikle büyümek onlar için bir
büyüme kültürü halini alıyor.
Daha az vergi daha çok dış kredi, daha çok kamu zararı
Vergi indirimleri aynı zamanda bütçe
açığını artırıyor, bu faiz oranlarını yükseltiyor, kamusal tasarrufları
azaltıyor ve bunun sonucunda da yeni kamusal yatırımlar yapılamaz oluyor.
Bunun kaçınılmaz sonucu eğitim, sağlık
ve zorunlu alt yapı gibi verimli kamu harcamalarında kısıntıya gidilmesi
oluyor. Ya da bu yatırımlar asıl olarak büyük sermaye gruplarına, inşaat
şirketlerine ve bankalara yarayan kamu-özel ortaklığı modeliyle yapılıyor. Bu
model ise Hazine garantileri ve koşullu yükümlülükler biçiminde özel sektörün
risklerini ve zararını kamunun sırtına yüklüyor.
Düşük kurumlar vergisinden asıl bankalar yararlanıyor
Böylece ekonomik büyüme açısından
kurumlar vergisi ya da zenginlerin gelir vergisini düşürmek değil, yükseltmek
gerekiyor. Ayrıca düşük kurumlar vergisi oranları verimliliğe ters, zira bundan
gerçekte üretimde bulunan firmalardan ziyade bankalar yararlanıyor. Yani
işleyiş biçimi olarak reel sektör için gerçek anlamda bir teşvik değil.
Oysa kurumlar vergisi oranı artırılırken
reel üretimde yatırım indirimi yüzde 100’e çıkartıldığında bankalar gereksiz
yere teşvik edilmezken, reel üretim kat be kat teşvik edilmiş olacaktır. Ayrıca
gelir adaletsizliğinin giderek arttığı bir ekonomide kurumlar vergisi oranının
yükseltilmesi kadar gerekli bir şey olamaz (bu konuda iki farklı oran
uygulamasına gidilerek küçük işletmeler korunabilir). Bu düzenleme istihdamı,
ekonomik büyümeyi, verimliliği ve ücretleri artırır. Tüm bunlar da vergi gelirlerini
artırır.
Böylece Corbyn’in sunduğu seçim
bildirgesi, vergilemeyi sihirli bir araç olarak sunma hatasına düşmeksizin,
sırasıyla vergiden kaçınmayı, vergi gelirlerini artırmayı, gelir bölüşümü
adaletsizliğini azaltmayı, yatırımları teşvik etmeyi ve ekonomik büyümeyi
sağlamayı hedefleyen bir bütüncül vergi reformu önerisi içeriyor.
Bu anlamda vergi gelirlerimizin giderek
düştüğü, 2011’den bu yana dördüncü kez çıkardığımız vergi afları ile sermayeden
vergi toplamaktan neredeyse vazgeçtiğimiz, artan özellikle de güvenlik ve seçim
vb harcamalarıyla bütçe açığının son bir yılda iki katından fazla arttığı,
finansman modeli olarak ağırlıklı olarak iç ve dış borçlanmaya yüklendiğimiz ve
bunun yüksek faiz, Hazine garantileri nedeniyle kamuya risk oluşturduğu bir dönemde
bu önerilerden öğreneceğimiz çok şey var.
Çıkartılan vergi afları vb
düzenlemelerle bir yere varamayacağımızı, bunların sorunu sadece ertelemek
olduğunu, bunların vergi bilincini zayıflattığını ve vergi gelirlerini daha da
düşüreceğini kabul ederek işe başlayabiliriz.
Yukarıdaki bildirgede sunulan perspektiften hareketle ilave olarak şunları
talep etmeliyiz:
Özellikle de kentsel dönüşüm, arsa rantı
biçimindeki ekonomik rantı vergilendiren bir rant vergisi hayata geçirilmeli,
üst gelir gruplarının vergi oranları dik artan oranlı bir biçimde
yükseltilmeli, servet vergisi konulmalı, kurumlar vergisi oranı küçük firmaları koruyacak bir biçimde
ikili düzenlenmeli ve büyük şirketlerin oranı yükseltilmeli, üretici kuruluş-
finansçı ayırımı yapılmalı, sermayeye sunulan muafiyet, istisna ve vergi
matrahından indirilebilecek giderler ciddi olarak azaltılmalı, vergi idaresinin
ve mükelleflerinin vergi gayreti arttırılmalı, asgari ücretten gelir vergisi
alınmamalı, halkın üzerindeki KDV, ÖTV gibi adaletsiz vergiler ciddi olarak
düşürülmeli ve son olarak toplanan bu vergilerle yapılan tüm kamu harcamaları
etkin bir biçimde denetlenmeli, hesap verilebilir hale getirilmelidir.