ASGARİ ÜCRET: DAĞ FARE DOĞURDU!
Mustafa Durmuş
30 Aralık 2017
Yeni yılda geçerli olmak üzere asgari
ücret (aylık 199 lira, günlük 6,6 lira artırılarak), net 1603 lira olarak
belirlendi.
İşçilerin beklentisinin çok altında
kalan bu rakam, resmi verilere göre 5,5 milyon civarında, gayrı resmi olarak
kayıt dışı çalışanlarla birlikte 10 milyona yakın asgari ücretlinin yaşam
standardı üzerindeki etkisi kadar, kalan yaklaşık 9 milyon civarındaki işçinin
yeni yılda alacakları zam miktarını etkilemesi açısından da çok önemli olacak.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO),
Asgari Ücret Belirleme Anlaşması’nda (1970-No. 131 Madde 3/a) asgari ücretin
nasıl belirleneceğine ilişkin şöyle bir hüküm var:
“Asgari ücret belirlenirken işçilerin ve
ailelerinin ihtiyaçları, ülkedeki genel ücretlerin düzeyi, yaşam maliyetleri,
sosyal güvenlik/yardım ödemeleri ve diğer sosyal grupların göreli
yaşam standartları dikkate alınır” (1).
Bu çerçevede yeni asgari ücreti
sorgulayalım:
Öncelikle rakam sendikaların belirlediği açlık sınırının dahi altında kaldı. 2018 yılı gibi enflasyonun yüzde 13’ün altına inmeyeceği, gıda enflasyonunun bundan çok daha yüksek olacağı, yeni zamlar (örneğin elektriğe yapılan yüzde 8,8’lik zam) vergiler ve yükselen döviz kuru nedeniyle hayatın çok daha pahalı bir hale geleceği açık olan bir yıl için böyle bir rakam kabul edilebilir bir rakam mıdır?
Öncelikle rakam sendikaların belirlediği açlık sınırının dahi altında kaldı. 2018 yılı gibi enflasyonun yüzde 13’ün altına inmeyeceği, gıda enflasyonunun bundan çok daha yüksek olacağı, yeni zamlar (örneğin elektriğe yapılan yüzde 8,8’lik zam) vergiler ve yükselen döviz kuru nedeniyle hayatın çok daha pahalı bir hale geleceği açık olan bir yıl için böyle bir rakam kabul edilebilir bir rakam mıdır?
İkinci olarak, gelirin en altına böyle
gerçek ihtiyacı yansıtmayan bir sınır konulurken, neden diğer gelirlere (faiz,
rant, kâr gibi) bir üst sınır getirilmez de emekçiler ile sermayedarlar
arasındaki yaşam standardı farkı iyice artırılır? Neden böyle bir gelir ve
servet farklılığının hem sosyal hem de politik olarak geniş yığınları
yoksullaştırıp güçsüz bırakırken, bir avuç zenginin gücünü daha da artırmasına izin
verilir?
Avrupa ülkeleriyle yapılan kıyaslamalar gerçeğin sadece bir kısmını
yansıtıyor!
Sosyal medyada bazı Avrupa ülkelerindeki
asgari ücret düzeyleri ile yapılan kıyaslamalarda Türkiye’deki ücretin nasıl
trajikomik bir biçimde düşük kaldığı sergileniyor ve haklı olarak buna tepki
gösteriliyor. Diğer yandan bu kıyaslamalar aradaki farkın tamamını göstermiyor.
Şöyle ki, sözü edilen Avrupa ülkelerinde
işçiler Türkiye’deki kadar uzun saat çalışmıyorlar. Örnek olarak Türkiye’de
haftalık çalışma saati 51 saatin üzerinde iken İskandinav ülkelerinde 36 saate
kadar inebiliyor. Yani ülkemizde işçiler o çok düşük asgari ücret için ortalama
Avrupalı bir işçiden yüzde 30 daha fazla saat çalışmak zorunda.
Vergi ve prim yükü çok ağır!
İkinci kıyaslama işçilerden yapılan
vergi ve prim gibi kesintiler açısından yapılmalı. Bu açıdan da Türkiye’de
işçiler OECD ortalamasının çok üstünde vergi ve prim ödüyorlar (bunun
karşılığında devletten aldıkları sağlık, sosyal güvenlik ya da koruma
hizmetlerinin niteliğini tartışmaya gerek yok).
Örnek olarak iki çocuklu bir işçinin net
vergi yükü OECD’de ortalama yüzde 14,3 iken, Türkiye’de yüzde 25,3 (OECD içinde
ikinci en yüksek ülke. Bu farkın nedeni Türkiye’de aile yardımlarının yok
denecek kadar az olması).
Buna SGK kesintileri gibi kesintileri
eklediğimizde yük daha da artıyor. Öyle ki iki çocuklu bir işçiden yapılan
vergi ve benzeri kesintilerin oranı OECD’de yüzde 26,6 iken, Türkiye’de bunun
yaklaşık 10 puan üzerinde: Yüzde 36,4 (2).
Böylece Kurumlar Vergisinin resmi
oranının yüzde 22 olduğu, ama efektif oranın yüzde 10’u dahi bulmadığı
ülkemizde, işçinin sadece düşük asgari ücret altında değil, aynı zamanda yüksek
vergi ve prim yükü altında ezildiği çok açık.
Devlet bunu işçilere devlet bütçesinden
yapabileceği sosyal yardımlar ile azaltabilir. Ama bunu yeterince yapmıyor, ya
da yapamıyor. Öyle ki OECD ülkelerinde bütçesini emekçiler için yeniden
bölüştürücü olarak kullanmayan ilk üç ülke şöyle sıralanıyor: Meksika (yüzde
3), Şili (yüzde 4) ve Türkiye ( yüzde 5). OECD ortalamasında devlet bütçesinin
emek lehine kullanılması ile gelir adaletsizliği yüzde 27 azaltılırken,
Türkiye’de bu sadece yüzde 5 ile sınırlı kalıyor.
Düzenleme sermayedara yarıyor
Meseleye asgari ücret düzenlemesindeki
taraflar açısından bakıldığında, devleti ilgilendiren kısmın (bünyesinde
çalıştırdığı az sayıda asgari ücretliye yapılan zammın neden olacağı belli
miktardaki yük ve sermayeye verdiği destek dışında) gelen ilave bir yük yok.
Tersine asgari ücret vergilendirildiği için devlet vergisini alıyor (üstelik
artık yüzde 20 gibi yüksek bir orandan).
Sermaye açısından da durum gayet iyi.
Zira işverene 2017 yılında verilen ve 2018 yılında da devam edeceği açıklanan
100 liralık asgari ücret desteği ve yeni istihdamda 773 liralık vergi ve prim
desteği dışında, yeni yılda “1 maaş işverenden- 1 maaş devletten” uygulamasına
geçilecek.
Üstelik 2018 yılında sermaye kesiminden
alınacak vergilerin 132 milyar lirasının alınmayacağı yönündeki düzenleme yeni
bütçede “vergi harcaması” adı altında yer aldı. Buna sermaye lehine
uygulanmakta olan maliye politikası teşvikleri, Kredi Garanti Fonu garantili
250 milyarlık kredi ve faiz-kur arbitrajı biçimindeki para politikası
teşviklerini ilave ettiğimizde yeni yılın sermaye açısından altın bir yıl
olabileceğini söyleyebiliriz.
TÜRK-İŞ Başkanının timsah gözyaşları
Bu düzenlemenin kaybedeninin işçi sınıfı
olduğu açık. Üstelik bu duruma kendi sarı sendikaları aracılığıyla
düşürüldüler. Öyle ki timsah gözyaşı döken TÜRK-İŞ Başkanı “asgari ücretin
düşük olduğunu ama yapabilecekleri bir şeyleri de olmadığını” açıkladı.
Bunun karşısında işçilerin ne yaptığı ya da yapmadığı da sorgulanmalı. Bırakın yaygın protestoyu, TÜRK-İŞ ya da HAK-İŞ’in önüne gidip sarı sendikacıları protesto dahi etmediler.
Bunun karşısında işçilerin ne yaptığı ya da yapmadığı da sorgulanmalı. Bırakın yaygın protestoyu, TÜRK-İŞ ya da HAK-İŞ’in önüne gidip sarı sendikacıları protesto dahi etmediler.
Sınıf kavgasının bir sonucu!
Asgari ücretin bu şekilde belirlenmesi
aslında sınıf savaşımının doğal sonucu. Bu savaşı şu ana kadar kazanan hep
sermaye oldu ve bu düzenlemelerden hep o kârlı çıktı. Ekonominin üçüncü
çeyrekte süper yüksek bir oranda (yüzde 11,1) büyüdüğü ve bu yılın ortalama olarak
yüzde 6,5 civarında büyüyeceği açıklandıktan hemen sonra böyle düşük bir ücret
zammının verilmesi sadece sınıf savaşı ile ve siyasal iktidarın tercihleri ile
açıklanabilir.
Bu savaşın izlerini ya da sonuçlarını
aynı zamanda bölüşüm verilerinden de görebilmek mümkün. TÜİK’in son büyüme
bültenindeki bir ayrıntı çok önemliydi. Buna göre 2016 yılında milli gelirin
sadece yüzde 29,9’unu işçiler (ücret), buna karşılık yüzde 60,5’ini sermaye
çevreleri (kar, rant ve faiz) ve kalan yüzde 10’unu da vergi, prim ve diğer
kamu fiyatlaması biçiminde devlet alıyor.
Daha da önemlisi işçilerin bir yıl
öncesinde payları daha yüksekmiş (yüzde 36’ya yakın). Yani bir yılda yüzde
5’ten fazla gelir kaybetmiş işçi sınıfı. Aralık ayında yapılan bir uluslararası
çalışmada ise (3) Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik nüfusun milli gelirin yüzde
23,4’üne el koyduğu ortaya çıkmıştı. Keza en zengin yüzde 10' luk bir kesimin
toplam servetin yüzde 78'ine sahip olduğu belirlenmişti.
Böyle bir bölüşüm adaletsizliği ortada
iken, asgari ücrete yapılan bu denli düşük bir zam sınıf savaşı, siyasal
iktidarın bu konudaki tercihi ile değil de, hangi ekonomik gerekçeyle ile
açıklanabilir ki?
Yani asgari ücret artışının ihtiyacın ve
toplumun beklentisinin çok gerisinde kalması ne “ekonominin gerekleri”, ne
“işsizliğin azaltılması”, ne “aynı gemidekilerin fedakârlık yapması
gerekliliği”, ne de “kaynak yetersizliği” ile açıklanabilir.
Bu durum OHAL gibi
koşullarda eli daha da güçlenen sermaye sınıfının yürütmekte olduğu sınıf
savaşının, siyasal iktidarın tercihlerinin, diğer boyutuyla da işçilerin gerçek
anlamda sınıf sendikalarından yoksunluğunun bir sonucudur.
…………………..
(1) http://www.ilo.org.
(2) OECD, Taxing Wages, 2017.
(3) Ünlü iktisatçı Piketty’den çarpıcı rapor: Türkiye’de en zengin yüzde 1 ile en yoksul yüzde 50 arasındaki gelir payı makası artıyor, Politik Yol, (18.12.2017).