Asgari Ücret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Asgari Ücret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2024 Cumartesi

Faiz indirimi

 

Madem yüksek enflasyonda faizi indirebiliyorsunuz, o halde neden asgari ücreti baskılıyorsunuz?

Mustafa Durmuş

28 Aralık 2024

Malum, perşembe günü TCMB’nin faiz konusunda ne yapacağı merak ediliyordu.

TCMB yayınladığı duyuru ile politika faizini 2,5 puan indirerek yüzde 47,5’e düşürdü. Böylece Cumhurbaşkanının “yıl sonundan itibaren faizlerin indirilebileceğine ilişkin” öngörüsü de gerçekleşmiş oldu.

Duyuruda bu faiz indiriminin gerekçesi özetle,” toplam talep ve enflasyondaki iyileşme” olarak şöyle ifade ediliyor:

“Enflasyonun ana eğilimi kasım ayında yataya yakın seyretmiştir. Öncü veriler aralık ayında ana eğilimde düşüşe işaret etmektedir.  Son çeyreğe ilişkin göstergeler yurt içi talebin yavaşlamayı sürdürerek enflasyondaki düşüşü destekleyici seviyelerde bulunduğunu göstermektedir. Temel mal enflasyonu düşük seyretmeye devam ederken, hizmet enflasyonundaki iyileşme belirginleşmektedir. İşlenmemiş gıda enflasyonu önceki iki aydaki yüksek seyrin ardından aralık ayında ılımlı görünmektedir… Para politikasındaki kararlı duruş; yurt içi talepte dengelenme, Türk lirasında reel değerlenme ve enflasyon beklentilerinde düzelme vasıtası ile aylık enflasyonun ana eğilimini düşürmekte ve dezenflasyon sürecini güçlendirmektedir. Maliye politikasının artan eşgüdümü de bu sürece önemli katkı sağlayacaktır”.

Nitekim birçok ana akım iktisatçı ve TOBB gibi sermaye örgütü faiz indirimini yerinde bulurken, basın açıklamasında yer alan toplam talep ve enflasyondaki düşüş eğilimine vurgu yaptılar.

Para-Maliye-Gelir Politikası Üçlüsü

Biraz iktisat kitaplarına dönüş yapalım. Kitaplar piyasa ekonomilerinde iktidarların enflasyonu düşürme konusunda kullanabileceği para, maliye ve gelir politikası gibi üç önemli politika aracı olduğunu yazarlar. Ayrıca bu kitaplarda bu üç aracın birbiriyle uyumlu kullanılması gerektiği de ileri sürülür.

Örnek olarak, eğer enflasyonla mücadele söz konusuysa ve enflasyonun nedeni olarak da toplam talebin toplam arzdan çok yüksek olma hali gösteriliyorsa (ki Türkiye’de ağırlıklı resmi görüş bu yönde), bu üç politika aracının da sıkı olması gerekir. Yani sıkı para, sıkı maliye ve sıkı gelir politikası üçlüsünün uyumlu olması, biri “beyaz” derken diğerlerinin “siyah” dememesi gerekir.

İktidar kurala ne kadar uyuyor?

Maliye politikası bir süredir sıkılaştırılıyor. 2025 yılında çok daha sıkı bir maliye politikası uygulanacağı Orta Vadeli Program ile daha önce açıklanmıştı.

Örnek olarak, mevcut yüzde17,4’lük toplam vergi yükünün (vergi/GSYH) seneye yaklaşık 1 puan yükseltilerek yüzde18,3’ün üzerine çıkarılması maliye politikasında sıkılaşmayı gösteriyor. Yani seneye daha fazla vergi salınacak.

Siyasal iktidar genelde sermayeden vergi almayı tercih etmediği için bu vergileri ağırlıklı olarak emekçilerden, halktan toplayacak. Son zamanlarda gerek elektrik ve doğal gaz fiyatlarına, gerekse de benzin, motorin, LPG ve alkollü içkiden alınan vergilere yapılan zamlar bunun bir kanıtı. Bu yüzden de bir maliye politikası aracı olarak 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi gelecekte halktan yana değil, halka daha fazla kemer sıktıran bir bütçe olarak anılacaktır.

Harcamalar tarafında da özellikle de personele dönük harcamalarda ve halka dönük sosyal harcamalarda ve yatırım harcamalarında ciddi bir kesinti yani kemer sıkmaya gidileceği Bütçede açıklandı.

Kısaca, Bütçe önümüzdeki yıl kamu emekçilerinin ücret ve maaşlarına bu kesimleri rahatlatacak bir zam yapılmasının mümkün olmayacağını ifade ediyor. Zira personel harcamaları 2023’ten 2024’e yaklaşık yüzde102 oranında artırılmışken, 2025’te bu artışın sadece yüzde 30 olması hedefleniyor. Hali hazırda 11 aylık sermaye transferlerinin sadece yüzde %10 oranında gerçekleşmesi ise (eğer aralık ayında bu açık kapatılmazsa), izlenen maliye politikasının yeni yatırımların yapılmasını amaçlamadığını gösteriyor.

Yüzde 44 yeniden değerleme oranı

İlave olarak, yüzde 43,93 olarak belirlenen yeniden değerleme oranını düşürme yetkisi varken Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanmadı.

Böylece devlet, gelir vergisi dilimleri, motorlu taşıtlar vergisi tutarları, çevre temizlik vergisi tutarları, usulsüzlük, özel usulsüzlük cezaları gibi çeşitli had ve miktarlar, maktu damga vergileri ve damga vergisine ilişkin üst sınır, yurt dışı çıkış harcı, pasaport harçları ve trafik cezaları da dahil olmak üzere, alacakları konusunda hedeflenen enflasyon oranının (yüzde 21) en az iki katı bir oran uygulayacak.

Son üç yılın en düşük asgari ücret zammı

Gelirler politikası alanında son yılların en düşük asgari ücret zammının yapılması (yüzde 30) iktidarın sıkı gelir politikası uygulamaya kararlı olduğunu gösteriyor.

Çünkü 2023 yılında asgari ücrete yüzde 34’ü; 2024 Ocak ayında yüzde 49’u aşan oranda zam yapılmıştı. Bu yıl bunun yüzde 30’a düşürülmesi enflasyonla mücadelenin faturasının asıl olarak toplumun en yoksullarına, en korumasızlarına, en örgütsüzlerine ödettirileceğinin bir kanıtı.

Son olarak, para politikası kapsamında politika faizinin düşürülmesi ve bu düşüşün muhtemelen sürecek olması bundan böyle sıkı para politikasından adım adım vaz geçileceği yani bu politikanın gevşetileceği anlamına geliyor.

Bu, artık “bir erken seçim hamlesi midir yoksa sermayenin özellikle de durgunluk ve ağır borç yükü içindeki kesimlerinin rahatlatılarak gazlarının alınma operasyonu mudur”, ilerde anlaşılacak.

2 sıkı 1 gevşek

O halde biz emekçiler adına şu soruları soralım iktidara:

Eğer politika faizini “enflasyonda durum iyiye gidiyor” diye düşürdüyseniz, aynı gerekçeyle asgari ücretliye daha fazla zam yapabilirdiniz, neden yapmadınız?

Toplam talebi düşürmek için asgari ücret zammını daha yüksek tutamadığınızı söylüyorsunuz. Peki faiz indirimleri toplam talebi (para kullanma ve kredi maliyetlerinin düşmesinden dolayı) artırmayacak mı?

Neden patronlar söz konusu olduğunda vidayı gevşetiyor, işçiler söz konusu olduğunda vidayı daha da sıkıyorsunuz?

Sanayicisinden, inşaatçısına, büyük tüccarından bankacısına kadar sermaye sınıfının kârlarını daha da artırarak onları mutlu ederken, asgari ücreti açlık ücretine dönüştürerek işçi sınıfını, emekçileri perişan ettiğinizin farkında değil misiniz?


 


21 Aralık 2019 Cumartesi

KURTLAR SOFRASINDA ASGARİ ÜCRET TESPİTİ


KURTLAR SOFRASINDA ASGARİ ÜCRET TESPİTİ
Mustafa Durmuş

21 Aralık 2019

Bu hafta işsizlik ve istihdam verileri açıklandı. TÜİK verilerine göre (1); geçen yılın Eylül ayı ile kıyaslandığında bu yıl işsizlik oranı 2,4 puanlık artış ile yüzde 13,8 seviyesinde gerçekleşti (tarım dışında yüzde 16,4). Böylece işsiz sayısı 817 bin kişi artarak 4 milyon 566 bin kişi oldu.

ABA ALTINDAN SOPA

İşsiz sayısındaki bu artış Asgari Ücret Tespit Komisyonundaki işveren temsilcisi tarafından asgari ücretin artırılmasına karşı bir gerekçe olarak kullanıldı. İşveren temsilcisi asgari ücretin enflasyon oranının (yüzde 12) üzerinde artırılması halinde işsizliğin daha da artacağını (2) ileri sürdü.

Yani sermaye bir yandan devletçe kendilerine işçi başına verilen ücret desteğinin 100 liradan 200 liraya çıkartılmasını talep ederken, işçi sendikalarına aba altından sopa gösteriyor.

TÜRK-İŞ ise sözde “sosyal uzlaşı” görüntüsünün her zamanki konu mankenliğini yapmaktan öte bir işleve sahip değil. Türkiye işçi sınıfının böyle bir sendikal liderlikle temsil edilmesi (sınıfın içinde bulunduğu durumdan ötürü) haksızlık diyemesek de, büyük bir talihsizlik.

TÜİK: YÜZDE 5,4 ZAM YETER!

Hükümetin asgari ücret zammı ile ilgili olarak nasıl bir öneride bulunacağının işaretini ise TÜİK verdi. Çünkü asgari ücretin en fazla 2,331 lira (ağır çalışma koşullarında çalışan işçiler için)  olmasını önerdi (bu ücret ayda 352 avroya denk düşüyor).

Yani TÜİK mevcut asgari ücrete sadece yüzde 5,4 oranında zam yapılmasını yeterli buluyor. Çünkü kuruma göre çalışan bir işçinin yaşam maliyeti sadece yüzde 5,4 artmış (3). Oysa gerçek çok farklı. Çünkü son bir yılda sadece sebze ve meyve fiyatları yüzde 90 civarında, elektrik doğal gaz fiyatları ise yüzde 30- 40’ın üzerinde artmış durumda.

Uygulamada, şimdiye kadar hükümetlerin hep TÜİK’in önerisinin altında bir asgari ücret zammı yaptıkları dikkate alındığında, bu yıl da kural bozulmaz ve sermaye –devlet ortak kararı ile işçilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak bir asgari ücret zammı gerçekleşirse sürpriz olmaz.

“YAŞAM ÜCRETİ” EKONOMİK BÜYÜMEYİ HIZLANDIRIR

Asgari ücretin yükseltilmesinin işletmelere zarar vermesi ancak kriz zamanlarda zor durumda kalan küçük ve orta ölçekli işletmeler açısından söz konusu olabilir. Ama bu da ücret sürümlü ve aşağıda sözünü edeceğimiz bir büyüme stratejisi altında talep artışlarıyla önlenebilir.

Diğer taraftan, asgari ücretin sosyal haklarla desteklenmiş bir yaşanılabilir bir ücret düzeyine çıkartılmasının ne ülke ekonomisini, ne devlet bütçesini, ne de istihdamı olumsuz etkilemediği,  tersine bunlar üzerinde olumlu etkiler yarattığı yapılan çok sayıda bilimsel araştırma ile kanıtlanmış durumda (4).

Çünkü “yaşam ücretiyle” yürütülen bir büyüme stratejisi; hem gelir bölüşümü eşitsizliğini azaltıcı, hem  ekonomik toparlanmayı sağlayıcı ve büyümeyi hızlandırıcı, hem de büyümekte olan bir ekonomide  vergi gelirlerini artırıcı  niteliklere sahip bir strateji.

Bu strateji bu işlevini talep ve arz yönlü olarak yerine getirir. Talep yönlü olarak daha yüksek ücret, daha fazlaharcama, dolayısıyla da daha fazla talep ve daha hızlı büyüme demek. Arz yönlü olarak daha yüksek ücret çalışanların mutluluğunu artırır, işçi sirkülasyonunu azaltır, böylece emek gücü verimliliğini artırır.

ASGARİ ÜCRETE ZAM ŞAMPİYONU İKİ ÜLKE: BU YIL MEKSİKA, GEÇEN YIL İSPANYA

Bu yıl asgari ücreti en fazla artıran ülke Meksika oldu ve yüzde 20 zam yaptı (5). Bu ülkenin OECD içinde en düşük asgari ücret düzeyine sahip bir ülke olması nedeniyle “zaten bunun yapılması kaçınılmazdı” denilebilir. Bu haklı da olabilir zira her ne kadar bu ülkede enflasyon oranı bizdekinin üçte bir kadar olsa da, asgari ücreti bizdekinden düşük.

Bu nedenle de asgari ücreti bizdekinden daha yüksek olan bir ülkeden, İspanya’dan örnek vermek daha doğru olabilir.

İspanya devlet başkanı “zengin bir ülkeye yoksul bir asgari ücret düzeyi yakışmaz” deyip 2018 yılında asgari ücretin yüzde 22 oranında artırılmasını onayladı. Böylece brüt asgari ücret aylık 858,5 avrodan 1,050 avroya çıkartıldı. Üstelik bu ülkede işçilere bir yılda 12 yerine 14 maaş ödeniyor (6).

Türkiye’de brüt asgari ücret 386 avro, net 305 avro civarında.  Yani asgari ücretli bir İspanyol işçi bizdekinden neredeyse üç kat daha fazla asgari ücret alıyor ve üstelik bunu yılda 14 maaş üzerinden alıyor.

İSPANYA’DA ENFLASYON BİZDEKİNİN ONDA BİRİ KADAR 

Belki “bu ülkede enflasyon bizdekinden çok daha fazladır, o nedenle de hükümet işçiyi enflasyona ezdirmek istememiştir” denilebilir. Ancak İspanya’da 2018 yılında enflasyon yüzde 1 civarındaydı, 2019’da ise binde 4’e kadar düştü (7). Asgari ücrette yapılan böyle bir artış ileri sürülenin aksine enflasyonu artırmadı, düşürdü.


Yani İspanya’da bizdekinin en az onda biri kadar düşük enflasyon söz konusu. Böylece emekçiler, özellikle de asgari ücretliler açısından hayat İspanya’da Türkiye’ye göre daha ucuz denilebilir.

İspanya’da asgari ücretin yükseltilme kararının alındığı yıl olan 2018 yılında ekonomi de mükemmel durumda değildi. Zira bu yılın ekonomik büyümesi sadece yüzde 2,5 idi ve bu bir önceki yıldan binde 5 daha düşüktü (8). 2019 yılında da ekonominin aşağı yukarı bu oranda büyümesi bekleniyor. Yani yüzde 22’lik asgari ücret artışı ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemedi.

ASGARİ ÜCRET ARTTI, İŞSİZLİK DÜŞTÜ

“Ya işsizlik ne olmuş” diye sorulabilir. Çünkü bizde işverenler de, devlet de asgari ücret artışının işsizliği artıracağını ileri sürüyor. Oysa İspanya’da geçen yıl işsizlik oranı (aylara göre) ortalama yüzde 15,0 ila yüzde 16,7 arasında yani oldukça yüksekti. 2019 yılında ise işsizlik yüzde 13,9’a geriledi (9). Yani yüzde 22’lik asgari ücret artışı işsizliği artırmadı, tersine düşürdü.

TÜRKİYE’DE FAİZİ DÜŞÜRMEK İŞSİZLİĞİ AZALTMADI

Bizde Hükümet (işçilerin ücretlerini yükselterek talep yaratmak yerine), faiz oranlarını indiriyor. Bunu yaparken de, ekonomide parasal bir genişleme yaratıp, böylece canlılık ve istihdam yaratmayı hedeflediğini açıklıyor. Peki, “bu faiz indirimleri beklendiği gibi yeni yatırımları teşvik edip, istihdamı artıyor mu, işsizliği azaltıyor mu?”

Ana akım ekonomi teorisi çerçevesinde (normal koşullarda) düşük faizin para-kredinin maliyetini düşüreceğinden daha fazla yatırımı, dolayısıyla da daha fazla istihdamı teşvik edeceği görüşü kabul edilir.

Ama bu bir şartla gerçekleşebilir: “Normal koşullar altında!” Koşullar normal dışı ise bu mekanizma işlemez. Bu durumu en iyi anlatan iktisatçı ise Keynes’tir. Keynes Genel Teori adlı meşhur kitabında bu konuda özetle şunları söyler (10):

“Yatırımları etkileyen iki faktör mevcuttur. Sermayenin marjinal etkinliği (ya da getirisi) ve güven.  Güven ise çok önemlidir zira sermayenin getirisini etkiler”.

GÜVEN, DÜŞÜK FAİZDEN ÇOK DAHA ÖNEMLİ

Bir başka anlatımla, ekonomiye ve siyasete olan güven her zaman iktisadi aktörlerin yani üreticilerin ve tüketicilerin öncelik verdikleri bir durum. Çünkü güven duygusu sermayenin marjinal etkinliği/getirisi üzerinde çok önemli bir etkiye sahip.

Bu tespit de neden Türkiye’de politika faizi oranlarında geçen yılın Eylül ayından bu yılın Eylül ayına kadar yüzde 24.00’den yüzde 16.50’ye, yani 7,5 puanlık (yüzde 31’in üzerinde) bir indirim yapılmasına (11) rağmen istihdamın artmayıp, tersine azaldığını ve işsizliğin daha da arttığını anlatıyor.

Kısaca, faiz oranlarındaki indirimlerle bir finansal krizi önlemek mümkün olabilirse de, tek başına böyle indirimler yatırımlardaki, üretimdeki dolayısıyla da istihdamdaki azalmayı durdurmaya ve işsizlik artışını önleyemeye yetmiyor.

Keza ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi içinde sermayeye verilen bunca mali teşvik ve onlara yönelik kurtarma operasyonları da ekonomiyi canlandırma ve istihdam yaratma ve işsizliği düşürme konusunda başarısız kalıyor.

EMEKÇİLERİN STRATEJİSİ NE OLMALI?

Bu bağlamda sadece hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu, sosyal adaletin,  böylece toplumsal barışın sağlandığı bir demokratik ortamda, yatırımların toplumsallaştırılarak sosyal olarak faydalı, doğayı tahrip etmeyen yatırımlar biçiminde yapılmasıyla ekonomi verimli bir biçimde sürdürülebilir olarak büyütülebilir. Böylece hem işsizlik ve yoksulluk azaltılabilir, hem de bölüşüm adaletli yapılabilir.

Buradan yola çıkarak emek örgütlerinin ve emekten yana siyasal parti ve hareketlerin adaletli bir bölüşümü hedefleyen ve doğayı tahrip etmeyen verimli bir ekonomik büyüme stratejisi olmalıdır.

Bu strateji altında; asgari ücretin, (sosyal haklarla desteklenen) yaşam ücreti düzeyine çıkartılması ve her türlü vergiden istisna tutulması ve ücretlerden SGK primi gibi primlerin kesilmemesi (bu primleri işçiler için işverenler ve devlet ödemeli) talep edilmeli.

Bu düzenlemeler nedeniyle ortaya çıkacak olan bütçe açığının, güvenlik harcamaları gibi verimsiz kamu harcamalarının kısılması ve zenginlerden alınan gelir ve kurumlar vergisi oranlarının artırılması ve zenginlerden servet vergisi alınması gibi mali önlemlerle kapatılması savunulmalı.

Son olarak işçi sendikalarını güçlendirecek ve toplu pazarlık sistemini etkinleştirecek yasal değişiklikleri de içeren bir demokratikleşme için mücadele edilmeli.

DİP NOTLAR:

(1)  TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Eylül 2019, http://www.tuik.gov.tr (16 Aralık 2019),
(3)  https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/tuik-asgari-ucret-onerisini-acikladi (17 Aralık 2019).
(4)  Iyanatul Islam, “Minimum And Living Wages In Times Of Cuts”, http://www.social-europe.eu (17 October 2014)  ; Johannes Schweighofer, “The German Minimum Wage – Will It Destroy Jobs?”, http://www.social-europe.eu (16 December 2013); Alan Manning, “Why Increasing The Minimum Wage Does Not Necessarily Reduce Employment,  http://www.social-europe.eu (27 January 2014); Ronald Janssen, “Beware Of ‘The Economist’ Promoting Minimum Wages”, http://www.social-europe.eu (19 December 2013).
(5)  https://www.telesurenglish.net/news/New-Minimum-Wage-Increase-is-Mexicos-Highest-in-44-Years (17 December 2019).
(6)  https://tradingeconomics.com/spain/minimum-wages (19 December 2019).
(7)  https://tradingeconomics.com/spain/inflation-cpi (19 December 2019).
(8)  https://www.macrotrends.net/countries/ESP/spain/gdp-growth-rate (19 December 2019).
(10)               John Maynard Keynes, Genel Teori-İstihdam , Faiz ve Paranın Genel Teorisi, İkinci Baskı, Kitap IV, Kısım 11, Kalkedon Yayınları, 2010, s.123-154.
(11)               https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Temel+Faaliyetler/Para+Politikasi/Merkez+Bankasi+Faiz+Oranlari/1+Hafta+Repo.



14 Ocak 2018 Pazar

NEREDEN BAKSAN TUTARSIZLIK!


NEREDEN BAKSAN TUTARSIZLIK!
Mustafa Durmuş
13 Ocak 2018
Bir hafta sonra “dünyanın efendileri” İsviçre Davos’ta yıllık olağan bir araya gelişlerinden birini daha gerçekleştirecekler.
Dünyanın başta ekonomik ve siyasal meselelerinin ve jeopolitik risklerin olduğu kadar, büyük ihalelerinin de (örneğin onlarca milyar dolarlık yeni alt yapı projelerinin kime ya da kimlere verileceğinin) ele alınacağı bu zirveye (Dünya Ekonomik Forumu) seçkin (!) bazı ekonomistlerin dışında, asıl olarak küresel sermayenin önde gelen temsilcileri ve değişik ülkelerden devlet başkanları, başbakanlar ve maliye bakanları gibi önemli görevlerdeki politikacılar katılacak.
Az gelişmiş dünyaya daha dün “bok çukuru” (shithole) diye hitap eden (1) ABD devlet başkanı Trump da bu toplantıya katılacakmış.
Wallmart asgari ücreti artırıyor
Trump bu yılın başında sermaye örgütlerinin ve zenginlerin vergilerini indirdi (kurumlar vergisini yüzde 35’ten yüzde 21’e düşürdü). Bunun üzerine ülkenin ve dünyanın önde gelen perakende devi, toplam olarak 2,2 milyon işçi çalıştıran, 4,700 mağazası ve yüzlerce deposu olan, geçen yılki geliri 500 milyar doları bulan Wallmart, saatlik asgari ücretin miktarını 9 dolardan 11 dolara çıkartacaklarını açıkladı (2).
Bunu da yapılan vergi indirimleri sayesinde yapabildiklerini söyleyerek, indirilen vergilerin aslında işçilere yaradığı gibi bir yanılsama yarattı.
Gerçekte ise durum bu değildi. Zira ülkede işsizlik sadece yüzde 4,1. Yani bir çok ekonomiste göre ülkede ekonomi tam istihdamda. Wallmart, bu koşullarda yeni işçi bulmak giderek zor olduğu için, zaten düşük ücretle çalışan ve devletten aldıkları gıda karneleri ile yaşamlarını sürdürebilen işçilerin asgari ücretini yükseltmek zorundaydı.
İşçi çıkartmanın bahanesi
Ama asıl niyet aynı açıklamada ortaya çıktı. Wallmart ülke çapında 63 adet deposuna kilit vuracağını da açıkladı. Bu yaklaşık 7,500 depo işçisinin işsiz kalması anlamına geliyor.
70 bin dolarlık yoksulluk konuşması
Aslında bu gönderinin asıl konusu Davos. Çünkü Davos’ta bu yıl ele alınacak konuların arasında küresel eşitsizlik ve yoksulluk gibi önemli konular da var.
Ama şimdi sıkı durun ve aşağıda yer verdiğim New York Times’ta çıkan bir habere (3) kulak verin.
Bu toplantılara katılabilmek ve örneğin yoksulluğu tartışabilmek için üye olmak ve bilet almak gerekiyor. Bunun bedeli ise sadece 70 bin dolarcık ! Bu sadece katılım ücreti ve üyelik için. Çünkü Zürih Hava Limanı'ndan bu kayak cenneti küçük kasabaya, ne denli rahat ve güvenli olursa olsun, devletin treni ile gelecek kadar düşmediğinize göre, ya lüks bir otomobil ya da helikopter kiralayacaksınız. Yani en az 100 bin doları gözden çıkartmalısınız.
Buralarda harcanacak milyonlarca dolar ile kaç bin yoksul doyurulur, kaç tanesi için istihdam yaratılırdı bunu tartışmayacağım. Ama doğrusu kapitalist sisteme şapka çıkartmak lazım.
Çünkü öyle bir düzen ki asgari ücreti artırmanın karşılığında sermaye rüşvet olarak ödediği verginin düşürülmesini istiyor, ayrıca işçi çıkartıyor. Ve işçiler olarak tam bir "aşağı tükürsek bıyık" halindeler: Ücretiniz artmazsa sürüneceksiniz, artarsa bazılarınız işsiz kalacak !.
Üstelik böyle bir sömürü, eşitsizlik ve adaletsizlik nedeniyle yoksullaştığınızda sizim sorunlarınızı da sizi bu duruma düşürenler, sizin adınıza, dünyanın en lüks mekânlarında, şampanyaları yudumlarken, havyarlarını kaşıklarken tartışıyorlar ve sözüm ona çözüm arıyorlar.
Sizce böyle bir yaman çelişkinin çözülmesi daha ne kadar sürer?
………….
(1) 
https://www.washingtonpost.com/…/trump-attacks-protections-…, 12 Ocak 2018.
(2) 
https://www.reuters.com/…/walmart-hikes-minimum-wage-announ…, 11 Ocak 2018.
(3) 
https://mobile.nytimes.com, 12 Ocak 2018.


30 Aralık 2017 Cumartesi

ASGARİ ÜCRET: DAĞ FARE DOĞURDU!

ASGARİ ÜCRET: DAĞ FARE DOĞURDU!

Mustafa Durmuş

30 Aralık 2017

Yeni yılda geçerli olmak üzere asgari ücret (aylık 199 lira, günlük 6,6 lira artırılarak), net 1603 lira olarak belirlendi.
İşçilerin beklentisinin çok altında kalan bu rakam, resmi verilere göre 5,5 milyon civarında, gayrı resmi olarak kayıt dışı çalışanlarla birlikte 10 milyona yakın asgari ücretlinin yaşam standardı üzerindeki etkisi kadar, kalan yaklaşık 9 milyon civarındaki işçinin yeni yılda alacakları zam miktarını etkilemesi açısından da çok önemli olacak.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Asgari Ücret Belirleme Anlaşması’nda (1970-No. 131 Madde 3/a) asgari ücretin nasıl belirleneceğine ilişkin şöyle bir hüküm var:
“Asgari ücret belirlenirken işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçları, ülkedeki genel ücretlerin düzeyi, yaşam maliyetleri, sosyal güvenlik/yardım ödemeleri ve diğer sosyal grupların göreli yaşam standartları dikkate alınır” (1).
Bu çerçevede yeni asgari ücreti sorgulayalım:
Öncelikle rakam sendikaların belirlediği açlık sınırının dahi altında kaldı. 2018 yılı gibi enflasyonun yüzde 13’ün altına inmeyeceği, gıda enflasyonunun bundan çok daha yüksek olacağı, yeni zamlar (örneğin elektriğe yapılan yüzde 8,8’lik zam) vergiler ve yükselen döviz kuru nedeniyle hayatın çok daha pahalı bir hale geleceği açık olan bir yıl için böyle bir rakam kabul edilebilir bir rakam mıdır?
İkinci olarak, gelirin en altına böyle gerçek ihtiyacı yansıtmayan bir sınır konulurken, neden diğer gelirlere (faiz, rant, kâr gibi) bir üst sınır getirilmez de emekçiler ile sermayedarlar arasındaki yaşam standardı farkı iyice artırılır? Neden böyle bir gelir ve servet farklılığının hem sosyal hem de politik olarak geniş yığınları yoksullaştırıp güçsüz bırakırken, bir avuç zenginin gücünü daha da artırmasına izin verilir?

Avrupa ülkeleriyle yapılan kıyaslamalar gerçeğin sadece bir kısmını yansıtıyor!
Sosyal medyada bazı Avrupa ülkelerindeki asgari ücret düzeyleri ile yapılan kıyaslamalarda Türkiye’deki ücretin nasıl trajikomik bir biçimde düşük kaldığı sergileniyor ve haklı olarak buna tepki gösteriliyor. Diğer yandan bu kıyaslamalar aradaki farkın tamamını göstermiyor.
Şöyle ki, sözü edilen Avrupa ülkelerinde işçiler Türkiye’deki kadar uzun saat çalışmıyorlar. Örnek olarak Türkiye’de haftalık çalışma saati 51 saatin üzerinde iken İskandinav ülkelerinde 36 saate kadar inebiliyor. Yani ülkemizde işçiler o çok düşük asgari ücret için ortalama Avrupalı bir işçiden yüzde 30 daha fazla saat çalışmak zorunda.

Vergi ve prim yükü çok ağır!
İkinci kıyaslama işçilerden yapılan vergi ve prim gibi kesintiler açısından yapılmalı. Bu açıdan da Türkiye’de işçiler OECD ortalamasının çok üstünde vergi ve prim ödüyorlar (bunun karşılığında devletten aldıkları sağlık, sosyal güvenlik ya da koruma hizmetlerinin niteliğini tartışmaya gerek yok).
Örnek olarak iki çocuklu bir işçinin net vergi yükü OECD’de ortalama yüzde 14,3 iken, Türkiye’de yüzde 25,3 (OECD içinde ikinci en yüksek ülke. Bu farkın nedeni Türkiye’de aile yardımlarının yok denecek kadar az olması).
Buna SGK kesintileri gibi kesintileri eklediğimizde yük daha da artıyor. Öyle ki iki çocuklu bir işçiden yapılan vergi ve benzeri kesintilerin oranı OECD’de yüzde 26,6 iken, Türkiye’de bunun yaklaşık 10 puan üzerinde: Yüzde 36,4 (2).
Böylece Kurumlar Vergisinin resmi oranının yüzde 22 olduğu, ama efektif oranın yüzde 10’u dahi bulmadığı ülkemizde, işçinin sadece düşük asgari ücret altında değil, aynı zamanda yüksek vergi ve prim yükü altında ezildiği çok açık.
Devlet bunu işçilere devlet bütçesinden yapabileceği sosyal yardımlar ile azaltabilir. Ama bunu yeterince yapmıyor, ya da yapamıyor. Öyle ki OECD ülkelerinde bütçesini emekçiler için yeniden bölüştürücü olarak kullanmayan ilk üç ülke şöyle sıralanıyor: Meksika (yüzde 3), Şili (yüzde 4) ve Türkiye ( yüzde 5). OECD ortalamasında devlet bütçesinin emek lehine kullanılması ile gelir adaletsizliği yüzde 27 azaltılırken, Türkiye’de bu sadece yüzde 5 ile sınırlı kalıyor.

Düzenleme sermayedara yarıyor
Meseleye asgari ücret düzenlemesindeki taraflar açısından bakıldığında, devleti ilgilendiren kısmın (bünyesinde çalıştırdığı az sayıda asgari ücretliye yapılan zammın neden olacağı belli miktardaki yük ve sermayeye verdiği destek dışında) gelen ilave bir yük yok. Tersine asgari ücret vergilendirildiği için devlet vergisini alıyor (üstelik artık yüzde 20 gibi yüksek bir orandan).
Sermaye açısından da durum gayet iyi. Zira işverene 2017 yılında verilen ve 2018 yılında da devam edeceği açıklanan 100 liralık asgari ücret desteği ve yeni istihdamda 773 liralık vergi ve prim desteği dışında, yeni yılda “1 maaş işverenden- 1 maaş devletten” uygulamasına geçilecek.
Üstelik 2018 yılında sermaye kesiminden alınacak vergilerin 132 milyar lirasının alınmayacağı yönündeki düzenleme yeni bütçede “vergi harcaması” adı altında yer aldı. Buna sermaye lehine uygulanmakta olan maliye politikası teşvikleri, Kredi Garanti Fonu garantili 250 milyarlık kredi ve faiz-kur arbitrajı biçimindeki para politikası teşviklerini ilave ettiğimizde yeni yılın sermaye açısından altın bir yıl olabileceğini söyleyebiliriz.

TÜRK-İŞ Başkanının timsah gözyaşları
Bu düzenlemenin kaybedeninin işçi sınıfı olduğu açık. Üstelik bu duruma kendi sarı sendikaları aracılığıyla düşürüldüler. Öyle ki timsah gözyaşı döken TÜRK-İŞ Başkanı “asgari ücretin düşük olduğunu ama yapabilecekleri bir şeyleri de olmadığını” açıkladı.
Bunun karşısında işçilerin ne yaptığı ya da yapmadığı da sorgulanmalı. Bırakın yaygın protestoyu, TÜRK-İŞ ya da HAK-İŞ’in önüne gidip sarı sendikacıları protesto dahi etmediler.

Sınıf kavgasının bir sonucu!
Asgari ücretin bu şekilde belirlenmesi aslında sınıf savaşımının doğal sonucu. Bu savaşı şu ana kadar kazanan hep sermaye oldu ve bu düzenlemelerden hep o kârlı çıktı. Ekonominin üçüncü çeyrekte süper yüksek bir oranda (yüzde 11,1) büyüdüğü ve bu yılın ortalama olarak yüzde 6,5 civarında büyüyeceği açıklandıktan hemen sonra böyle düşük bir ücret zammının verilmesi sadece sınıf savaşı ile ve siyasal iktidarın tercihleri ile açıklanabilir.
Bu savaşın izlerini ya da sonuçlarını aynı zamanda bölüşüm verilerinden de görebilmek mümkün. TÜİK’in son büyüme bültenindeki bir ayrıntı çok önemliydi. Buna göre 2016 yılında milli gelirin sadece yüzde 29,9’unu işçiler (ücret), buna karşılık yüzde 60,5’ini sermaye çevreleri (kar, rant ve faiz) ve kalan yüzde 10’unu da vergi, prim ve diğer kamu fiyatlaması biçiminde devlet alıyor.
Daha da önemlisi işçilerin bir yıl öncesinde payları daha yüksekmiş (yüzde 36’ya yakın). Yani bir yılda yüzde 5’ten fazla gelir kaybetmiş işçi sınıfı. Aralık ayında yapılan bir uluslararası çalışmada ise (3) Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik nüfusun milli gelirin yüzde 23,4’üne el koyduğu ortaya çıkmıştı. Keza en zengin yüzde 10' luk bir kesimin toplam servetin yüzde 78'ine sahip olduğu belirlenmişti.
Böyle bir bölüşüm adaletsizliği ortada iken, asgari ücrete yapılan bu denli düşük bir zam sınıf savaşı, siyasal iktidarın bu konudaki tercihi ile değil de, hangi ekonomik gerekçeyle ile açıklanabilir ki?
Yani asgari ücret artışının ihtiyacın ve toplumun beklentisinin çok gerisinde kalması ne “ekonominin gerekleri”, ne “işsizliğin azaltılması”, ne “aynı gemidekilerin fedakârlık yapması gerekliliği”, ne de “kaynak yetersizliği” ile açıklanabilir.
Bu durum OHAL gibi koşullarda eli daha da güçlenen sermaye sınıfının yürütmekte olduğu sınıf savaşının, siyasal iktidarın tercihlerinin, diğer boyutuyla da işçilerin gerçek anlamda sınıf sendikalarından yoksunluğunun bir sonucudur.

…………………..
(1) 
http://www.ilo.org.
(2) OECD, Taxing Wages, 2017.
(3) Ünlü iktisatçı Piketty’den çarpıcı rapor: Türkiye’de en zengin yüzde 1 ile en yoksul yüzde 50 arasındaki gelir payı makası artıyor, Politik Yol, (18.12.2017).