‘Devlet
mali krizi’nin eşiğindeyiz
Mustafa
Durmuş
26
Ağustos 2020
Artık krizleri yazmak, konuşmak istemesek de içinden geçmekte olduğumuz süreç bize bunu dayatıyor. Krizsiz bir dünya yaratana kadar kapitalizmin neden olduğu ekonomik, sosyal ve ekolojik krizleri ve çöküşleri (kuşkusuz çözümleri de) yazmayı sürdürmek toplumsal sorumluluğumuzun bir gereği.
Türkiye ekonomisinin bu yıl ciddi oranda
küçüleceğini artık sağır sultan bile duydu. Dünya Bankası bu küçülmenin yüzde –
3,8, IMF yüzde - 5 ve OECD yüzde -6’ya yakın bir oranda gerçekleşeceğini
öngörüyor. (1)
Küçülme kaçınılmaz zira Korona Salgını yüzünden (Çin
ekonomisi haricinde), tüm dünya ekonomileri küçülüyor. Türkiye ekonomisi ise 2018
yılında zaten resesyonda idi ve 2019 yılında bu durumdan çıkamamıştı. Korona
Salgını ile birlikte, Mart ayından itibaren yaşanan arz ve talep yönlü şoklar
yüzünden, çok daha büyük çaplı bir kriz dalgasının etkisi altına girdi.
Diğer yandan krizin tek sorumlusu olarak Korona
Salgınını görmek ciddi bir yanılgı olur. Çünkü Salgın öncesinde de ülke
ekonomisini krize sürükleyen; başta sistemik iktisadi nedenler olmak üzere,
artan militarizm, sürdürülen savaşçı politikalar ve otoriter siyasal İslamcı
yeni rejimin beraberinde getirdiği politik belirsizlikler ve riskler gibi nedenler
de söz konusuydu.
Birkaç bölümden oluşan bu yazımızın bu bölümünde ülkede
yaşanan çoklu krizlerden birini, ‘devlet mali krizi’ni irdeleyeceğiz. Somut
olarak Türkiye’deki son kamu maliyesi verilerinden hareketle, ekonomik krizin
nasıl devlet mali krizine dönüştüğüne odaklanacağız (bu krizin spesifik bir
biçimde hangi yollarla bir bankacılık krizine yol açabileceği konusunu ise daha
sonraki yazılarımızda ele alacağız).
Reel
ekonomide yaprak kıpırdamıyor
Okuyucunun sabrına güvenerek, analizimize öncelikle Türkiye
ekonomisi ile ilgili bazı temel reel göstergeleri sunarak başlayalım.
Ülkede bugünlerde yeni yatırım da, yatırım ortamı da
yok. Sabit sermaye yatırım harcamalarındaki bu yılın ilk çeyreğindeki düşüş
Salgının etkili olmaya başladığı Nisan ayından itibaren daha da derinleşmiş
görünüyor. Aynı zamanda perakende satışlar ve özel tüketim harcamaları da azaldı.
Tüketici ve yatırımcı güven endeksleri düşmeyi sürdürüyor. Sanayi üretimi bu
yılın ikinci çeyreğinde (bir önceki yılın aynı çeyreğine göre) yüzde - 16,9
azaldı.(2) 2019’da artıya dönen cari açığın bu yıl yüzde -3,2 olması
bekleniyor. (3) Geniş tanımlı işsizlik ve istihdam kaybı oranı yüzde 50, gerçek işsiz sayısı 17,2 milyon oldu.(4) Gerçek
enflasyon ve yoksulluk oranı ise yüzde 30’un üzerinde seyrediyor.
Finansal göstergeler endişe veriyor
Finansal göstergeler açısından da durum hiç iç açıcı
değil. Örnek olarak dolar kuru 7,40’ın üzerine çıkarak tarihsel bir zirve yaptı.
Merkez Bankası kurdaki bu yükselişi durdurabilmek için likidite
sıkılaştırmasıyla faizleri (dolaylı da olsa) yükseltmek durumunda kaldı.
Finans dışı özel sektörün net döviz pozisyonu açığı 165
milyar doları aşıyor. (5) Ülkenin CDS’leri, eşiği çok aşarak Ağustos ayında 560
puana yaklaştı.(6) “Döviz rezervlerindeki düşüş, zayıf para
politikası, negatif reel faiz ve kısmen güçlü kredi teşvikinin tetiklediği
yüksek cari açığın dış finansman risklerini artırdığı” gerekçesiyle, kredi
derecelendirme kuruluşu Fitch ülkenin not görünümünü negatife düşürdü. (7)
Merkez Bankası döviz rezervleri sadece 6 ayda 30
milyar dolar eridi, döviz swapları çıkartıldığında ise eksiye dönüyor. 7
Ağustos itibariyle yurt dışına sermaye çıkışları 12 milyar doları buldu. (8)
Bu süreçte görev zararları artan kamu bankalarının
döviz açık pozisyonları da, yasal sınır olan sermayelerinin yüzde 20’sini
aşarak, yüzde 30’a ulaştı.(9) Bankacılık sektöründe kârlılık oranları düşerken (10),
KOBİ’lere ait takipteki kredilerin oranı yüzde 7’ye aştı. (11)
Daha
da kötüleşen devlet maliyesi
Dahası ülkenin sorunları sadece ekonomik küçülme gibi
reel ekonominin yaşadığı sorunlarla ya da döviz açığı, yüksek kur, batık
krediler gibi finansal sorunlarla sınırlı değil. Devlet maliyesi alanında da
ciddi sorunlar yaşanıyor. Bir başka anlatımla; ekonomik kriz sürerken, finansal
kriz kapıda beklerken, devlet mali krizi de bir süredir “sırada ben de varım”
demeye başladı.
Vergi
gelirleri azalırken, bazı devlet harcamaları ciddi olarak arttı
Bu duruma yol açan mali faktörleri şöyle özetlemek
mümkün: Toplanamayan, sık sık affedilen, uzlaşma yoluyla eksik alınan ve Korona
Salgını yüzünden indirim, erteleme biçiminde özel sektörden tahsil edilmeyen vergiler
ve diğer mali yükümlülükler ciddi boyutlara ulaştı.
Diğer yandan Salgın nedeniyle başta sağlık
harcamaları olmak üzere, sermaye
sınıfına verilen teşvikler, sübvansiyonlar, büyük inşaat ve enerji
şirketlerinin kurtarılması için verilen mali desteklerde ciddi artışlar söz
konusu.
Bunlara bir de piyasaya göre daha ucuz faizlerle kredi
ve düşük kurdan döviz sattıkları için zarar eden kamu bankalarının zararı, bir
türlü düşürülemeyen ve çok büyük bir kısmı halkın refahı ile ilgili olmayan lüks
devlet harcamaları, askeri harcamalar, iç güvenlik harcamalarını ve Kamu Özel
İşbirliği yöntemi altında yapılan büyük alt yapı projelerinin bütçeye getirdiği
yükleri de dâhil ettiğimizde durum iyice kötüleşiyor.
Devlet maliyesindeki bu gelişmelerin sonucunda, özel
ekonominin yanı sıra devlet de artık kriz potasına girmiş durumda. Sırasıyla; bütçe
açığı, Hazine nakit açığı, kamu borçlanması ve faiz ödemeleri önlenemez bir
biçimde artış gösterdi. Öte yandan devlet mali krizi devletin sınırları içinde
kalmadı ve bankacılık krizini de tetiklemeye başladı.
Goldscheid’den
O’Connor’a devlet mali krizi
‘Devlet mali krizi’ yeni bir kavram değil. Bu
kavramı ilk kullanan iktisatçının mali sosyolojinin de öncülerinden R. Goldscheid
olduğu kabul ediliyor.
Goldscheid, feodalizm sonrasında feodal devletin
yerini alan kapitalist devleti ‘vergi devleti’ olarak niteliyor ve bu yapının içinin
sermayedarlar tarafından boşaltılarak mali bir krize sokulduğunu ileri sürüyor.
Ona göre mali kriz, finans sermayeye yapılan yüksek borç servisi ödemeleriyle,
bu da işçilerin daha ağır biçimde vergilendirilerek sermaye sahipleri
tarafından daha fazla sömürülmesiyle sonuçlanıyor.(12)
Goldscheid’ten etkilenen Schumpeter’e göre, bir zamanlar feodal egemenlere (devlete) ait
olan mülkiyet özel sektöre geçip piyasalar gelişmeye başlayınca, vergileme devletin
temel gelir kaynağı oldu. Böylece ‘vergi devleti’ ile kapitalizmin yükselişi
aynı sürecin birbirinden ayrılmaz parçaları oldular. Diğer yandan, süreç içinde
devletin gelire olan ihtiyacı aşırı bir şekilde arttığında bu durum artık
sürdürülemez bir hale gelir ve vergi devleti çöker.(13) Kısaca Schumpeter’e
göre devletin özel sektöre olan finansman yönünden bağımlılığı (son tahlilde)
vergi devletinin çöküşüne neden olacaktır.
Ancak kavrama asıl anlamını veren kişi İkinci Dünya Savaşı
sonrasının Marksist iktisatçılarından J. O’Connor’dur.
Sınıfsal
çelişki ve çatışma mali krizin nedeni
O’Connor’a göre, kapitalist devletin kabaca birbiriyle
çatışan iki işlevi mevcut: “Sermaye birikimini sağlamak” ve “bunu toplum
nezdinde meşrulaştırmak”. Yani devlet bir yandan özel sermaye birikimini kârlı kılabilecek
koşulları yaratmalı, diğer yandan da toplumsal uyumu / uzlaşmayı korumalıdır. (14)
Öte taraftan pratikte, birbiriyle uzlaşmaz çelişki içinde
olan sosyal sınıfların çıkarlarını yansıtan bu iki işlev devletin bir mali
krize girmesiyle sonuçlanır. Şöyle ki; kapitalist devlet sermayenin
karşılaştığı maliyetleri sosyalleştirirken, kârların özelde kalmasını sağlar. Böylece
kârlı bir sermaye birikimini oluşturmaya dönük olarak yapılan devlet harcamaları,
devlet destekleri sürerken, bunları finanse etmesi beklenen vergiler yeterince
artırılamaz. Çünkü sermaye sınıfı vergi vermeye yanaşmaz. Halkın vergi ödeme
gücününse bir üst sınırı mevcuttur. Bunun sonucunda devlet gelirleri ile devlet
harcamaları arasında yapısal bir açık oluşur. Bu da mali bir krize neden olur.
Özetle devlet mali krizi teorisi perspektifinden; devlet
harcamaları artarken, devlet geliri yaratma kapasitesi bunun çok gerisinde
kaldığında (yapısal açık), ‘vergiye dayalı devlet’ kendi mali çöküşünün
tohumlarını da atmış olur.
Bütçe
artık yama tutmuyor
Bu perspektiften Türkiye’de neler olup bittiğine
bakalım. Bunun için de öncelikle bütçe açığından başlayalım.
Merkezi Yönetim Bütçesi açığı son yıllarda sürekli
artarak; 2016 yılında - 38,2 milyar liraya, 2017 yılında - 60,4 milyar liraya,
2018 yılında -72,8 milyar liraya yükseldi.
2019 yılında
- 80,6 milyar lira olan açığın 2020 yılında -138,9 milyar lira olması
öngörülmüştü. Ancak 2020 yılının sadece 7 ayında (Ocak-Temmuz) bu açık – 139,2
milyar lira olarak gerçekleşti. Tek başına Temmuz ayındaki açık ise – 29,7
milyar lira oldu. (15)
Gerçekte açığın çok daha yüksek çıkması gerekiyordu.
Çünkü bu 7 ay içinde sadece Ocak ayında bütçe 21,5 milyar lira olmak üzere
fazla verdi. (16) Bu fazlanın nedeni bu ay Merkez Bankası’nın yapılan
olağanüstü genel kurulunda kurumun geçen yılki kârının yüzde 90’ının ve geçen
yıllardan kalan ihtiyat akçesinin Hazine’ye kâr payı olarak aktarılması
kararının alınmış olması.
Tahminlere göre bu yıl 50-55 milyar lira civarında
bir Merkez Bankası kaynağı (vergi dâhil) Hazine’ye aktarılmış olacak. (17) Ocak ayında bu
aktarmanın bir kısmının yapıldığı anlaşılıyor. Kısaca Merkez Bankası kârı ve
ihtiyat akçesi olmasaydı (tıpkı geçen yıl olduğu gibi) bu yıl da bütçe açığı
çok daha fazla olacaktı.
Bütçe Açığı
(Milyar TL)
|
2016 |
2017 |
2018 |
2019 |
2020
(İlk 7 ay)* |
|
-38,2 |
-60,4 |
-72,8 |
-80,6 |
-139,2 |
(* Bu yılın tamamında öngörü -138,9 TL)
Bu gelişmeyi kısaca yorumlayalım: Bu yıl öngörülen
açık miktarı daha ilk 7 ayda aşıldı. Geçen
yıl Temmuz ayında bütçe 9,9 milyar lira fazla verirken, bu yılın Temmuz ayında
bunun açığa dönüşerek – 29,7 milyar liraya çıkması, açığın yüzde 400 arttığı
anlamına geliyor.
7 ay (Ocak-Temmuz) olarak bakıldığında; 2019 yılında
bütçe açığı -68,7 milyar iken, bu 2020 yılının aynı döneminde -139,2 ‘ye yükseldi.
Bu yaklaşık yüzde 103’lük bir artış demek oluyor.
Bu gelişmeler Dünya Bankası’nın son raporunda bütçe
açığının tarihsel zirve olarak milli gelirin yüzde - 5,2’sini bulacağı
öngörüsünü doğrular nitelikte (Maastricht Kriteri olan yüzde - 3’ün neredeyse 2
katı).
Faiz
dışı açık yüzde 482 arttı
Bu arada bir ayrıntıya da dikkat çekmemiz gerekiyor:
Faiz Dışı Denge. Bu kavram faiz ödemeleri düşüldükten sonraki bütçe ya da
Hazine dengesini gösteriyor. Ortaya çıkan fark pozitif ise faiz dışı fazladan
(FDF), negatif ise faiz dışı açıktan (FDA) söz ediliyor. Bu açığın hızla
büyümesi devletin yapısal bir mali kriz (dolayısıyla borçlanma yönündeki baskı)
içinde olduğuna işaret ediyor.
Bu çerçevede geçen yılın Temmuz ayında + 17,6 milyar
lira olarak faiz dışı fazla verilmiş iken, bu yılın ilk 7 ayında bu fazla açığa
dönüştü ve yüzde 220,5 oranında artarak –
21, 2 milyar liraya çıktı. 7 aylık (Ocak –Temmuz) faiz dışı denge ise – 59,4
milyar lira oldu (bu arada yılın ilk 7 ayında Hazine borçlanmalarından dolayı
79,7 milyar lira faiz ödendi. Bu geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 36’nın
üzerinde artış demek).
Böylece 2019 yılının ilk 7 ayında sadece – 10,2
milyar lira olan faiz dışı açık 2020 yılının aynı döneminde yüzde 482’lik bir
artış ile - 59,4 milyar liraya çıktı.
Faiz Dışı Denge
(Milyar TL)
2019
(Ocak-Temmuz) |
2020
(Ocak-Temmuz) |
Artış
hızı (%) |
-10,2 |
-59,4 |
482 |
Faiz dışı açıktaki artışın bu denli yüksek olması
devlet maliyesinin sorununun sadece yüksek faiz ödemelerinden ibaret olmadığını
gösteriyor. Asıl sorun artık faiz dışı ve bir türlü azaltılamayan devlet harcamaları.
Yani artık devlet maliyesinin dengesizliğine neden olan bazı temel yapısal faktörlerin
devrede olduğu çok açık.
Korona
sermaye vergilerini azaltırken, ÖTV ve
KDV halkın sırtına iyice bindi
Bu yapısal faktörleri gözden geçirelim. Öncelikle bütçe
açığının bir tarafını oluşturan vergi geliri tahsilatları durgun seyrediyor. Bu
durgunluğun sebepleri arasında; Korona Salgınının neden olduğu ekonomik krizin
vergi ödeme gücünü azaltması, vergi toplama gayretini zayıflatması, sıklıkla
çıkartılan vergi afları ve yüksek enflasyonun vergi gelirlerini reel olarak
düşürmesi gibi faktörler var.
Örneğin geçen yıl aynı dönem ile kıyaslandığında bu
yıl (Ocak-Temmuz) 7 aylık dönemde bütçe açığının diğer belirleyeni olan devlet harcamalarındaki
artış yüzde 39,1 (faiz hariç yüzde 42,2) olurken, vergi gelirleri artışı yüzde
30,3’ de kaldı.
Vergi gelirlerindeki bu artış da asıl olarak, yüzde
81 oranında artan ÖTV ve yüzde 35 oranında artan KDV gelirlerinden kaynaklandı.
Çünkü Gelir Vergisi tahsilatları yüzde -1 ve Kurumlar Vergisi tahsilatları
yüzde -23 civarında azaldı. Diğer yandan
vergi dışı devlet gelirleri yüzde - 74 civarında azalınca, toplam bütçe
gelirleri yüzde – 7,4 oranında düştü.
Kısaca bütçe giderleri hızla artarken bütçe gelirlerinin düşmesi bütçe açığını artırdı.
|
Kamu
harcamalarında artış (%) |
Vergi
gelirlerinde artış (%) |
Vergi
dışı bütçe gelirlerinde artış (%) |
(Ocak-Temmuz
2020) |
39,1 |
30,3 |
-
74,0 |
Bu dönemde faiz ödemelerinin dışında, Korona Salgını
yüzünden başta sermaye kesimi olmak üzere çeşitli kesimlere verilen mali destekler,
sermayeye verilen ucuz faiz ve döviz desteği yüzünden kamu bankalarının artan görev
zararları belirleyici oldu.
Hanelere verilen destekleri de kapsayan bu “cari
transfer harcamaları” adı da verilen harcamalar bütçe ödeneklerinin yaklaşık
yüzde 44’ünü oluşturuyor. Bu kalemdeki artış ise yüzde 30 oldu.
Abartılı
güvenlik harcamaları krizi tetikliyor
Diğer yandan (üzerinde konuşulması çok da istenmeyen),
ancak hız kesmeden de devam eden ve kimilerine göre “güvenlik harcaması”
(savunma ve iç güvenlik gibi), kimilerine göre “militarizm ve otoriterleşmeye
dönük harcamalar” ya da bazılarınca “savaş harcamaları” olarak adlandırılan
harcamalar bütçenin harcamalar tarafını etkileyen en önemli gider kalemi oldu.
Öyle ki 2017 yılı sonu itibariyle iç ve dış güvenlik
kurumları (savunma hizmetleri + kamu düzeni ve güvenlik) toplam olarak merkezi
yönetim bütçesinin yaklaşık yüzde 11’i civarında kaynak kullandı. Buna adalet
hizmetlerine ayrılan yüzde 1,1 civarındaki pay da eklendiğinde, bu pay yüzde
12,1’e çıkıyor. (18)
2020 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi ödeneklerinin dağılımı
ise çok daha çarpıcı (19). Bu ödeneklerin yüzde 13,2’si (145 milyar lira) iç ve
dış güvenlik ve yargılama hizmetleri için ayrılmış durumda.
Ancak buna sermayelerinin tamamına yakını devlete
ait olan Aselsan, Roketsan, Savunma ve Hava Sanayi, TAİ, STM gibi ‘Askeri Sanayi
Karması’nın ulusal örneklerini oluşturan şirketlerin güvenlik hizmetine dönük
üretimleri için kullandıkları kaynak olan 98,5 milyar lira ve Savunma Sanayi
Destekleme Fonu’nun (SSDF) 23,9 milyar liralık
harcaması dâhil edildiğinde bu rakam 272,9 milyar liraya ve oran yüzde 25’e
yükseliyor.
Denetlenemeyen
askeri harcamalar
Bütçe dışı bir fon olduğu için Meclis denetimine
tabi olmayan ve yaptığı harcamaların detayları gizlilik gerekçesiyle Meclis ile
dahi paylaşılmayan Savunma Sanayi Destekleme Fonu bünyesinde 2018 yılında yaklaşık
24 milyar lira gelir elde edildi. Aynı yıl güvenlik ve savunmaya yönelik araç,
gereç ve savaş teçhizatı alımına 22,5 milyar liralık harcama yapıldı. (20)
Bu fonun gelir kaynakları 28 Kasım 2017 tarih ve
7061 sayılı Yasa ile daha da güçlendirildi ve 2018 yılından itibaren Gelir ve
Kurumlar Vergisinin SSDF’ye aktarılan payı yüzde 6’ye çıkartıldı, Motorlu
Taşıtlar Vergisinin yüzde 20’si ve Veraset ve İntikal Vergisinin yüzde 25’i de
bu fona aktarılmaya başlandı.
Bir çalışma ülkedeki Askeri Sanayi Karması ve askeri
harcamaların geleceğine ilişkin önemli bulgular sunuyor.
Buna göre (21) Türkiye Savunma Sanayi Başkanlığı’nca
yayınlanan 2019-2023 dönemi için stratejik planda; Türk savunma sektörünün
gelirlerinin 26,9 milyar dolara, ihracatının ise 10,2 milyar dolara çıkartılması
hedefleniyor. Türkiye Savunma ve Havacılık Sanayi Üreticileri Birliği
tarafından Nisan ayında açıklanan 2019 sanayi verilerine göre ise; sektörün
ihracatı 2019 yılında yüzde 40,2 artarak (2018'deki 2,2 milyar dolarlık
düzeyden) 3,1 milyar dolara yükseldi. Toplam satışları ise yüzde 24,2 artarak (2018'de
8,8 milyar dolara kıyasla), 10,9 milyar dolara yükseldi.
Sonuç olarak, silah sanayi sektörünün satışlarının
dörtte üçünün iç pazarda kullanıldığı ve bunun temel alıcısının da devlet
olduğu dikkate alınırsa; sermaye kesimine verilen desteklerin yanı sıra,
ülkedeki otoriterleşme ve militarizmi artırmada kullanılan devlet
harcamalarının faiz dışı açığı artıran, böylece de devlet mali krizine yol açan
faktörlerden biri olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Kapitalizmin, krizleri derinleştikçe, savaşlara
yönelmesi Birinci Paylaşım Savaşından bu yana kanıtlanmış olan bir olgu. Bugün
de, bu yönde olmak üzere tüm dünyada hem ırkçılık, hem de militarizm
yükseliyor. Savunma amacını fazlasıyla aşan büyüklüğe erişen askeri
harcamalarsa böyle savaşları gündemde tutmaya yarıyor.
Diğer yandan, dünyanın her yerinde savaşı, ölümü ve
öldürmeyi kutsamak yerine, ısrarla ve inatla barışı, yaşamı ve yaşatmayı
savunanların mücadelesi de kesintisiz sürüyor.
Mali bir krizin de tetikleyicisi olan savaş
harcamalarının arttığı bir dönemde de olsa,
çok önemsediğimiz için her yıl alanlara çıktığımız bir gün olan 1 Eylül
Dünya Barış Günü tüm dünya halklarına kutlu olsun.
Sonraki
yazı: İçi boşalan Hazine ve önlenemeyen devlet borçlanması
Dip notlar:
(1) World
Bank Group, Turkey Economic Monitor, August 2020: Adjusting the Sails, www.worldbank.org. s. 65.
(2)
TÜİK, Sanayi Üretim Endeksi, Haziran
2020, Haber Bülteni (14 Ağustos 2020),
http://www.tuik.gov.tr.
(3) World Bank Group, agr. s. 15.
(4) http://disk.org.tr/2020/08/covid-19-istihdami-vurdu-issizlik-ve-is-kaybi-toplami-17-2-milyon
(10 Ağustos 2020).
(5) TCMB, Mayıs Ayı Finansal Kesim Dışındaki Firmaların
Döviz Varlık ve Yükümlülükleri, https://www.tcmb.gov.tr
(5 Ağustos 2020), s. 1
(6) https://tr.investing.com/rates-bonds/turkey-cds-5-year-usd
(24 Ağustos 2020).
(7) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kredi-derecelendirme-kurulusu-fitch-turkiyenin-not-gorunumunu-negatife-dusurdu
(23 Ağustos 2020).
(8) https://www.dunya.com/kose-yazisi/bu-doviz-cikisina-rezerv-dayanmaz-zaten-dayanmiyor
(20 Ağustos 2020).
(9) https://www.bloomberght.com/kamu-bankalari-tl-yi-savunmak-icin-doviz-acik-pozisyonlarini-artirdi
(17 Temmuz 2020).
(10) Bu
konuda bkz: Mustafa Durmuş, “Elbette “ekonomi yüksek döviz kurlarından
ibaret değil”, http://mustafadurmusblog.blogspot.com/2020/08.
(11) BDDK, Türk
Bankacılık Sektörü Temel Göstergeleri, Haziran 2020, s. 14.
(12) Goldscheid, Rudolf (1925), A Sociological
Approach to Problems of Public Finance. R. Musgrave and A. Peacock (Edts), Classics in The Theory of Public Finance,
Palgrave Macmillan, 1958 içinde, s. 202-213.
(13) R. A. Musgrave, "Schumpeter's Crisis of
the Tax State: An Essay in Fiscal Sociology," Journal of Evolutionary Economics, Springer, vol. 2(2), August, 1992,
s. 89-113.
(14) James O’Connor, The
Fiscal Crises Of the State, St.Martin’s Press, New York, 1973, Chapter 2, s. 40-64.
(15) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe Gerçekleşme Raporu, Temmuz 2020, s. 2-7.
(16) Hazine
ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe
gerçekleşme Raporu (Ocak 2020), s. 2.
(17) https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/son-dakika-merkez-bankasindan-ihtiyat-akcesi-karari
(20 Ocak 2020).
(18) Koç
Üniversitesi- Eaf-TÜSİAD, Merkezi Yönetim Bütçesi Takip Raporu,
Mayıs 2018, s. 42
(19) T.C.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun
Teklifi ve Bağlı Cetveller.
(20) T.C.
Sayıştay Başkanlığı, Savunma Sanayi
Destekleme Fonu 2018 Yılı Sayıştay Denetim (Düzenlilik) Raporu, (Eylül
2019), s. 22.
(21) Ali
Bakeer, “Turkey’s Defense Industry in
the Covid Age”, https://cgpolicy.org
(10 July 2020).