Olası
bir Orta Doğu savaşı ve artan yabancı yatırımcı riski
Mustafa
Durmuş
17 Ekim 2023
Malum, mevcut iktidar blokunun iktisadi önceliğini
yabancı yatırımcıların ülkeye getirilmesi, böylece kaynak açığının kapatılması
oluşturuyor.
Bu amaçla hem OVP’ de düzenlemeler yapıldı (mali
disiplin, sıkı para ve maliye politikalarına geçiş gibi) hem de Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Hazine ve Maliye Bakanı M. Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı H. Gaye
Erkan başta olmak üzere heyetlerle dünyanın birçok finans merkezine çıkarmalar
yapıldı. Buralarda küresel yatırım fonlarının ve dev bankaların yöneticileriyle
ve devlet yetkilileriyle toplantılar gerçekleştirildi.
Döviz
krizini savuşturma çabası
Kuşkusuz buradaki amaçlardan biri (ülkede kârlı bir
sermaye birikimini sürdürebilmek için gerekli olan dış kaynakların
sağlanmasının yanı sıra), 2021 yılı Eylül ayından bu yana faizlerin düşürülmesinin
neticesinde enflasyonun ve döviz kurlarının hızla yükselmesiyle oluşan süreçte,
hem ekonomik istikrarın ciddi ölçüde bozulması hem de Merkez Bankası döviz rezervlerinin
eritilmesi yüzünden ciddi bir döviz krizi riski ile karşı karşıya kalan ekonomiyi
bu durumdan kurtarmaktı.
Kısaca, ülkede zaten çok yüksek bir enflasyon ve
işsizlik varken bir de döviz krizi ile kriz iyice derinleştirilmemeliydi.
Üstelik iktidar blokunun önünde kazanılması gereken son bir kale daha (yerel
yönetim seçimleri) vardı. Bu seçimlerin de alınmasıyla ülkede otoriter ve
totaliter rejimin kurulmasının önündeki engeller de kaldırılmış olacak ve
neo-liberal Siyasal İslamcı-milliyetçi yönetimin uzun yıllar sürecek olan
despotik iktidarının önü de açılmış olacaktı.
Yabancı
kaynak girişi kaçınılmaz
Bunun için de, kısa ve/veya uzun vadeli yabancı fon
sağlayıcılara ve yatırımcılara ihtiyaç olduğu çok açık. Zira ülkenin tasarruf
açığı hala sürüyor. Üstelik 21 yıl boyunca 1 trilyon dolardan fazla yabancı
kaynak kullanan, ciddi boyutlarda vergi gelirine el koyan, 70 milyar doları
bulan doğrudan özelleştirmeler yapan siyasal iktidar bu açığı kapatmak bir yana
daha da artırdı. Yani hem bütçe açığı hem de cari açığın tarihi zirveler
görmesinin yanı sıra yatırım-tasarruf açığı da bu süreçte ciddi olarak arttı.
Böyle olunca da, Tek Adam Rejimi tükürdüğünü yalamak
ve daha önce itibarsızlaştırarak işten attığı bakan ve bürokratları tekrar işe geri
almak durumunda kaldı. Zira onların dışardaki sözde kredibilitesinden
yararlanarak ülkeye (ne pahasına olursa olsun) fon getirmek istiyor.
Yabancı
yatırımcının gelmesi için uygun iklim var mı?
Ancak dışarıdan yabancı yatırımcı getirmek kolay bir iş
değil. Öyle ki yabancı yatırımcılar bir başka ülkeye yatırım yaparken, birçok
şeyin yanı sıra, özellikle de elde edebilecekleri yüksek getirileri (faiz
geliri gibi) ve kuşkusuz karşılaşabilecekleri yüksek riskleri dikkate alırlar.
Bu açıdan bakıldığında ülkedeki hem mevduat hem de
devlet borçlanma kâğıtlarının getirileri (faiz), resmi olarak yüzde 70’i bulan
enflasyon nedeniyle hala negatifte çünkü örneğin yüzde 30 politika faizi
enflasyonun çok altında. Ülkedeki borsa ise (yabancılar açısından), daha çok
yerli yatırımcının oynadığı bir kumar gibi ele alınıyor.
Böyle olunca da kısa vadeli yabancı yatırımcılar
(portföy yatırımları biçiminde) ülkeye gelmeye
pek yanaşmıyor ya da gelen kaynak çok sınırlı kalıyor, bu da dişin kovuğuna
yetmiyor. Uzun vadeli doğrudan yatırımlarınsa tarihsel olarak en düşük düzeyde
seyrettiği bir dönemden geçiyoruz. Bu söylediklerimiz Merkez Bankası’nın
düzenli olarak açıklamakta olduğu ödemeler dengesi istatistikleriyle de doğrulanabilir.
(1)
Yabancı yatırımcı açısından ülke riski hala yüksek
Gelelim madalyonun diğer yüzüne, yani yabancı
yatırımcı riskine. Bu risk genelde, çeşitli nedenlerden ötürü, ülkeden ülkeye
farklılaşabiliyor.
Yabancı yatırımcı açısından bir başka ülkeye yatırım
yapmanın kabaca üç türlü riskinden söz edilir. Sırasıyla; politik risk, ülkedeki geçerli olan politik rejimin demokrasi ile
olan ilişkisi, yolsuzluklar ya da çatışmaların düzeyince belirlenir. Yasal risk, mülkiyet haklarının ve
sözleşme özgürlüğünün güvence altında olup olmaması ile ve ekonomik risk, ekonomideki büyüme hızının düşüklüğü, ekonomik çeşitliliğin
yetersiz olması gibi ekonomik kırılganlıklarla belirlenir. (2)
Bunlara kuşkusuz ülkenin dış borçlarını ödeyememesi
demek olan temerrüt riskini de
katmak gerekir ki bu da finansal piyasaların çökmesine ya da ciddi biçimde
dalgalanmasına neden olur.
Bir ülkenin risk primi puanı kabaca bu faktörlerle
belirleniyor. Nitekim her ne kadar bir düşüş süreci içinde olsa da, Türkiye’nin
risk primi (5 yıllık USD CDS) hala 400 puan civarında seyrediyor (300 puan ve
üstü CDS yüksek risk grubu sayılıyor).
Yabancı yatırımcı risk haritası
Bu ve benzeri risk hesaplamaları küresel karşılaştırmalarda da kullanılıyor. Nitekim böyle bir analize göre (3), Temmuz 2023 itibarıyla en yüksek riskli 5 ülke, Belarus, Lübnan, Venezüella, Sudan ve Suriye olarak sıralanıyor. Bu da aslında savaşların ve ekonomik ambargoların bir ülkeye gelmeye niyetli yabancı yatırımcılar açısından en fazla risk teşkil eden olgular olduğunu ortaya koyuyor.
Bu araştırmanın, 12’nci gününe giren Filistin-İsrail
savaşı öncesini kapsıyor olması nedeniyle, bu savaşla birlikte Orta Doğu
coğrafyasında yer alan ülkelerin ve bu coğrafyaya sınır oluşturan ülkelerin (örneğin
Türkiye) riskinin bu savaşla birlikte arttığını söyleyebiliriz. Bu çerçevede, ABD’de
ve Avrupa’da yapılan yabancı yatırımcı toplantılarında, fon sağlayıcılar tam
olarak ikna edilememişken, bu kez patlayan son savaşla birlikte Türkiye’nin
dışarıdan para bulması daha da zorlaşacak gibi görünüyor.
Diğer yandan (araştırmaya göre), muhtelif AB ülkeleri,
Singapur ve Yeni Zelanda’dan oluşan 13 ülke yabancı yatırımcı açısından en
düşük riske sahip ülkeler olarak nitelendiriliyor. Devlet tahvilleri AAA- ile puanlanan
bu ülkelerde düşük yolsuzluk düzeyleri ve mülkiyet haklarının sıkı bir biçimde korunması
yabancı yatırımcılar açısından en çekici yanları oluşturuyor.
Türkiye
en riskli ilk 50 ülke arasında
Türkiye ise toplam 177 ülke içinde en fazla riske
sahip ilk 50 ülke arasında yer alıyor. Risk puanı 9,9 olan Türkiye ile aynı
risk grubunda, Angola, Mısır, Kırgızistan, Kongo, Moğolistan, Kenya, Nikaragua,
Nijer, Tacikistan, Svaziland, İran, Madagaskar ve Togo gibi, Dünya Bankası
ölçütlerine göre “Düşük-Orta Gelirli” ya da “En Az Gelirli Ülkeler Grubunda” yer
alan ülkeler bulunuyor (aynı ölçütlere göre Türkiye “Üst Orta Gelirli Ülkeler
Grubunda” yer alıyor).
Gelir düzeyi açısından Üst Orta Gelir Grubunda olsa da,
Türkiye’nin Küresel Sosyal Gelişme Endeksi, Küresel İşçi Hakları ve Demokrasi Endeksi
gibi çok sayıda diğer gösterge açısından son yıllarda çok ciddi bir erozyona
uğradığı açık. Bu da ülkeye gelecek potansiyel yabancı yatırımcıların frene
basmalarına neden oluyor.
Kaldı ki ortada bir gerçek daha var. Özellikle de “doğrudan
yabancı sermaye yatırımları” olarak adlandırılan ve ülkenin asıl ihtiyacı olan “uzun
vadeli doğrudan yatırımlar” küresel çapta ağırlıklı olarak gelişkin
ekonomilerin kendi aralarında gerçekleşiyor.
Yani ABD’li bir yatırımcı gidip Avrupa’da ya da
Japonya’da yatırım yapıyor (ya da tersi). Kalan üçte bir civarındaki küresel yatırımlardan
aslan payını ise Çin ve Hindistan gibi dünyanın önde gelen Yükselen Ekonomileri
alıyor. Yani bizim gibi ekonomilere pek pay kalmıyor.
Sonuç
olarak
Tarih bize, savaşlar, ciddi ekonomik ve politik krizler
ve pandemiler gibi olgular sırasında uluslararası sermaye hareketlerinin bıçak
gibi kesildiğini, son Ukrayna savaşı sırasında da yaşandığı gibi, enerji-petrol
ve temel gıda fiyatlarının hızla arttığını ve küresel tedarik zincirlerinin
aksamaya uğramasıyla ortaya çıkan arz yönlü darboğazlar yüzünden küresel
enflasyonun da hızla yükseldiğini gösterdi.
Nitekim burnumuzun dibindeki Filistin –İsrail savaşı hali
hazırda Türkiye’nin bölgeye dönük yıllık 9 milyar doları bulan ihracatını etkiliyor.
Öyle ki bölgeye mal nakliyatları bıçak gibi kesildi, navlun ve sigortalatma
maliyetleri yükseldi. (4)
Bu savaş eğer İran’ı da içine alarak genişlerse, bu olumsuz
etkilere varil fiyatı tekrar 100 doların üzerine çıkabilecek olan petrolü, buğday
gibi temel gıda maddeleri ve çok sayıda hammaddenin hızla artacak olan fiyatlarını
da eklemek gerekecek. Bu da zaten yıllardır yapılan yanlışlar yüzünden ortaya
çıkan ekonomik sorunlar nedeniyle giderek azalmış olan yabancı yatırımları
(özellikle de uzun vadeli doğrudan yatırımları) daha da azaltacaktır.
İktidar bloku ise hazırladığı 12’nci Kalkınma Planı
örneğinde olduğu gibi, bir üçüncü dünya savaşına dönüşme potansiyeli taşıyan bu
son savaşın neden olabileceği ekonomik etkileri dikkate almadığı gibi, 2053
yılına ait hazırladığı pembe hedeflerle halkı oyalamaya devam ediyor.
Dip notlar:
(1)
Ödemeler Dengesi Gelişmeleri -
Ağustos 2023, https://www.tcmb.gov.tr (15
Ekim 2023).
(2) https://pages.stern.nyu.edu/~adamodar/New_Home_Page/home.htm
(17 Ekim 2023).
(3) Agm;
https://advisor.visualcapitalist.com/mapped-which-countries-have-the-highest-investment-risk
(9 October 2023).
(4) https://www.ekonomim.com/finans/haberler/savas-bizi-ters-ayakta-yakaladi-haberi
(16 Ekim 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder