Türkiye
kapitalizmi: bir aşk hikâyesi
Mustafa
Durmuş
11
Ekim 2023
Kapitalizm, özünde, kapitalist devlet ile sermaye sınıfı
arasında yaşanan süresiz aşkların hikâyesidir.
Kamu
ihaleleri
Bu aşklar, büyük sermaye şirketlerine sunulan başta devasa
alt yapı yatırımları ihaleleri, yap- işlet -devlet sözleşmeleri, kamu-özel işbirliği
projeleri ve Hazine garantileri yoluyla, kısaca kamu kaynaklarının sermayenin
hizmetine sunulmasıyla yaşanır. Böylece kapitalist devlet kârlı bir sermayen
birikiminin sürdürülebilmesi konusunda üzerine düşen görevi de yerine getirmiş
olur.
Borçlanma
ve vergi teşvikleri
Aynı zamanda bu aşklar, devletin bu kesimlerden
normalde alması gereken vergileri ve primleri almaması, bu nedenle de ortaya
çıkan bütçe açıklarını kapatmak için büyük ölçüde yine bu kesimlerden
borçlanarak onlara ciddi boyutlarda faiz ödemesi biçiminde gerçekleşir.
Kuşkusuz emekçilerin örgütlenmelerini ve yasal haklarını
aramalarını önleyen emek karşıtı düzenlemeler de, emek hareketinin bastırılması
da, özellikle de işçi sınıfı hareketinin ve toplumsal muhalefetin zayıfladığı
dönemlerde, hızlıca gerçekleştirilir.
Bir örnek vermek gerekirse, bu yıl hazırlanan Orta
Vadeli Programa göre dahi devlet önümüzdeki üç yılda başta bankalar olmak üzere
finans kesimine toplam olarak 5 trilyon 431 milyar TL faiz ödeyecek.
Dahası devlet tüm sermaye kesiminden bu yıl, “vergi
istisnası, muafiyeti ve indirimi” adı altında 1 trilyon TL’ye yakın bir vergiyi
de almayacak. Şu ana kadar çıkartılan vergi ve SGK prim aflarıyla affedilen
kamu alacağı ise yüzlerce milyar TL’yi buluyor.
Ucuz
döviz sunumu
Aşağıda yer verdiğimiz ve R. Hakan Özyıldız tarafından
hazırlanan tablo ise bu aşk hikâyesinin bir başka biçimine dikkat çekiyor. Buna
göre, toplam döviz cinsinden borçların miktarı son yıllarda ciddi olarak artış
göstererek, bu yılın ikinci çeyreği itibarıyla, 634 milyar doları aşmış
bulunuyor.
Siyasal iktidarla sermaye çevreleri arasındaki dövizli ve TL cinsinden krediler/borçlar üzerinden yaşanan aşk hikâyesi ise şöyle şekillendi.
Öncelikle, özellikle de 2017 yılından itibaren Partili
Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildikten sonra, Hazine ve TCMB yüksek faizlerle dışarıdan
döviz borçlanıp, bu rezervleri düşük kurdan, kamu bankaları aracılığıyla özel
şirketlere satarak bu şirketlerin dövizli iç borçlarının 74 milyar dolar
azaltılmasını sağladı.
Düşük
faiz, Nas ve KKM
Bu da yetmezmiş gibi, iktidar Nas’ı gerekçe göstererek
27 ay boyunca TCMB faizini, ardından da TL cinsinden kredilerin faizlerini düşürdü,
böylece zombi şirketlere ucuz krediler verdi. Ayrıca ortaya çıkardığı kamu
zararı 500 milyar TL’yi bulduğu ifade edilen Kur Korumalı Mevduat (KKM)
uygulaması ile zenginlere devasa servet aktardı.
Kârlar
özelde kalırken zarar sosyalleştiriliyor
Kuşkusuz her aşk hikâyesinde olduğu gibi, bu hikâyede
de üzülen bir taraf mevcut. Çünkü malum, kapitalizm devletin sermayeye olan
aşkının ifadesi olduğu kadar, “kârların özelde kalırken zararın daima
sosyalleştirildiği ” bir sistemdir.
Bu operasyonların sonucunda ortaya çıkan zararı ödeyen,
dolayısıyla da üzülen, acı çeken taraf ise kamu, yani “yüzde 99” olarak tanımlanan
bizleriz.
Kısaca, bu ülkenin halkları, işçileri, emekçileri,
emeklileri, işsizleri, gençleri, kadınları, engellileri, okulda kendilerine bir
öğlen yemeği dahi çok görülen çocukları, özetle kemerlerini daha da sıkarak devletin
bu borçlarını, yoksullaştırıcı yüksek enflasyon altında alınan ağır vergilerle bugün
ödeyen ve gelecekte de ödemeye devam edecek olan onlarca milyondan oluşan
bizler.
Emeklilere
layık görülen 5 bin TL’lik ödeme
Örnek olarak, bu yüzde 99’un son yıllarda en zor
durumda olan kesimi milyonlarcası aylık 7,500 TL açlık ücreti ile yaşamaya
mahkûm edilen 16 milyonu aşkın emeklimiz var.
Üstelik çok zor durumdaki bu insanların bir
kısmına, bunca hayat pahalılığı ve yoksulluk
varken, sadece bu yıl ve bir seferlik olmak üzere 5,000 TL harçlık gibi para
ödeneceği müjdesi (!) verildi. Böylece, kapitalizmin aşk hikâyesinde, iktidar tarafından
emeklilerimizin bu toplum için gereksiz bir yük olarak algılandığı da böylece
bir kez daha ortaya çıktı.
Yeni
savaşlar bizi daha da yoksullaştıracak
Bu ödemenin bütçeye olan maliyetinin ise 61 milyar
TL’yi bulacağı, bütçede başka kaynak olmadığı için de ancak bu kadarlık bir
destek sağlanabildiği yalanı yandaşlarca ileri sürülüyor.
Oysa bütçe kaynaklarının büyüklüğünü ve dağılımındaki
adaletsizliği görebilmek için bu yılın ilk altı aylık bütçe gerçekleşmelerine
bakmak yeterli. Zira bu yılın ilk altı ayında faiz ödemeleri için 275,2 milyar
TL ve “güvenlik” konsepti adı altında otoriterleşme, militarizm ve Siyasal
İslam’ın toplumsal alanda kurumsallaşması için 274 milyar TL ödenek ayrıldı toplam
olarak yaklaşık 550 milyar TL) ve bu ödenekler kullanıldı.
Özetle, bu aşk hikâyesinde, paraya doymayan “sevgili” sermayeyi
mutlu etmek için trilyonlarca lira harcanırken, düzenin kahrını çeken
milyonlarca emekçinin temel gıda, barınma ve ulaştırma gibi en temel
ihtiyaçları dahi karşılanmıyor.
İşin daha da kötüsü, Kuzey Irak ve Güney Suriye’de hali
hazırda savaş sürerken, Orta Doğu’nun bir başka bölümünde, Filistin
topraklarında alevlenen İsrail-Filistin savaşı, Türkiye’de savaşa dönük
harcamaların artmasıyla sonuçlanacak.
Bu da bütçeden önümüzdeki yıldan itibaren (ekonomik
kriz nedeniyle uygulanacak olan kemer sıkma politikalarının sonuçlarına ilave
olarak), halkın temel ihtiyaçlarının dahi karşılanması için sunulan kamusal
hizmetleri için giderek daha az kaynak ayrılacağı, böylece halkımızın daha da
yoksullaşacağı anlamına geliyor.
Çözüm:
örgütlü mücadele
Sonuç olarak, toplumun yüzde 1’inin bitmez tükenmez
hırslarının tatminini sağlamak için, kapitalizmin bu yüzde 1 ile yaşadığı aşkın
neden olduğu böyle bir zararın faturasını ödemek istemiyorsak, buna karşı başta
işçiler, emekçiler olmak üzere tüm halklarımızın bilinçli ve örgütlü bir
biçimde emek, demokrasi ve barış
mücadelesini kararlılıkla sürdürmesi gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder