Sıkı
maliye politikası ve emekçiler
Mustafa Durmuş
4 Ekim 2023
Eylül ayında
yayınladığımız ve üç parçadan oluşan yazı dizisinde, 2021 yılından bu yana
uygulanan gevşek ve sıkı para politikalarının, başta enflasyon olmak üzere,
ekonomik büyüme, işsizlik, gelir dağılımı
ve yoksullaşma üzerindeki etkilerini ele almıştık.
Özetle; Eylül
2021 ile Haziran 2023 tarihleri arasında uygulanan gevşek para politikası
(faizlerin düşürülmesi) ve bol kredi politikasının resmi manşet enflasyonunu
yüzde 85’in üzerine çıkartırken dolar kurunu da 27.00 TL’nin üzerine
çıkardığına tanık olduk.
Buna karşılık
Haziran 2023 tarihinden itibaren faiz oranlarının yüzde 30’a kadar
yükseltilmesi biçiminde uygulanan sıkı para ve kredi politikasının enflasyonda
beklenildiği düşüşü sağlayamadığını tespit ederken, bu yılın sonu itibarıyla
resmi manşet enflasyonun yüzde 70’leri bulabileceğini öngördük.
Enflasyon artışı devam ediyor
Nitekim TÜİK
tarafından bu yılın Eylül ayı resmi enflasyonu yüzde 61,5 olarak açıklandı. Bu
da TÜFE’de Ağustos ayına göre yüzde 2,6 puanlık bir artış olduğu anlamına
geliyor. ENAGrup’a göre ise enflasyon oranı yüzde 130,1. (1) Kısaca sıkı para
politikası uygulamasına rağmen enflasyondaki artış sürüyor.
Her iki
politikanın da (ilkinde yüksek enflasyon ve ikincisinde ekonomik durgunluğun
neden olduğu işsizlik biçiminde) halkı iyice yoksullaştırdığını ve mevcut gelir
bölüşümü adaletsizliğini daha da artırdığını yazdık.
Kuşkusuz
kapitalist iktidarların elinde sadece para politikası /faiz) aracı yok, aynı
zamanda maliye politikası araçları da (vergiler ve harcamalar gibi) var. Genellikle de bu iki politika birlikte
uygulanır. Örneğin yüksek enflasyonu düşürmek için para politikasının
sıkılaştırıldığı bir dönemde maliye politikasının da sıkılaştırılması beklenir.
OECD: Sıkı para ve sıkı maliye
politikaları birlikte uygulanmalı
Nitekim, OECD
“Enflasyonla ve düşük büyümeyle yüzleşmek” başlıklı Eylül ayı ara
raporunda, enflasyonun çok fazla talebin
çok az arzın peşinde koşmasının sonucu olduğu anlatısına bağlı kalan bir
değerlendirme ile, enflasyonla mücadele etmek ve “enflasyon cinini tekrar
şişeye sokabilmek” için, altta yatan
enflasyonist baskıların kalıcı olarak azaldığına dair açık işaretler oluşana
kadar sıkı para politikasının sürdürülmesi ve maliye politikasının da para
politikası ile uyumlu bir biçimde sıkılaştırılması gerektiğini ileri sürüyor.
Diğer yandan,
kuruluş bu politikaların ekonomik büyüme oranlarını düşüreceğine vurgu yapıyor.
Bu bağlamda 20 Yükselen Ekonominin bu yıl ortalama yüzde 4,5 ve 2024’te yüzde
3,9 büyümesini, Türkiye ekonomisinin ise aynı yıllarda sırasıyla yüzde 4,3 ve
yüzde 2,6 büyümesini ve Türkiye’de enflasyonun bu yıl yüzde 52,1 ve seneye
yüzde 39,2 olmasını öngörüyor. (2)
OVP: Sıkı para politikası sıkı maliye
ve gelir politikalarıyla desteklenecek
Bu yılın
Eylül ayında açıklanan ve 2024-2026 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Programda
(OVP) sıkı para politikasının yanı sıra sıkı maliye politikalarının uygulanacağına vurgu yapılıyor (3):
“Fiyat istikrarının kalıcı olarak tesis
edilmesi amacıyla enflasyon hedeflemesi uygulamasına devam edilecektir.
Enflasyonla mücadelede Merkez Bankası tüm politika araçlarını etkin bir biçimde
kullanırken, maliye ve gelirler politikalarının para politikası ile eşgüdümü
sağlanacaktır. Ekonomik dengeleri bozucu ve enflasyonu besleyen tüketim
artışlarını önleyecek tedbirler alınacaktır”…Program döneminde, kamu
harcamalarında tasarrufu sağlayacak yapısal değişiklikler hayata geçirilecek,
deprem ve afet riski harcamaları hariç kamu açığı düşürülecek ve bütçe
disiplini çerçevesinde maliye politikasının sürdürülebilirliği
güçlendirilecektir. Kamu hizmetleri, bütçe imkânları içinde kalınarak azami
tasarruf anlayışı içinde yerine getirilecektir. Kamu mali yönetiminde
sürdürülebilir ve sağlıklı gelir kaynaklarının artırılması için vergi tabanının
genişletilmesi ve vergilemede gönüllü uyumun artırılmasına yönelik çalışmalar
sürdürülecektir”.
Kimler bedel ödeyecek, kimler rahat
edecek?
Ayrıca Hazine
ve Maliye Bakanı M. Şimşek, uygulanmakta
olan ekonomik programın (“yapısal” reformların hayata geçirilmesinin yanı
sıra) üç temel ayağını: “Mali disiplinin
yeniden tesis edilmesi (yani deprem etkisi hariç, bütçe açığının Maastricht
kriterleri ile uyumlu bir seviyeye çekilmesi), enflasyonun orta vadede tek
haneye düşürülmesi için kademeli parasal sıkılaştırma ve enflasyon hedefi ile
uyumlu gelirler politikası olarak açıklamış” ve kemer sıkma anlamına gelen sıkı
maliye ve gelirler politikasının mesajını vermişti. (4).
Gerek OVP’de,
gerekse de Bakan Şimşek’in açıklamalarında hangi tür kamu harcamalarının
kısılacağının ve hangi kesimlerin vergi yükünün ağırlaştırılacağının
ayrıntıları açıkça belirtilmese de, şu ana kadar ki uygulamalardan asıl olarak
halka dönük kamu harcamalarının kısılacağını, halkın üzerindeki vergi yükünün
artırılacağını söyleyebiliriz. Gelirler politikasından anlamamız gerekense başta
asgari ücret olmak üzere işçi ve emekçilerin ücretlerinin (talebin kısılması
ihtiyacı gerekçe gösterilerek) baskılanacağıdır.
Sıkı maliye politikası nasıl işler?
Bugünkü
yazımızda, yine grafikler aracılığıyla, sıkı maliye politikasının teorik olarak
nasıl işleyebileceğini ele alacağız.
“Sıkı maliye
politikası” derken sırasıyla; vergi oranlarının artırılması ile ekonomiden devlete
daha fazla nakit kaynak aktarılmasını, böylece ekonomik faaliyetlerin
daraltılmasını, buna karşılık kamu harcamalarının kısılmasıyla ekonomiye daha
az kaynak aktararak (tersinden bir çarpan etkisiyle toplam harcamaları ve
toplam talebi düşürerek), hem enflasyonun hem de ekonomik büyüme hızının düşürülmesini
kast ediyoruz.
Bir başka
anlatımla, aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, Türkiye’de olduğu gibi yüksek
enflasyon altındaki (aşırı ısınmış) bir ekonomide, sıkı maliye politikaları ile toplam talebin azaltılarak (AD0’ dan AD1’ e çekilerek) enflasyonun düşürülmesi
(Pveryhigh’ dan
Pmoderate’ e) ve ekonominin soğutulması (yumuşak
iniş/soft landing) amaçlanır.(5)
Keynesyen iktisadın kutup yıldızı “Çoğaltan Mekanizması”
Ancak, bu mekanizmanın
nasıl işlediğini anlayabilmek için Keynesyen maliye politikasının temelini
oluşturan “çoğaltan/çarpan” kavramına kısaca değinmek gerekiyor.
Çoğaltan (multiplier), dar anlamda, bir ekonomideki kamusal
harcamalardaki artışların, milli hâsıla, enflasyon ve istihdam üzerindeki
etkilerini anlatır. Geniş anlamda ise bir ekonomideki eksojen harcamalar olarak
da tanımlanan özel tüketim/yatırım, kamusal tüketim/ yatırım ya da ihracatlar
biçiminde yabancıların yaptığı harcamalardaki artışın ekonomi üzerindeki
etkisini anlatır.
Yani maliye politikalarının milli hâsıla, enflasyon ve
istihdam üzerindeki etkisi çoğaltan mekanizması ile açıklanır. Kamu
harcamalarının ve vergilerin bir arada uygulandığı bir ekonomide çoğaltan
mekanizmasının aşağıdaki formülasyon ile etki göstermesi beklenir:
ΔY=
[1/1– c (1–t ) ) ] x ΔG
Burada: ΔY milli hasıladaki değişmeyi, ΔG kamu harcamalarındaki
değişmeyi, (c) marjinal tüketim eğilimini ve (t) vergi oranını gösterir. Buna
göre, örneğin anti enflasyonist bir politika aracı olarak kamu harcamalarındaki
bir azalma, vergi oranının büyüklüğüne bağlı olarak, enflasyonu düşürür ve milli
hasılayı azaltır.
Bu durum aşağıdaki grafikten de görülebilir:
Burada (t) vergi artışlarını ve kamu harcamalarındaki
azalmayı, (c) ekonomiye olan güvendeki azalmayı ve (m) sıkı para politikası ile
hayata geçirilen parasal sıkılaştırmayı gösteriyor.
Sıkı
maliye politikası enflasyonu düşürür ancak
Böylece, aşırı ısınmış (yüksek enflasyon altındaki) ekonomide
arz ve talep (Y0 )
milli
hâsıla düzeyinde dengede iken, sıkı/daraltıcı maliye politikası ile enflasyon
düzeyi P0‘dan P3’ e
geriletilir. Ancak enflasyondaki bu gerilemenin faturası milli hasılanın (Y3)
düzeyine kadar düşmesidir. Bu da işsizliği artırır.
Kısaca, ekonomiye olan güvensizliğin sürdüğü (c), sıkı
para politikaları biçiminde para arzının daraltıldığı, faizlerin yükseltildiği
(m) bir anda, vergi oranlarını artırmak ve kamu harcamalarını azaltmak
biçimindeki uygulanan sıkı maliye politikası enflasyonun düşürülmesine katkı sağlarken,
ekonomik büyümeyi daha da yavaşlatır, ekonomiyi durgunluğa sokar ve işsizliği
(yoksulluğu) daha da artırır.
Türkiye’de, etkilerini özellikle de 2024 yılı ikinci
çeyreğinden itibaren göstermesi beklenen anti enflasyonist sıkı para ve maliye
(ve gelir) politikalarının sonucunda, ekonominin durgunluğa girebileceğini,
yani ekonomik büyüme hızının yavaşlarken, işsizliğin ve yoksulluğun daha da artacağını
öngörebiliriz.
Durgunluğun
ipuçları
Aslında bu gelişimin bazı ipuçları bugünden mevcuttur.
Ekim ayının ilk haftasında açıklanan İstanbul Sanayi Odası (İSO) Eylül ayı İmalat
Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) bunun somut bir işaretidir.
Endekste, eşik değer olan 50’nin üzerindeki değerler ekonomik
canlanma ve büyümeye işaret ederken, bu eşik değerin altındaki değerler daralma
sinyali olarak değerlendirilir. Endeks Temmuz ayından bu yana 50’nin altında (Eylül
ayı değeri 49,6). Bu durum imalat sanayi üretiminin üç ay üst üste daralma
yaşadığını ortaya koymaktadır. (6)
Sıkı
para politikası zayıf bir araçtır
Dünyadaki örneklerinden de görülebileceği gibi, sıkı para
politikası enflasyonla mücadelede zayıf bir araçtır. Bunun temel nedeni merkez
bankası yönetimlerinin neredeyse yalnızca tek bir araca, yani faiz oranına
güvenmesidir.
Oysa faiz oranlarının yükseltilmesi özel yatırımları
ve kalkınmacı ve çevreci kamusal yatırımları caydırdığı gibi, tüketicilerin, işletmelerin
ve kamunun borç geri ödemelerini zorlaştırıyor ve yeni borçlanmayı daha pahalı
hale getiriyor.
Ayrıca faiz oranlarındaki yükseliş ekonomik büyümenin
yavaşlamasına ve durgunluğa yol açıyor, işsizlik ve yoksulluk artırıyor ve
ücretler üzerindeki baskıyı yoğunlaştırıyor. Bu yüzden de emekçiler açısından sıkı
para politikasının yüksek enflasyon kadar zararlı olduğu söylenebilir.
Buradaki temel husus, ekonomideki sorunlara soldan emekten
yana bakanların sadece yüksek faiz oranlarına karşı çıkmasının yeterli
olmamasıdır. Yani enflasyonun düşürülmesinde sıkı para politikasındansa emekten
yana bir maliye ve gelir politikasına ağırlık verilmeli ve aynı zamanda düşük
işsizlik, yeni kamusal yatırımlar, yaşanabilir ücretler ve adil bir gelir ve
servet dağılımı hedeflenmelidir. Aşırı kârlar ve servet üzerinden alınacak yeni
vergilerle enflasyonun düşük gelirli haneler üzerindeki olumsuz etkisi yumuşatılmalıdır.
İktidar blokunun şu anki tutumuna göre ise, eşitsizlik
ya da yoksulluk değil, yüksek enflasyon öncelikli olarak ortadan kaldırılması
gereken bir sorundur. Bu yüzden de sıkı para ve bunu tamamlayan sıkı maliye
politikalarıyla artacak olan eşitsizlikler ve yoksulluk sineye çekilmelidir.
Zaten iktidardakilerin yakın zamana kadar, düşük faiz
politikalarıyla enflasyonu yükseltirken de, ortaya çıkan hayat pahalılığı ve
yoksullukla “yoksullar cennete giderler” türünden ikna çabaları dışında, gerçek
anlamda mücadele ettiklerine tanık olmadık. Asgari ücretin enflasyonun üzerinde
artırılması önerisi ise, emekçinin cebindeki para enflasyonun nedeni olarak görüldüğü
için, kabul görmedi, görmeyecek.
Enflasyonla
mücadelede ana akım iktisadın sağı ile solu arasında özde bir fark yok!
Diğer yandan, enflasyonla mücadele yöntemleri
konusunda ana akım iktisadın sağı ve solu arasında özde bir farklılık yok. Öyle
ki bu konuda neo liberaller daha “şahin”, Keynesyenler ise daha “güvercin” bir
tavır içindeler. Her iki taraf da enflasyonu düşürmek için faiz oranlarının
yükseltilmesi gerektiği konusunda hemfikir. Faizlerin ne sertlikte (ne kadar)
ve ne kadar süreyle artırılması gibi konularda ayrışıyorlar.
Her iki yaklaşımın enflasyona bakışı sorunlu olsa da,
doğruluk payı olan tespitleri de mevcut. Örneğin Keynesyenler, enflasyonu düşürebilmek
için ekonomiyi durgunluğa sokmanın, “kurtarmaya çalışılan hastayı öldürmekle
aynı şey” olduğuna inandıkları için haklılar. Öte yandan neo liberaller ise “ekonominin
üretken kapasitesinin bir bölümü yok edilmeden krizden çıkış yolunun olmadığını”
söyledikleri için haklılar.
Her iki yaklaşımın ortak yanılgısı ise enflasyonu
sistemik olarak üreten kapitalizmi veri olarak almalarıdır. Bu yüzden de önerdikleri
yöntemler çıkmaza giriyor.
İki yaklaşımın toplumun büyük bir kesimini
ilgilendiren ortak bir diğer noktası da enflasyonla mücadelenin faturasının emekçilere
kesilmesi gerekliliğine inanmış olmaları. Yani toplam talebi kısmak için
emekçinin cebindeki paraya da göz dikmeleri. Bu paraya hem faiz hem de
vergilerle el koyarak enflasyonu düşürmeyi hedefliyorlar. Bu konuda hem
fikirler, sadece bunun yollarının neler olabileceği konusunda farklılaşıyorlar.
Bu noktada enflasyonla mücadelede maliye
politikalarına ağırlık verilmesi gerektiğini savunan sol Keynesyenlere bir
paragraf açmakta fayda var. Zira bu iktisatçılar tam istihdam ve ekonomik istikrarın
esas olarak maliye politikası, yani kamu harcamaları ve vergilerdeki
değişiklikler ve nihayetinde yatırım sürecini sosyalleştirme yoluyla sağlanabileceğini
ileri sürüyorlar. Daha büyük bir kamu sektörü ve daha müdahaleci bir devlet ile
bu sorunun üzerinden geleceklerine inanıyorlar. Daha ilerici gibi gözükse de
özellikle de bölüşümsel etkiler açısından bu yaklaşımın da sermaye yanlısı bir
yaklaşım olduğunu söylemek mümkün.
Diğer taraftan, enflasyon kontrolü sadece maliye ve
para politikaları yoluyla değil, aynı zamanda “arz yönetimi” ve bir kamu
dağıtım ve tayınlama sisteminin devreye alınması yoluyla da gerçekleştirilebilir.
Bütün bunlar yatırımın, hasılanın ve istihdamın spekülatörlerin
davranışlarından büyük ölçüde yalıtılmasını sağlar. Ancak IMF ve Dünya Bankası
çizgisine sadık (bizdekiler gibi) neo liberal iktisatçılar ve politikacılar bu tür
kamu müdahalelerine sıcak bakmazlar.
Sıkı
maliye politikası kimleri sıkmalı?
Enflasyonla mücadelede eğer mutlaka sıkı maliye
politikalarına başvurulacaksa, ağırlık
zenginlerin daha ağır vergilendirilmesi biçimindeki vergilere ve toplum için
yararlı olmayan kamu harcamalarının kısılmasına verilmelidir.
Böylece, OVP’de de devasa boyutlara çıkacağı öngörülen
bütçe açıkları ciddi biçimde azaltabileceği gibi, toplam talebin
azımsanamayacak bir parçasını oluşturan sermaye kesiminin vergilendirilmesi ve/veya
otoriterleşme ve aşırı güvenlik harcamalarının kısılarak bunların enflasyonist
etkileriyle baş edebilmek mümkün olabilir.
Faiz oranı daha fazla yükseltilmeden, vergilendirme ve
harcama çoğaltanları aracılığıyla enflasyonu kontrol etme yoluna gidilebilir.
Bir başka deyişle, toplam harcamaları kontrol etmek için faiz oranlarını
artırmak yerine dik artan oranlı gelir ve servet vergisi gibi vergiler kullanılabilir.
Ayrıca büyük ölçüde halk tarafından ödenen KDV ve ÖTV yerine, lüks mallar veya
gereksiz yere yüksek karbon ayak izine sahip ürünleri hedefleyen tüketim vergileri
uygulanabilir.
Ancak mevcut iktidarın bunu yapması beklenmemeli.
Nitekim Merkez Bankası Başkanının Mecliste yaptığı konuşmadan asıl olarak sıkı
para politikasının uygulanacağı, maliye politikasının ise tamamlayıcı olacağı
anlaşılıyor. (7) Yani “şahin” bakış egemen gibi görünüyor.
Bize gelince, enflasyonu düşürmenin çok daha iyi yolları
olduğunu biliyoruz. Örneğin ücretleri baskılamak için sıkı para politikaları (yüksek
faiz oranları) uygulamak yerine, geçen yıl net kârlarını yüzde 423 artırmış olan
şirketlerden (8) aşırı kâr vergisi ve mevcut ek MTV uygulaması yerine, çok
zenginlerden artan oranlı bir servet vergisi alınması gerektiğini savunuyoruz.
Ayrıca, mevcut sistemde dahi, fiyat kontrolleri ve
aşağıda özetlediğimiz diğer yollar, faiz artırımı sonucunda durgunluk ve
kitlesel işsizlikten yaratmaktan çok daha iyi yollardır. Ancak bunun için de demokratik
bir sosyalist planlamanın gerektiği unutulmamalıdır.
Sonuç:
Sınıf savaşı yürütülüyor
Almanya’da 1920’lerde ve 1930’larda olduğu gibi,
yüksek enflasyonun eşlik ettiği yüksek işsizlik aşırı sağın yükselişini ve
faşizmin tırmanışını hızlandırabilir. Ayrıca, 1980’lerdeki yüksek enflasyon ve
yüksek işsizliğin bir arada görülmesinin (stagflasyon), birçok ülkede neo liberalizmin
yükselişine, kemer sıkmaya, güvencesiz işsizliğin artmasına ve emeğe cepheden
saldırılmasına zemin hazırladığı hafızalarda tutulmalıdır.
Bugünse, enflasyonla mücadele adı altında emekçi
sınıflara karşı bir sınıf savaşı yürütülüyor. Öyle ki Merkez Bankası fiyat
artışlarını kontrol etmek için emekçilerin ve ailelerinin daha da yoksullaşması
pahasına faiz oranlarını yükseltiyor. Faiz oranındaki artışın daha da sürmesi
ve 2024’ün ilk yarısında bunun yüzde 40’a çıkması bekleniyor. (9)
Ancak faiz oranlarını yükseltmek (özellikle enflasyon sadece
aşırı talepten kaynaklanmıyorsa ve arz yönlü nedenler de varsa), ekonomiyi
durgunluğa sokacak, bu da işsizliği ve yoksulluğu artıracaktır.
Bir başka anlatımla, iktidar bloku artan hayat
pahalılığı ile başa çıkmak için daha fazla ücret talep eden işçilerin bu
taleplerinin “ikinci tur etkilerini” yani “ücret-fiyat sarmallarını” önlemeye çalışıyor.
Oysa reel ücretlerin yıllardır azalmakta olduğu bir
ortamda, “ücret-fiyat sarmalı” tehdidi oldukça abartılıdır. Nitekim son
yıllarda, işçi sınıfı sendikasızlaştırma, kuralsızlaştırma, taşeron işçi
kullanımı, küreselleşme ve emek tasarrufu sağlayan teknolojiler yüzünden toplu
pazarlık gücünü kaybettiğinden, ülkede işçilerin milli gelirden aldığı pay bir
türlü üçte birin üzerine çıkamıyor.
Sonuç olarak, eğer sistem içi bir öneri yapılması
gerekiyorsa; para politikasına nazaran emekten yana maliye politikası ve gelir
politikasına ağırlık verilebilir. Yani yüksek enflasyonla mücadele edilirken,
aynı zamanda işsizliği azaltan, topluma yararlı yeni kamusal yatırımları hayata
geçiren, adil bir gelir ve servet dağılımını gerçekleştiren vergi ve harcama politikaları
ve grev ve toplu sözleşme haklarıyla güçlendirilmiş yaşanabilir bir ücreti esas
alan gelir politikası uygulanabilir.
Enflasyonla ve hayat pahalılığı ile mücadele ederken,
toplum yararına, emekten yana, doğa ile uyumlu üretimin artırılmasına dönük şu
araçlar denenebilir:
(i) Temel
gıda ve enerji gibi zaruri malların fiyatları geçici olarak dondurulabilir. (ii) Etkin fiyat kontrolleri ve tayınlama
yapılabilir. (iii) Enerji
fiyatlarındaki artışların halka yansıtılmaması için bu alanda yeniden kamulaştırmalar
yapılabilir. (iv)Yoksul hanelere
doğrudan nakit destekleri verilebilir. (v)
Emekçilere ve emeklilere yaşanabilir bir ücret sağlanabilir. (vi) Kamu tarafından güvenceli,
sendikalı istihdam garantisi ve desteği verilebilir. (vii) Regülasyon yapılabilir. (viii)
Aşırı kâr vergisi ile kârlara üst sınır getirilebilir. (ix) Kredilerin hacmi daraltılabilir ve etkin kontrolü yapılabilir.
(x) Artan oranlı servet vergisi
konulabilir. (xi) Kamusal yatırımlar
artırılabilir. (xii) Tekellere karşı
düzenlemeler hayata geçirilebilir. (xiii)
Herkese Temel Gelir Güvencesi uygulaması başlatılabilir.
Yakınlarda çıkan bir kitabımızda (10) detaylı olarak yer
verdiğimiz bu anti enflasyonist politikaların ve bu amaçla kullanılacak
araçların bazıları kısa, bazıları uzun erimlidir. Önerdiğimiz bu program, aynı
zamanda, sömürüsüz, sınıfsız ve sınırsız bir toplum inşa edilirken bir “geçiş
programı” olma anlamında yeni bir paradigmayı da temsil etmektedir.
Dip notlar:
(1) Tüketici
Fiyat Endeksi, Eylül 2023, https://data.tuik.gov.tr;
ENAGrup Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Eylül 2023, https://enagrup.org (3 Ekim 2023).
(2) Confronting
inflation and low growth OECD Economic Outlook, Interim Report September 2023),
https://www.oecd.org/economic-outlook/september-2023,
s.6-7.
(3) Orta Vadeli Program (2024-2026),
Eylül 2023. s. 24,30.
(4) https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/mehmet-simsekten-aci-recete
(7 Temmuz 2023).
(5) Farrokh
K. Langdana, Macroeconomic Policy,
Demystifying Monetary and Fiscal Policy, Third Edition, Springer, 2016, s.
59.
(6) İstanbul
Sanayi Odası Türkiye PMI® İmalat Sanayi Raporu, https://www.iso.org.tr/projeler/iso-turkiye-imalat-pmi (2 Ekim
2023).
(7) https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/son-dakika-merkez-bankasi-baskani-gaye-erkan-tbmmde-sunum-yapti-zam-ve-enflasyon-itirafi
(3 Ekim 2023).
(8) TÜİK,
Sektör Bilançoları, 2022, https://data.tuik.gov.tr
(21 Eylül 2023).
(9) https://www.sozcu.com.tr/2023/finans/morgan-stanleyden-turkiye-analizi-faizler-ne-kadar-artacak
(4 Ekim 2023).
(10)
Mustafa Durmuş, Demokratik Katılımcı Ekonomi, İmge Kitabevi, Nisan 2023, s.
134-164.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder