2024
Yılı Bütçesi ve iktidarın ekonomideki adalet anlayışı
Mustafa
Durmuş
20
Ekim 2023
Cumhurbaşkanlığı’nca hazırlanan 2024 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanun Teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki ilgili komisyona gönderildi.
Bu kanun teklifi üzerinde daha çok konuşacağız. Bu
hafta sonu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) Ankara’da
düzenleyeceği bir panelde bu konuyu enine boyuna tartışacağız. Şimdilik bu yazıda
sadece önemli bulduğumuz hususlardan birine değinmekle yetinelim.
Devasa
bütçe açığı
Bütçe Teklifinde 2024 yılı için; 11 Trilyon 89 Milyar
TL’lik gider (GSYH’nin yüzde 27’si); 8 Trilyon 437 Milyar TL’lik gelir
öngörülüyor. Dolayısıyla bütçe açığının 2 Trilyon 651,9 Milyar TL (yüzde 6,4),
faiz dışı açığın ise 1 trilyon 398 milyar TL olarak gerçekleşmesi öngörülüyor.
Böylece önümüzdeki OVP döneminde 3 yılda 3 Trilyon 654
Milyar TL bütçe açığı verilmiş olacak. Bu üç yıllık dönemdeki faiz dışı açığın
ise 945,3 Milyar TL’ye indirilmesi hedefleniyor. Bu da halka dönük sosyal
harcamalarda ciddi bir kesinti olacağını ve/veya vergi yükünün daha da artacağını
gösteriyor.
Bu yılın Ocak - Eylül (9 aylık) dönemi bütçe açığının
512 Milyar TL olduğu dikkate alındığında, iktidar bloku yılın geri kalan son üç
ayında 2 Trilyon 140 Milyar TL’lik bir açığı gerçekleştirecek harcamalarda
bulunacak demektir. Yani iktidar sadece deprem harcamaları değil, yerel yönetim
seçimleri yolunda çok ciddi harcama yapmayı da planlamış görünüyor.
Bütçede
olası Orta Doğu savaşı yok
Bu da her şey yolunda giderse böyle olabilecek. Ancak
işler planlandığı gibi gitmeyebilir. Örnek olarak, iki haftayı tamamlamış olan
ve tüm Orta Doğu’ya yayılma ihtimali bulunan İsrail- Filistin savaşının neden
olacağı ekonomik zarar bu bütçe hazırlanırken dikkate alınmadı.
Kaldı ki, bütçe hazırlanırken esas alınan hem 12’nci
Kalkınma Planı hem de Orta Vadeli Program temenniler manzumesinden öteye giden
belgeler değiller. Yani “her şey kontrolümüz altına” modunda hazırlanan bu belgelere
dayalı olarak hazırlanan bir bütçenin öngörülerinin tutmaması hayli muhtemel.
Bunların başında da bütçe açığı geliyor.
Enflasyon
tam gaz
İktisat biliminin kuralları gereği, bu çaptaki kamu
açıkları, ekonomiyi büyütebilse de, kaçınılmaz olarak enflasyonu körükler.
Yani artık ülkede arz/maliyet yönlü maliyet
enflasyonun yanı sıra, kamu harcamalarındaki bu devasa artışın neden olduğu
bütçe açığından kaynaklı talep yönlü bir enflasyon da mevcut.
Çünkü enerji, hammadde ve döviz darboğazının hüküm
sürdüğü ve en büyük ihracat pazarı olan Avrupa ekonomilerinin durgunluğa
girdiği bir dönemde kamu harcamalarıyla pompalanan talebi hızla
karşılayabilecek, böylece fiyat artışlarına yol açmayacak bir üretim artışı
mevcut değil.
Sermayeye
desteğe devam
Böylece, gelecek yıl için de enflasyon yüksek hızda
sürecek ve bunu faiz artışları izleyecektir. Bunun, emekçiler ve küçük
üreticilerin borç yükünü artırmasının yan sıra, yüksek enflasyon altında ezilen
halklarımızı daha da yoksullaştıracağı ise aşikâr.
Diğer yandan deprem, ekonomik kriz ve savaşın neden
olacağı böyle büyük çapta bütçe açığı ortada iken iktidar bloku sermaye
kesimini kollamaya devam ediyor. İktidar, geçen yılı yüzde 400’lerin üzerinde
net kârlılıkla kapatmış olan bu kesimden, bu gerçeğe ve böyle bir tarihsel dönemde
olunmasına rağmen, alması gerektiği vergilerin
önemli bir kısmını almayı da düşünmüyor.
Oysa dünya tarihinde sermayenin ağır bir biçimde
vergilendirmesinin çok sayıda örneği var. Örneğin 1929-1937 Büyük Buhranı ve
İkinci Dünya Savaşı yıllarında sermaye üzerinden alınan Gelir ve Kurumlar vergileri
yüzde 90’ı dahi (ABD ve İngiltere’de) aşmış ve ekonomik tahribatın bütçeye olan
yansımaları da büyük ölçüde azaltılabilmişti. Bu vergiler neo-liberal döneme
(1980’li yıllar) kadar da bu ağırlıkta kalabilmişti.
Meşhur
“vergi harcamaları”
Bizde ise tam tersi bir durum yıllardır sürüyor.
Örneğin, iktidar bloku “vergi indirimi, muafiyeti, istisnası” (vergi
harcamaları) adı altında sermaye kesiminden bu yıl 2 trilyon 210 milyar TL’lik
bir vergiyi almayacağını Bütçe Kanun Teklifiyle açıkladı. Dahası 2024-2026
dönemini kapsayan üç yılda bu tutar 8 trilyon 211 milyar TL’yi bulacak.
Oysa iktidar almaktan vazgeçtiği bu vergileri alsa, bu
yıl neredeyse hiç bütçe açığı vermeyeceği gibi, önümüzdeki üç yıl boyunca bütçe
fazlası verebilecek.
Bu durum da elbette, öncelikle, iktidarın ve Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in “mali disiplin” anlayışını sorgulatıyor? “Böyle vergi teşviklerini daraltacağız” derken, bu yılkinin iki katından daha fazla artırmanın bir rasyonalitesi var mıdır? “Ekonomi yönetimini tekrar rasyonel temellere oturtacağız” sözünün karşılığı bu mudur?
İktidar
blokunun adalet anlayışı: sadece “kendine Müslüman”
Dahası, iktidar, bu bütçe kanun teklifi ile halka
dönük sosyal harcamaları kısıp, halktan aldığı KDV ve ÖTV’nin ağırlığını daha
da artırırken, sermayeden alınması gereken vergiyi almadığında, sadece halka
kemer sıktırdıklarının farkında olmadığımızı mı düşünüyor?
Ekonomi yönetimi hem faiz oranlarını artırmayı sürdürerek
borçlu halkı, küçük üreticileri ve esnafı ezerken, şimdi de böyle vergi
politikalarıyla halkın daha çok ezileceğini öngöremiyor mu?
Gücü
sadece halka yeten bir iktidar mı, yoksa bu bir siyasal tercih mi?
Belli ki iktidarın gücü ancak emekçiye, halka yetiyor.
Belki de bütçenin sınıfsal bir tercih aracı olduğunun bilincinde olarak, bu
tercihini yıllardır yaptığı gibi emekçiden, halktan yana değil, sermayeden,
zenginden yana yapıyor.
Özcesi, iktidarın adalet anlayışının ne olduğunu 21
yıldır uygulamalarından biliyoruz. Ancak şu soruyu bir kez daha sormamız
gerekiyor:
Bütçe Kanun Teklifinde öngörülen devasa bütçe
açıklarının enflasyonu daha da artıracağı bilinmesine rağmen, nasıl bu üç yılın
sonunda enflasyonun tek haneli rakama indirilebileceğini ve işçiyi, memuru,
emekliyi, yoksulu enflasyona ezdirmeyeceğinizi söyleyebiliyorsunuz? Gerçeklerle
ne zaman yüzleşeceksiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder