Biz
bu filmi daha önce görmemiş miydik?
Mustafa
Durmuş
1
Haziran 2024
Yerel seçimlerin ardından, sadece döviz kuru (adeta)
sabitlenmekle kalmadı, aynı zamanda özellikle de son haftalarda, Merkez
Bankası’nın net dış varlıkları giderek artmaya başladı. Bunun sonucunda, yerel
seçim öncesinde eksi 70 milyar dolar civarına kadar düşmüş olan net dış
varlıklar 29 Mayıs tarihi itibarıyla pozitife döndü.
Yabancı
geliyor, yerli zenginler TL’ye dönüyor
Kısaca, Mehmet Şimşek’in bir süredir uygulamakta
olduğu para politikası ve finansal sıkılaştırma önlemleri meyvesini vermeye
başladı. Türkiye’deki finans piyasalarına (DİBS, borsa, fon, mevduat gibi),
özellikle de kısa vadeli olmak üzere, yabancı kaynak akmaya başladı. Bu arada
ülkede yerleşik para sahipleri de dövizden çıkıp TL’ye yönelmeye başladılar.
Örneğin, Borsa İstanbul verilerine göre hissede
yabancı payı 26 Mayıs 2023 itibariyle yüzde 27,6 iken, 27 Mayıs 2024 itibariyle
bu oran yüzde 39,4’e çıktı. 26 Mayıs 2023 haftasında yabancının
toplam tahvil stokundaki payı yüzde 0,64 iken 17 Mayıs itibariyle yüzde 5,63’e
yükseldi. Özellikle son iki haftadır çok daha güçlü girişler yaşanıyor. Ayrıca Mayıs
2023 seçimleri döneminde Türkiye’nin 5 yıllık iflas risk primi (CDS) ilk tur
sonrasında (21 Mayıs itibariyle) 702 baz puana kadar yükselmişti. 27 Mayıs 2024
itibariyle bu rakam 263.25 baz puana kadar düştü. (1)
Net
rezervler 50 milyar dolar, “carry trade” 13,6 milyar dolar oldu
Kısaca, bu gelişmeler sonrasında 1 Nisan’dan 16
Mayıs’ta kadar Merkez Bankası’nın swap ve Hazine mevduatı hariç net rezervi 50
milyar dolar arttı. 10 Mayıs’a kadar ise “carry trade” kanalından giriş 13,6
milyar dolar oldu. (2) Carry trade girişlerinin bu yılın ilk yarısı itibarıyla
(Ocak-Haziran) 16 milyar doları bulması
öngörülüyor. (3)
“Yüksek faiz, yüksek getiri, sabit kur, düşük enflasyon” sözü
Bu gelişmenin ardındaki temel nedenlerin sırasıyla;
Merkez Bankası politika faizinin özellikle de yüksek getiri peşinde olan yabancılar
açısından son derece cazip bir hale gelmesi olduğu, söylenebilir. Öyle ki bu getiri
ABD doları cinsinden yıllık yüzde 7,5’i buluyor. Bu da ülkeyi dünyada dövizli borçlanmaya
en yüksek getiriyi sağlayan ikinci ülke konumuna getiriyor. (4)
Bir diğer önemli etken de, TL cinsinden mevduat faizinin
(yüzde 60’ın üzerinde), buna karşılık mevduatın vadesi boyunca beklenen
enflasyonun (yüzde 38) oldukça üzerinde seyrediyor olması. Bu durum pozitif
faizin süreceğine işaret ediyor.
Bu arada Merkez Bankası şu ana kadar yaptığı 50 milyar
doları bulan döviz alımı ile dövizi neredeyse sabit tutmayı başardı (1 $ = 32,2
TL). Döviz mevduatının faiz getirisi ise hala çok düşük. Bu durum da TL’ye
yönelimin artarak TL’nin değerlenmesiyle sonuçlanıyor ve ülkedeki döviz
mevduatı sahiplerinin giderek artan bir biçimde dövizden çıkıp TL mevduata
dönmesine neden oluyor.
“Dövizle
borç al, yüksek faizli TL’ye yatır” dönemi
Böylece, büyük para sahipleri ve şirketler giderek
dövizle borçlanıp TL cinsinden yatırım yapıyorlar. Öyle ki şirketlerin döviz
kredileri sadece geçen hafta 4,7 milyar dolar ve yılbaşından bu yana 20 milyar
doları aştı. (5) Yani kur bir tür sabit tutularak yüksek faiz koşullarında
dövizle borçlanma cazip hale getiriliyor ancak finansal olmayan özel sektör
bilanço kur riskini de yüklenmek durumunda kalıyor. Yani dövizle hammadde/girdi
alıp TL cinsinden satış yapanların karşılaştığı türden bir kur riski reel
sektörü bekliyor.
Sürekli alım yapılarak sabit tutulan döviz kuru,
değerlenen TL, artan reel faiz ve düşecek olan enflasyon, işler böyle
gittiğinde, “carry trade’nin en az bu yılsonuna kadar artarak devam edeceğini
gösteriyor.
Diğer yandan, bu durum “dışlama etkisi” ve “dış
ticaret etkisi” ne neden olacağı gibi, ülkede yoksuldan zengine doğru yeni bir
servet transferinin de yolunu açtığından (tıpkı KKM gibi), “gelir ve servet
dağılımının daha da adaletsiz” bir hal gelmesiyle sonuçlanacaktır.
Dışlama
etkisi/ Dış ticaret açığı
Öncelikle, mevduat/kredi faiz oranlarındaki artışlar,
özel sektörün reel yatırımlarını daha da maliyetli bir hale getirerek
dışlanmasına, bu da başta istihdam ve gelir olmak üzere önemli kayıplara ve
emekçilerin zarar görmesine neden olacaktır. Keza değerlenen TL, ithalatı göreli
olarak ucuzlatıp daha da özendirirken, ihracatın zora girmesine, bu da dış
ticaret açığının artmasına neden olacaktır.
Taşıma
para ticareti (carry trade) ve finansal kriz riski
Ancak bu kontrolsüz sıcak para girişleri, asıl olarak,
ülkenin kırılgan yabancı kaynağa bağımlı ekonomisini daha da kırılgan bir hale
getirerek ülkeyi yeni finansal krizlere gebe bırakıyor. Bu bağlamda, carry
trade’nin bir ülkenin ekonomisine nasıl zarar verdiğine ilişkin en çarpıcı
örneklerin başında İzlanda geliyor. Öyle ki ülke ekonomisi geçmişte nerdeyse
batmanın eşiğine gelmişti.
İzlanda Krizi
İzlanda 2006-2007 yıllarında büyük ölçüde 'carry
trade' lerle beslenen bir sıcak para krizi yaşadı. Çünkü 2005-2006 döneminde
ABD ve Japonya'daki düşük faiz oranları, dünyadaki bir kısım kısa vadeli sıcak
paranın İzlanda'nın yüksek getirili devlet tahvillerine yönelmesine neden oldu.
Kriz mekanizması şöyle işledi: Spekülatörler ABD ve
Japonya'da çok düşük faiz oranlarından dolar ve yen borçlanıp bu fonları
İzlanda'ya yatırdılar. Bunun sonucunda İzlanda ekonomisi hızla büyüdü ama aşırı
ısınmaya başladı. Bu durum (nihayetinde) gelen sıcak paranın ülkeden hızlıca kaçarak,
ülke parası kronun hızla değer kaybetmesiyle ve ardından da ülkede faiz
oranlarının hızla yükselmesiyle sonuçlandı. Öyle ki, Kasım 2007'den Mayıs
2008'e kadar, euro ve diğer para birimlerine kıyasla değer kaybetmekte olan
dolar karşısında kron yüzde 27 oranında değer kaybetti.
Aşağıdaki grafik sıcak para çıkışını ve bunun yurtiçi
faiz oranları üzerindeki etkilerini gösteriyor. Böylece sıcak paranın ani
çıkışıyla yurtiçi faiz oranları i0'dan i1'e keskin bir
şekilde yükseliyor. Bu durum 1995'in sonlarındaki çıkışın ardından Meksika'da
ve 1997-1998'de Güneydoğu Asya'da ve 2000-2001 krizinde Türkiye’de yaşandı.
Özetle, sıcak para çıkışlarının ardından yurtiçi faiz oranlarındaki keskin yükseliş, borçlanma maliyetlerini yükseltip fiilen yatırım yapmayı zora sokunca, ülke bu kez ekonomik durgunluğa giriyor. Ayrıca, yatırımcılar spekülatif yatırımlarını elden çıkarma yarışında yerli varlıkları “terk ettikçe” yerli para çöküyor. Para birimi giderek zayıfladıkça ithalat çok daha pahalı hale geliyor, bu da enflasyonda (özellikle gıda ve enerji fiyatlarında) artışa yol açıyor ve çöküş tırmanmaya devam ettikçe ekonomiye ve siyasete olan güveni zayıflatıyor.
Ya
açığa satarlarsa?
Dahası, yerli ve küresel yatırımcılar yerli para
biriminin gelecekte daha da düşeceğini beklerlerse, arbitraj fırsatından
yararlanmak için yerli para birimini “açığa” satarlar.
Bir finansal varlığı “açığa satmak”, varlığın
gelecekte fiyatının düşme olasılığının çok yüksek olduğu bilgisinin sunduğu
arbitraj fırsatından yararlanmaktır. Çok basit olarak, 1 birim yerli para bugün
10 birim “yabancı” para biriminden işlem görüyorsa, ancak 30 gün sonra günde
sadece 6 birim “yabancı” para biriminden işlem görmesi bekleniyorsa,
yatırımcılar bugün para birimini “açığa” satacaktır. Bugün 1 birim yerli para
birimi ile 10 birim “yabancı” para birimi satın alacaklar ve 30’uncu günde 6 ya1
oranında yerli para birimine “geri dönecekler” ve böylece yüzde 67 kâr elde
edeceklerdir Ancak giderek daha fazla yatırımcı “bugün” yerli para satmaya
başladıkça, bu durum yerli para birimindeki düşüşü şiddetlendirecek ve böylece
devalüasyonu hızlandıracaktır. (6)
Ulusal para biriminin değerinin daha da düşmemesi için
(hem spekülatif sıcak para/sermaye girişlerine hem de çıkışlarına ket
vurabilmek amacıyla) uygulanabilecek bir önlem olan Tobin Vergisi (ya da diğer
sermaye kontrolleri) neo-liberalizm altında uygulanamadığından devalüasyonlar
kaçınılmaz hale gelecektir.
“Çıkan
para mağarasına geri döner”
Yüksek faiz oranları ve uzun vadeli makroekonomik
görünüme ek olarak, küresel sermaye akışlarının bir başka belirleyicisi daha
vardır. Büyük ve ciddi küresel kriz dönemlerinde sermaye genellikle güvenli
liman ülkelerine park edilir. Bu ülkeler istikrarlı hükümetler ve nispeten
sağlam mali ve parasal politikalarla karakterize edilen ekonomilerdir. Bunlar
aynı zamanda küresel çalkantılardan nispeten bağışık olan ve diğer ülkelerin
çoğunu sarsabilecek dışsal şoklara karşı dirençli ülkelerdir.
Büyük makroekonomik/politik çalkantıların yaşandığı
dönemlerde, yatırımcıların (uluslar, bireyler, kurumlar) anaparanın korunmasını
belirsiz getirilere tercih ettiği zamanlar olur. İşte böyle zamanlarda “mağara”
teorisi devreye girer. (7)
Bu teorinin doğruluğu defalarca kanıtlanmıştır. Geçmişte
Afrika'da haydut bir rejimin iktidarı ele geçirmesi, İzlanda'da bir volkanın
patlaması, Yunanistan’ın temerrüde düşme tehdidinde bulunması ya da
Ukrayna-Rusya savaşı ile temel gıda ve petrol arzının kesintiye uğraması,
Türkiye’nin Irak ve Suriye’de yürüttüğü askeri operasyonların etkileri,
İsrail’in Filistin topraklarını işgalini sürdürmesi ve bu sürece İran’ın da dâhil
edilmesi gibi jeopolitik gelişmelerde sermaye ABD’ye ve bir ölçüde de diğer
güvenli liman ülkesi olan İsviçre gibi ülkelere akın edebilir.
2000-2001
Krizi
Türkiye’de ve diğer azgelişmiş ülkelerde spekülatif sıcak
paranın neden olabileceği likidite krizi başta olmak üzere finansal krizi
anlamak önümüzdeki tehlikeleri görebilmek için son derece önemlidir. Zira 2001
krizi öncesinde IMF’nin desteğini de arkasına alan Türkiye’ye sıcak para
girişleri çoğalmış, Türkiye’nin orta vadeli risk algısında iyileşmeler görülmüştü.
Ancak programın temel hedefi olan enflasyondaki düşüş
beklendiği kadar hızlı olmadı. İthalatın hızla artması sonucunda dış açık kaygı
verici boyutlarda büyüdü. Bu gelişmeler aktiflerinin önemli bir bölümü Hazine kâğıtlarından
oluşan bankaların likidite talebini arttırınca Kasım 2000 sonunda likidite
sıkışıklığı had safhaya ulaştı. “Likidite krizi” olarak da adlandırılan bu durum
sonunda, Ekim'de yüzde 39 olan gecelik faizin Kasım ayında yüzde 95'e, Aralık
ayında ise yüzde 183'e kadar çıkmasıyla sonuçlandı.
21 Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında Cumhurbaşkanı
Sezer'in Başbakan Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlatması olayından sonra Ecevit’in
“devlet yönetiminde kriz var” açıklamasıyla birlikte mali piyasalarda panik
başladı. Sonuçta bir gün önce 670 bin TL olan 1 doların değeri 1 milyon TL'yi
aştı. Yabancı yatırımcının borsadan panikle kaçışı ve yabancı bankaların vadesi
gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlamasıyla 21 Şubat'ta bankalar arası para
piyasasında gecelik faiz yüzde 6200’e kadar çıktı.
Sonuç
olarak
İşte bu yüzden, ülkedeki hâkim sınıflar ve devleti yöneten
İktidar Bloku sıcak para girişine dayalı bir ekonomik modelini uygulayıp bunun
faturasını halka ödettirirken, halkın muhalefetini önleyecek her türden tedbiri
alıyor.
Diğer yandan da “normalleşme” adı altında iktidarda
bir politik krizin çıkmasını önlemeye ve ana muhalefet partisini de bu işe entegre
etmeye çalışıyor. Çünkü hızlı sermaye çıkışlarının ülke ekonomisini
(dolayısıyla da siyasal iktidarı) nasıl vurabileceğini en iyi onlar biliyorlar.
Kuşkusuz, işçi sınıfı ve diğer emekçi kesimler de
ülkede yeni bir kriz çıksın istemezler. Ancak normal zamanlarda elde edilen
yüksek kârların patronların cebinde kalırken, sözde “tasarruf” adı altında uygulanan
kemer sıkma dönemlerinde zararın emekçilere nasıl ödettirildiğinin de farkında
olmaları gerekir.
Muhalefetin yanıtlaması gereken soru tam da şudur: “22
yıldır bu ülkeyi tek başına yönetip de, ülke ekonomisini 2001 krizinden daha
derin bir kriz durumu ile karşı karşıya getirenlere karşı daha köklü, daha
sonuç alıcı politikalar uygulamak gerekmiyor mu?”
Dip notlar:
(1) https://www.ekonomim.com/ekonomi/secim-sonrasi-1-yilda-hisse-ve-tahvile-114-milyar-geldi-haberi
(28 Mayıs 2024).
(2) https://www.ekonomim.com/ekonomi/secimden-sonra-136-milyar-dolar-carry-trade-girisi-haberi
(21 Mayıs 2024).
(3) Selva Baziki @SelvaBaziki
@TheTerminal (28 Mayıs 2024).
(4) Agt.
(5) https://x.com/BloombergHT/status
(30 Mayıs 2024).
(6) Farrokh
K. Langdana, Macroeconomic Policy,
Demystifying Monetary and Fiscal Policy, Third Edition, Springer, 2016, s.
42-44.
(7) Agk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder