Ete
hasret bir toplum!
Mustafa
Durmuş
19
Haziran 2024
Kurban Bayramının sonuna geldik. Ancak hem halk hem de
kurbanlık hayvan satıcıları bu yıl da bayramı bayram gibi kutlayamadı. Çünkü
kurbanlık satış fiyatları çok yüksek olduğundan kurban kesmek niyetinde olan
düşük gelirlilerin çoğunluğu kurbanlık satın alamadı.
Oysa kurban kesmek, bir gelenek olduğu kadar (hayvan
haklarını ve hijyen koşullarını ihlal etse de), halkımızın yıl boyu
tüketemediği et ihtiyacını karşılayan önemli bir faaliyete dönüştü uzun
zamandır.
Öyle ki kurbanlıklar (çoğu kez de birkaç ailece ortak
bir biçimde) satın alınıyor, kesiliyor, bir kısmı dini gerekçesiyle dağıtılsa
da, önemli bir kısmı buzluklarda gelecekte tüketilmek üzere depolanıyor.
Avrupa’da
kişi başı et tüketiminde en az et tüketen ikinci ülkeyiz
Aşağıdaki harita 2021 yılı itibarıyla Avrupa’daki kişi
başı et tüketim miktarlarını gösteriyor. (1)
Bu harita halkımızın kırmızı ete, üretim yetersizliği,
et fiyatlarının yüksekliği, buna karşılık asgari ve ortalama işçi ücret düzeyinin
düşüklüğü gibi nedenler yüzünden, ulaşmakta çok zorlandığını gösteriyor.
Üstelik 2024 yılı geçim zorluğu açısından 2021 yılından çok daha kötü
olduğundan, mevcut durumun daha da vahim olduğu ileri sürülebilir.
İşin kötüsü, güvenli ve yeterli gıdaya erişememe
sorunu sadece kırmızı et ile de sınırlı değil. Genel olarak Türkiye’nin
özellikle de yoksullarının, gıdaya erişimi giderek imkânsızlaşıyor.
Nitekim 2021 yılına ait ve 113 ülkeyi kapsayan Küresel
Gıda Güvenliği Endeksine göre, Türkiye 100 üzerinden 65 puanla “iyi"
kategorisinde yer almış olsa da, sıralaması son 10 yılda 36’ncı sıradan 48’nci
sıraya (113 ülke arasında) geriledi. (2)
Haftada
sadece 820 gram et o da eşit dağıtılırsa!
2021 yılında Türkiye’de (ortalama) kişi başı kırmızı
et tüketimi sadece 43 kg oldu. Yani insanımız haftada sadece 820 gram civarında
bir et tüketebildi. Buna karşılık en fazla et tüketimine sahip ülke olan İspanya'da
bu rakam 100 kilonun üzerinde. Yani İspanya’nın kişi başı et tüketimi bizim
yaklaşık 2,5 katımız kadar. Bizden düşük, 41 kg ile sadece Kuzey Makedonya var.
Yani Kuzey Makedonya’dan sonra Avrupa’da en az et tüketen ülkeyiz.
Dahası, bu rakamlar ortalama rakamlar. Yani yılda
tüketilen “toplam kırmızı et miktarı nüfusa eşit paylaştırılıyormuş” gibi
varsayılarak hazırlanan rakamlar bunlar. Oysa durumun öyle olmadığını ve
tüketimin eşit dağılmadığını biliyoruz.
Yani gelir dağılımı eşit olmadığından, kırmızı et
tüketimi de eşit dağılmıyor ve örneğin işçi nüfusunun neredeyse yüzde 60’nı
oluşturan asgari ücretliler ve aileleri, emekliler ve aileleri, kısaca toplumun
ciddi bir bölümü yılda 43 kilonun çok altında et tüketebiliyor. Diğer yandan
zengin aileler bu ortalamanın çok üstünde ve değişik kalitelerde ve türde kırmızı
et tüketebiliyorlar.
“Ayda
1 kez dahi et yiyemiyoruz!”
Nitekim TV’deki ve sosyal medyadaki röportajlarda konuşan
halkımızın büyük bir kısmı ayda bir kez dahi kırmızı et alıp tüketemediğini ya
da sadece gramlarla et alabildiğini söylüyor. İşin gerçeği ayda 10 bin TL maaş
alan emekliler, 17 bin TL asgari ücrete çalışan işçiler nasıl et alabilirler
ki?
Bir
tartışma: Kırmızı et üretimi iyi mi kötü mü?
Diğer yandan, “kırmızı et hayvancılığı sektörünün küresel
ısınmaya neden olan karbondioksit emisyonlarının temel kaynaklarından bir
olduğu, bu nedenden dolayı da artık daha
farklı bir beslenme biçimine dönülmesi gerektiği” düşüncesi, özellikle de doğa
ile uyumlu ekonomik büyümeyi seçenlerin son zamanlarda gündeme getirdikleri
önemli bir konu. Zira karbon emisyonlarının azımsanamayacak kadar bir kısmı
büyükbaş hayvanların çıkardığı gazlardan oluşuyor.
Diğer taraftan, bir otomobilin bir inekten daha az emisyona
neden olduğu söylenemez. Yani mesele emisyonu azaltmaksa, önce otomotiv ya da
savaş sanayinden başlamak çok daha doğru olur.
Beslenemeyenleri görmezden gelmek
Kaldı ki böyle bir yaklaşım yoksul ve yoksun
insanlarımızın beslenme gereksinimlerini de görmezden gelen bir yaklaşımdır. Her
ne kadar kırmızı et üretiminin emisyona neden olduğu bir gerçekse de, bu
ürünler temel bir beslenme ve protein kaynağı ve azgelişmiş dünyada açlığa ve
beslenme yoksulluğuna karşı bir koruma yaratıyor. Ayrıca milyonlarca küçük
çiftçinin temel geçim kaynağını oluşturuyor. Dolayısıyla da kırmızı et ve
gezegeni karşı karşıya getiren yaklaşımlar üzerinde daha dikkatli düşünmekte
yarar var. (3)
İktidar
bloku gurur duymalı (!)
Bu ülkeyi yıllardır yönetenler eserleriyle gurur
duymalılar. Sadece özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, işçi hakları gibi
konularında değil, bizleri kırmızı et tüketiminde de Avrupa’nın en zavallı
insanları haline getirdiler. Ayrıca, et, süt, peynir, hatta sebze tüketemeyen
çocuklarımızın sağlıklı bir biçimde gelişebilmelerini önlüyorlar.
22 yıldır uygulanan ve bilinçli bir biçimde tarım ve
hayvancılığı devasa büyüklükteki çok uluslu şirketlerin yüksek kârlar elde
etmeleri için bitirme noktasına getiren, çiftçiliği ve köylülüğü yok eden, diğer
yandan insanları açlık sınırının dahi altında ücretlerle yaşamaya mahkûm eden,
emek ve doğa düşmanı neo-liberal politikalar ve bu politikaları uygulayan
İktidar Bloku bu tablonun asıl sorumlusudur.
Sonuç
olarak
Bayram vesilesiyle TV’lerde verilen “kardeşlik”
mesajları, sözde “yumuşama” söylemleri işte bu ve benzeri gerçeklerin üzerini
örtmek için kullanılıyor. Bu nedenle de, İktidar Blokunun hızla halk desteğini
yitirdiği ve ekonomik ve sosyal krizin giderek derinleştiği bu süreci emek,
demokrasi ve barış güçleri dikkatli bir biçimde değerlendirmelidir. Bu süreç
“yıldızın parladığı anlara” tanıklık edebilecek bir süreçtir.
Eşitlik, adil bölüşüm, ücret artışı, sosyal adalet ve
demokrasi talepleriyle birleşik muhalefet parlamento dışına taşmalı, sokakta,
mahallede, işyerlerinde, fabrikalarda, üniversitelerde örgütlenmeli ve ilerici,
devrimci bir değişim talebini toplumsallaştırmalıdır.
İktidar Blokunun hamlelerinin ekonomik kriz ortamında
yitirilen meşruiyetini tekrar kazanmak ve toparlanmak amaçlı olduğunun bilincinde
olarak, emekçi sınıfların çıkarlarını korumaya dönük bir sınıf siyaseti
yürütmenin tam zamanıdır.
Son olarak, kapitalizm bizi doğadan, birbirimizden ve
kendimizden koparıyor, milyarlarca insanı ekolojik felaketlerle, savaş ve
göçlerle, yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya bırakıyor.
Diğer yandan çoklu krizlerin kucağında debelenen bir
uygarlığın karanlığının kalbinden çok farklı bir yol da ortaya çıkmaya başladı.
Her kıtada insanlar, kapitalist şirketler tarafından yönlendirilen tüketim
monokültürünü reddediyorlar ve eve, topluma, doğaya ve daha derin benliklerine
dönüyorlar. “Küresel olanın karşısına yereli koyarak”, her yerde demokratik
katılımcı ekonomi modellerini inşa etmeye dönük mücadeleler veriyorlar.
Varılacak son durağın “sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız
ve sınırsız bir dünya” olduğunun bilincinde olarak böyle bir dünyayı bugünden inşa
etmeye çalışmak gerekiyor.
O halde, yerelleştirilmiş demokratik çiftçi, işçi ve
tüketici kooperatifleri, komünler ve yerel meclislerle kapitalist üretim, dağıtım
ve bölüşüm ilişkilerini değiştirip, insanlık ve doğa için dönüştürelim.
Dip notlar:
(1) https://twitter.com/WorldwithStats/status/1783093649657716807/photo/1
( 25 Mayıs 2024).
(2) The
Economist Group Economic Intelligence Unit,
Global Food Security Index 2021.
(3) Aravindhan
Nagarajan, “Is it a Case of 'Meat-versus-Planet'? Lessons for the Global
South”, https://www.theindiaforum.in/article/meat-versus-planet
(13 July 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder