Tüketimle
büyüyen ekonomi tüketiciyi ezerek küçülür
Mustafa
Durmuş
17
Haziran 2024
TÜİK geçtiğimiz günlerde ekonomik büyüme verilerini
açıkladı. Buna göre, Türkiye ekonomisi bu yılın ilk üç ayında yüzde 5,7; sektörel
olaraksa, inşaat yüzde 11,1, sanayi yüzde 4,9 ve tarım yüzde 4,6 büyüdü.
Harcamalar yönünden özel tüketim harcamaları yüzde 7,3, gayrisafi sabit sermaye
oluşumu yüzde 10,3 ve kamu tüketim harcamaları yüzde 3,9 arttı. (1)
Özel
tüketim harcaması sürümlü büyüme
Büyümeye en büyük katkı ise (4,3 yüzde puan ile yüzde
75 oranında) özel tüketim harcamalarından geldi. Bu durum iktidarın tüketime
dayalı büyümeyi bu çeyrekte de sürdürdüğünü gösteriyor.
Diğer yandan, yılın geri kalan kısmında daha da
artırılacak olan parasal sıkılaştırma tedbirleri nedeniyle, özellikle özel
tüketim harcamaları ve yatırım harcamaları kısılacak ve TL daha da değerlenecek
olduğundan, hem tüketim harcamalarının hem de net dış ticaret etkisinin
zayıflamasıyla ekonomik büyüme yavaşlayacak ve ekonomi bir süre sonra
durgunluğa girecektir.
Nitekim OECD, Türkiye ekonomisinin bu yıl ancak yüzde 3,4
ve gelecek yıl yüzde 3,2 büyüyebileceğini tahmin ediyor. IMF ise bu oranların
sırasıyla; yüzde 3,1 ve yüzde 3,2 olmasını bekliyor. (2) Bu da önümüzdeki iki
yılın emekçiler için çok daha zor geçeceğinin bir işareti.
Türkiye
ekonomisi bir tüketim ekonomisi
Türkiye ekonomisi son 40 yıldır (özellikle de son 22
yıldır AKP iktidarları sırasında), neredeyse gelişkin bir ekonomi kadar
(GSYH’nin yüzde 60-70’i boyutlarında) tüketime dayalı bir ekonomi ve Türkiye
toplumu da bir tüketim toplumu haline geldi. Bu gelişme aslında kapitalist
merkezlerin çeperindeki azgelişmiş ekonomilerin neo-liberalizmle birlikte içine
düşürüldükleri bir durum.
Yani kapitalist bir ekonomi olarak Türkiye ekonomisi tüketimciliğe
bağımlı bir ekonomidir. Yerli üretimin yetmediği (ya da iktidarlarca tercih
edilmediği) dönemde bu tüketim açığı
ithalat aracılığıyla kapatılıyor. Bu da ülkeyi ithalata bağımlı hale getiriyor.
“Özel tüketim harcamaları” olarak da bilinen hane
halkı tüketimi, kısaca insanımızın tuvalet kâğıdından bilgisayarlara, konuttan
otomobile kadar kişisel kullanım için satın aldığı her şey bu tüketim
ekonomisini oluşturuyor.
Reklamlar
ve borçlandırma ile tüketim pompalanıyor
Ancak burada neo-liberalizmin bir açmazı ortaya
çıkıyor. Öyle ki neo-liberalizmin önemli bir özelliği olan reel ücretlerin
baskılanması ve gelir dağılımının emekçiler aleyhinde işletilmesi yüzünden
tüketim yapabilmek için gerekli olan gelir elde edilemeyince, sistemi
sürdürebilmek için bu kez emekçiler başta olmak üzere hemen herkes
borçlandırılıyor. Tüketim ve tüketim ekonomisi banka kredileri, düşük faiz
oranları, kısaca artan bir finansallaşma ile sürdürülebiliyor. Bu da çok borçlu
bir ekonomi ve toplum yaratıyor.
Tüketimciliğe olan bu bağımlılık nedeniyle, sahip olup
da “bilmediğimiz yeni ihtiyaçlar” yaratmak için reklam ve pazarlamaya müthiş
bir para ve çaba harcanıyor. İhtiyaç kredileri adı altında bu tüketimcilik
bankalar eliyle daha da artırılıyor.
Bunun sonucu ise bugün ülkede yaşandığı gibi, kredi
kartları borçlarının ve borçlarını ödeyemeyenlerin sayısının patlaması,
insanların yüksek faiz ve gecikme cezaları altında ezilerek daha da
yoksullaşmasıdır.
Kusuru bireyde aramak?
Ancak, kusuru tüketicide arayan bir yaklaşımla, tüketimciliğin
ve aşırı tüketimin "kültürel" ya da “kişisel” özelliklerin bir sonucu
olmasından ziyade, kapitalizmin doğal bir sonucu olduğunu, yani sistemin doğasında
var olduğunu da görmek gerekir.
Diğer taraftan, neo-liberal ideoloji hemen her türden
ekonomik ve ekolojik felakette rasyonel davranmayan bireyin kusurlu olduğunu
ileri sürer: “Çok borçlanarak bu kadar açılmasaydı intihar etmek zorunda
kalmazdı” ya da “işyerinde önlemlerini alsaydı başına bu kaza gelmezdi” gibi.
Keza daha fazla tüketimin insanları daha fazla mutlu
ettiği, bu nedenden dolayı da daha fazla üretim yapılması (ya da ithalat
yapılması) gerektiği fikri ana akım burjuva iktisadının temelini oluşturur. Bu
yüzden de kapitalizmi ortadan kaldırmadan tüketimcilik ve aşırı tüketimle ve
bunun yol açtığı ekolojik zararla ve israfla baş edebilmek mümkün değil.
Kapitalist
büyümeye radikal eleştiri gerekiyor
Meselenin bir diğer önemli boyutu da ekonomik büyüme
kavramının yanıltıcılığı ile ilgili.
Biraz geriye gidersek, geçen yüzyılda “ekonomik
gelişme ve kalkınma” ekonomik büyüme olarak algılanıyordu. Büyüme ise milli
gelir ya da gayri safi yurtiçi hâsıla (GSYH) ile ölçülüyordu. Büyüme sonsuz ve
sürekli yükselen bir eğri biçiminde olmalıydı. Bir ulus ne kadar zengin olursa
olsun, siyasetçileri ve iktisatçıları sürekli olarak, yoksulluktan çevre kirliliğine
ve işsizliğe kadar tüm sorunların çözümünün daha fazla ekonomik büyümeyle
çözülebileceğini iddia ediyorlardı.
Büyüme
yanılsaması
Büyümenin cazibesine direnmek kolay değil. Ne de olsa
yaşamın güzel ve sağlıklı bir aşaması anlamına geliyor. Bu nedenle, dünyanın
her yerinde insanlar çocukların, bahçelerin ve ağaçların büyüdüğünü görmeyi
severler. Batı zihninin de bunu ekonomik gelişmenin bir biçimi olarak bu kadar
kolay kabul etmesine ve aynı zamanda hem kişisel hem de ulusal olarak “daha
fazlası daha iyidir” şeklindeki 20’nci yüzyıl mantrasını benimsemesine şaşırmamak
gerekiyor. (3)
Diğer yandan, bu yüzyılda, hala ekonomik büyüme kişi
başı GSYH büyümesi ile, o da toplumsal refah artışı ile ilişkilendiriliyor olsa
da, özellikle de 2008 küresel finansal krizinin ardından GSYH büyümesi kavramına
artık kuşku ile bakılıyor.
Deprem harcamaları ekonomiyi büyütür!
Öncelikle bu kavram, büyümeye esas teşkil eden ekonomik
faaliyetlerin gerçek toplumsal değerini ölçmemize yardımcı olacak bir kavram
değil. Öyle ki örneğin ekonomiyi büyütmek için Kahramanmaraş depreminde olduğu
gibi, çok büyük bir depremin yaşanmasının ardından yıkılan kentlerin yeniden
inşa edilmesi için yapılan inşaat faaliyetleri yeterlidir. Nitekim bu yılda
ekonomik büyümenin pozitif olarak sürmesine yardımcı olan etkenlerden biri
depremle ilgili inşaat harcamalarıdır. Diğer yandan depremin çok acı bir
deneyim olarak, toplumun büyük bir kesimini mutsuz ettiği çok açık.
Ayrıca, bu kavramın tek başına bir ekonominin iyi olma
halini göstermeye yetmediği düşüncesi giderek daha fazla kabul görüyor. Çünkü
ekonomi büyürken kârlar, rantlar, servetler artabiliyor; buna karşılık işçi
ücretlerinin milli gelir içindeki payı azalıyor, gelir bölüşümü eşitsizliği ve
yoksullaşma artıyor.
İşin aslı, kapitalist büyüme daha fazla emek ve doğa
sömürüsü demek. Böyle bir büyüme yeterince ve nitelikli, iyi ücretli ve
güvenceli, tam zamanlı istihdam yerine, daha da fakirleştirilmiş bir işçi
sınıfı yaratıyor. Bu büyüme sanayileşme ya da kalkınma anlamına da gelmiyor. Nitekim
Türkiye ekonomisi (istisnai bir iki yıl dışında) son 22 yıldır hızlı büyüyor
ama kalkınamıyor, tersine giderek sanayisizleşiyor ve daha da kötüsü
tarımsızlaşıyor.
Termodinamiğin
yasaları kapitalist büyümeyi reddeder
İnsanlığın doğaya hükmedebileceği düşüncesi bir
yanılsamadır. Çünkü termodinamiğin yasaları hala geçerliliğini koruyor. Öyle ki,
büyümeyi merkezine almış bir kapitalist ekonomi, yüzde yüz döngüsel, hizmet
odaklı ve sıfır atıklı bir varoluşu hedefleyerek, kendini doğadan tamamen
ayırmaya yönelik beyhude girişimlere hapsolmuş bulur. Dolayısıyla,
sürekli büyüme gerektiren bir ekonomi fiziksel sınıra ulaşır. Bu da küresel ekolojik
çöküşten başka bir şey değildir. (4)
Basit bir gerçeklik olarak, sınırlı bir gezegende,
onun bizi ayakta tutma kapasitesini yok etmeden, daha fazla fiziksel kaynak
tüketemeyiz. Bu yüzden de sürdürülebilir bir sistemin herkese yetecek kadarını
sağlayan bir sistem olması gerekiyor. Herkesin yeterince yiyeceği ve rahatça
yaşayabileceği bir yere sahip olmasının maddi temeli zaten hali hazırda mevcut.
Bunun engeli ise kapitalist bölüşümdür. Sürdürülebilir ve adil bir bölüşümse,
az sayıda insanın büyük miktarlarda servet biriktirmesi için üretimin yapıldığı
ve diğer herkese çok az şey kaldığı kapitalist sistemde mümkün değil.
Sonsuz büyümenin ve kârın peşinde koşmak yerine,
gelişen bir dünyanın parçası olarak tüm insanlık için sosyalleşmiş refahın
peşinde koşmanın ve bu amaca hizmet edecek şekilde tasarlanmış politikalar
üretmenin zamanı geldi. Bu da çok farklı bir gelişme, ilerleme anlayışına sahip
olmamız gerektiğini bize söylüyor: “Sonsuz büyüme yerine, gezegensel evimizin
yaşamı destekleyen sistemlerini korurken, her insanın temel ihtiyaçlarını
karşılamayı amaçlayan dinamik bir denge yaratmalıyız”. (5)
Sonuç
yerine
İnsanlık ve doğa için önemli olan kâr ve
servet/sermaye artışı değil, bireysel ve toplumsal ihtiyaçların
karşılanmasıdır. Temiz hava ve suya ihtiyacımız olduğu
gibi, iyi bir yaşam için güvenli ve bol gıda ve yeterli barınma da şarttır. Ayrıca
kamusal nitelikli ve ücretsiz sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, bakım ve toplu
ulaştırma hizmetlerinin yaygınlaştırılması da gerekiyor.
Toplumda eşitliği ve sosyal adaleti sağlayabilmenin
yolu öncelikle bu tür hizmetlerin topluma adilce ve eşitçe ve ücretsiz
sunulmasından ve bunun adil bir vergilendirme ile finanse edilmesinden geçiyor.
Kaldı ki temel maddi ihtiyaçlarımız karşılanmadığında,
yükseköğrenim, eğlence, kültür ihtiyacı ve tatil yapmak gibi daha üst düzey
ihtiyaçları karşılamak çok daha zorlaşır. Açken, üşürken, yoksulluk içindeyken
ya da işsiz kalma veya gelecekte ne olacağını bilememe korkusu içinde yaşarken
neşeli ve mutlu olmak çok zordur. Kısaca, temel ihtiyaçların karşılanması
mutluluğun ön koşuludur
Kuşkusuz toplumdaki özel istek ya da taleplerin varlığını
da inkâr edemeyiz. Ancak ihtiyaçların karşılanması, özel isteklerin hiç yerine
getirilmeyeceği anlamına gelmez. Burada hangisinin daha önemli olduğu ya da
öncelikli olduğu esastır. Açıktır ki bireysel isteklerin ya da taleplerin karşılanması
ihtiyaçların (özellikle de toplumsal olan) karşılanması kadar öncelikli
değildir.
Dip notlar:
(1) TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla,
I. Çeyrek: Ocak-Mart, 2024 (31 Mayıs 2024).
(2) OECD Economic Outlook May 2024;
https://www.bloomberght.com/imf-turkiye-buyume-tahminini-degistirmedi
(16 Nisan 2024).
(3) https://www.theguardian.com/books/article/what-does-progress-look-like-on-a-planet-at-its-limit
(13 May 2024).
(4) https://systemicdisorder.wordpress.com/capitalism-cant-overcome-physics
(29 May 2024).
(5) https://www.theguardian.com/books/article/what-does-progress-look-like-on-a-planet-at-its-limit
(13 May 2024).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder