Adaletli ve Etkin Uluslararası ticaret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Adaletli ve Etkin Uluslararası ticaret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2019 Pazar

ADALETLİ VE ETKİN BİR ULUSLARARASI TİCARET İÇİN ÜÇÜNCÜ YOL- (Cemaz-ül evvelini iyi bildiğimiz bir teori (viii)


ADALETLİ VE ETKİN BİR ULUSLARARASI TİCARET İÇİN ÜÇÜNCÜ YOL- (Cemaz-ül evvelini iyi bildiğimiz bir teori (viii)

Mustafa Durmuş

12 Temmuz 2019

Üretim ve finans kadar, dağıtım ve tüketimin de dev sermaye şirketlerince kontrol edildiği ve bu çok uluslu şirketlerin yıllık gelirlerinin birçok küçük devletin gelirlerinden çok daha fazla, bu tekellerin uluslararası ticaretin kurallarını belirleyebilecek ölçüde güçlü olduğu tekelci finans kapital çağında, kooperatifler gibi alternatif örgütlenmelerle ve bunlar aracılığıyla yürütülecek bir uluslararası ticaret ile ne bu şirketlerle, ne de koruyucusu konumundaki kapitalist devletlerle baş edilebilmesinin imkânsız olmasa da, çok zor olduğu bir gerçek.

Yani sistemin egemenleriyle tam olarak nasıl mücadele edilebileceğinin ya da bu yapıların nasıl kuşatılarak etkisiz hale getirilebileceğinin net bir yanıtı henüz verilebilmiş değil.

Diğer yandan “bir gün sosyalizm kurulduğunda, bu sorunların kendiliğinden halledileceği” gibi bir beklenti içinde olmanın da kabul edilebilir bir yanı yok. Sosyalizmin bir sonuçtan ziyade süreç olduğu ve geleceğin toplumunun bugünden inşa edilmesi gerektiği gerçeğini 20.Yüzyılın reel sosyalizm deneyiminden öğrenmiş bulunuyoruz.  

Kuşkusuz Seneca’nın deyimiyle (1) “gideceği limanı bilmeyen bir geminin rüzgârı arkasına almasının” da bir anlamı yok. Bu nedenle de son limanın neresi olduğu az çok bilinerek bu yolda atılmış her adım çok değerlidir. Bu uzun yolda arkamıza alacağımız her rüzgâr bizi varmak istediğimiz limana bir adım daha yaklaştırır.

ALTERNATİF MALİYET VE KULLANIM DEĞERİ ÜZERİNDEN ADALETLİ DEĞİŞİM

Uluslararası düzeyde adaletli ve etkin bir ticaretten söz edebilmek için değişim (mübadele) koşulları taraflar için eşit olmalı, tekeller olmamalı (küçük üreticiler ile dev tekeller karşı karşıya gelmemeli) ve bu koşullar tüm taraflar için geçerli olmalı, yani ayrımcılık yapılmamalı (2).

Bu noktada Alternatif (Fırsat) Maliyet kavramı (bir malı üretmek için bir başka malı üretmekten vazgeçmenin-onun sağladığı faydadan vazgeçmek anlamında ortaya çıkan maliyet) uluslararası ticaretin mantığını anlayabilmek için kullanılabilecek anahtar kavramlardan biri olabilir. Çünkü meta üretiminde alternatif maliyetlerin birbirinden farklı olduğu ülkeler arasında yapılacak ticaretin taraflara sağlayacağı önemli etkinlik kazanımı söz konusudur (3).

Böylece, ülkeler ellerindeki alternatifleri ya da fırsatları, bunun karşısında ihtiyaç duyup da sahip olmadıkları diğerleriyle kullanım değerleri üzerinden değiştirebilirler.
Bu konudaki en somut örnek, Küba’nın 17 bin doktor ve sağlık personelini, binlerce öğretmeni,  spor eğitmenini Venezüella’ya her hangi bir ücret talep etmeksizin halka hizmet amacıyla göndermesidir. Venezüella ise böyle bir dayanışmayı Küba’ya ücretsiz petrol vererek sürdürmüştür. (4)  

Böylece iki ülke alternatif maliyetlerini (ya da bir tür karşılaştırmalı avantajlarını)  ticari bir işleme dönüştürmeden, dayanışmacı bir takas yoluyla sağlayabildiler. Değişim özünde ihtiyaçların karşılanması için yapılacağından, burada değişimin nasıl olacağı (kaç doktor kaç varil petrol ile değiştirilecek gibi) emek-saat ölçütünün ya da elde edilen faydaların kıyaslanmasının dikkate alınıp alınmayacağı gibi konular önemini yitirecektir.

SOSYALİZME UYGUN ADALETLİ DEĞİŞİMİN ÖLÇÜTÜ?

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) ünlü ekonomistlerinden Yevgeny Preobrazhensky sosyalist topluma geçişi “ekonominin nesnel yasaları ile ekonominin planlanması arasındaki etkileşim olarak” ele almıştı (5).

Yani kapitalizm ötesi sosyalist topluma geçişte ekonominin yukarıdaki nesnel yasalarının belirleyiciliği kadar, işçi sınıfı iktidarının tüm toplum lehine yapacağı iradi müdahaleler de son derece önemli.

Çünkü sosyalizme geçiş sürecinde üretenlerin yarattıkları değerle orantılı olmayan fiyatlarla karşılaşmaları yaygın bir durum olarak kalmaya devam edecektir.
Bu durumda adaletli bir değişim nasıl ve hangi ölçütlere göre yapılacaktır?

EMEK-SAAT ÖLÇÜTÜ

Bir çözüm, ticaret yapan tarafların yaptıkları katkılarıyla (değer) orantılı bir değişim yapmak olabilir. Bu katkıyı belirlemek için başvurulacak yasa kapitalizm sonrası toplumlar için de geçerli olan Değer Yasasıdır.

Yani değişim değeri (fiyat) her ülkede söz konusu malların üretimi için harcanan emek- saate göre belirlenebilir.  Bu nedenle de adaletli ve etkin ticarette üretimde harcanan emek- saate göre değişim yapılması esas olabilir. Emmanuel bunu eşitsiz değişim üzerine yaptığı ünlü çalışmasında çok kapsamlı bir biçimde ele alır (6).

Ancak (işin başında) göreli olarak azgelişmiş bir ülkedeki bir çiftçinin daha gelişkin ekonomilerde sadece bir kaç saatte üretilen bir malı alabilmesi ya da onunla değiştirebilmesi için onun mislince çalışması gerekebilir. Bu durumda emek-saat üzerinden bir değişim ne kadar adaletli olacaktır?

Ayrıca işçilerin farklı becerilere ve yoğunluğa sahip olması durumu (en azından geçiş sürecinde) devam edecektir. Bu nedenle de metanın değişim değeri belirlenirken bu farklılıklar dikkate alınmak durumundadır.

FAYDA ÖLÇÜTÜ

Bir diğer yol her ülkenin katkısına değil, ticaretten sağladığı faydaya bakılması olabilir. Fiyatın faydayı yansıttığı varsayımı altında, ticaret yapan iki ülke de asgari düzeyde kabul edebileceği bir değerin (fiyat) üzerinde bir değer elde ediyorsa (teorik olarak) adaletli ve etkin bir ticaretten söz edilebilir.

SINIR ÖTESİ SERMAYE VE EMEK AKIŞI OLUR MU?

Böyle bir model altında (göçler dışında) asgari düzeyde bir sınır ötesi sermaye ya da emek akışının ortaya çıkması beklenir. Çünkü her bir ülkede işletmeler asıl olarak demokratik bir biçimde örgütlenmiş kooperatif işletmeler olmak durumundadır.
Bu işletmelerin sahibi konumundaki işçilerin işyerlerini yurt dışına taşıması söz konusu olmayacağı gibi, genel olarak sermayenin de dışarı gitmesi beklenmez. Çünkü bu modelde sermayenin kaynağı vergilemedir ve bu sermaye bölgelere ya da topluluklara, ihtiyaçlarına göre tahsis edilir.  Ülkeye olan yabancı sermaye girişlerinde sadece küçük çaplı yatırımlara izin verileceğinden, yabancı sermaye de çok düşük çapta kalır.

SOSYAL KORUMACILIK

Adaletli ve etkin bir uluslararası ticarette ülkelerin uygulayacağı tek korumacılık biçimi sosyal korumacılıktır (7).

Sosyal korumacılık şöyle açıklanabilir: İşçilerin ücretleri, çalışma koşulları, sosyal haklar ve doğanın korunması konusunda ülkeler arasında büyük farklılıklar olmadığı sürece uluslararası ticarette ciddi sorunlar doğmaz. Adaletli ve etkin ticaret modelinde üreticilere sadece üretim maliyetlerini karşılayan değil, yaşanabilir bir gelir de sunan adil bir fiyat ödenir. Bu asgari geçimlik ücretin üzerinde bir gelirdir.  Sağlıklı çalışma koşulları şart koşulur ve çocuk emeği yasaklanır. İnsan hakları ihlallerine izin verilmez. (8)

Ancak ülkeler arasında çalışma koşulları konusunda eşitsizlikler varsa, bu ithalat üzerine konulacak sosyal tarifelerle ortadan kaldırılabilir ya da en aza indirgenebilir. Bu tarifelerin konulmasının amacı düşük ücretli, kötü çalışma koşullu ya da doğanın yeterince korunmadığı ülkelerde bu eksiklikleri gidermeye dönük finansman kaynağı yaratmaktır. Bu tarifelerin sağladığı ek kaynak düşük konumlu ülkelere transfer edilerek, bu amaçla kullanılır.

ULUSLARARASI İŞÇİ SINIFI DAYANIŞMASI

Böyle bir sosyal korumacılıktan beklenen (başka ülkelerin işçilerinin zararına olmak üzere) kendi işçilerini korumak değildir. Tam tersine dünyadaki tüm insanların refahını artırmayı hedefleyen bir perspektiften uluslararası işçi sınıfını korurken kendi işçilerini de korumaktır.

Adaletli ve etkin uluslararası ticaret yeni ürün ve yeni teknolojiler anlamında sağlıklı bir rekabeti de özendirir. Bu nedenle de ticaret yapan ülkeler arasındaki rekabet,  ülkelerin dibe doğru,  en düşük ücret ya da en kötü çevre düzenlemeleri sunmasıyla sonuçlanan mevcut tahrip edici kapitalist rekabetten farklıdır ve daha çok kendini dayanışma biçiminde gösterir. Böyle bir geliştirici rekabetin amacı daha zayıf konumdaki ülkeleri yoksullaştırmak değil, tersine güçlendirmektir.

Ayrıca göreli olarak daha iyi durumdaki ülkeler (mevcut TRIPS uygulamalarının tersine), sahip oldukları inovasyon, yenilikler gibi imkânlarını diğer ülkelere satarak onları sömürmek için değil, bu ülkelerdeki yoksulluğun ve hastalıkların azaltılması, ekonomik ve sosyal gelişimin hızlandırılması için kullanmalarına yönelik olarak bu ülkelere ücretsiz sunarlar, yani gönüllü olarak paylaşırlar.

ADALETLİ VE ETKİN TİCARET MODELİ KUSURSUZ MU?

Diğer taraftan adaletli ve etkin ticaret kavramının üzerinde büyük çapta uzlaşılan bir kavram olmadığının altını çizmek gerekir.

Öncelikle adaletli bir uluslararası ticaretten söz edebilmek için teorik olarak adaletli ve etkin bir dünyanın mevcut olması gerekir. Eşit koşullara sahip olmayan, hem gelişmişlik-kalkınmışlık düzeyleri, hem de verimlilik farklılıkları çok fazla ve “neyin, nasıl, nerede, hangi fiyata” üretileceğine büyük kapitalist işletmelerin karar verdiği bir dünyada ülkeler arasında adaletli ve etkin bir ticaretin yapılabilmesi mümkün olmaz.

Bu bağlamda kapitalizm ortadan kaldırılmadığı sürece adil ticaretin “kapitalizmi olmayacak bir şeye dönüştürmeye çalışmaktan öteye gidemeyeceği” ileri sürülebilir.  Adil ticaret kapitalizmi ıslah etme fikrine dayanır ama kapitalizmin ıslah edilebilmesi mümkün değildir. Çünkü rekabete dayalı ve kâr amaçlı bir sistemde adil olmak olanaksızdır. Sermaye sınıfı (kârları azalttığı sürece) adil ticaretin öngördüğü iyileştirmelere direnir ve sistemin ıslahına yanaşmaz (9).

Kapitalizmin temel özelliği olan üretimin sosyal karakteri ile mülkiyetin özel karakteri arasındaki uzlaşmaz çelişki ortadan kaldırılmadığı ve “neyin, nasıl ve neden üretilip”, “nasıl tüketileceğine” aşağıdan yukarıya olmak üzere örgütlenmiş toplum karar vermediği sürece, yani bu konularda insanların ayırım gözetilmeksizin söz ve karar hakkı olmadığı bir dünyada, uluslararası ticarette de adalet sağlanamaz. Adaletli bir ticaret için adaletli toplumlar olmalı ki bunun adı enternasyonalist dayanışmacı sosyalizmdir.

Sadece sosyalist bir üretim tarzı altında, dış ticaretin işçilerin ve diğer emekçilerin demokratik kontrolü altındaki bir iktidarın kontrolüne alınması toplumun bütünü açısından anlamlı olabilir.

Böylece piyasalar değil, demokratik bir biçimde seçilmiş olan ve emekçilerin kontrolü altındaki tabana yayılı, katılımcı-çoğulcu demokratik bir iktidar mal ihracatını ve ithalatını ve sermaye hareketlerini denetleyebilir, uluslararası adaletli ve etkin bir ticaret modelini enternasyonalist bir dayanışma altında hayata geçirebilir.

SONUÇ YERİNE

Türkiye ekonomisi, özellikle de emperyalist-kapitalist sistemle tam eklemlenme yaşamaya başladığı son birkaç on yıldan bu yana, sadece bu sistemin ana sürücülerinden olan uluslararası sermaye hareketleri ve dış krediler (borçlar) yoluyla değil, aynı zamanda dış ticaret yoluyla da bu sistemin boyunduruğu altında varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Bu durum (karşılaşılan finansal krizler yüzünden) hem ekonomik büyümesinin sıklıkla kesintiye uğramasına ve yüksek faiz ödemeleri yoluyla genel olarak insanımızın yoksullaşmasına, hem de emekçi sınıfların dış ticaret yoluyla ağır bir sömürüye tabi tutulmasına neden oluyor.

Her yıl artan ihracat gelirlerine rağmen (uluslararası kuruluşların yerli ortağı konumundaki büyük dış ticaret şirketleri ve süper zenginler dışında) toplumun büyük bir kısmı ne artan ihracattan, ne de ithalattan fayda sağlayabiliyor. Tam tersine dış ticaret hadlerinin aleyhte seyretmesi ve liranın hızlı değer kaybı ülke ekonomisi büyürken dahi ülkeyi fakirleştiriyor.

Dış ticaret ise ağırlıklı olarak büyük ölçüde dışa bağımlı,  işbirlikçi büyük sermaye tarafından gerçekleştiriliyor ve devlet mevcut işleyişiyle hem ihracat,  hem de ithalat boyutuyla bu işleyişin kolaylaştırıcısı olarak işlev görüyor. Ayrıca ithalde aldığı KDV ve diğer ithalat vergileriyle devlet bu konuda ithalatçı sermayenin ortağı konumunu sürdürüyor.

Oysa bu böyle olmak zorunda değil.

Ülke ekonomisini demokratikleştirip, katılımcı bir hale getirdiğimizde, “neyin”, “nasıl” ve “niçin üretileceğine” bir avuç büyük sermayedarın ve onun siyasetteki temsilcilerinin karar vermeleri yerine, yerelden olmak üzere halkın ihtiyaçlarını önceleyerek, halkın karar vermesini sağlayabilecek bir üretim tarzını ve buna uygun bir demokratikleşmeyi gerçekleştirdiğimizde, diğer ülkelerle adaletli ve etkin bir uluslararası ticaret düzeninin kurulmasının da yolunu açmış olacağız.

DİP NOTLAR

(1)  https://www.neguzelsozler.com/ozlu-sozler/lucius-annaeus-seneca-sozleri (1 Temmuz 2019).
(2)  David Miller, “Fair Trade: What Does It Mean and Why Does It Matter?, Fourth Draft, CSSJ Working Papers Series, SJ013 (November 2010).
(3)  Robin Hahnel, The ABC s of political economy, Pluto Press, 2002, s. 126-127.
(4)  Andy Webb-Vidal and Marc Frank, “Venezuela and Cuba trade oil for doctors”, https://www.ft.com (11 October 2004). Uluslararası ticaret sadece dayanışmanın değil, cezalandırma gibi tutumların da bol bol yer aldığı bir politik ilişkidir. Bunun en yeni örnekleri Trump’ın İran ve Türkiye’ye koyduğu ekonomik yasaklar ve Brezilya’nın ırkçı- faşist Devlet Başkanı Bolsonaro’nun yıllardır ülkede satılan ünlü Küba purolarının satışını yasaklamasıdır. Bkz: https://www.telesurenglish.net/news/Brazil-Ban-Cuba-Cohiba-Cigars (30 June 2019).
(5)  Paul Mason, “Time for postcapitalism”, https://www.socialeurope.eu (1 July 2019).
(6)  A. Emmanuel, Unequal Exchange: A Study of the Imperialism of Trade (London: New Left Books, 1972, s. 18.
(7)  David Schweickart, Economic Democracy An Ethically Desirable Socialism That Is Economically Viable, March 2016.
(8)  Carmen Russell, “What Is the Purpose of Fair Trade?”, https://bizfluent.com ( 26 September 2017).
(9)  Shamus Cooke, “ Alternatives to Free Trade: Fair Trade and Beyond”, https://www.globalresearch.ca (22 June 2008 ).


5 Temmuz 2019 Cuma

ULUSLARARASI TİCARETTE BİR BAŞKA YOL OLMALI, YOKSA AÇILMALI- (Cemaz-ül evvelini iyi bildiğimiz bir teori (vii)


ULUSLARARASI TİCARETTE BİR BAŞKA YOL OLMALI, YOKSA AÇILMALI- (Cemaz-ül evvelini iyi bildiğimiz bir teori (vii)

Mustafa Durmuş

5 Temmuz 2019

Bu yazı dizisi boyunca ele aldığımız Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi’ne dayalı Uluslararası Serbest Ticaret bir tür “avcı- balıkçı” modelidir.

Öyle ki; avcı avlanır, balıkçı balık tutar. Avcı avladığı fazla av hayvanını balıkçının tuttuğu fazla balıkla değiş tokuş yapar. Her ikisi de işlerinde uzmanlaştığında aralarındaki ticaret; karşılıklılık ilkesine göre, eşit koşullarda,  karşılıklı fayda sağlayarak ve özgürce yapılır.

Ancak şu ana kadar ortaya koyduğumuz gibi, gerçek dünyada uluslararası ticaret bu teoriye göre yapılmıyor. Ticaret eşitler arası ve barış içinde yapılan bir şey olmaktan ziyade, egemen (yöneten) ile tabi olan (yönetilen) ilişkisine dayalı bir şekilde yürüyor. Merkez ile Çevre, sömürgecilerle sömürgeler ve “efendiler ile hizmetkârlar” arasında gerçekleşiyor. Sermaye-emek ilişkisinde olduğu gibi üst ve alt fonksiyonlar biçiminde bir işbölümü söz konusu. Bir taraf düşünüyor, planlıyor, örgütlüyor, diğer taraf ise işi yapıyor (1).

Ticaret hadleri azgelişmiş ülkelerin aleyhine gelişiyor

Bu işleyişin en somut kanıtı dış ticaret hadlerinin genel olarak azgelişmiş ülkelerin aleyhine bir gelişim içinde olması (kabaca azgelişmiş ülkenin ihraç ettiği malların fiyatlarından oluşan endeks ithal ettiklerinin fiyatlarından oluşan endekse göre daha yavaş artıyor. Bu da tarımsal ürün ve hammadde ihraç eden azgelişmişler aleyhine bir sonuç doğuruyor).

Kısaca bir ülke malını dışarıya göreli olarak daha ucuza satıp, dışarıdan daha pahalıya mal satın alıyorsa, böyle bir ticaretten kazançtan ziyade zarar eder. Bu nedenle de ticaret hadlerine bakılmaksızın gerçekçi bir dış ticaret değerlendirmesi yapmak doğru değildir.

Nitekim IMF verilerine göre (2): 2016 yılı baz yıl (endeks = 100) alındığında daha çok azgelişmiş ülkelerin ihraç ettiği gıda ve tarım ürünlerinin dolar cinsinden fiyat endeksi sadece yüzde 3,9 ve zirai hammadde fiyat endeksi yüzde 7,2 artarken; daha çok bu ülkelerin ithal ettikleri sınai girdi ürünleri fiyat endeksi yüzde 23,7; metaller fiyat endeksi yüzde 30,3 ve enerji fiyat endeksi yüzde 57,7 artış gösterdi.

Ulusal para değer kaybettikçe zarar artıyor

Ayrıca döviz kurlarında yaşanan hızlı değişiklikler (azgelişmiş ülke ulusal paralarının dolar ve avro karşısında hızlı değer yitirmesi gibi) azgelişmiş ülkelerin sattığı mallardan elde ettiği gelirin giderek azalmasıyla, buna karşılık gelişkin ekonomilerin sattıklarından elde ettikleri gelirin artmasıyla sonuçlanıyor. Bu da (azgelişmiş ülkelerin ihracatları artarken ve ekonomileri büyürken dahi) daha da yoksullaşmasına neden oluyor.

Örnek vermek gerekirse, 2010 - 2019 döneminde Türkiye’nin nominal efektif döviz kuru (NEDK) yüzde 70’den fazla düştü (2010’da 100 olan endeksin değeri, 2014’te 69,3 ve 2019 Mayıs’ta 29,4’e geriledi) (3).

Yani TL, dolar ve avro karşısında çok ciddi değer kaybetti. Dış ticaretin döviz ile yapıldığı dikkate alınırsa bu kaybın neden olduğu zararın büyüklüğü ortaya çıkar.

Sosyal maliyetlerin fiyata dâhil edilmemesi abartılı bir faydaya neden oluyor

Ayrıca bu ticaret sırasında ortaya çıkan çok sayıda sosyal maliyet (ekolojik tahribat gibi)  hesaba katılmıyor. Dolayısıyla da dış ticaret fiyatları gerçek maliyetleri tam olarak yansıtmıyor. Bu durumda serbest uluslararası ticaretin ileri sürülen faydası gerçeği yansıtmıyor. Çünkü bu sosyal maliyetler çok arttığında dış ticaret (bir kısım özel sermayedarlar dışında) topluma faydadan çok zarar getiriyor (4).

Nitekim mevcut uluslararası ticaret pratiği altında, iki olmazsa olmaz üretim unsuru; işçiler ve doğa en düşük standartlarda (maliyetlerin düşük tutulabilmesi, böylece fiyatların düşük tutularak piyasada tutunabilmek için) yok edici bir rekabete maruz bırakılıyor.

Böyle çalışma koşulları altında işçilerin örgütlenmek ve hak mücadelesi için ne zamanları, ne de enerjileri kalıyor. İşçiler müesses nizamın istediği gibi, yaşam kavgası altında sadece hayatlarını sürdürmeye çalışan pasif nesnelere, işçi sınıfı ise kendisi için değil, kendinden bir sınıfa dönüşüyor.

Küresel eşitsizlikler artmaya devam ediyor

Uluslararası ticaret serbestleştikçe küresel eşitsizlikler de artıyor.  Bunun nedenlerinden biri (daha önce de vurgulandığı gibi) Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)  aracılığıyla dayatılan küresel ticaretle ilgili kuralların az sayıda çok uluslu şirketin (ÇUŞ) yaratılan katma değerden giderek daha fazla pay almalarını sağlamaya hizmet ediyor olması.

Prof. Ghosh’un deyimiyle (5); “küresel değer zincirlerinin çeşitlenerek artması  ÇUŞ’ların küresel ticarete konu olan malların ve hizmetlerin tasarımını, üretimini ve dağıtımını ele geçirmeleriyle sonuçlanıyor. Serbest ticaret tekelleşmeyi hızlandırıyor, bu da rant kollayıcı faaliyetleri, tahrip edici tutum ve davranışları artırıyor. Bunlarla baş edilmeden uluslararası ticaretten beklenen faydaların gerçekleşmesi ise mümkün değil”.

Kısaca, sanayi ve finans kapitalizminin 200 yılı aşkın tarihi (özellikle de neo-liberal kapitalist küreselleşme altında) serbest ticaretin de, korumacılığın da küresel ticaretin etkinliğini artırmadığı gibi; ülke ekonomilerinin emek ve doğa ile uyumlu bir biçimde gelişmesine, kalkınmasına, kriz, işsizlik, yoksulluk, gelir ve servet eşitsizliği gibi sorunların ortadan kaldırılmasına yardımcı olmadığını, tam tersine bu sorunları daha derinleştirerek dünyayı bir çöküşe doğru sürüklediğini gösteriyor.  

Bu bağlamda yüzlerce mevcut anlaşmanın yanı sıra, bugün rafa kaldırılmış gibi görünen büyük çaptaki TPP, TIPP ve TISA gibi uluslar üstü serbest ticaret anlaşmalarının başta işçi sınıfı ve yoksullar olmak üzere, tüm halklar ve doğa üzerinde tahrip edici etkileri her geçen gün daha iyi anlaşılıyor.

O halde dünya halkları açısından faydalı bir uluslararası ticaretin hayata geçirilebilmesi için bir kısmını yukarıda özetlediğimiz sorunların çözüme kavuşturulması gerekiyor.

Bir başka yolmalı, yoksa açılmalı

Böylece insanlığın ihtiyacının, karşılaştırmalı ya da mutlak üstünlüklere dayalı “serbest ticaret” ya da “korumacılığa” dayalı bir uluslararası ticaret değil, bir başka üretim tarzı altında ve enternasyonalist dayanışma ile uygulanabilecek “adaletli ve etkin bir uluslararası ticaret “olduğu gerçeği kabul edilmelidir.

Kuşkusuz böyle bir uluslararası ticaret modelinin dayandığı teoriler ve iktisadi yasalar,  ana akım burjuva iktisat ideolojisi ve iktisadının yasalarından farklı olacaktır.  Yani bunlar Arz-Talep Yasası ya da Karşılaştırmalı Üstünlükler Yasası gibi yasaların ötesinde yasalar olmak durumundadır.

Emek-Değer Yasası geçerliliğini koruyor

Bilindiği gibi Diyalektik ve Tarihsel Maddeci felsefeyi esas alan Marksist teori altında yer alan bazı ekonomi politik yasalar hem kapitalist, hem de sosyalist üretim tarzı için geçerlidir. İnsan iradesinden bağımsız olarak var olan bu yasalar sırasıyla: Üretici Güçlerin Gelişimi İle Üretim İlişkilerinin Uyumluluğu Yasası, Emek Üretkenliğinin Artışı Yasası ve Emek- Değer Yasasıdır (meta üretimi yasaları).

Kapitalist ekonominin diğer yasaları gibi, bu yasalar da (son tahlilde), Değer Yasasına (o da Tarihsel Maddeci Yasalara) tabidirler. Küresel kapitalist sisteme ilişkin Marksist çözümlemelerin Kapital’in birinci cildinde ele alınan Değer Yasası ile başlatılmasının nedeni de budur. Öyle ki değer olgusunu anlamadan sermaye birikimini anlamak mümkün değildir.

Böyle bir bakış açısı altında, uluslararası ticaretin Karşılaştırmalı Üstünlükler Yasasınca değil (yerli bir piyasadaki ticarette olduğu gibi) Değer Yasasınca yönetiliyor olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Bu yasayı kısaca özetlemek gerekirse: Piyasa fiyatları para cinsinden ölçülen üretim fiyatları etrafında dalgalanarak ve para sermaye olarak yatırılmış sermayenin maliyeti ve ortalama kâr oranı temelinde belirlenirler. Yani kapitalistler para ile işe başlarlar ve emeğe ve piyasa fiyatları ile ölçülen üretim araçlarına yatırım yaparlar (üretim araçlarının fiyatları da üretim fiyatları etrafında oluşur). Sermaye ve birikim süreci devresinde malların fiyatları açısından belirleyici olan tikel emeğin zaman cinsinden değeri değil, üretim fiyatlarıdır.

Diğer taraftan, sadece değerin üretim fiyatlarına dönüşümünü ve değerin piyasa fiyatlarına (çağdaş kapitalizmde bu oligopolcü fiyatlardır) dönüşümünü değil;  ayrıca (Marx’ın döneminde olmayan) küresel emperyalist sistem altında değerin küresel fiyatlara nasıl dönüştüğünü analize dâhil etmek gerekir (6).


Böyle bir analiz, küresel ticaretin yüzde 80’inin ÇUŞ’ların uluslararası düzeydeki üretimi ile bağlantılı olduğu (7) gerçeği veri alınarak, Marksist Değer Kanununu “genelleşmiş”, “finansallaşmış” ve “küreselleşmiş oligopollerin” mutlak hâkimiyetinin olduğu bir dönemde, hem mevcut uluslararası ticaretin ve emperyalist sömürünün anlaşılmasını (küreselleşen değerin aktarılması anlamında) kolaylaştırabilir, hem de kapitalizm ötesi (sosyalist) bir üretim modelinde uluslararası ticaretin nasıl olması gerektiği konusunda bize yol gösterici olabilir.

Üçüncü Yol: “Adaletli ve Etkin Uluslararası Ticaret”

Aslında uluslararası ticarette yeni yollar, yöntemler bulmaya dönük arayışların tarihi çok eskiye gidiyor. GATT’ın kurulduğu 1940’lı yıllardan bu yana serbest ticaretin alternatifinin korumacılık değil, “adil ticaret (fair trade)” olduğunu ileri süren bir kesim var.

Günümüzde de varlığını sürdüren bu yaklaşımın örgütlerinden biri olan Sorumlu Ticaret Birliği’ne göre (8) “adil ticaret”; insanların yeterli ve güvenli gıdaya, insanlık hakkı olarak kabul edilen eğitim ve sağlık gibi haklara ücretsiz erişimine ve yaşanabilecek güzellikte bir çevre, temiz ve sağlıklı bir ortama izin veren bir ticarettir.

Böylece, “adil ticaret” (kapitalist sistem içinde),  piyasaların ve sermayenin  hegemonyasına karşı emeğin, doğanın haklarını savunan ve sürdürülebilir bir refah artışını öngören bir araç olarak ele alınıyor.

Bu çerçevede, “adil ticaret”, azgelişmiş ülke ihracatlarını gerçekleştiren üreticilere; yaşanabilir bir gelir ve adil iş pratikleri sunmak için tasarlanmış ve sürdürülebilir bir tarımı esas bir ticaret sistemi olarak tarif ediliyor. Üreticilerin tüketicilerin ihtiyacını ve talebini esas aldığını, gücü çiftçilere ve üreticilere vermeyi hedefleyen, böylece tüketiciyi, çiftçiyi, üreticiyi ve (kâr maksimizasyonu amaçlı yapılmadığından) doğayı koruduğunu ileri süren bir ticaret modeli olarak tanımlanıyor (9).

Bu ticarette üretim-dağıtım ve tüketim örgütlenmesi asıl olarak kooperatifler biçiminde yapıldığından, modelde aracılar mevcut değil. Bu da üreticilere müzakere ve pazarlık gücü veriyor. Böylece büyük şirketlere karşı kendilerini koruyabilecekleri varsayılıyor.  Aracı- dağıtım kanalları devre dışı bırakıldığından maliyetler düşüyor kâr marjı artıyor ki, bu da piyasada kalmayı sağlayabiliyor.

Diğer yandan bu kârların (artık değer) bir kısmı okul, hastane, kültürel faaliyetler ve alt yapı gibi yerelin ihtiyaçlarını karşılamak için yapılacak yatırımlarda kullanıldığından, üretimin ve dayanışmacı sosyal yaşam biçiminin sürdürülebilirliği imkânı artıyor.

Dip notlar
(1)  Stephen Hymer, “Robinson Crusoe and the Secret of Primitive Accumulation”, http://monthlyreview.org, Volume 63, Issue 04 (September 2011).
(2)  IMF, Primary Commodity Prices, https://www.imf.org/en/Research/commodity-prices (1 Temmuz 2019).
(3)  Bank of International Settlements (BIS), Nominal effective exchange rates, Broad (60 economies) indices (2010- May 2019), https://stats.bis.org/statx/srs/table/i1. NEDK, bir ulusal paranın, dış ticaretteki paylarına göre ağırlıklandırılmış diğer ulusal paralar karşısındaki değişim oranını gösterir ve bunun üzerinde Merkez Bankalarının sadece çok sınırlı bir etkisi vardır.
(4)  Robin Hahnel, The ABC s of political economy, Pluto Press, 2002, s. 126-127.
(5)  Jayati Ghosh, “The Real Problem with Free Trade”, https://www.project-syndicate.org (10 September 2018).
(6)  Samir Amin, The Law Of Worldwide Value, Monthly Review Press, New York, 2010, s. 11-14.
(7)  John Smith, Imperialism in theTwenty-First Century: Globalization, Super-Exploitation, andCapitalism’s Final Crisis, Review by Barry Healy, http://links.org.au (18 October 2016).
(8)  Shamus Cooke, “ Alternatives to Free Trade: Fair Trade and Beyond”, https://www.globalresearch.ca (22  June 2008 ).
(9)  Carmen Russell, “What Is the Purpose of Fair Trade?”, https://bizfluent.com ( 26 September 2017).